HABÂİS:
Kötü, alçak,
pis şeyler, haramlar. Habîsin çoğulu.
HABER:
Herhangi
bir konuda alınan yazılı veya sözlü bilgi.
1.
Sünnet, hadîs-i şerîf.
Şüyû bulma (herkesçe duyulma, yayılma bilinme)
derecesine göre haber; ya mütevâtir (Resûlullah efendimizden, birçok kimsenin
rivâyet ettiği hadîs), ya meşhûr (ilk zamanda bir kişi bildirmişken, ikinci asırda
şöhret bulan hadîs), ya müstefîz (söyliyenleri üçten çok olan hadîs), ya garîb
(yalnız bir kimsenin bildirdiği hadîs), yâhut da azîz (iki veya üç kimsenin naklettiği
hadîs) olur. (İmâm-ı Süyûtî)
Her hadîs-i
şerîf haberdir ancak her haber hadîs-i şerîf değildir. (İmâm-ı Süyûtî)
Haberde "Tövbekârlarla sohbet edin, zîrâ onların
kalbleri daha yumuşaktır" diye vârid olmuştur (gelmiştir). (İmâm-ı Gazâlî)
2. Eshâb-ı
kirâm, Tâbiîn ve Tebe-i tâbiînden bildirilen söz.
Haber-i Meşhûr:
Başlangıçta râvîsi (rivâyet edeni, bildireni)
sınırlı iken, sonraki devirlerde, daha çok kimse tarafından nakledilen haber,
hadîs-i şerîf.
Haber-i meşhûrun, hadîs-i şerîf olduğunu kabûl
etmeyerek inkâr eden, bid'at sâhibi olur. (İbn-i
Kudâme)
Haber-i Mütevâtir:
Yalan üzerinde ittifâk etmeleri (birleşmeleri) mümkün olmayan bir cemâat
(topluluk) tarafından nakledilen, bildirilen haber, hadîs-i şerîf.
"Delîl getirmek dâvâcıya, yemîn etmek dâvâlıya düşer" hadîs-i şerîfi haber-i mütevâtirdir. (Teftâzânî)
Haber-i Vâhid:
Bir kişinin ettiği rivâyet, verdiği efendimize
kadar, rivâyet edenlerden şerîfler. Buna, haber-i âhad da denir.
haber, hep bir kimse tarafınan fakat Peygamber (nakledenlerden) hiçbiri
noksan olmayan hadîs-i
Haber-i
Vâhid, Kur'ân-ı kerîm ve meşhur sünnete aykırı olmamalıdır. (İbn-i Melek)
HABÎB:
Sevgili
mânâsına Muhammed aleyhisselam.
Öğünmek için söylemiyorum. Allahü teâlânın habîbiyim,
peygamberlerin reisiyim. (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Tirmizî)
Muhammed aleyhisselâm Allahü teâlânın resûlüdür.
Habîbidir. Peygamberlerin en üstünü ve sonuncusudur. Âdem aleyhisselâm
Cennet'te iken, Cennet'in her yerinde ve Arş üzerinde "Lâ ilâhe illallah
Muhammedün Resûlullah" yazılı gördü. (Abdülhâk-ı
Dehlevî)
Yâ İlâhî ol Muhammed Hakkıçün,
Ol şefâat kânı Ahmed Hakkıçün.
Afv edip isyânımız kıl rahmeti,
Ol Habîbin yüzü suyu hürmeti.
(Süleymân Çelebi)
HABÎBULLAH:
Allahü
teâlânın sevgilisi manasına, Muhammed aleyhisselâm.
Allahü teâlâyı seven Habîbullah'ı da sever. Habîbullah'ı seven O'na
salevâtı çok okur, sünneti ile amel eder. (İsmâil
Fakîrullah)
Hidâyete ermek için, Habîbullah,
verdi imkân,
Habîb ne demek? Düşünse kemâlini
anlar insan,
Yâ Râb!
Büyük nebîdir O; köleleri olur sultan,
Bir kalbe sevgisi dolsa; eder
envâr ondan feyzân (mânevî ilimler feyzler).
(M. Sıddîk bin Saîd)
HABÎR (El-Habîr):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel
isimlerinden). Her şeyin hakîkatini, kâinâtın, varlıkların, görünen ve görünmeyen
her şeyi hakkıyla bilen, hiçbir zerrenin hareketi ve hareketsizliği ilminden
hâriç olmayan, nefslerin ne ile mutmain (huzurlu) ne ile huzursuz olduğundan,
sükûnete kavuştuğundan her zaman haberdâr olan.
Kur'ân-ı
kerîmde meâlen buyruldu ki:
Allahü teâlâ indinde en yükseğiniz, O'ndan en çok
korkanınızdır. Allahü teâlâ Alîm'dir (her şeyi
bilendir), Habîr'dir. (Hucurât
sûresi: 13)
HABÎS:
1. Kötü,
alçak, pis, âdî, bayağı.
Ey îmân edenler! (Hak yolunda) yerden çıkardığımız (mahsûllerin) en
olmadığınız pek habîs şeyleri vermeye
infâkı
(harcamayı), kazandıklarınızın ve sizin için iyisinden yapın. Kendinizin göz
yummadan alıcısı kalkışmayın...
(Bakara sûresi: 267)
İnsanların en kötüsü, habîsliği sebebiyle kendisine
ikrâm olunandır. (Hadîs-i şerîf-Ez-Zevâcir)
Boyun eğdirme yâ Rab bir habîse,
Şükr edeyim lütfuna her ne ise.
(Muhammed bin Receb Efendi)
2. Haram.
Allahü
teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Yetimlere (babası
veya anası ölmüş çocuklara; rüşdüne gelince) mallarını verin. Temizi (helâlı),
habîse
değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu,
muhakkak büyük bir günahtır.
(Nisâ sûresi: 2)
HABLULLAH:
Allahü
teâlânın ipi, Kur'ân-ı kerîm veya İslâm dîni.
Kur'ân-ı
kerîmde meâlen buyruldu ki:
Hepiniz
Hablullah'a sımsıkı sarılınız. (Âl-i İmrân sûresi: 103)
Kur'ân-ı kerîm hablullah-il-metîndir. Allahü
teâlânın sağlam ipidir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
HAC:
İslâm'ın beşinci şartı. Gerekli şartları kendinde
bulunduran (bülûğa ermiş yâni ergen, hür, zengin, aklı başında) her müslümanın
ömründe bir defâ ihramlı (dikişsiz) bir elbise ile Mekke'ye gidip Kâbe'yi
ziyâret etmesi ve Arafât denilen yerde bir miktâr durması ve bâzı vazîfeleri yerine
getirmesi.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Azık ve binek bakımından yoluna gücü yeten her
kimsenin o Beyt'i (Kâbe'yi) hac etmesi, insanlar üzerine
Allahü teâlânın hakkıdır, farzdır.
(Âl-i İmrân sûresi: 97)
Hac edip
de beni ziyâret etmeyen kimse, beni incitmiş olur. (Hadîs-i şerîf-Dâre Kutnî)
Allah'ım! Hac edeni ve onun af ve mağfiret
olunmasını istediği kimseyi af ve mağfiret eyle. (Hadîs-i şerîf-Lübâb-ül-İhyâ)
Kadın,
yanında bir mahremi olmadan hacca gidemez. (Hadîs-i şerîf-Künûz-ül-Hakâyık)
Ticâret yapmak ve hac etmek için giden bir
kimsenin, hac niyeti ziyâde (fazla) ise, sevâb kazanır. Ticâret niyeti çok ise
veya iki niyet eşit ise, hac sevâbı kazanamaz. (Alâüddîn-i Haskefî)
Kulun haccının kabûl olduğunun alâmeti, hacda Peygamber
efendimizin ahlâkı ile ahlâklanarak, dönmesi, günâha hiç yaklaşmaması, kendini
hiç kimseden üstün görmemesi, ölünceye kadar dünyâya meyletmemesidir. Haccının
kabûl olmadığının alâmeti de, hacdan döndüğünde evvelki hâli üzere
bulunmasıdır. (Ali Havvâs)
Hac Sûresi:
Kur'ân-ı
kerîmin yirmi ikinci sûresi.
Hac sûresi Medîne'de nâzil oldu (indi). Yetmiş
sekiz âyet-i kerîmedir. Sûrede, hac ibâdetinin ilk önce İbrâhim aleyhisselâm
tarafından yapıldığından ve Peygamber efendimizle
devâm ettirildiğinden bahsedildiği için Sûret-ül-Hac denilmiştir. Hac
sûresinde; îmân, tevhîd, Allahü teâlânın birliği akîdesi (inancı), kıyâmetin
alâmetleri ve dehşeti, öldükten sonra dirilme, Allah yolunda cihâd, hac ve
kurbandan bahsedilmektedir.
Allahü
teâlâ, Hac sûresinde meâlen buyuruyor ki:
O
günün (kıyâmet gününün) zelzelesi
çok büyük şeydir. O gün kadınlar memedeki çocuklarını unuturlar. Hâmile
hâtunlar çocuklarını düşürürler. İnsanlar sarhoş olmuşlar sanılır. Onlar sarhoş
değildir. Fakat, Allahü teâlânın azâbı çok şiddetlidir. (Âyet: 1)
Kim Hac sûresini okursa, hac yapanın hac sevâbı,
ömre yapanın ömre sevâbı, gelmiş ve gelecek hac ve ömre yapanların sevâbı kadar
sevâb verilir. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
Hacc-ı Asgar:
Ömre. Hac zamânı olan beş günden (Arefe günü ile
dört bayram günlerinden) başka senenin her günü ihrâm (dikişsiz elbise) ile
Mekke'ye gelip, Kâbe'yi tavâf (etrâfında yedi kere dolaşmak), sa'y yapmak (Safâ
ve Merve tepeleri arasında gidip gelmek) ve traş olmak.
Hacc-ı Ekber:
Farz olan
hac.
Hacca giden müslümanların hacı olabilmeleri için
şartlarını yerine getirmeleri lâzımdır. Arefe günü Cumâ'ya rastlarsa yetmiş hac
sevâbı meydana gelir. Halk arasında buna hacc-ı ekber deniliyor. Bu söz doğru
değildir. Hacc-ı ekber farz olan hacdır. (İbn-i
Âbidîn)
Hacc-ı İfrâd:
İhrâma girerken, yalnız hacca niyet edilerek yapılan
hac. Bu haccı yapana müfrid hacı denilir.
Mekke'de oturanlar yalnız ifrâd haccı yaparlar.
Hacc-ı ifrâd, fazîlet bakımından temettu' haccından aşağıdadır. (M. Mevkûfâtî)
Hacc-ı Kıran:
Hac ile ömreye birlikte niyet ederek ihrâm giyip,
ömrenin vazîfelerini yaptıktan sonra ihrâmını (hac elbisesini) çıkarmayarak
aynı elbise ile hac vazîfelerini de yapmak. Bu haccı yapana kârin hacı denilir.
Hacc-ı kıran'a niyet şöyle yapılır: "Yâ Rabbî!
Ömre ile haccı berâber edâ etmeye niyet ettim. Onları bana kolaylaştır ve benden
kabûl et." (Saidüddîn Fergânî)
Hacc-ı
kıran sevâbı, hacc-ı ifrâd ve hacc-ı temettu'dan çoktur. (İbn-i Âbidîn)
Hacc-ı Mebrûr:
Şartlarına
dikkat edilerek hiç günâh işlemeden yapılan ve kabûl olan hac.
Hacc-ı mebrûr yapanın dünyâya yeni gelmiş gibi, günâhları
affolur. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Amellerin en hayırlısı; Allahü teâlâya îmân etmek,
cihâd etmek ve hacc-ı mebrûrdur. (Hadîs-i şerîf-Hilyet-ül-Evliyâ)
Hacc-ı mebrûr, kazâya kalmış farzlardan (vaktinde kılınmamış,
sonraya bırakılmış namaz, oruç, zekât) ve kul haklarından başka günâhların
affına sebeb olur. (Hâdimî)
Hacc-ı Temettû':
Hac mevsiminde (Şevvâl, Zilkâde, Zilhicce
aylarında) önce ömre için niyet edilerek ihrâma girilip ömre yapıldıktan sonra
memleketine dönmeyerek, yeniden ihrâma girip hac
yapmak.
Bu haccı yapana mütemetti hacı denir.
Hacc-ı
temettû' sevâbı ifrâd hacdan çoktur. (İbn-i
Âbidîn)
Hâccü'l-Haremeyn:
Hac
farîzasını yaptıktan sonra Medîne'ye gelip kabr-i saâdeti de ziyâret eden hacı.
Çün rûz-ı ezel kısmet olmuş bize
devlet
Takdîre rızâ vermeyesin buna
sebeb ne
Hâccü'l-haremeynim diye dâvâlar
çekersin
Ya saltanat-ı dünyâ için bunca
talep ne!
(İkinci Bâyezîd Han-ı Adlî)
HACÂMAT:
Hacâmat
bıçağı denilen bir âletle, vücûdun deriye
yakın damarlarını keserek kan alma.
Kan almaya fasd da denir.
Bütün meleklerden işittim ki, ümmetine söyle
hacâmat yaptırsınlar, dediler. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Arabî ayın on yedinci veya on dokuzuncu veya yirmi
birinci günleri hacâmat olunuz. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Kan
aldırmak sünnettir. Peygamber efendimiz her ay hacâmat olurdu. (Zehebî)
HACB:
İslâm mîrâs hukûkunda bir vârisi (hisse sâhibini)
diğer bir vârisin bulunmasından dolayı kısmen veya tamâmen mîrastan menetmek.
Bir vârisi mîrâstan kısmen (payının azalması şekliyle) mahrûm etmeğe hacb-i
noksan, mîrastan hiç alamamak şeklinde mahrûm etmeğe hacb-i hirman denir.
Erkek vârislerden oğul, baba, zevc (koca) ile
kadınlardan kız, ana, zevce (hanım); yâni bu altı kimse hacb-i noksan ile
payları düşebilirse de tamâmen mîrastan mahrûm olmazlar. (Muhammed Mevkûfâtî)
HÂCE:
Müderris,
hoca, efendi mânâsına ilim sâhibi kimselere verilen Farsça bir ünvan.
Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr buyurdu ki: Bütün iyi hâlleri
ve buluşları bize verseler, fakat Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdını kalbimize
yerleştirmeseler, hâlimi harâb, istikbâlimi (geleceğimi) karanlık bilirim. Eğer
bütün harâblıkları ve çirkinlikleri verseler ve kalbimizi Ehl-i sünnet îtikâdı
ile süsleseler hiç üzülmem. (İmâm-ı
Rabbânî)
Hâce-i Âlem:
Âlemin, kâinâtın mürşidi, rehberi, yol göstericisi
mânâsına Resûlullah efendimize mahsûs bir ünvan.
Hâce-i âlem, gelmiş ve gelecek, yaratılmış ve
yaratılacak olanların en üstünü, en iyisidir. (İmâm-ı Gazâlî)
Hâce-i Kâinât:
Hâce-i
âlem.
HÂCEGÂN YOLU:
Daha çok nübüvvet kemâlâtına (olgunluklarına,
üstünlüklerine) kavuşturan Hazret-i Ebû Bekir'den gelen yolun, Yusuf-ı Hemedânî
hazretlerinden îtibâren aldığı isim. Bu yol sonradan Nakşibendiyye adını
almıştır.
Hâcegân yolunun büyüklerinden Abdülhâlik
Goncdüvânî hazretleri vasiyetnâmesinde buyuruyor ki: Her hâlinde ilim, edeb ve
takvâ üzere ol, İslâm âlimlerinin kitaplarını oku. Fıkıh ve hadîs öğren. Câhil
tarîkatçılardan sakın, şöhret yapma, şöhrette âfet vardır. Arslandan kaçar gibi
câhillerden kaç. Bid'at sâhibi inanışları bozuk olan sapıklar ile ve dünyâya
düşkün olanlar ile arkadaşlık etme. (Mevlânâ
Sâfî)
HACER-ÜL-ESVED:
Kâbe-i muazzamanın doğu köşesinde bir buçuk metre
kadar yükseklikte bulunan ve Cennet yâkutlarından olan parlak, siyah taş.
İbrâhim aleyhisselâm ile oğlu İsmâil aleyhisselâmın
birlikte Kâbe'yi inşâ ettikleri sırada, melekler taş getirerek İsmâil
aleyhisselâma yardım ettiler. Sıra Hacer-ül -esvede gelince, İbrâhim
aleyhisselâm; "Ey İsmâil! İyi bir taş getir ki, hacılara işâret
olsun" buyurdu. İsmâil aleyhisselâm bir taş getirdi. İbrâhim aleyhisselâm;
"Bundan daha iyi bir taş getir" buyurunca; Ebû Kubeys dağından;
"Cebrâil aleyhisselâm, tûfanda bana bir taş emânet etti. Gel onu al!"
diye bir ses işitti. Bunun üzerine Hacer-ül-esved taşı Ebû Kubeys dağından alınıp,
Kâbe'deki yerine yerleştirildi. (Azrakî)
Hazret-i Ömer, Hacer-ül-esved taşına, karşı;
"Sen bir şey yapamazsın, fakat Resûlullah'a uyarak seni öpüyorum"
dedi. Hazret-i Ali bunu işitince, Resûlullah'ın "Hacer-ül-esved, kıyâmet
günü insanlara şefâat eder" buyurduğunu söyledi. Hazret-i Ömer de hazret-i
Ali'nin bu sözüne teşekkür etti. (Dâvûd
bin Süleymân)
Tavâfa (Kâbe'nin etrâfında dönmeye)
Hacer-ül-esvedden başlamak ve burada bitirmek sünnettir. (Zeylâî)
HÂCET NAMAZI:
Maddî ve mânevî bir ihtiyaca, dileğe kavuşmak
niyeti ile iki ve en fazla on iki rek'at olarak kılınan namaz.
Bir kimsenin Allahü teâlâdan veya benîâdemden (insanoğlundan) bir hâceti olursa, tertemiz bir abdest alsın.
Sonra iki rek'at hâcet namazı kılsın. Sonra Allahü teâlâya senâ (hamd)da
bulunsun ve Peygambere salevât getirsin... (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
Tecnîs ve diğer kitaplarda, hâcet namazının
yatsıdan sonra dört rek'at olarak kılınacağı ve bir hadîs-i şerîfe göre ilk
rek'atta; bir fâtiha, üç âyet-el-kürsî, kalan üç rek'atin her birinde birer
fâtiha, ihlâs ve muavvizeteyn okunacağı, bunlar yapılırsa, kılınan namaz Kadir
gecesinde kılınmış gibi olacağı kaydedilmiştir. (İbn-i Âbidîn)
Üstâdlarımız (hocalarımız); "Biz bu hâcet
namazını kıldık ve ihtiyaçlarımız, dileklerimiz görüldü" demişlerdir. (İbn-i Âbidîn)
HÂCI:
Hac yapan
kimse.
Hanefî mezhebinde, yalnız Arafat meydanında ve
müzdelife'de hâcıların iki namazı cem' etmeleri, birleştirmeleri lâzımdır. (AbdullahMûsulî)
Hamdan Karmat adlı bölücü, sapık Karâmita devletini
kurdu. Hâcıları katl etti. Haramlara güzel sanat ismini verdiler. İslâm dîninin
kötü huy, fuhş dediği ahlâksızlıklara, moral eğitimi diyerek gençleri felâkete,
sefâlete sürüklediler. 983 yılında gadab-ı ilâhiyyeye yakalanıp yok oldular. (Şehristânî, Nişancızâde)
HÂCİS:
Kalbe
(gönle) gelen ve hemen gidermek mümkün olan kötü düşünceler.
Kalbe gelen hâcisi melekler yazmaz. Hasenelere (iyi düşüncelere) sevâb yazılır. (Abdülganî Nablüsî)
HAÇ:
Birbirini dik olarak kesen iki doğrunun meydana
getirdiği, hıristiyanlık dîninin sembolü olarak kabûl edilen şekil. Buna salîb
ve istavroz da denir.
İnsanların doğuştan günâhkâr olduğuna inanan
hıristiyanlar, Îsâ aleyhisselâmın bu günâhlara keffâret olarak kendini fedâ ettiğini,
haça gerilmek sûretiyle öldürüldüğünü kabûl ederler. Îsâ aleyhisselâma yapılan
işkencenin, dolayısıyla onu kurtarmanın sembolü olarak kabûl edilen haç ile
ilgili yaygın hıristiyan inanışı yanlıştır. (Harputlu
İshak Efendi)
Kur'ân-ı kerîm, hazret-i Îsâ'nın haça gerilerek
öldürülmediğini, diri olarak göğe çıkarıldığını açıkça haber vermektedir.
Dîninden dönerek ufak bir menfaat karşılığı hazret-i Îsâ'yı Romalılara haber
veren Yehûdâ, Allahü teâlâ tarafından Îsâ aleyhisselâmın şekline benzetildi. Romalı
askerler. Yehûdâ'yı yakaladılar ve haça gerip öldürdüler. (Rahmetullah Efendi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder