TARİFLER
Batıdaki Tanımlara Bir Bakış
Din kelimesi aslen Arapça’dır. Islâm Ansiklopedisine “din" maddesini yazan D. B. Mcdonald, din adının Arapça’ya;
1-Aramî-İbranî dilinden geçen manasıyla “hüküm”
2-Halis Arapça manasıyla “örf ve adet'
3-Farsça’dan gelen ve her ayın 24. gününe verilen isim olarak nitelenmekte hatta ileri giderek Nöldeke vb. batılıların çalışmalarını ileri sürerek Arapça’ya Farsça’dan geçtiğini ileri sürmektedir. Beydavî, Razî ve Taberî gibi müfessirlerin Malik-i yevmü’d-din lafzını nasıl olup ta muhasebe, ceza, mükafat olarak aldıklarına şaşmaktadır.
“Din kelimesi Fransızca’da, Almanca’da ve İngilizce’de “Religion” olarak kullanılır.
T.D.K.’nun hazırladığı sözlük üç tarif veriyor: “İnsanların Tanrıya inanış ve bağlanışlarını ya da varlıkları ve davranışları, kutsal, kutsal-dışı diye ayırmaya dayanan tasarımlar ve işlemler sistemi”. Bu çok kısır bir tariftir. Bu tarif, din kavramına yorum getirmekten uzaktır.
Pars Tuğlacı da hazırladığı Okyanus, Ansiklopedik Sözlüğünde aynı tarifi almıştır. 2. Tarifte her iki sözlükte de aynıdır. “Bu konuda tutulan yollardan her biri, Hıristiyan dini gibi..." 3. tarif ise mecâzî manâda kullanılmasını tanımlamış ve "çok bağlanılan fikir veya ülkü" olarak nitelemiştir.
Bu tarifler aradığımız tarifi çok kısır olarak vermektedir. Orhan Hançerlioğlu da Felsefe Ansiklopedisi adlı eserde “İnanca dayanan doğa üstü tasarımlar ve işlemler sistemi demiş, tüm ansiklopedisinde izlediği yönteme bağlı olarak Mandst bir yorum getirmiştir. Bu tarif nispîdir fakat önceki tariften daha az kötüdür. Ama devamında, arkeolojik araştırmaların dinsel tasarımların ancak elli bin yıldan beri varolduklarını tanıtladıklarını söylemekte ve buna dayanarak “demek ki insan yirmi milyon yıl, din düşüncesinden uzak yaşamıştır.” demektedir. İnsanoğlunun yeryüzünde 70.000. yıldan beri varolduğuna dair elinde kanıt varmış gibi... Hançerlioğlu bu noktada zavallılaşmaktadır. Zira insanların hiçbir devirde dinsiz yaşadıklarına dair elimizde delil yoktur. Tarihin başlangıcı sayılan yazının bulunuşundan önce bile ne kadar geriye gidilirse gidilsin, insan izi bulunan her yerde dinin varlığına da rastlanmaktadır. Ama bu Ansiklopedinin taraflı yazıldığını düşünürsek, iddia yadırganmaz.
Şimdi meşhur düşünürlerden bir kısmının tarifini verelim. “Dinsel Hayatın İlk el Şekilleri' adlı eserinde Emil Durkheim “Kutsal, yani birbirinden ayrı ve yasak nesnelerle ilgili inançlardan ve tapınma usullerinden meydana gelme müşterek bir sistem ' olarak tarif ediyor.
Bu tarif İlahî sayılan dinleri tariften uzaktır. Durkheim, bu inanç ve tapınma usullerinin kilise adlı tek ve manevî toplulukta birleştirildiğini ileri sürüyor. Belki sonradan kurulan Hıristiyan inançlarını ve tapınma sistemlerini bu tarif izah edebilir. Fakat; örneğin, İslam’ı asla O’nun “kutsal” kavramından ne anladığını ve bunu topluma nasıl mâlederek tarif çıkardığını, ilerde genişçe göreceğiz.
Durkheim’in yetiştirmesi olan Henry Hubert, dini:
Kutsal nesnelerin idaresi diye tarif eder.
Dinin tanımını geliştirmek amacıyla bazı tarifler daha verelim.
James Martıneau:
“-Din, daima yaşayan bir Tanrı’ya yan i bir ilahi şuur ve iradenin kainatı yönelttiğine ve insanlıkla ahlakî bağıntıları elinde tuttuğuna inanıştır. ”
Herbert Spencer:
“-Din, her şeyin bizim bilgimizin üstünde çıkan bir Kudret’in tezahürleri olduğunu kabüldür.”
J.G.Frazer:
Dinden ben, netice olarak, tabiat nizamını ve beşer hayatını yönettiğine ve kontrol ettiğine inanılan insan üstü kuvvetlerin bir yakıştırma ve uzlaştırmasını anlarım. ”
F.H. Bradley:
“Din daha çok, varlığımızın her yönüyle iyiliğin tam gerçeğini anlatmak çabasıdır. ”
Bu tarifler Wüliam P. Alston’un “ The Enclopedia of Philosophy adlı eserin VII. cildine yazdığı makaleden alınmıştır.
Bu tanımları çoğaltmamız mümkün. Bunları yine çeşitli yönlerden tahlil etmemiz de mümkündür. Bu tanımların bir dini tarihe yeterli olup olmayacağını da tahlil edebiliriz.
Acaba neye din diyeceğiz? Din’de belirli şartların olması gerekmekte midir? Putperestliğe yani totemizme, ya da tanrısız dinler diye adlandırılan sistemlere din diyecek miyiz? Dinleri neye göre nasıl tasnif edeceğiz?
Batılı bir kafayla düşündüğümüzde örneğin Martineau’nun tarifi çok tanrıılı dinlere uymaz. Budizm’de ise tanrı bile yoktur. Bradley gibi düşünürler “dini “ahlak' ile aynı görür. Dini, sadece ahlakî kurallarla ne derece açıklayabiliriz?
Yapılan tariflerden birçoğu dinin bir yönüne ağırlık vererek, onu tarife yönelmektedir. Bu hata genellikle bu düşünürlerin çalıştıkları alan üzerindeki tek taraflılıklarından vücuda gelmektedir.
Bunu önlemek için Dinin tarifinde yer alacak elemanları belirleyip sonra bir tarif çıkarmak usulü, daha emin bir yol olarak benimsenmektedir.
Dinde bulunması gereken sıfatlar olarak örneğin, doğa üstü varlıklara inanç, kutsal- kutsal olmayan ayırımı, kutsal şeylere saygı ve dinsel merasim, ahlakî olarak nitelenen sistem ve davranışlar, buna bağlı olarak çeşitli “tapınma, günah, korku vb. "duygular, dua şekilleri, bir doğa görüşü, hayatın bütün olarak dini organizasyonu ve nihayet "sosyal hayatla ilgili kurallar...” Bütün bunlar hepsinde olmasa bile, genellikle dinde bulunması gerekli unsurlar olarak ele alınır.
Bu unsurları aldığımızda bu defa da karşımıza yeni sualler çıkacaktır. Acaba unsurların büyük bir bölümünün girmediği ilkel inançlara da din diyecek miyiz? Bu hususta elimizde ölçüt ne olacaktır? Veya inanılan ve kurallarını uyulan sistemler olarak nitelendirilebilecek olan ve insan, hayat ve kainat üzerinde görüşler getirmiş olan ideolojileri örneğin Sosyalizm’i din olarak niteleyebilecek miyiz? Bütün Bunları aydınlığa kavuşturmada henüz bir birlik sağlanmış değildir ve düşünürler kendi konumlarına veya diğer etkenlere göre bütünsel olmaktan uzak tanımlar yapmaktadırlar.
Görülüyor ki "din ' kavramı herkesin zihninde aynı anlamı ifade etmemektedir. Bir Hıristiyan, bir Müslüman, bir Brahman, bir Buddist veya bir Totemist" din" denilince ayrı ayrı şeyler düşünmektedirler.
İslâmî Manâda Din
Dil Yönünden Bir Tahlil
Din kelimesi "d.y.n ." kökünden bir kelime olmakta bir nev’i tezellül ve boyun eğme manasında gelir. Bu bakımdan din Arapça’da çeşitli manâlarda kullanılır.
Üstün gelmek, zorla istediğini yaptırmak, hüküm emir, itaate zorlamak, kendinden üstün bir kuvvetin otoriteyi kullanması, onu köle ve itaatkâr kılması.
İtaat, kulluk, birinin emri altına girmek, birinin işini müşavere etmek, kendinden üstün bir kuvvetin otoriteyi kullanması, onu köle ve itaatkâr kılması
Şeriat, kanun, yol, mezhep, millet, adet, taklit.
Ceza, mükafat, muhakeme, hesap
İslâm Ansiklopedisinde "Din" maddesini yazan Mcdonald’ın yazmadığı ve idrak etmediği bir anlam, işte bu dördüncü anlamdır.
İşte din kelimesinin Arap lügatinde bu dört anlamda ifade ettiği manâlar bunlardır.
Kur’an-ı Kerimde din, bu manalara paralel olarak kullanılmıştır. Bunlardan
Birincisi, yüksek otorite sahibinden gelen üstünlük ve galibiyet;
İkincisi, otorite sahibine gösterilen tapınma ve itaat;
Üçüncüsü, uyulan adet, kanun ve yollar;
Dördüncüsü de muhasebe, yargılama, cezalandırma veya mükâfatlandırmalarıdır.
Kelime Araplarca muğlak olarak çeşitli anlamlarda kullanılıyordu. Kur’an ise bu kelimeyi almış, terminolojisine katarak sistemleştirmiştir.
Kur'an Terminolojisinde Din
Buraya kadar “din” kelimesini Arapların kullandığı manalarda kullandığını işaret etmiştik. Fakat Kur’anın bu kelimeyi onların kullandığından daha kapsamlı bir manâda kullandığını belirtmiştik.
Din kavramıyla Kur’an, kişinin yüksek bir otoriteye boyun eğdiği, itaatini ve uyulmasını kabul ettiği, hayatında kanun, kaide ve sınırları ile bağlı bulunduğu, kendisine itaat etmede büyüklük, mükafat ve derecelerde ilerleme umduğu, isyan halinde de zillet, aşağılık ve kötü sonuçtan korktuğu bir hayat nizâmı kastetmiştir. Bu mefhumu ifade edebilecek bir terim belki dünya dillerinin hiç birinde mevcut değildir.
Tevbe Sûresi: 29. Ayetinde bu terimin kapsadığı manaları görebiliriz. Ayetten din kelimesinden maksadın Allah ’a ve ahiret gününe inanmak ile Allah'ın haram ettiği şeyleri haram, helal ettiği şeyleri de helal tanımak ve Hak Din olarak kabul etmek demek olduğunu görürüz.
Görülüyor ki din lafzı sadece inanılacak şeyleri kapsamıyor. Bu kelime aynı zamanda devlet ve medeniyet nizamını da kapsıyor. Örneğin, Firavun kıssasında, Hz. Musa’nın davet ettiği dinden Firavunun neden kaçtığını, korktuğunu böylelikle daha iyi anlıyoruz. Çünkü Firavun, hak dini kabul ettiği takdirde mevcut sistemini, yürürlükte olan kanunlarını terkedecek ve Allah’ın nizamına boyun eğecektir.
DİNLERİN KÖKENİ (DİNLER TARİHİNE GİRİŞ)
Dr. Faruk YILMAZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder