Moğol İstilası Zamanında Türkistan
COĞRAFÎ MEKÂN OLARAK TÜRKİSTAN
Türkistan, Türklerin yaşadığı yer anlamında olup Batı Türkistan ve Doğu Türkistan olarak iki kısımdan oluşur. Türklerin en eski yaşam alanlarından biri olan Batı Türkistan, Hazar Denizi’nin doğusundan başlayıp bugünkü Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Kazakistan ile kuzey Afganistan (burası Afgan Türkistan olarak da bilinir) topraklarını içine alır. Batı Türkistan’da iki önemli yerleşim bölgesi dikkat çeker. Bunlar Harezm ve Mâverâünnehr’dir.
Harezm, Aral Gölü’nün güneyinde, bu göle dökülen Amu-Derya (Ceyhun) Nehri’nin aşağı mecrası boyunca uzanır. Pitnak şehrinden başlayan bölgenin batısında Kara-Kum Çölü, doğusunda ise Kızıl-Kum Çölü vardır. Bu iki çölün varlığı Harezm için doğal engel vazifesi görmüş ve onu dış istilalara karşı korumuştur. En önemli şehirleri Gürgenç (Ürgenç), Hive, Kat, Vezir ve Hezaresb’dir. Mâverâün-nehr “nehrin ötesi” anlamına gelir. Burada nehirden kasıt Amu-Derya Nehri’dir. Bölge bu nehrin orta ve yukarı mecrasının doğusundaki topraklardır. En önemli şehirleri Buhara ve Semerkand’dır.
Yine Türklerin en eski yurtlarından biri olan Doğu Türkistan, bugün Çin Halk Cumhuriyeti’nin batısında yer alır ve burada büyük oranda Uygur Türkleri yaşar. Çinlilerin yeni topraklar anlamına gelen Sinkiang (Sincan) ismini verdiği bölge, tarih içinde Kaşgarya veya Altışehr olarak da anılmıştır. En önemli şehirleri Yarkend, Kaşgar, Aksu ve Urumçi’dir.
MOĞOL İMPARATORLUĞU (1206-1259)
Bugünkü Moğolistan, Orta Asya, Tibet, Afganistan, İran, Irak, Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan ve Ukrayna’nın tamamıyla; Sibirya, Rusya’nın Avrupa’da kalan toprakları, Türkiye ve Çin’in bir kısmı bu imparatorluğun hâkimiyeti altına girmiştir. Böyle büyük bir imparatorluğun kurucusu, sıradan bir kabile liderinin oğlu olarak dünyaya gelen Temuçin’dir. Çocukluğunda ve gençliğinde yaşadığı olağanüstü zorluklara rağmen kendisinden yüzyıllarca söz ettirecek bir imparatorluğu ve bunun yanı sıra yönetim anlayışını oluşturmayı başarabilmiştir. Bundan başka onun zamanına kadar tarihî kayıtlarda pek de önemli bir yer işgal etmeyen Moğolları kendinden en çok sözü edilen halklardan biri durumuna getirmiştir.
Bir Lider Doğuyor
Borcigin boyundan Yesügey Bahadır’ın oğlu olan Temuçin, bugünkü kuzey Moğolistan topraklarında bulunan Onon Nehri kıyısında doğmuştur. Doğum tarihi net olmamakla birlikte, kaynaklarda 1155, 1162 ve 1167 yıllarına işaret edilmektedir.
Dokuz yaşına geldiğinde babası Yesügey Bahadır, onu Ongirat (Kongrat) kabilesinin lideri Dey-Seçen’in kızı Börte ile nişanlamıştır. Kız istemeden dönerken, babası Tatarlar tarafından zehirlenince Temuçin ailesiyle yalnız kalmış, kabilesi onu terk etmiştir. Bundan sonra, başta Merkitler olmak üzere çevre kabilelerin saldırıları nedeniyle zor günler geçiren Temuçin, özellikle andası (kan kardeş) Camuka (Camuha)’nın yardımıyla ayakta kalmayı başarabilmiştir.
O dönemde orta Moğolistan topraklarında hüküm süren Kerayit kabilesi lideri Tuğrul (Ong) Han’ın himayesine giren Temuçin’in bir müddet sonra Camuka ile arası bozulmuştur. Her ikisi de Moğolların tek hükümdarı olmak isteyince birbirilerinden ayrılmışlar; Temuçin de kendisini destekleyenler tarafından 1196 yılında lider seçilmiştir.
1206 yılına kadar Temuçin çevresindeki kabileleri idaresine almıştır. Tayciutlar, Tatarlar, Naymanlar, Merkitler ve Kerayitleri kendisine tabi kılıp andası Camuka’yı ortadan kaldıran Temuçin, bu yılda Onon Nehri kıyısında düzenlenen bir kurultayla bütün Türk ve Moğol kabileleri tarafından kağan seçilmiş ve “Cengiz” adını almıştır.
Kağan Cengiz
Cengiz, kağan seçilince kendisine tâbi kabileler arasında bir düzenlemeye gitmiş, onları onlu sisteme göre bölerek aslında İç Asya’nın daha önce yabancı olmadığı bir sistemi yeniden uygulamaya koymuştur. Kariyerinin ilk yıllarından itibaren yanından ayrılmayan ve ona hep destek olanlara nöker (Moğol hükümdarlarının yoldaşı, en yakın görevlileri) unvanını vermiş ve onları ödüllendirmiştir. Uygur kâtipler tayin ederek çocuklarına okuma-yazma öğretilmesini emretmiş, bu gelişme Uygur-Moğol alfabesinin başlangıcı olmuştur.
Günümüzde meritrokrasi olarak tanımlanan bu anlayışta Cengiz Kağan devlet seçkinlerini (yöneticilerini, ileri gelenlerini) soylu oluşlarına göre değil, sahip oldukları temel niteliklere ve değerlere bakarak yaratmıştır. Zaten andası Camuka ile anlaşamadıkları en önemli mesele bu olmuştur. Camuka, soylu olmayan birinin üst yönetim organlarında görev almasına karşı çıkarken Cengiz soya hiç dikkat etmemiştir.
Seferler
Kurultaydan sonra Cengiz Kağan’ın ülke sınırlarını genişletme siyasetini izlemesi kaçınılmazdı. Yeni imparatorluğun varlığını sürdürebilmesi için ganimete ihtiyacı vardı. Eğer kendisine destek verenler ve tâbi olanların beklentilerini karşılamazsa bu durum yönetiminin sonunu getirebilir, en azından konumunun zayıflamasına neden olabilirdi.
Moğolların kağanı için genişleme zengin tarım ülkeleri olan üç ana merkezden oluşuyordu. Bunlardan ilki Çin olup burada Tangut (kuzeybatı Çin), Kin (kuzey Çin) ve Song (güney Çin) hanedanları hüküm sürmekteydi. İkinci merkez Karahitayların hüküm sürdüğü Doğu Türkistan, üçüncü önemli merkez ise batı tarafındaki Harezmşahlar İmparatorluğuydu. Bu bölgeler yeni kağan için üç önemli düşman ve aynı zamanda hedefti.
Çin Seferi
Önce Tangutlar üzerine yönelen Cengiz Kağan onları sorun olmaktan çıkarınca (Tangutlar kesin olarak Moğol hâkimiyetine ancak 1227 yılında alınabilmiştir), artık onun için kuzey Çin yolu açılmıştı. Düzenlediği akınlarla Kin İmparatorluğu’nun başkenti Pekin’i işgal etti. Pekin’in fethi Cengiz Kağan’a önceki zaferlerinden elde ettiği itibardan daha fazlasını kazandırdı. Kin İmparatorluğu’na son bir darbe vurup tamamen ortadan kaldırma aşamasına gelmişken, Cengiz Kağan böyle yapmadı ve 1217 yılının Eylül ayında Çin işlerini generallerinden Mukali’ye devrederek ona bir ordu bıraktı ve Moğolistan’a döndü. Mukali, Kin topraklarına seferler düzenlemeye devam etti.
Doğu Türkistan Seferi
Cengiz’in Kin İmparatorluğu’nu tamamen çökertmeden yönünü batıya çevirmesini temelde üç sebebe bağlayabiliriz. Bunlar, Moğolların himayesine girmiş kabileler ile Doğu Türkistan’da hüküm süren Nayman Kabilesi’ne mensup Küçlüg’ün de içinde yer aldığı bazı sorunlar, Moğolların batı yönünde sefer düzenleyebilecek güç ve kudrete ulaşması ile batı ülke ve bölgelerinin zenginliğidir.
Küçlüg, Doğu Türkistan’a gelerek burada hüküm sürmekte olan Budist Kara-Hitay Devleti’ne sığınmış, bu devletin hükümdarı tarafından iyi muamele görmüş, hatta onun kızlarından biriyle evlenmişti. Ancak kısa sürede güçlenip çevresine Nayman ve Merkit kabilelerini alan, ayrıca Muhammed Harezmşah’ın desteğini de elde eden Küçlüg bir darbeyle tahtı ele geçirdi. Ülkede sert bir yönetim sergilediği gibi çevre bölgelere seferler düzenleyip bu bölgeleri baskı altına aldı. Seferlerinden biri de Almalık bölgesine olmuş, buranın yöneticisi Cengiz Kağan’ın himayesinde olduğu halde onu öldürtmüştü. Bu gelişme Moğol imparatorunun müdahalesini gündeme getirdi. En büyük komutanlarından Cebe Noyan’ı Doğu Türkistan seferine memur eden Cengiz Kağan, onun emrine 20.000 kişilik bir ordu verdi. Cebe Noyan, Küçlüg’ü yenilgiye uğrattığı gibi ele geçirdiği pek çok şehirde eski hükümdarlarından eziyet gören Müslüman halk tarafından kurtarıcı gibi karşılandı. 1218 yılında tamamlanan bu fetih hareketiyle, Kaşgar, Isık-Göl çevresi, Çu ve İli vadileri Moğol idaresine girmiş oldu.
Harezm Seferî
1097 yılında kurulan Harezmşahlar İmparatorluğu, 1218 yılında en parlak dönemini yaşıyordu. Merkezî toprakları Amu-Derya’mn mecrası boyunca Aral Gölü’nün güneyinde yer alan Harezm’de kurulan imparatorluğun başkenti Gürgenç’ti. 1218 yılına kadar, Kara-Hitay Devleti, Harezmşah Muhammed ile Cengiz arasında paylaşılmış, böylece komşu olunmuştu. İki imparatorluk arasında elçiler gidip gelmiş, dostluk ilişkileri kurulup ticaretin geliştirilmesi kararı alınmıştı.
Her Türk imparatorunun hedefi olan Çin’i fethetmeyi Cengiz Kağan’ın başarması ve onun çok da kuvvetli olmadığına dair yanlış istihbarat raporları, Muhammed Harezmşahîn Moğollara karşı tavır almasında başat etkenler olmuştur. 1218 1219 kışında Cengiz Kağan’a ait 450 kişiden oluşan bir ticaret kervanı Harezmşahlara bağlı Otrar valisi İnalcık tarafından yağmalanmıştı. Bazı kaynaklara göre valinin açgözlülüğü, bazı kaynaklara göre ise kervanda casuslar olduğunu ileri sürmesi valiyi böyle bir harekete sevk etmiştir. Casusluk meselesinde vali muhtemelen haklıydı. Çünkü Moğol kağanı komşusunun gücünü öğrenmek istiyordu. Neden her ne olursa olsun kervandaki mallara el konulmuş ve Cengiz Kağan’a haberi ulaştıran biri dışında herkes öldürülmüştü. Durumu öğrenen Moğol imparatoru, soğukkanlılığını koruyarak Muhammed Harezmşah’a bir elçilik heyeti göndermiş ve valinin kendisine teslimi ile yağmalanan malların iadesini istemişti. Ne var ki, kağanın isteği yerine getirilmediği gibi gönderdiği elçilerden biri de öldürülmüştü.
Harezmşahlar imparatorunun bu hareketi geri dönülmez gelişmelere sebep olmuştur. Cengiz’in sefer düzenlemesi artık kaçınılmazdı. Üstelik Muhammed Harezmşah’ın uluslararası hukukta dokunulmaz olan tacir ve elçileri öldürmesi onu haksız konuma düşürmüştü. Sonunda Cengiz, büyük bir ordu hazırlayıp Harezmşahlar seferine çıktı.
Anayurdundan çok uzakta ve olduğundan daha güçlü zannettiği Harezmşahlara düzenleyeceği sefere çok iyi hazırlanan Cengiz Kağan, fetih hareketinde Çin seferi tecrübelerini kullandığı gibi, sefer sonunda elde ettiği Çinli uzman ve savaş tekniklerinden de yararlanmıştır. Buna karşılık Muhammed Harezmşah büyük bir imparatorluğa sahip olmasına rağmen onun egemenliği ülkenin pek çok yerinde daha yeni sağlanmış, ancak tam anlamıyla pekişmemişti. Ayrıca, Cengiz Kağan’ı bir meydan savaşı ile karşılamak yerine ordusunu imparatorluk şehirlerine dağıtıp bölge savunması şeklinde strateji geliştirmişti. Çünkü ordusunun Moğollar ile bir meydan savaşında başarı kazanacağına inanmıyordu. Nedeni, ordusunun büyük oranda ücretli askerlerden oluşmasıydı. Orduyu oluşturan Türk ve Tacik gruplar birbirine rakiplerdi ve aralarında çekişme vardı.
Ordusunu üçe ayırıp üç koldan Harezmşahlar İmparatorluğu’nun üzerine yürüyen Cengiz Kağan, Otrar şehrinden başlamak üzere imparatorluk şehirlerini birer birer ele geçirdi. Mesela, bu şehirlerden Buhara Şubat 1220, Semerkand Mart 1220, başkent Gürgenç ise Nisan 1221’de teslim oldu. Moğol fetih hareketi o kadar ani ve şiddetli olmuştu ki, Muhammed Harezmşah’ın kuşatmaya uzun süre dayanacağını tahmin ettiği şehirlerin birbiri ardına kısa sürede düşmesi onun direncini kırmış ve kaçmasına neden olmuştur. Sonunda, Hazar Denizi’nde sığındığı bir adada kederinden ölmüştür. Oğlu Celâleddin Harezmşah, Moğollara karşı kısmî başarılar kazansa da, o da tutunamamış ve Ağustos 1231’de öldürülmüştür.
Türkistan’ın istilasından sonra Cengiz Kağan, daha batıdaki bölgeler hakkında bilgi edinmek amacıyla bir keşif seferi tertip ettirmiştir. I. Deşt-i Kıpçak Seferi olarak da anılan bu seferin komutanlığına iki ünlü generali, Cebe ve Sübütey, atanmıştır. Kuzey Iran üzerinden, Hazar’ın çevresi boyunca kuzeye ilerleyen ordu 1223 yılında bugünkü Ukrayna topraklarında, Kalka Nehri kenarında müttefik Kıpçak-Rus ordusuyla savaşmış ve onları yenilgiye uğratmıştır. Bu zaferle Doğu Avrupa’nın fethi gündeme gelmiştir.
Cengiz Kağan’dan Sonra Moğol İmparatorluğu
Cengiz Kağan, Harezmşahlardan sonra Tangutlar üzerine düzenlediği sefer sırasında 1227’de ölmüştür. Onun ölümü üzerine en küçük oğlu Tuluy imparatorluğun naibi olmuş, 1229 yılında tamamlanan kurultayda ise kağanlığa Cengiz’in üçüncü oğlu Ögedey (1229-1241) seçilmiştir.
Ögedey çok hassas bir dönemde kağan seçilmişti. Çünkü başkent Karakurum’a uzak yerlerin fetihleri çok yeniydi ve savaşılan devletler kaybettikleri toprakları geri almak için harekete geçtikleri gibi iç karışıklıklar da ortaya çıkmıştı. Güçlü bir yönetim ortaya koyan Ögedey, bu sorunların üstesinden geldiği gibi idare düzenini de sağlamlaştırmıştır. Onun döneminin en önemli gelişmesi Doğu Avrupa’da imparatorluğun genişlemesine imkân sağlayan II. Deşt-i Kıpçak Seferi (1229-1242)’dir. Yeni kağan döneminde batı yönünde genişlemenin yanı sıra, güney Çin ve Ortadoğu yönünde de seferler düzenlenmiştir.
Ögedey’in ölümünden sonra imparatorlukta yeni kağanın seçimi uzun sürdü. Ara dönemde naipliği, ölen kağanın hanımı Törekene Hatun yaptı. Ögedey zamanında oldukça güçlenen merkezî idare, belirsizliğin olduğu ara dönemde büyük yara aldı. Hanedanın en büyüğü olan Altın Orda hanı Batu da, II. Deşt-i Kıpçak Seferi sırasında anlaşmazlığa düştüğü Ögedey’in oğlu Güyük’ün yeni kağan seçilmesine engel olmaya çalıştı. Böylece hanedan üyeleri arasında ilk çatlak ortaya çıkmış oldu. Ancak, sonuçta Güyük (1246-1248) yeni kağan seçildi.
Sadece on sekiz ay kağanlık yapabilen Güyük, kaynaklarda sert ve zeki, bunun yanı sıra da aksi ve hasta biri olarak tasvir edilir. Kağan seçiminde çıkan sıkıntılar nedeniyle güvenliğini garanti altına almak amacıyla Güyük idare merkezini Kara-kurum’dan babasının hissesi olan Imil Nehri kıyısına taşımıştır. Babası döneminde güney Çin’de hüküm süren Song Devleti (960-1279), Irak’ta bulunan Abbasî Halifeliği (750-1258) ve İran’daki Ismailîler (1090-1271) üzerine düzenlenen seferleri devam ettirdi. Batu Han üzerine tahmin edilen bir sefer hazırlığı sırasında hastalanarak Nisan 1248’de öldü.
Yeni kağan seçilinceye kadar imparatorluğa Güyük’ün hanımı Oğul Kaymış naiplik yaptı. Ara dönemde Batu Han’ın desteğini kazanan Tuluy’un oğlu Möngke (1251-1259)’nin kağanlığı kesinleşince Çağatay ve Ögedey hanedanlarına mensup oğlanlar (şehzadeler) buna şiddetle itiraz ettiler. İmparatorluğun üst düzey yetkililerinin de Möngke’ye karşı tavır alması imparatorlukta merkezî yönetime büyük güç kaybettirdi. Möngke kendisini istemeyenleri ortadan kaldırarak sorunu çözmek zorunda kaldı. Kağanlığına karşı çıkan devlet ileri gelenlerinden çoğunu öldürttü. Cengiz hanedanına mensup oğlanların bir kısmı öldürüldü, bir kısmı sürgüne gönderildi, bir kısmı ise kağanlık merkezinde gözetim altında tutuldu. Sonunda Möngke 1251 yılında kağan seçildi.
Onun döneminde Kore, güney Çin, Tibet, Irak ve İran başlıca sefer güzergâhları olmuştur. Kağanın kardeşi Kubilay güney Çin; diğer kardeşi Hülagu Iran ve Irak’a başarılı seferler gerçekleştirmişlerdir. Ne var ki, imparatorluğun son kağanı olan Möngke 1259 yılında Çin seferi esnasında ölmüştür.
Ondan sonra Tuluy’un dört oğlundan ikisi olan Kubilay ve Arık-Buka arasında kağanlık için çatışma yaşanmış, Arık-Buka başkent Karakurum’da kağan ilan edilirken Moğol ordusunun desteğini arkasına alan Kubilay ise Pekin (Hanbalık)’de kağan olmuştur. Böylece Moğol Imparatorluğu’nda aynı anda iki kağan ortaya çıkmıştır. iki kardeş arasındaki mücadele dört yıl sürmüş, sonunda Kubilay kazanan taraf olmuştur. Ne var ki, onun kağanlığı başta Altın Orda olmak üzere diğer hanlıklar tarafından kabul görmemiştir. Bu nedenden ötürü Moğol Imparatorluğu’nun sona erdiğini söylemek mümkündür. Artık Deşt-i Kıpçak’ta Altın Orda, Mâverâün-nehr ve Doğu Türkistan’da Çağatay Hanlığı, İran’da Ilhanlılar ve Çin’de de Yüan Hanedanı Moğol Imparatorluğu’nun ardılları olarak hüküm sürmüşlerdir.
Moğollarda Devlet Yönetimi
Cengiz Kağan’a kadar bir orman kavmi olan ve tarihî kayıtlarda pek de bahsedilmeyen Moğollar, onunla birlikte en çok sözü edilen halklardan biri olmuşlardır. Cengiz Kağan’ın neredeyse sadece kendisine ait olan bu başarısı bir halkı dönüştürmüş ve Asya tarihinin gördüğü ilk en büyük kara imparatorluğunun kurulması ile neticelenmiştir. Peki, böyle bir imparatorluğun teşkilatı nasıldı?
Cengiz Kağan Borcigin Boyu (obok)’nun bir parçası olan Kiyat Klanı (yasun)’na mensuptu. O ve nesli imparatorlukta tek yönetici aile olarak kabul edilmiş, XIX. yüzyılın başlarına kadar onun soyundan olmayan biri Orta Asya’da kurulan devletlerde iktidara gelememiştir. Timur gibi güçlü liderler dahi kendilerini kağan ilan etmekten çekinmişler, yanlarında kukla da olsa Cengiz Kağan soyundan birini bulundurmak zorunda hissetmişlerdir. Kaynaklarda bu durum hanbazî (han oyunculuğu) olarak ifade edilmiştir.
Cengiz, 1206 kurultayında “kağan" unvanı almış ve ondan sonra bütün ardılları bu unvanı kullanmışlardır, imparatorluk hanedanın ortak malı kabul edilmiştir. Yönetici aile “ak kemik", hanedan dışından olan en üst devlet görevlileri de dâhil olmak üzere bütün halk (tebaa) ise “kara kemik" olarak ifadelendirilmiştir. Yeni kağan, Cengiz evladı olmak kaydıyla kurultayca seçilmiştir.
Nöker terimi başlangıçta, Cengiz’in daha küçüklüğünden itibaren yanında bulunmuş, ona koşulsuz destek vermiş ve kariyerini elde etmede etkin rol üstlenen kişiler için kullanılmıştır. Bu kişiler Cengiz’in kağan seçilmesinden sonra devletin siyasî-askerî bürokrasisinde önemli görevlere getirilmişlerdir. Ne var ki, bu terim daha sonraki yüzyıllarda anlam kayması yaşamış ve sıradan askerleri ifade etmek için kullanılmıştır.
Kağan birden fazla eş alabilirdi; ama içlerinden biri baş hanımı olurdu. Kağanlar eşlerini genellikle kendi klanlarının dışından almışlardır. En çok tercih edilen ise Cengiz’in de eşinin bağlı olduğu Kongrat kabilesidir.
Hanımlar kağanların, hem hayatta iken, hem de öldükten sonra otağlarının bekçisiydiler. Kurultaylara katılırlar; hatta zaman zaman yeni imparator seçilinceye kadar naiplik vazifesini üstlendikleri de olurdu. Aynı zamanda ülüş (tımar) sahibi de olup bu ülüşten elde edilen kazancın kullanım hakkına sahiplerdi.
Cengiz Kağan, kendisine tâbi kabileleri yeniden organize ederek hem tebaası içinde tek ortak paydanın kendisi olmasını sağlamış, hem de bu sistemi ordusunun da temeli haline getirmiştir. Onluk sistem (10, 100, 1.000, 10.000) adı verilen bu uygulama ile güçlü bir idari ve askerî düzen oluşturmuştur.
Moğolların başka ülke veya topluluğa sefer düzenlemelerini temelde üç nedene bağlayabiliriz: 1) Cengiz’in atalarına yapılan saldırıların intikamını almak; 2) Moğolların düşmanlarını himaye edenleri cezalandırmak; 3) Moğol elçilerini öldürenlerden hesap sormak.
Tâbi olan yöneticinin Moğollara yedi şartı yerine getirmesi gerekirdi: 1) saraya gelip bağlılık bildirmesi, 2) kardeş veya oğlunu rehin olarak göndermesi, 3) nüfus sayımı yapması, 4) savaş zamanında asker göndermesi, 5) vergi ödemesi, 6) Moğol darugaci atanmasını kabul etmesi, 7) Yam (posta) teşkilatının kendi topraklarındaki gereksinimlerini karşılaması.
Yerel (eyalet) yönetimler için darugaci atanırdı. Onların vazifesi vergi toplamak, asker sağlamak ve yerel memurlar ile soylular arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkları çözmekti. Darugacılar genelde Moğol taraftarı Türk yöneticiler arasından seçiliyordu. Türkistan şehirlerinin idaresi ise Cengiz Kağan’dan itibaren doğrudan merkeze bağlı olmak üzere Yalavaç ailesi aracılığı ile gerçekleştirilmiştir. Mahmud Yalavaç ve ondan sonra bu göreve gelenler genel vali sıfatıyla kağana karşı sorumlu olmuşlar ve buranın vergilerini de doğrudan başkent Karakurum’a göndermişlerdir.
Moğol İmparatorluğu’nda nüfus sayımı ilk kez Cengiz Kağan tarafından 1206 yılında yapılmış ve bütün nüfus hane halkı çerçevesinde Köke Debtefâe kayıt altına alınmıştır. Cengiz Kağan 1225 yılında yeniden nüfus sayımı yaptırmıştır. İmparatorluk toprakları genişledikçe nüfus sayımının yenilenmesi gerekmiştir. Bu amaçla, mesela, 1233 yılında kuzey Çin’de, 1240’larda Rusya’da nüfus sayımı yapılmıştır. Bütün imparatorluğu kapsayan nüfus sayımı ise ilk kez Möngke Kağan zamanında 1252 yılında yapılmaya başlanmış, 1258 yılına kadar ancak tamamlanabilmiştir.
Gündelik Yaşam
Moğol İmparatorluğu’nun merkezî konumundaki İç Asya (bugünkü Moğolistan toprakları) bölgesinde iklim şartlarının elverişsizliği nedeniyle tarımla neredeyse hiç uğraşılmamış, savaş veya yağma sonucu elde edilen ganimet haricinde halkın ana geçim kaynağı hayvancılık olmuştur. Dolayısıyla, hayvanlar için otu bol olan yerler keşfetmek ve oralara göç etmek en önemli meselelerden biri olmuştur. Bu yüzden hayat tarzı kaçınılmaz olarak göçebeliktir. Hayvanlarını yaylak ve kışlak olmak üzere iki merkez arasında yıl içinde sürekli hareket ettirmişlerdir. Koyun ve at, beslenen en önemli hayvanlar olup göçebeler onların etinin yanı sıra, süt (içecek), yün ve deri (elbise) ile dışkısından (ısınma) da yararlanmışlardır. Ayrıca hayvanları ulaşım amaçlı değerlendirdikleri gibi değişim aracı olarak da kullanarak yerleşik topluluklar ile ticaret yapmışlardır. Para kullanımı ise Cengiz Kağan’ın ölümünden çok kısa süre önce uygulanmaya başlamıştır.
Yasa
Cengiz Kağan ve nispeten ardıllarının yayımladıkları yarlıklar, kurallar ve uygulamalar zaman içerisinde Moğol İmparatorluğu’nun bir çeşit anayasası olmuştur. 1206 kurultayında Türk ve Moğol kabileleri tarafından kağan seçilince Cengiz başta ordu ve İdarî işler olmak üzere çeşitli alanlarda emirler verip uygulama biçimlerini göstermiştir. Bu kararlar ve uygulanmadığında verilecek cezalar yasa (yasak, jasak, zasak) olarak anılmıştır.
Yasaya Cengiz’den sonraki kağanlar döneminde bazı eklemeler yapılarak kayda geçirilmiş, ancak o tamamen yazılı hale gelmemiştir. Moğol İmparatorluğu’nun ardılları devrinde yasa ile İslam dininin uygulamaları olan şeriat çatışmış, Cengiz soyundan gelen bazı hükümdarlar yasa taraftarı olurken bazıları şeriat taraftarı olmuşlardır. Bazıları ise ikisinin birbirinin tersi olmadığını ispat etmeye ve uzlaştırmaya çalışmışlardır.
Yam (Posta) Sistemi
Ögedey Kağan (1229-1241) döneminde profesyonelleşen posta teşkilatı her 45 km’de bir posta istasyonu (menzil) oluşturulmasına ve yolların bu iş için uygun hale getirilmesine dayanır. Bu istasyonlardan yabancı elçiler ile tüccarlar yararlandığı gibi asıl amaç imparatorluğun iletişimini hızlı bir şekilde gerçekleştirmektir. Kağandan gönderilen emirler ile ona ulaştırılması gereken bilgileri taşıyan habercilere kimin emriyle yolculuk yaptıklarını belirten kimlik belgesi payza verilir, bu kimliği gösterdiklerinde ise onlar burada yedek at, yiyecek ve dinlenme imkânı elde ederlerdi.
Bu istasyonların iaşesi yamçı denilen çevredeki halk tarafından karşılanırdı. Ayrıca onlar kendi bölgelerindeki köprü, geçit ve kuyuların bakımından da sorumlu tutulabilirlerdi. Kubçiri isimli bir vergi ödeyerek bu görevlerini finanse ederlerdi. Yamçıları denetleyen resmî görevliler vardı.
Pax-Mongolica
Moğol Barışı olarak tercüme edebileceğimiz bu terim meşhur İpek Yolu üzerindeki Moğol egemenliğini ve bu egemenlik sayesinde tacirlerin rahat ve huzur içinde, bir kere vergi ödeyerek Çin’den Doğu Avrupa’ya kadar ulaşmalarını ifade eder. O güne kadar Çin’den hareket eden kervanlar Doğu Türkistan üzerinden Mâverâün-nehr bölgesine, oradan da ya Hazar Denizi’nin kuzeyinden Karadeniz’in kuzeyinden, ya da Hazar Denizi’nin güneyinden Iran üzerinden en önemlisi ipek olan ticaret emtiasını batıya naklederlerdi. Elbette her devlet ve sınır yeni vergi demekti. Tacirler ya yeniden vergi vererek yollarına devam ederler, ya da mallarını ulaştıkları ülkenin tüccarlarına satarak geri dönerlerdi. Ayrıca güvenlik de önemli bir sıkıntıydı. Kervanlar sıklıkla yağmaya maruz kalır, durumu şikâyet edebilecek bir merci de pek bulunamazdı. Ancak Moğol hâkimiyeti ile birlikte İpek Yolu’ndaki çok uzun bir mesafe artık hem güven içinde aşılabilmiş, hem de tacirler pek çok kere vergi ödemek külfetinden kurtulmuşlardır.
Tüccarlar, Moğollar için çok önemliydi. Onlar imparatorluğun ihtiyaç duyduğu malları temin ettikleri gibi, Moğol idareciler için komşu ülkeler hakkında bilgi ulaştıran ve diplomat vazifesi üstlenen kişilerdi. Bu nedenle tüccarlar Yam sisteminden yararlanabildikleri gibi, güvenlikleri de en üst düzeyde sağlanıyor, hatta nakit ihtiyaçları dahi karşılanıyordu. Kağanlık tüccarlarla ortaklık (ortok) anlaşması yaparak onlara ticari açıdan destek oluyordu.
Moğol İmparatorluğu’nda Türkler
Moğol İmparatorluğu'nun kuruluş aşamasında esas unsur Moğollardı. Ama devletin kısa sürede genişlemesiyle birlikte pek çok Türk boyu Moğollara tabi oldu. Çünkü Çin haricinde Moğol İmparatorluğu'nun yayılma alanı, özellikle Türkistan ve Deşt-i Kıpçak sahası, hep Türk topraklarıydı. Dolayısıyla başta Uygur, Karluk, Kanglı ve Kıpçaklar olmak üzere pek çok Türk boyu Moğol egemenliğine girmiştir. Onlar imparatorluğun nüfusunu artırıp hâkim unsurun büyük oranda Türk olmasına neden oldukları gibi askerî ve idarî üst kademelerde de görev almışlardır. Böylece Türk etkisi Moğol İmparatorluğu'nda kaçınılmaz olarak ortaya çıkmıştır. Zaten pek çok araştırmacı, bu Türk nüfuzundan dolayı siyasi teşekküle “Türk-Moğol İmparatorluğu” adını vermiştir.
Kağan olmasından sonra Cengiz’e tabi olan ilk Türk boyu Uygurlardır. Ne var ki, bu tabiiyet işgal veya fetih yoluyla değil, daha çok Uygurların 1209 yılından itibaren Moğol hükümdarına itaatlerini sunma şeklinde gerçekleşmiştir. Önce Beşbalık Uygurları kağana bağlılık bildirmişlerdir. O dönemde Cengiz daha çok kuvvetlenmediğinden Uygurların tabiiyetine çok sevinmiş ve kızlarından birini onların idikutu (lideri, hükümdarı) ile evlendirmiştir.
Moğol hâkimiyeti altındaki Uygurların çoğu Budist olup Müslüman olanlarının sayısı çok azdır. Uygurlar Cengiz Kağan’ın seferlerine katıldıkları gibi darugacılık ve başdarugacılık gibi idari görevler de üstlenmişlerdir. Ayrıca kağanın çocuklarına öğretmenlik yapıp Uygur-Moğol yazısının imparatorlukta geliştirilmesinde ve kullanılmasında etkin olmuşlardır. Zaten pek çok kaynakta Moğolların alfabelerini XIII. yüzyılda Uygurlardan aldıkları belirtilmiştir. Bundan başka Yükseköğretim hocaları ile doktorların da büyük kısmı Uygurlardandı. Aynı şekilde Karluklar, Kanglılar, Kıpçaklar ve diğer Türk boylarından insanlar da Moğol İmparatorluğu’nda askerî ve idarî kademelere getirilmişlerdir.
Moğol İmparatorluğu’nun ardıllarından Yüan Hanedanı zamanında Çin’de Uygur etkisi belirgindi. Kubilay Han’ın sarayında Uygurlar üst düzey görevler üstlenmişlerdi. Çin’deki Uygur asıllı Budist din adamları Türk dili ile dinî metinler üzerinde çalışmalar yapıyorlardı. Ayrıca Budizm metinlerini Uygurcaya da çeviriyorlardı. Kısacası, Çin’deki Moğol sarayının kültür dili Türkçeydi.
Altın Orda’da Türk nüfus o kadar yoğundu ki, yüz yıl geçmeden hanlık, her ne kadar hükümdar ailesi Moğol olsa da, artık bir Türk devleti niteliği kazanmıştı. Zaten Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Forsu’ndaki on altı büyük Türk devletine izafeten konulmuş on altı tane yıldızdan biri de Altın Orda Devleti’ni işaret eder. Yine, Türkistan merkezli kurulan Çağatay Hanlığı’nda da Moğol olan aristokrat tabaka haricinde neredeyse nüfusun tamamı Türk’tü. Moğol hükümdarlar yerel yöneticilerini kendilerine sadık Türklerden seçmişler, çok önemli bir olay meydana gelmedikçe onların yönetimlerine karışmamışlardır. Çağatay Hanlığı içinde Türk nüfusun yoğunluğu nedeniyle, ilerleyen yıllar içinde Çağatay ismi ile Türk ismi o kadar özdeşleşmiştir ki, Timurlular döneminde (1370-1507) Çağataylı terimi, Türkler için kullanılmıştır. Ayrıca bu devirde gelişen Türk dili ve edebiyatı da Çağatay dili ve edebiyatı olarak adlandırılmıştır.
Alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder