HAD:
İslâmiyet'te
miktârı kesin olarak bildirilen cezâ.
Beş günah için had cezâsı vardır: Zinâ, şarab
içmek, alkollü içki ile sarhoş olmak, kazf (iffetli erkek veya kadına zinâ etti
diye iftirâda bulunmak), hırsızlık, yol kesicilik. (İbn-i Âbidîn)
Had, günâhın temizlenmesine sebeb olmaz. Günâhtan
kurtulmak için ayrıca tövbe etmek de lâzımdır. (İbn-i Âbidîn)
Hadd-ı Bülûğ:
Ergenlik
çağı; cünüp olup, gusül abdesti almaya başlama zamânı
Hadd-i Kazf:
İffetli, temiz olan erkek veya kadına zinâ isnâd
etmek (zinâ ettiğini söylemek) sebebiyle verilen cezâ.
Kazf (temiz erkek veya kadına zinâ isnâd etmek),
İslâm dîninde büyük günâhtır. İki şâhidin haber vermesi veya suçlunun bir kere
söylemesi ile sâbit olur, bilinir. Hadd-i kazf, seksen sopa vurmaktır. Hadd-i
kazf, kazf olunan kimsenin isteği üzerine tatbîk edilir.
Hadd-i Sirkat:
İslâm hukûkunda başkasının az veya çok malını
gizlice, haksız olarak veya rızâsı olmayarak almak sebebiyle verilen cezâ.
Akıllı ve erginlik çağına gelmiş erkek, kadın,
köle, efendi, müslüman veya zımmî (müslüman olmayan vatandaş), on dirhem (33
gr. ve 65 santigram) gümüş parayı veya değerinde olan mütekavvim (kıymetli,
kullanılması câiz ve mümkün) ve durmakla bozulmayan bir malı, müslüman veya
zımmî olan sâhibinin mülkünden dâr-ül-İslâm'da (müslüman memleketinde), hepsini
bir defâda gizlice alırsa ve mal sâhibi de dâvâ ederse, hadd-i sirkat uygulanır
ve suçlunun sağ eli bilek mafsalından kesilir. İkinci defâ çalanın sol ayağı
oynak yerinden kesilir. Üçüncüsünde bir yeri daha kesilmeyip, tövbe edinceye
kadar hapsedilir. Hırsızlık, çalanın bir kere söylemesi veya iki âdil erkek
şâhidin haber vermesi ile belli olur. (İbn-i
Âbidîn)
Et, sebze, meyve, süt, odun, ot, kuş, tavuk, kireç,
kömür, tuz, saksı, ekmek, her çeşit kitab vb. çalmakla hadd-i sirkat lâzım
gelmez. (İbn-i Hümâm)
Hadd-i Zinâ:
Akıllı olan, ergenlik çağına gelen ve konuşabilen müslüman
veya müslüman olmayan kadın ve erkeğe, dâr-ül-İslâm'da
(İslâm memleketinde), tehdîd edilmeden, arzûlariyle, zinâ yaparken
yakalandıklarında verilmesi gereken cezâ.
Evli
olmayan kimse için hadd-i zinâ, yüz sopa vurulmasıdır. (İbn-i Âbidîn)
HADES:
Abdestsizlik
veyâ cünüblük hâli.
Hades; küçük hades ve büyük hades olmak üzere ikiye
ayrılır. Küçük hades; bevl etmek, herhangi bir yerden kan çıkması ve abdesti
bozan diğer durumlarla meydana gelen manevî kirlilik hâlidir. Namaz abdesti
almakla temizlenilir. Büyük hades ise, cünüblük, hayız ve nifas hâlleri ile
meydana gelen manevî kirliliktir. Boy abdesti alarak ağızı, burnu ve bütün
bedeni yıkamakla ondan temizlenilir. (Mehmed
Zihnî Efendi)
Hadesten Tahâret:
Namaza başlamadan önce yerine getirilmesi gereken
farzlardan biri. Abdesti olmayan kimsenin abdest alması, cünüb olanın, hayız ve
nifas hâli sona eren kadının boy abdesti alması.
HÂDÎ (El-Hâdî):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsı ndan (güzel
isimlerinden). Kullarından dilediğine doğru yolu gösteren, kullarının havâssına
(seçilmişlerine) doğrudan insanların avâmına (havâsstan aşağı derecede olanlara)
yarattıkları varlıkları vâsıtasıyla kendini tanıtan yüce Allah.
Kur'ân-ı
kerîmde meâlen buyruldu ki:
Rabbin,
Hâdîdir, (düşmana karşı) yardımcı olarak yeter. (Furkan sûresi: 31)
Allahü teâlânın isimleri vardır. İsimleri aynı
zamanda sıfatlarıdır. Allahü teâlânın Hâdî ve Mudıl (dalâlete götürücü)
sıfatları vardır. İnsanlardan bâzılarına Hâdî, bâzılarına Mudıl sıfatı ile
tecellî eder. Biz, niye böyle olduğunu anlayamayız. (Abdülhakîm Arvâsî)
HADÎD SÛRESİ:
Kur'ân-ı
kerîmin elli yedinci sûresi.
Hadîd sûresi Medîne-i münevverede nâzil olmuştur
(inmiştir). Yirmi beşinci âyet-i kerîmede demir mânâsına olan hadîdin
ehemmiyetinden (öneminden) ve fâidelerinden bahsedildiği için, sûreye Hadîd ismi
verilmiştir. Bütün varlıkların Allahü teâlâyı tesbîh ettiklerini bildirmekle
başlayan sûrenin başlıca konuları şunlardır: Allahü teâlânın mübârek isimleri,
sıfatları, mallarını Allah için harcayanların pek büyük mükâfatlara
kavuşacakları, bâzı peygamberler aleyhimüsselâm ve ümmetlerinin durumları,
Peygamber efendimize îmân edenlere (inananlara) verilen müjdeler. (Fahreddîn Râzî)
Hadîd
sûresinde buyruldu ki:
Her
nerede olursanız olunuz, Allahü teâlâ sizinle berâberdir. (Âyet: 4)
Dünyâ hayâtı elbette la'b, yâni oyun ve lehv (eğlence) ve zînet (süslenmek) ve tefâhür (öğünme) ve
malı, parayı, evlâdı çoğaltmaktır.
(Âyet: 20)
Dünyâda olacak her şey dünyâ yaratılmadan önce
levh-i mahfûzda yazılmış, taktir edilmiştir. Bunu size bildiriyoruz ki, hayâtta
kaçırdığınız fırsatlar için üzülmeyesiniz ve kavuştuğunuz kazançlardan,
Allah'ın gönderdiği nîmetlerden dolayı mağrûr olmayasınız. Allah kibirlileri
sevmez. (Âyet: 22)
HÂDİS:
Yaratılmış.
Yok iken var, var iken yok olabilir. Sonradan olan.
Âlemin hâdis olduğunu gösteren
ikinci bir delil
de âlemin her
zaman bozularak değişmesidir.
(Kemahlı Feyzullah)
HADÎS:
Peygamber
efendimizin mübârek sözleri, işleri ve görüp de mani olmadıkları şeyler.
Uydurduğu bir sözü, hadîs olarak söyleyen kimse,
Cehennem'de azâb görecektir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Hadîs-i şerîfleri, sahîh (doğru) veya bozuk
olduğunu bilmeden söylemek, sahîh olsa bile, günâh olur. Böyle kimsenin hadîs-i
şerîf okuması câiz olmaz. Hadîs kitablarından hadîs nakletmek için hadîs
âlimlerinden icâzet (diploma) almış olmak lâzımdır. (Muhammed Hâdimî)
İmâm-ı Buhârî'nin rivâyet ettiği (naklettiği,
bildirdiği) bir hadîs-i şerîfte şöyle buyruldu:
İçinizde en sevdiğim kimse, huyu
en güzel olandır.
Bir kimse ki, Kur'ândan, hadîsten
anlamaz,
Cevâb vermemek gibi, ona cevâb
bulunmaz.
(Şeyh Sa'dî)
Hadîs Âlimi:
Hadîs-i
şerîf sahasında mütehassıs kimse.
Hadîs-i Âhâd:
Hep bir kimse tarafından rivâyet edilen,
bildirilen, müsned-i muttasıl (Resûlullah efendimize varıncaya kadar, rivâyet
edenlerden yâni nakledenlerden hiçbiri noksan olmayan) hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Âmm:
Herkes
için söylenmiş hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Cibrîl:
Peygamber efendimiz Eshâbı (arkadaşları) ile
otururlarken, Cebrâil aleyhisselâmın insan sûretinde gelip; İslâm'ı, îmânı ve ihsânı
sorduğunda Resûlullah efendimizin verdiği cevabları bildiren hadîs-i şerîf.
Cibrîl hadîsinde o zât-ı şerîf (Cebrâil
aleyhisselâm) ellerini Resûl-i ekremin mübârek dizleri üzerine koydu ve
Resûlullah'a; "Yâ Resûlallah! Bana İslâmiyet'i, müslümanlığı anlat"
dedi. Resûl-i ekrem buyurdu ki: "İslâm'ın şartları; kelime-i şehâdet
getirmek, vakti gelince namaz kılmak, malının zekâtını vermek, Ramazân-ı şerîf
ayında her gün oruç tutmak ve gücü yetenin, ömründe bir kerre hac
etmesidir."
Îmânın şartlarını sorduğunda; "Allahü teâlâya inanmak, O'nun
meleklerine inanmak, indirdiği kitablarına inanmak, peygamberlerine inanmak,
âhiret gününe inanmak, kadere, hayr ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna
inanmaktır" buyurdu.
"İhsân nedir? diye sorduğunda da; "Allahü
teâlâyı görür gibi ibâdet etmendir. Sen O'nu görmüyorsan da, O seni görür"
buyurdu. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Hadîs-i Garîb:
Yalnız bir kişinin bildirdiği sahîh hadîs. Yahut,
aradaki râvîlerden (nakledenlerden) birine, bir hadîs âliminin muhâlefet ettiği
hadîs.
Saûd, ateşten bir dağdır. Bu dağda ebedî (sonsuz) olarak, kâfire yetmiş sene çıkış ve o kadar sene de iniş
yaptırılacaktır. Bu hadîs, hadîs-i garîbdir. (Tirmizî)
Bir kimse için söylenmiş hadîs-i
şerîfler.
Her ümmetin bir emîni vardır. Ey ümmetim! Bizim
emînimiz de Ebû Ubeyde bin Cerrâh'tır. Bu
hadîs, hadîs-i hâstır. (Sahîh-i Müslim)
Hadîs-i Hasen:
Bildirenler (râvîler) sâdık (doğru) ve emîn
(güvenilir) olmakla beraber hâfızası, anlayışı sahîh hadîsleri bildirenler
kadar kuvvetli olmayan kimselerin bildirdiği hadîs-i şerîfler.
Yüce Allah, can boğaza gelmedikçe, (îmânlı) kulunun tövbesini kabûl eder. Bu hadîsi Tirmîzî rivâyet etmiş
ve; "Bu hadîs, hadîs-i hasendir" demiştir. (Hadîs-i şerîf-Riyâzü's-Sâlihîn)
Hadîs-i Kavî:
Resûlullah efendimizin, söyledikten sonra, peşinden
bir âyet-i kerîme okuduğu hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Kudsî:
Mânâsı, Allahü teâlâ tarafından, kelimeleri ise,
Resûl-i ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem tarafından olan hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i kudsîleri söylerken, Peygamber efendimizi bir nûr kaplardı ve bu, hâlinden
belli olurdu. (Abdülhak Dehlevî)
Hak
teâlâ, hadîs-i kudsîde buyurdu ki:
Kulum
bana, farz namazda olduğu kadar, hiçbir amel ile yakın olamaz. (Buhârî)
Lâ ilâhe illallah kal'amdır. Bunu okuyan kal'ama girmiş
olur. Kal'ama giren de azâbımdan emin olur, kurtulur. (Seâdet-i Ebediyye)
Hadîs-i Maktû':
Söyleyenleri (râvîleri), Tâbiîn-i kirâma kadar
bilinip, Tâbiîn'den rivâyet olunan hadîs-i şerîfler.
Tâbiîn'den rivâyet edilen, bildirilen maktû'
hadîslerin sonraki râvîleri (nakledenleri) Ehl-i sünnet âlimlerinden iseler,
bunlar hakîkaten hadîs-i maktû'dur. Mevdû sanmamalıdır. (İbn-i Kudâme-Buhârî)
Hadîs-i Mensûh:
Peygamber
efendimiz tarafından ilk zamanda söylenip, sonra değiştirilen hadîsler.
Hadîs-i Merdûd:
Mânâsı
olmayan ve rivâyet şartlarını taşımayan söz.
Hadîs-i Meşhûr:
İlk zamanda bir kişi bildirmişken, ikinci asırda
şöhret bulan, yâni bir kimsenin Resûl-i ekremden, o kimseden de, çok kimselerin
ve bunlardan dahî, başka kimselerin işittiği hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i
meşhûra inanmayan kâfir olur. (İbn-i
Âbidîn)
Hadîs-i Mevdû:
Bir hadîs
imâmının şartlarına uymayan hadîs-i şerîfler.
Bir müctehid (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerden
hüküm çıkaran âlim), bir hadîsin sahîh (doğru) olması için, lüzûm gördüğü
şartları taşımıyan bir hadîs için; "Benim mezhebimin usûlünün kâidelerine
göre mevdûdur" der. Yoksa; "Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem
sözü değildir" demez. (Dâvûd-ül-Karsî)
Eshâb-ı kirâma kadar râvîleri
(nakledenleri) hep bildirilip, sahâbî olan râvînin, Resûl-i ekremden işittim
demeyip, böyle buyurmuş dediği hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Mevsûl:
Sahâbînin (Resûlullah efendimizin arkadaşları);
"Resûlullah'tan işittim, böyle buyurdu" diyerek haber verdiği hadîs-i
şerîfler. Bunda, Resûl-i ekreme kadar rivâyet edenlerin hiç birinde kesinti olmaz.
Hadîs-i Muddarib:
Kitab
yazanlara, çeşitli yollardan, birbirine uymayan şekilde bildirilen hadîs-i
şerîfler.
Hadîs-i Muhkem:
Te'vîle
(yoruma, açıklamağa) muhtaç olmayan hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Mu'allak:
Baştan bir veya birkaç râvîsi (rivâyet edeni,
nakledeni) veya hiçbir râvîsi belli olmayan hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Munfasıl:
Aradaki râvîlerden (nakledenlerden), birden
ziyâdesi (fazlası) unutulmuş olan hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Müfterâ:
Müseylemet-ül-Kezzâb'ın ve ondan sonra gelen
münâfıkların (kalbiyle inanmayıp, sözleriyle inandık diyenlerin), zındıkların
(kâfirlerin), müslüman görünen dinsizlerin uydurma sözleri.
Ehl-i sünnet âlimleri (Resûlullah efendimiz, dört
halîfesinin ve ashâbının arkadaşlarının yolunda olan âlimler), müfterâ hadîsleri
aramış, bulmuş ve ayırmışlardır. Din büyüklerinin kitablarında böyle sözlerden
hiçbiri yoktur.
Hadîs-i Mürsel:
Sahâbe-i kirâmın ismi söylenmeyip, Tâbiîn'den
(Sahâbeyi görenlerden) birinin, doğruca Resûl-i ekrem buyurdu ki dediği hadîs-i
şerîfler.
Hadîs-i Müsned-i
Münkatı':
Sahâbîden
başka bir veya birkaç râvîsi (nakledeni) bildirilmeyen hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Müsned-i
Muttasıl:
Peygamber efendimize kadar râvîlerden (nakledenlerden)
hiçbiri noksan olmayan hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Müstefîz (Müstefîd):
Söyleyenleri
üçten çok olan hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Müteşâbîh:
Te'vîle
(açıklamaya, yorumlamaya) muhtâç olan hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i Mütevâtir:
Birçok Sahâbînin Peygamber efendimizden ve başka
bir çok kimsenin de bunlardan işittiği ve kitâba yazılıncaya kadar, böyle pek
çok kimsenin haber verdiği hadîs-i şerîfler. Mütevâtir hadîsleri rivâyet
edenlerin yalan üzerinde sözbirliği yapmaları mümkün değildir. Hadîs-i mütevâtire
muhakkak inanmak ve bildirilenleri yapmak lâzımdır. İnanmayan kâfir olur, îmânı
gider. (İbn-i Âbidîn)
Resûlullah sallallahü aleyhi ve
sellem efendimizin, son zamanlarında söyleyip, önceki hükümleri değiştiren
hadîs-i şerîfleri.
Hadîs-i Sahîh:
Âdil ve hadîs ilmini bilen kimselerden işitilen,
müsned-i muttasıl (Resûl-i ekreme kadar, rivâyet edenlerin hepsi tam olup
noksan bulunmayan), mütevâtir (birçok sahâbînin rivâyet ettiği) ve meşhûr
(önceleri bir kişi bildirmişken, sonraları şöhret bulan) hadîsler.
Hadîs-i Şâz:
Bir
kimsenin, bir hadîs âliminden işittim dediği hadîs-i şerîfler.
Hadîs-i şâzlar kabûl edilir, fakat sened (vesîka)
olamazlar. Âlim denilen kimse meşhûr bir zât değilse, kabûl olunmazlar.
Hadîs-i Zaîf:
Sahîh ve
hasen olmayan hadîs-i şerîfler.
Zaîf hadîsi bildirenlerden birinin hâfızası,
adâleti gevşek olur veya îtikâdında (inancında) şübhe bulunur. Zaîf hadîslere
göre fazla ibâdet yapılır; fakat ictihâdda bunlara dayanılmaz.
Hadîs İmâmı:
Üç yüz binden çok hadîs-i şerîfi, râvîleri (rivâyet
edenleri, nakledenleri) ile birlikte bilen büyük hadis âlimi. Buna, hadîs
müctehidi de denir.
Hadîs imâmlarının en büyüklerinden olan İmâm-ı
Buhârî'nin rivâyet ettiği (naklettiği) bir hadîs-i şerîf şöyledir:
Müslüman, müslümanın (din) kardeşidir. Müslüman, kardeşine zulmetmez ve onu düşman eline vermez
(himâye eder, korur). Her kim müslüman kardeşinin yardımında
bulunur ve onun ihtiyâcını te'min ederse, Allah da ona yardım eder. Her kim,
bir müslümanın sıkıntılarından birini giderirse, cenâb-ı Hak buna mukâbil
(karşılık), ondan kıyâmet sıkıntılarından birini giderir. Her kim, bir müslümanın
aybını (kusûrunu) örterse Allahü teâlâ âhirette onun
(kusur) ve kabâhatlerini örter.
Hadîs
imâmlarından İmâm-ı Müslim'in rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîf ise şöyledir:
Herhangi bir müslümanın başına; yorgunluk,
hastalık, düşünce, keder, acı, diken batmasına kadar, her ne gelirse, Allahü
teâlâ bunları; o müslümanın hatâlarına keffâret kılar.
Hadîs-i Nefs:
Kalbe
gelip de, yapmakla yapmamak arasında tereddüde sebeb olan düşünce.
Kalbe gelen düşünce beş derecedir: Birincisi, kalbde
durmaz, uzaklaştırılır. Buna hâcis denir. İkincisi kalbde bir zaman kalır. Buna
hâtır denir. Üçüncüsü, hadîs-i nefstir. Dördüncüsü, yapılması tercîh edilir.
Buna hemm denir. Beşinci derecede bu tercîh kuvvetlenip, karar verilir. Buna
azm ve cezm denir. İlk üç dereceyi melekler yazmaz. Hemm, hasene (iyilik) ise
yazılır. Seyyie yâni kötülük ve günah ise, terk edilince, sevâb yazılır. Azm
olursa, bir günah yazılır. İşlenmezse bu da affolur. (Abdülganî Nablüsî)
HADSÎ:
Zihnin
sür'atli fakat doğru bir şekilde netîceye ulaşması ile bilinen şey.
Güneşe olan yakınlık ve uzaklığına göre, ayın
ışığının değişmesi, azalıp çoğalması, aralarına dünyânın girmesiyle
kararmasından, ayın, ışığını güneşten aldığının bilinmesi hadsîdir. (Molla Fenârî)
Tasavvuf büyüklerinin eserden (yapılan işten)
müessiri (bu işi yapanı, yaratıcıyı) anlamaları hadsîdir. Hattâ bedîhîdir yâni
meydandadır, apaçıktır. Diğer insanların, eseri görüp, müessiri
anlıyabilmeleri ise, düşünmekle, incelemekle olur. (Ahmed Fârûkî)
Allahü teâlâdan başkasının ibâdete hakkı olmadığı
meydandadır. Hattâ hadsîdir. Bir kimse, ibâdetin mânâsını iyi anlasa ve Allahü
teâlânın sıfatlarını iyi düşünse, O'ndan başkasının ibâdete hakkı olmadığını
hemen bilir. (Ahmed Fârûkî)
HAFAZA MELEKLERİ:
Koruyucu melekler, her insanın hayır (iyi) ve şer
(kötü) işlerini yazan; ikisi gece, ikisi gündüz gelen ve kötülüklerden ve
cinlerden koruyan melekler. Bunlara Kirâmen kâtibîn melekleri diyenler olduğu
gibi, onlardan başka olduğunu söyleyenler de olmuştur.
Hafaza
melekleri, insandan yalnız cimâda ve helâda ayrılırlar. (İmâm-ı Birgivî, Kâdızâde)
HÂFİD (El-Hâfid):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden).
Kıyâmet günü, yâni öldükten sonra mahlûkât (yaratılmışlar) diriltilip, herkes
dünyâda iken yaptığının hesâbını verirken, kâfirleri ve kötü kimseleri en aşağı
seviyeye indiren, huzûrunda düşmanlarının başlarını aşağı eğdiren.
El-Hâfid
ism-i şerîfini söyliyen zararlardan korunmuş olur. (Yûsuf Nebhânî)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder