29 Aralık 2022 Perşembe

DÎNİ SÖZLÜK “H”

  

HAD:

 

İslâmiyet'te miktârı kesin olarak bildirilen cezâ.

 

Beş günah için had cezâsı vardır: Zinâ, şarab içmek, alkollü içki ile sarhoş olmak, kazf (iffetli erkek veya kadına zinâ etti diye iftirâda bulunmak), hırsızlık, yol kesicilik. (İbn-i Âbidîn)

 

Had, günâhın temizlenmesine sebeb olmaz. Günâhtan kurtulmak için ayrıca tövbe etmek de lâzımdır. (İbn-i Âbidîn)

 

Hadd-ı Bülûğ:

 

Ergenlik çağı; cünüp olup, gusül abdesti almaya başlama zamânı

 

Hadd-i Kazf:

 

İffetli, temiz olan erkek veya kadına zinâ isnâd etmek (zinâ ettiğini söylemek) sebebiyle verilen cezâ.

 

Kazf (temiz erkek veya kadına zinâ isnâd etmek), İslâm dîninde büyük günâhtır. İki şâhidin haber vermesi veya suçlunun bir kere söylemesi ile sâbit olur, bilinir. Hadd-i kazf, seksen sopa vurmaktır. Hadd-i kazf, kazf olunan kimsenin isteği üzerine tatbîk edilir.

 

Hadd-i Sirkat:

 

İslâm hukûkunda başkasının az veya çok malını gizlice, haksız olarak veya rızâsı olmayarak almak sebebiyle verilen cezâ.

 

Akıllı ve erginlik çağına gelmiş erkek, kadın, köle, efendi, müslüman veya zımmî (müslüman olmayan vatandaş), on dirhem (33 gr. ve 65 santigram) gümüş parayı veya değerinde olan mütekavvim (kıymetli, kullanılması câiz ve mümkün) ve durmakla bozulmayan bir malı, müslüman veya zımmî olan sâhibinin mülkünden dâr-ül-İslâm'da (müslüman memleketinde), hepsini bir defâda gizlice alırsa ve mal sâhibi de dâvâ ederse, hadd-i sirkat uygulanır ve suçlunun sağ eli bilek mafsalından kesilir. İkinci defâ çalanın sol ayağı oynak yerinden kesilir. Üçüncüsünde bir yeri daha kesilmeyip, tövbe edinceye kadar hapsedilir. Hırsızlık, çalanın bir kere söylemesi veya iki âdil erkek şâhidin haber vermesi ile belli olur. (İbn-i Âbidîn)

 

Et, sebze, meyve, süt, odun, ot, kuş, tavuk, kireç, kömür, tuz, saksı, ekmek, her çeşit kitab vb. çalmakla hadd-i sirkat lâzım gelmez. (İbn-i Hümâm)

 

Hadd-i Zinâ:

 

Akıllı  olan, ergenlik çağına gelen ve konuşabilen müslüman veya müslüman olmayan kadın ve erkeğe, dâr-ül-İslâm'da (İslâm memleketinde), tehdîd edilmeden, arzûlariyle, zinâ yaparken yakalandıklarında verilmesi gereken cezâ.

 

Evli olmayan kimse için hadd-i zinâ, yüz sopa vurulmasıdır. (İbn-i Âbidîn)

 

HADES:

 

Abdestsizlik veyâ cünüblük hâli.

 

Hades; küçük hades ve büyük hades olmak üzere ikiye ayrılır. Küçük hades; bevl etmek, herhangi bir yerden kan çıkması ve abdesti bozan diğer durumlarla meydana gelen manevî kirlilik hâlidir. Namaz abdesti almakla temizlenilir. Büyük hades ise, cünüblük, hayız ve nifas hâlleri ile meydana gelen manevî kirliliktir. Boy abdesti alarak ağızı, burnu ve bütün bedeni yıkamakla ondan temizlenilir. (Mehmed Zihnî Efendi)

 

Hadesten Tahâret:

 

Namaza başlamadan önce yerine getirilmesi gereken farzlardan biri. Abdesti olmayan kimsenin abdest alması, cünüb olanın, hayız ve nifas hâli sona eren kadının boy abdesti alması.

 

HÂDÎ (El-Hâdî):

 

Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsı ndan (güzel isimlerinden). Kullarından dilediğine doğru yolu gösteren, kullarının havâssına (seçilmişlerine) doğrudan insanların avâmına (havâsstan aşağı derecede olanlara) yarattıkları varlıkları vâsıtasıyla kendini tanıtan yüce Allah.

 

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

 

Rabbin, Hâdîdir, (düşmana karşı) yardımcı olarak yeter. (Furkan sûresi: 31)

 

Allahü teâlânın isimleri vardır. İsimleri aynı zamanda sıfatlarıdır. Allahü teâlânın Hâdî ve Mudıl (dalâlete götürücü) sıfatları vardır. İnsanlardan bâzılarına Hâdî, bâzılarına Mudıl sıfatı ile tecellî eder. Biz, niye böyle olduğunu anlayamayız. (Abdülhakîm Arvâsî)

 

HADÎD SÛRESİ:

 

Kur'ân-ı kerîmin elli yedinci sûresi.

 

Hadîd sûresi Medîne-i münevverede nâzil olmuştur (inmiştir). Yirmi beşinci âyet-i kerîmede demir mânâsına olan hadîdin ehemmiyetinden (öneminden) ve fâidelerinden bahsedildiği için, sûreye Hadîd ismi verilmiştir. Bütün varlıkların Allahü teâlâyı tesbîh ettiklerini bildirmekle başlayan sûrenin başlıca konuları şunlardır: Allahü teâlânın mübârek isimleri, sıfatları, mallarını Allah için harcayanların pek büyük mükâfatlara kavuşacakları, bâzı peygamberler aleyhimüsselâm ve ümmetlerinin durumları, Peygamber efendimize îmân edenlere (inananlara) verilen müjdeler. (Fahreddîn Râzî)

 

Hadîd sûresinde buyruldu ki:

 

Her nerede olursanız olunuz, Allahü teâlâ sizinle berâberdir. (Âyet: 4)

 

Dünyâ hayâtı elbette la'b, yâni oyun ve lehv (eğlence) ve zînet (süslenmek) ve tefâhür (öğünme) ve malı, parayı, evlâdı çoğaltmaktır. (Âyet: 20)

 

Dünyâda olacak her şey dünyâ yaratılmadan önce levh-i mahfûzda yazılmış, taktir edilmiştir. Bunu size bildiriyoruz ki, hayâtta kaçırdığınız fırsatlar için üzülmeyesiniz ve kavuştuğunuz kazançlardan, Allah'ın gönderdiği nîmetlerden dolayı mağrûr olmayasınız. Allah kibirlileri sevmez. (Âyet: 22)

 

HÂDİS:

 

Yaratılmış. Yok iken var, var iken yok olabilir. Sonradan olan.

 

Âlemin  hâdis  olduğunu  gösteren  ikinci  bir  delil  de  âlemin  her  zaman  bozularak değişmesidir. (Kemahlı Feyzullah)

 

HADÎS:

 

Peygamber efendimizin mübârek sözleri, işleri ve görüp de mani olmadıkları şeyler.

 

Uydurduğu bir sözü, hadîs olarak söyleyen kimse, Cehennem'de azâb görecektir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)

 

Hadîs-i şerîfleri, sahîh (doğru) veya bozuk olduğunu bilmeden söylemek, sahîh olsa bile, günâh olur. Böyle kimsenin hadîs-i şerîf okuması câiz olmaz. Hadîs kitablarından hadîs nakletmek için hadîs âlimlerinden icâzet (diploma) almış olmak lâzımdır. (Muhammed Hâdimî)

 

İmâm-ı  Buhârî'nin rivâyet ettiği (naklettiği, bildirdiği) bir hadîs-i şerîfte şöyle buyruldu:

 

İçinizde en sevdiğim kimse, huyu en güzel olandır.

 

Bir kimse ki, Kur'ândan, hadîsten anlamaz,

 

Cevâb vermemek gibi, ona cevâb bulunmaz.

 

(Şeyh Sa'dî)

 

Hadîs Âlimi:

 

Hadîs-i şerîf sahasında mütehassıs kimse.

 

Hadîs-i Âhâd:

 

Hep bir kimse tarafından rivâyet edilen, bildirilen, müsned-i muttasıl (Resûlullah efendimize varıncaya kadar, rivâyet edenlerden yâni nakledenlerden hiçbiri noksan olmayan) hadîs-i şerîfler.

 

Hadîs-i Âmm:

 

Herkes için söylenmiş hadîs-i şerîfler.

 

Hadîs-i Cibrîl:

 

Peygamber efendimiz Eshâbı (arkadaşları) ile otururlarken, Cebrâil aleyhisselâmın insan sûretinde gelip; İslâm'ı, îmânı ve ihsânı sorduğunda Resûlullah efendimizin verdiği cevabları bildiren hadîs-i şerîf.

 

Cibrîl hadîsinde o zât-ı şerîf (Cebrâil aleyhisselâm) ellerini Resûl-i ekremin mübârek dizleri üzerine koydu ve Resûlullah'a; "Yâ Resûlallah! Bana İslâmiyet'i, müslümanlığı anlat" dedi. Resûl-i ekrem buyurdu ki: "İslâm'ın şartları; kelime-i şehâdet getirmek, vakti gelince namaz kılmak, malının zekâtını vermek, Ramazân-ı şerîf ayında her gün oruç tutmak ve gücü yetenin, ömründe bir kerre hac etmesidir."

 

Îmânın şartlarını sorduğunda; "Allahü teâlâya inanmak, O'nun meleklerine inanmak, indirdiği kitablarına inanmak, peygamberlerine inanmak, âhiret gününe inanmak, kadere, hayr ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna inanmaktır" buyurdu.

 

"İhsân nedir? diye sorduğunda da; "Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet etmendir. Sen O'nu görmüyorsan da, O seni görür" buyurdu. (Hadîs-i şerîf-Müslim)

 

Hadîs-i Garîb:

 

Yalnız bir kişinin bildirdiği sahîh hadîs. Yahut, aradaki râvîlerden (nakledenlerden) birine, bir hadîs âliminin muhâlefet ettiği hadîs.

 

Saûd, ateşten bir dağdır. Bu dağda ebedî (sonsuz) olarak, kâfire yetmiş sene çıkış ve o kadar sene de iniş yaptırılacaktır. Bu hadîs, hadîs-i garîbdir. (Tirmizî)

 

Hadîs-i Hâs:

Bir kimse için söylenmiş hadîs-i şerîfler.

 

Her ümmetin bir emîni vardır. Ey ümmetim! Bizim emînimiz de Ebû Ubeyde bin Cerrâh'tır. Bu hadîs, hadîs-i hâstır. (Sahîh-i Müslim)

 

Hadîs-i Hasen:

 

Bildirenler (râvîler) sâdık (doğru) ve emîn (güvenilir) olmakla beraber hâfızası, anlayışı sahîh hadîsleri bildirenler kadar kuvvetli olmayan kimselerin bildirdiği hadîs-i şerîfler.

 

Yüce Allah, can boğaza gelmedikçe, (îmânlı) kulunun tövbesini kabûl eder. Bu hadîsi Tirmîzî rivâyet etmiş ve; "Bu hadîs, hadîs-i hasendir" demiştir. (Hadîs-i şerîf-Riyâzü's-Sâlihîn)

 

Hadîs-i Kavî:

 

Resûlullah efendimizin, söyledikten sonra, peşinden bir âyet-i kerîme okuduğu hadîs-i şerîfler.

 

Hadîs-i Kudsî:

 

Mânâsı, Allahü teâlâ tarafından, kelimeleri ise, Resûl-i ekrem sallallâhü aleyhi ve sellem tarafından olan hadîs-i şerîfler. Hadîs-i kudsîleri söylerken, Peygamber efendimizi bir nûr kaplardı ve bu, hâlinden belli olurdu. (Abdülhak Dehlevî)

 

Hak teâlâ, hadîs-i kudsîde buyurdu ki:

 

Kulum bana, farz namazda olduğu kadar, hiçbir amel ile yakın olamaz. (Buhârî)

 

Lâ ilâhe illallah kal'amdır. Bunu okuyan kal'ama girmiş olur. Kal'ama giren de azâbımdan emin olur, kurtulur. (Seâdet-i Ebediyye)

 

Hadîs-i Maktû':

 

Söyleyenleri (râvîleri), Tâbiîn-i kirâma kadar bilinip, Tâbiîn'den rivâyet olunan hadîs-i şerîfler.

 

Tâbiîn'den rivâyet edilen, bildirilen maktû' hadîslerin sonraki râvîleri (nakledenleri) Ehl-i sünnet âlimlerinden iseler, bunlar hakîkaten hadîs-i maktû'dur. Mevdû sanmamalıdır. (İbn-i Kudâme-Buhârî)

 

Hadîs-i Mensûh:

 

Peygamber efendimiz tarafından ilk zamanda söylenip, sonra değiştirilen hadîsler.

 

Hadîs-i Merdûd:

 

Mânâsı olmayan ve rivâyet şartlarını taşımayan söz.

 

Hadîs-i Meşhûr:

 

İlk zamanda bir kişi bildirmişken, ikinci asırda şöhret bulan, yâni bir kimsenin Resûl-i ekremden, o kimseden de, çok kimselerin ve bunlardan dahî, başka kimselerin işittiği hadîs-i şerîfler.

 

Hadîs-i meşhûra inanmayan kâfir olur. (İbn-i Âbidîn)

 

Hadîs-i Mevdû:

 

Bir hadîs imâmının şartlarına uymayan hadîs-i şerîfler.

 

Bir müctehid (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkaran âlim), bir hadîsin sahîh (doğru) olması için, lüzûm gördüğü şartları taşımıyan bir hadîs için; "Benim mezhebimin usûlünün kâidelerine göre mevdûdur" der. Yoksa; "Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem sözü değildir" demez. (Dâvûd-ül-Karsî)

 

Hadîs-i Mevkûf:

Eshâb-ı kirâma kadar râvîleri (nakledenleri) hep bildirilip, sahâbî olan râvînin, Resûl-i ekremden işittim demeyip, böyle buyurmuş dediği hadîs-i şerîfler.

 

Hadîs-i Mevsûl:

 

Sahâbînin (Resûlullah efendimizin arkadaşları); "Resûlullah'tan işittim, böyle buyurdu" diyerek haber verdiği hadîs-i şerîfler. Bunda, Resûl-i ekreme kadar rivâyet edenlerin hiç birinde kesinti olmaz.

 

Hadîs-i Muddarib:

Kitab yazanlara, çeşitli yollardan, birbirine uymayan şekilde bildirilen hadîs-i şerîfler.

 

Hadîs-i Muhkem:

 

Te'vîle (yoruma, açıklamağa) muhtaç olmayan hadîs-i şerîfler.

 

Hadîs-i Mu'allak:

 

Baştan bir veya birkaç râvîsi (rivâyet edeni, nakledeni) veya hiçbir râvîsi belli olmayan hadîs-i şerîfler.

 

Hadîs-i Munfasıl:

 

Aradaki râvîlerden (nakledenlerden), birden ziyâdesi (fazlası) unutulmuş olan hadîs-i şerîfler.

 

Hadîs-i Müfterâ:

 

Müseylemet-ül-Kezzâb'ın ve ondan sonra gelen münâfıkların (kalbiyle inanmayıp, sözleriyle inandık diyenlerin), zındıkların (kâfirlerin), müslüman görünen dinsizlerin uydurma sözleri.

 

Ehl-i sünnet âlimleri (Resûlullah efendimiz, dört halîfesinin ve ashâbının arkadaşlarının yolunda olan âlimler), müfterâ hadîsleri aramış, bulmuş ve ayırmışlardır. Din büyüklerinin kitablarında böyle sözlerden hiçbiri yoktur.

 

Hadîs-i Mürsel:

 

Sahâbe-i kirâmın ismi söylenmeyip, Tâbiîn'den (Sahâbeyi görenlerden) birinin, doğruca Resûl-i ekrem buyurdu ki dediği hadîs-i şerîfler.

 

Hadîs-i Müsned-i Münkatı':

 

Sahâbîden başka bir veya birkaç râvîsi (nakledeni) bildirilmeyen hadîs-i şerîfler.

 

Hadîs-i Müsned-i Muttasıl:

 

Peygamber efendimize kadar râvîlerden (nakledenlerden) hiçbiri noksan olmayan hadîs-i şerîfler.

 

Hadîs-i Müstefîz (Müstefîd):

 

Söyleyenleri üçten çok olan hadîs-i şerîfler.

 

Hadîs-i Müteşâbîh:

 

Te'vîle (açıklamaya, yorumlamaya) muhtâç olan hadîs-i şerîfler.

 

Hadîs-i Mütevâtir:

 

Birçok Sahâbînin Peygamber efendimizden ve başka bir çok kimsenin de bunlardan işittiği ve kitâba yazılıncaya kadar, böyle pek çok kimsenin haber verdiği hadîs-i şerîfler. Mütevâtir hadîsleri rivâyet edenlerin yalan üzerinde sözbirliği yapmaları mümkün değildir. Hadîs-i mütevâtire muhakkak inanmak ve bildirilenleri yapmak lâzımdır. İnanmayan kâfir olur, îmânı gider. (İbn-i Âbidîn)

 

Hadîs-i Nâsih:

Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, son zamanlarında söyleyip, önceki hükümleri değiştiren hadîs-i şerîfleri.

 

Hadîs-i Sahîh:

 

Âdil ve hadîs ilmini bilen kimselerden işitilen, müsned-i muttasıl (Resûl-i ekreme kadar, rivâyet edenlerin hepsi tam olup noksan bulunmayan), mütevâtir (birçok sahâbînin rivâyet ettiği) ve meşhûr (önceleri bir kişi bildirmişken, sonraları şöhret bulan) hadîsler.

 

Hadîs-i Şâz:

 

Bir kimsenin, bir hadîs âliminden işittim dediği hadîs-i şerîfler.

 

Hadîs-i şâzlar kabûl edilir, fakat sened (vesîka) olamazlar. Âlim denilen kimse meşhûr bir zât değilse, kabûl olunmazlar.

 

Hadîs-i Zaîf:

 

Sahîh ve hasen olmayan hadîs-i şerîfler.

 

Zaîf hadîsi bildirenlerden birinin hâfızası, adâleti gevşek olur veya îtikâdında (inancında) şübhe bulunur. Zaîf hadîslere göre fazla ibâdet yapılır; fakat ictihâdda bunlara dayanılmaz.

 

Hadîs İmâmı:

 

Üç yüz binden çok hadîs-i şerîfi, râvîleri (rivâyet edenleri, nakledenleri) ile birlikte bilen büyük hadis âlimi. Buna, hadîs müctehidi de denir.

 

Hadîs imâmlarının en büyüklerinden olan İmâm-ı Buhârî'nin rivâyet ettiği (naklettiği) bir hadîs-i şerîf şöyledir:

 

Müslüman, müslümanın (din) kardeşidir. Müslüman, kardeşine zulmetmez ve onu düşman eline vermez (himâye eder, korur). Her kim müslüman kardeşinin yardımında bulunur ve onun ihtiyâcını te'min ederse, Allah da ona yardım eder. Her kim, bir müslümanın sıkıntılarından birini giderirse, cenâb-ı Hak buna mukâbil (karşılık), ondan kıyâmet sıkıntılarından birini giderir. Her kim, bir müslümanın aybını (kusûrunu) örterse Allahü teâlâ âhirette onun (kusur) ve kabâhatlerini örter.

 

Hadîs imâmlarından İmâm-ı Müslim'in rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîf ise şöyledir:

 

Herhangi bir müslümanın başına; yorgunluk, hastalık, düşünce, keder, acı, diken batmasına kadar, her ne gelirse, Allahü teâlâ bunları; o müslümanın hatâlarına keffâret kılar.

 

Hadîs-i Nefs:

 

Kalbe gelip de, yapmakla yapmamak arasında tereddüde sebeb olan düşünce.

 

Kalbe gelen düşünce beş derecedir: Birincisi, kalbde durmaz, uzaklaştırılır. Buna hâcis denir. İkincisi kalbde bir zaman kalır. Buna hâtır denir. Üçüncüsü, hadîs-i nefstir. Dördüncüsü, yapılması tercîh edilir. Buna hemm denir. Beşinci derecede bu tercîh kuvvetlenip, karar verilir. Buna azm ve cezm denir. İlk üç dereceyi melekler yazmaz. Hemm, hasene (iyilik) ise yazılır. Seyyie yâni kötülük ve günah ise, terk edilince, sevâb yazılır. Azm olursa, bir günah yazılır. İşlenmezse bu da affolur. (Abdülganî Nablüsî)

 

HADSÎ:

 

Zihnin sür'atli fakat doğru bir şekilde netîceye ulaşması ile bilinen şey.

 

Güneşe olan yakınlık ve uzaklığına göre, ayın ışığının değişmesi, azalıp çoğalması, aralarına dünyânın girmesiyle kararmasından, ayın, ışığını güneşten aldığının bilinmesi hadsîdir. (Molla Fenârî)

 

Tasavvuf büyüklerinin eserden (yapılan işten) müessiri (bu işi yapanı, yaratıcıyı) anlamaları hadsîdir. Hattâ bedîhîdir yâni meydandadır, apaçıktır. Diğer insanların, eseri görüp, müessiri anlıyabilmeleri ise, düşünmekle, incelemekle olur. (Ahmed Fârûkî)

 

Allahü teâlâdan başkasının ibâdete hakkı olmadığı meydandadır. Hattâ hadsîdir. Bir kimse, ibâdetin mânâsını iyi anlasa ve Allahü teâlânın sıfatlarını iyi düşünse, O'ndan başkasının ibâdete hakkı olmadığını hemen bilir. (Ahmed Fârûkî)

 

HAFAZA MELEKLERİ:

 

Koruyucu melekler, her insanın hayır (iyi) ve şer (kötü) işlerini yazan; ikisi gece, ikisi gündüz gelen ve kötülüklerden ve cinlerden koruyan melekler. Bunlara Kirâmen kâtibîn melekleri diyenler olduğu gibi, onlardan başka olduğunu söyleyenler de olmuştur.

 

Hafaza melekleri, insandan yalnız cimâda ve helâda ayrılırlar. (İmâm-ı Birgivî, Kâdızâde)

 

HÂFİD (El-Hâfid):

 

Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kıyâmet günü, yâni öldükten sonra mahlûkât (yaratılmışlar) diriltilip, herkes dünyâda iken yaptığının hesâbını verirken, kâfirleri ve kötü kimseleri en aşağı seviyeye indiren, huzûrunda düşmanlarının başlarını aşağı eğdiren.

 

El-Hâfid ism-i şerîfini söyliyen zararlardan korunmuş olur. (Yûsuf Nebhânî)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak