TATAR UYANIŞI
Tatar Uyanışının Kökleri
Müslüman halklar iki yüz yıldan fazla bir zamandan beri Batı medeniyetinin yükselişi karşısında kendini yeniden tanımlama ve yapılandırma süreci içindedir. Batı’ya coğrafi bakımdan yakın olan ve kültürel açıdan daha fazla temas halinde olan Kazan Tatarları bu anlamda ilginç bir deneyim yaşamışlar ve diğer İslam toplumlarındaki tepkilere benzeyen, fakat onlarınkiyle tam da örtüşmeyen bir mücadele (veya baş etme) tarzı geliştirmişlerdir. Kazan ve çevresinde dinî alanda başlayan bu uyanış, daha sonra seküler bir boyut kazanarak eğitim reformu hareketi (Ceditçilik) olarak devam etmiş, XX. yüzyılın başında ise siyasi ve milli faaliyetler şeklinde geniş bir harekete dönüşmüştür. Kafkasya’da, Kazakistan’da ve Türkistan Hanlıkları’nda da benzer gelişmeler ortaya çıkmıştır.
“Tatar uyanışı” olarak da bilinen reform hareketi Idil-Ural bölgesinin en büyük şehri olan Kazan’da başlamış ve çok geçmeden Rusya’da yaşayan diğer Türk kökenli toplulukları da etkisi altına almıştır. Bu uyanışın niçin öncelikle Tatarlar arasında ortaya çıktığını anlamak için onların yaşadığı tarihî koşullara bakmak gerekir. Rus hâkimiyetine girmeden önce, Idil (Volga) nehri boyunda yaşayan bu halk, gelişmiş bir medeniyet seviyesine sahipti ve daha önce Idil Bulgarları adıyla tanınıyordu. Türk halkları arasında çok önce yerleşik hayata geçen ve geçimlerini daha ziyade ticaret yoluyla sağlayan İdil Bulgarlarının, Ruslarla, Hazarlarla ve Harezm’deki Müslüman topluluklarla ilişkileri vardı. X. yüzyılın başında İslam’ı benimseyen İdil Bulgarları, XIII. yüzyılın ilk yarısında Moğol istilasına maruz kaldılar.
Moğol istilasının ilk zamanlarındaki tahripkâr etkisi geçtikten sonra; zamanla Bulgarlarla Kıpçak unsurlar arasında bir kaynaşma hâsıl oldu. Altın Orda Devleti’nin asıl kitlesini oluşturan bu halk, “Tatarlar” olarak tanındı. 240 yıl devam eden Altın Orda hâkimiyeti, Rus tarihçileri tarafından “Tatar boyunduruğu” olarak nitelendi. Altın Orda’nın yıkılmaya yüz tutmasıyla ortaya çıkan Kazan Hanlığı, İdil Boyu’ndaki “Tatar” hâkimiyetini XVI. asır ortasına kadar devam ettirdi.
1552’de Kazan Hanlığı’nın Rus hâkimiyetine düşmesi, Tatarların kaderini farklı bir şekilde etkiledi. Onlar, Endülüs Müslümanlarından sonra Hıristiyan bir topluluğun istilasına maruz kalan ilk Müslüman topluluktu. Kazan’ın düşüşü, Astrahan, Sibir, Kırım, Kafkasya, Kazak toprakları ve Türkistan’a kadar uzanacak olan Rus yayılmasının yolunu açtı. Bundan sonra Rusya Hazar Denizi’ne indi ve Osmanlı Devleti’yle sınırdaş oldu. Rus istilasının ilk iki yüz yılında Tatarlar yoğun bir baskıya ve Hıristiyanlaştırmaya maruz kaldılar. Hıristiyan olanlar vergiden muaf tutulurken, Müslüman kalanların vergileri katlandı, camileri yıkıldı. Bu baskılar sonucunda yerli halkın önemli bir kısmı şehirlerden çekilerek daha ücra ve uzak yerlere gittiler. Bütün bu baskı ve zorlamalar istenen sonucu vermedi; Tatarlardan çok azı Hıristiyanlığı benimsedi; büyük kitle kendi içine kapandı ve uzun yıllar gözden uzak ve Ruslardan ayrı bir şekilde yaşadılar. Kimliklerini korumak için İslam’a daha sıkı sarıldılar ve muhafazakâr bir topluluk haline dönüştüler.
II.Katerina (1762-1796) döneminde baskı siyaseti terk edildi ve Kazan Tatarlarına karşı yumuşama siyaseti takip edilmeye başlandı. Katerina, Tatarların cami yapmalarına ilişkin kısıtlamaları kaldırdı, hatta Kazan’da büyükçe bir cami (Taş Mescit) yapılmasına izin verdi. Yine onun emriyle Ufa’da Müslüman Dinî İdaresi (Müftülük) kuruldu (1789). Bir müftü (şeyhülislam) ve üç kadıdan oluşan bu idare, din adamlarını tayin etme ve Müslümanların evlenme, boşanma ve miras gibi işleriyle uğraşacaktı. Devletçe atanan müftü, Müslümanların en üst düzey temsilcisi olarak belirlendi.
Rusya bu dönemde dar ve tek uluslu bir devlet anlayışından, farklı dinlerden olan tebaayı da kapsayan bir imparatorluk olma yoluna girdi. Kırım Hanlığı’nın Rusya’ya ilhak edilmesi sonucunda ülkeye önemli miktarda Müslüman nüfusun katılması da bu kararda etkili oldu. Katerina Tatar din adamlarını “dinden uzak” ve göçebe bir hayat süren Kazaklar arasına göndermek suretiyle onları medenileştirmek ve devlete kaynaştırmak istedi.
II.Katerina bununla da kalmadı; eskiden beri ticarete yatkın bir halk olan Tatarlara ticari haklar tanıdı (1792). Bu imkândan yararlanan Tatar tacirleri, Rusya ile Orta Asya arasındaki ticarete aracılık ettiler ve bu sayede önemli bir zenginlik elde ettiler. Tatar ticaret adamlarının hayır faaliyetleri sayesinde XIX. yüzyılın başında Tatar dinî kurumları ve ulema sınıfı güçlendi. İlim tahsil etmek isteyen Tatar gençleri tacirlerle birlikte Buhara medreselerine gidiyor, oranın meşhur medreselerinde okuduktan sonra tekrar vatanlarına dönerek medreseler kuruyorlardı. Tatar ulemasının bu faaliyetleri sonunda, daha önce zorla Hıristiyanlaştırılmış olan Tatarlar (Kreşinler) ve pagan inançlara bağlı komşu kavimler (Çuvaş, Mordva ve Votyak halkları) arasında İslamlaşma ve Tatarlaşma görülmeye başladı.
Rus yetkililer, daha fazla İslamlaşma ve Tatarlaşmamn önüne geçebilmek için tedbirler almaya başladılar. Bu tedbirlerin planlayıcısı, misyoner ve doğu bilimcisi Nikolay I. İlminski (1822-1891) idi. İlminski, 1860’larda oldukça iyi eğitilmiş ve gayretli yerel eğitmenlerden bir kadro oluşturmak suretiyle, yüzeysel bir şekilde Ortodoks Hıristiyan olan yerel halkları Kilise içinde muhafaza etmeye ve onları İslam’ın etkisinden uzak tutmaya çalıştı. İlminski, Müslümanların giderek artan tesirinden II. Katerina’yı sorumlu tutuyordu, zira çariçe Tatarların Müslüman Dinî İdaresi etrafında örgütlenmelerine imkân sağlamıştı. İlminski bu müesseseyi etkisiz kılmak için mümkün olan her şeyi yaptı; 1884’teki Müftü tayinine müdahale ederek bu makama en kabiliyetsiz kişinin getirilmesi için çalıştı. Bir yandan da Rus Ortodoks misyonerler İslam’a karşı yayın faaliyetlerini arttırdılar.
Tatarlarda Dinî Reform Hareketi
İslam’a karşı yürütülen propaganda faaliyetleri Tatar uleması üzerinde uyarıcı etki yaptı ve onları karşı faaliyete sevk etti. Misyonerlerin İslam’da kadının aşağı bir konumda olduğu tezini işlemeleri, ulemayı bu konuda karşı tezler geliştirmeye ve daha faal bir şekilde çaba göstermeye yöneltiyordu. Misyonerlerin oluşturdukları hayır kurumları ve eğitim (okul açma, yetimhaneler, hastaneler kurma, kıraathaneler ve kütüphaneler kurma) faaliyetleri ise yenilik taraftarı Tatar ulemasında hayranlık uyandırıyor, düşündükleri reformlar için model oluşturuyordu.
XIX. yüzyılda esas olarak Rusya yoluyla gelen Avrupa medeniyetinin tesirleri, reform yanlısı ulemanın geleneksel inanç ve değerleri sorgulamalarına yol açtı. Ulemanın getirdiği çözüm önerileri, büyük oranda dinî renk taşımaktaydı, zira İslam hem inanç hem de belli bir kültür biçimi olarak Tatarların “milli” kültürlerini korumalarında büyük bir öneme sahipti.
Rus kültürünün baskısı karşısında eski tarz direnişin yeterli olmadığını düşünen Tatarların sayısı da giderek artıyordu. Özellikle genç Tatarlar, coğrafi ve siyasi bakımdan sorunlu olan çevrelerini göz önüne alarak, diğer Müslüman toplumlara kıyasla daha dikkatli hareket etmeleri gerektiğinin farkındaydılar. Sayıları oldukça az olan reformcu ulema, mevcut din anlayışlarını sorgulamak ve hemen her şeyi yeniden yapılandırmak gerektiği kanaatindeydiler.
Tatar ulemasının dinî konularda tartışmaya yatkın olduğu anlaşılmaktadır. Yaşadıkları coğrafyanın diğer İslam bölgelerinde olmayan problemleri (gecelerin çok kısa olduğu günlerde yatsı namazının kılınıp kılınmayacağı, uzun günlerde orucun nasıl tutulması gerektiği gibi) ortaya çıkarması da onlar arasında uzun bir tartışma ve fikir yürütme becerisinin gelişmesine sebep olmuştur.
Tatarlar arasında ortaya çıkan dinî reform akımı öze dönüşçü bir özelliğe sahipti. Bu akımın öncüsü olarak kabul edilen Abdunnasır Kursavî (1771-1812), İslam inancının sonraki dönemlerde yerleşen ve İslam’ın özüne aykırı olan yabancı unsurlardan arındırılıp İslam’ın ilk zamanlarındaki sadeliğine döndürülmesi gerektiği görüşündeydi. Eğitimini Buhara medreselerinde alan Kursavî, 1808’de Buhara’da Emirin huzurunda yapılan dinî bir tartışmada serbestçe fikrini açıkladığında, dinden çıkmakla suçlanarak Emir Haydar tarafından ölüme mahkûm edildi, ancak Türkmen şeyhi Niyaz Kulu’nun himayesi sayesinde hayatını kurtarabildi.
Tarihçi yanı da olan din âlimi Şihabüddin Mercanî (1818-1889) de Buhara medreselerinde eğitim gördü; Kursavî gibi o da Müslüman toplumların geri kalışının temel sebebinin İslam’ın ulema tarafından yanlış yorumlanmasından kaynaklandığını ileri sürdü. İslam âlimlerinin yakalandığı taklit hastalığı yüzünden Müslümanların fikir üretemediklerini ve ilmî bakımdan durgunluk noktasına geldiklerini savundu. Bu durumdan kurtulmak için, İslam’ın ilk dönemlerindeki fikir hürriyetine ve içtihat serbestliğine dönülmesi gerektiğini ifade etti.
Mercânî, ilmî geriliği aşmanın ve toplumu değiştirmenin en önemli dinamiğini medreselerin ıslah edilmesinde gördü ve yüzyıllardan beri İslam dünyasında tartışılmaz bir yeri olan Buhara medreselerindeki eğitim sistemini eleştirdi. Medreselerde akıl yürütme yerine bilineni tekrarlamaya dayanan bir eğitim türü hâkimdi. Ders kitapları artık zamanı geçmiş bilgilerle doluydu; matematik, tarih ve coğrafya gibi ilimler okutulmuyordu.
1870’lerden başlayarak, Rusya Türkleri modernlikle daha fazla yüz yüze geldiler. Rus sosyal hayatına karışan fakat dine de sıkı bir şekilde bağlı olan Tatar tüccarı, yeni gelişmeler karşısında eski tarz İslam anlayışının yüklediği formüllerden sıkıntı duyuyordu. Mercânî gibi saygın bir din âliminin İslamiyet ile modernliği uzlaştıran yorumları onların hayat tarzlarına uygun düşüyordu.
Mercânî’nin medreseye yönelik eleştirileri özellikle genç ulema üzerinde etkili oldu. Onun Buhara’daki eski medrese usulünü eleştiren görüşleri yaygınlaştıktan sonra ilim tahsil etmek isteyen gençler artık Buhara yerine İstanbul ve Mısır’a yöneldiler. Mercanî sayesinde yaygınlaşan dinî reformculuk akımı, Sovyet döneminin ilk yıllarına kadar etkinliğini sürdürdü.
CEDİTÇİLİK HAREKETİ
İsmail Gaspıralı’nın Reform Programı
XIX. yüzyılın ikinci yarısında Tatarlar, II. Katerina dönemindeki girişimcilik gücünü kaybettiler. Bu dönemde Rus toplumunda önemli iktisadi, siyasi ve sosyal gelişmeler yaşanırken, Müslüman toplumu savunmacı bir muhafazakârlıkta kaldı. Rusya Türklerinin kültür ve fikir hayatı Türkistan’dan gelen eski fikirlerin etkisi altındaydı; buralarda eskiden beri tanınan medreselerin eğitim usûlü yüzyıllardır pek değişmemişti. Ayrıca, Rusya Türkleri giderek artan siyasi, ekonomik ve dinî baskılara maruz kaldılar ve durgunluk dönemine girdiler. Rusya’nın Türkistan’ı ele geçirmesi Tatar tüccarını olumsuz etkiledi; Orta Asya’daki pazarlar Ruslara da açıldı. Buralar Rus sanayisinin hammadde kaynağı ve Rusya’dan gelen mamul madde ve tahıl için pazar haline dönüşmeye başladı. Bu ticarette Tatarlar sahip oldukları aracılık konumunu kaybetmeye başladılar.
Durum bu şekilde devam ederse az zaman sonra, Rusya Türkleri ellerindeki sanayi ve ticareti de kaybedeceklerdi. Kırımlı İsmail Gaspıralı (1851-1914), bunu “eğer biz böyle gidecek olursak Rusya’daki Türklerin istikbali karanlıktır’’ diyerek dile getiriyordu. Rusya’da farklı adlarla anılan, fakat aslında aynı soydan gelen Türk toplulukları mevcut ayrılıkta devam ederlerse etraflarını kuşatan Slav denizi içinde kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya idiler. Ayrılıkları ortadan kaldırmak için birlikte hareket etmek zorundaydılar.
Kırım’ın eski ve soylu bir ailesinden gelen Gaspıralı, 1883’te yayınladığı Tercüman gazetesi ile Rusya Müslümanlarının (veya Türklerinin) milli ve fikrî uyanışı için âdeta bir çığır açtı. Rusya Türklerinin dünyevi anlamdaki fikrî, kültürel ve siyasi hareketleri onun bu girişimiyle başlatılabilir. Gaspıralı, Rusya Türklerinin milli ve dinî kimliklerinden ayrılmaksızm Batılılaşmaları gerektiğini savundu. Onun öngördüğü reform programına göre mektep ve medreseler ıslah edilmeli, Türk kavimleri arasında ortak bir edebî dil oluşturulmalı, kadınların eğitimlerine erkeklerinki kadar önem verilmeliydi.
Usûl-i Cedit Mektepleri
Gaspıralı’nın reform yolundaki en önemli girişimi, 1884’te açtığı ilk usûl-i cedit mektebidir. Onun Kırım’da Bahçesaray’da kurduğu okulda uyguladığı kolay okuma yazma metodu (usûl-i cedit) giderek yaygınlaştı ve kısa zamanda Rusya’nın diğer Müslüman bölgelerine de yayıldı. Alfabenin öğretilme metoduyla başlayan bu girişim giderek sosyal hayatın tümünü içine alan reform akımına dönüştü. Eğitim, din, dil ve kadınların durumu konularında reform yapılmasını savunanlar Ceditçiler adıyla anılmaya başladılar. Yenilikçi hareket, kendi karşıtını da doğurdu. Onların bu girişimlerini toplum için sakıncalı olarak gören ve değişime karşı çıkanlar Kadimciler (muhafazakârlar veya eskilik taraftarları) olarak tanındılar.
Ulemanın önemli bir kısmını oluşturan Kadimciler, mektep ve medreselerde eğitim reformuna şiddetle karşı çıkıyorlardı. Tiyatro gibi yeni sanat etkinliklerini bozulma olarak algılıyor, kadınların erkeklerle eşitliğini kabul etmiyor, kadınların okumalarını (onlara sadece ilmihal yeterlidir diyorlardı) doğru bulmuyorlar, Rusça öğrenilmesine karşı çıkıyorlardı. Kadimcilerin en tanınmışı olan Veli Molla, Orenburg şehrindeki medresesine hesap ve coğrafya derslerini bile sokmuyor, modern ilimlerin gereksiz olduğunu savunuyor, Müslüman gençlerde görülen dinî zayıflığın sebebini modern ilimleri okumalarına bağlıyordu. Ceditçilerle Kadimcilerin tartışmaları zaman zaman şiddetlenmiş, Sovyet dönemine kadar devam etmiştir.
Ortak Bir Türk Dili Oluşturulması
Gaspıralı’nın en önemli faaliyetlerinden biri de ortak bir Türk dilinin oluşturulması yönündeki girişimidir. O, İstanbul Türkçesini, Osmanlı ve Tatar lehçeleri arasında aracı durumda bulunan Kırım lehçesi temelinde işleyip sadeleştirerek bütün Türkler için ortak bir edebî dil haline sokmak düşüncesindeydi. Türk dili, Arapça ve Farsçadan alınan gereksiz sözlerden arındırılmalı ve halk tarafından anlaşılabilecek bir sadeliğe kavuşturulmalıydı. Gaspıralı’nın Tercüman gazetesi (Bahçesaray, 1883-1918) aracılığıyla yaygınlaştırdığı bu dil, Kırım, Idil-Ural, Kafkasya ve Türkistan aydınları üzerinde etkili oldu. Bu dille yazanların oluşturdukları geniş bir edebiyat ortaya çıktı.
Ortak Türk dili hareketinin aksine gelişen diğer bir yöneliş ise yerel dillerin öne çıkarılması akımıydı. Bu eğilimin öncüsü Tatar yazarı Kayyum Nasırî (1825-1902) idi. Onun saf Tatarca yazma akımı bir kısım Tatar aydınlarını etkiledi. Türk topluluklarının ayrı ayrı edebî diller oluşturması eğilimi Rus devletinin çıkarlarıyla uyum halindeydi. Sovyet devrinde Gaspıralı’nın başlattığı ortak Türkçe akımı engellenirken, yerel dillerin geliştirilmesi teşvik edildi.
Kadınların Özgürleştirilmesi
Ceditçilik hareketinin en önemli unsurlarından biri de kadınların özgürleştirilmesi ve sosyal hayata dâhil edilmesi girişimiydi. Kazan Tatarları, kadınların durumlarını iyileştirme konusunda. XIX. yüzyılın sonlarından itibaren önemli adımlar attılar; kadınlar artık yüzleri açık, serbestçe dolaşabiliyor, okula gidebiliyor, hastane ve okullarda çalışabiliyorlardı. Avrupa’da ve Rusya’da kadınların eriştikleri eğitim düzeyi ve sosyal hayata serbestçe katılmaları Tatar aydınlarını etkiliyordu. Bu duygulara tercüman olan Gaspıralı’ya göre, Müslüman toplumun ilerlemesi için, kadınların eğitim ve öğretimine erkeklerinki kadar dikkat etmek gerekiyordu. Eğer kadınların anlayış seviyesi erkeklerinkinden aşağı kalırsa toplum devam edemezdi; onların haklarını ve milli gelişmeye yapacakları katkıları inkâr etmek, milletin ilerlemesi için gerekli insan kaynağının yarısını yok saymak demekti. Kadınların katılımı olmaksızın İslam toplumunun Batı toplumları seviyesine gelmesi çok güç, hatta imkânsızdı.
İsmail Gaspıralı’nın kızı Şefika Hanımın editörlüğünde çıkan ve Rusya Türklerinin ilk kadın dergisi olan Âlem-i Nisvânb. (Bahçesaray, 1906-10) birlikte, kadınlar da yayın hayatına aktif bir şekilde katılmaya ve kendi düşüncelerini ifade etmeye başladılar. Bundan sonra çıkan Sütyütm Bikei (1913-18) adlı kadın dergisi, kadınların toplumdaki durumunu ve rolünü tartışıyor, çocukları iyi bir şekilde yetiştirme ve eğitme konusunda kadınları aydınlatmayı amaçlıyordu. Rusya Türklerinin 1906 yılında gerçekleştirdikleri kongrelerde ve özellikle 1917’deki büyük kongrede kadın meselesi yoğun bir şekilde tartışıldı. Bu tartışmalardan, Rusyalı Müslüman kadınların, dinî söylemi bir yana bırakarak evrensel haklar bağlamında haklarını kazanmak yolunu tercih ettikleri, kadınların bizzat bu tartışmalara katılarak statülerinin yükseltilmesi ve toplumda daha etkili konuma gelebilme mücadelesi verdikleri görülmektedir.
Milli ve Siyasi Bilinçlenme
Ceditçiliğin en önemli katkılarından biri de milli ve siyasi bilinçlenmeye zemin hazırlamasıdır. Basın ve yayın işlerindeki ilerlemeler, Türkiye ile olan kültürel ilişkilerin artması ve Rus okullarında okuyanların çoğalması gibi gelişmeler XX. yüzyılın başında Rusya Türkleri arasında milli ve siyasi bilinçlenmeyi güçlendirdi. Rusya Müslümanları arasında soy bilinci (Türklük duygusu) giderek daha fazla ön plana çıktı ve “Rusya Müslümanları” yerine “Rusya Türkleri” tanımlaması daha fazla yaygınlık kazandı.
1905 Devrimi ile Rusya’da iki yıl kadar sürecek olan bir özgürlük ortamı ortaya çıktı. Diğer halklar gibi, Rusya Türkleri de aktif kültürel ve siyasi faaliyetlere giriştiler. Siyasi faaliyetlerin örgütleyicisi olarak öne çıkan Abdürreşid İbrahim (1857-1944), Rus liberal aydınlarının faaliyetlerini izleyerek Rusya Müslümanlarının ihtiyaçlarına uygun talepleri tespit etmeye çalıştı. Tatar ileri gelenleriyle Azeri entelektüellerini bir toplantıda buluşturdu. Toplantıda Sünnî-Şiî farklılığının ortadan kaldırılması ve Rusya Müslümanlarının tek bir dinî idare altında toplanması kararlaştırıldı.
Ağustos 1905’te Rusyalı Türk aydınlar ilk defa bir araya gelerek bir kongre gerçekleştirdiler ve burada Rusya Müslümanları İttifakı adında bir siyasi parti kurmayı kararlaştırdılar. Parti, Rusya Müslümanlarının siyasi, sosyal ve eğitimle ilgili reformları gerçekleştirmek için birlikte hareket etmelerini öngörüyordu. Bu reformları gerçekleştirmek için liberal Ruslarla işbirliğine gidilmeli, Müslümanlar Ruslarla eşit haklar elde etmeye çalışmalı, hükümetin koyduğu sınırlamaların kaldırılması için barışçı yolla mücadele verilmeliydi. Ayrıca, eğitimin yaygınlaştırılması için okullar, okuma odaları açılmalı, kitap, gazete ve dergiler yayınlanmalıydı.
İkinci Kongrede (Petersburg, Ocak 1906) Müslüman kadının oy kullanmasının İslam’a uygun olup olmadığı tartışıldı. Katılanların çoğu, özellikle ulemâ, bunu onaylamasa da, kadınların oy kullanmasının İslam’a aykırı olmadığı ve hatta gerekli olduğu kabul edildi. Üçüncü Kongrede (Nijni-Novgorod, Ağustos 1906) Müslüman Dinî İdaresi’nde esaslı bir ıslahat yapılması kararlaştırıldı: Halk müftüyü bizzat kendisi seçmeli, imam, müezzin ve müderrislerin tayini, mektep ve medreselerin idaresi Dinî İdare elinde olmalıydı.
1906 yılında, Rusya Türkleri arasında mevcut olan Ceditçi ve Kadimci gruplarına yeni bir akım daha eklendi. Bu, Ayaz İshakî (1878-1954) ve arkadaşlarının başlattığı inkılâpçı ve sosyalist eğilimli “Tancılar” hareketiydi. Tan Yaldızı gazetesi etrafında örgütlenen gençlerden oluşan bu grup, Çarlık yönetimini ihtilal ile devirmek yanlısıydı. Bu gençler, ulemaya karşı açıktan açığa muhalefete giriyor, onların görüşlerini ve yaşantılarını acımasızca eleştiriyorlardı. Tançılar, bütün milletlerin ve halkların, kadınlarla erkeklerin eşit haklara ve özgürlüklere sahip olması gerektiğini savunuyor, Rusya Müslümanları için dinî ve milli özerklik talep ediyorlardı.
1907 yılı ortalarından itibaren Rusya’da başlayan baskılar sonucunda faaliyet alanı darlaştı. Rusya yeniden mutlakiyet rejimine yöneldi. Parlamento dağıtıldı, seçim kanunu muhalifler ve Rus olmayan topluluklar aleyhine değiştirildi, basına kısıtlamalar getirdi. İnkılâpçı ve milliyetçi aydınlar baskıya ve takibata maruz kaldılar.
1908’de Osmanlı başkentinde ortaya çıkan Jön Türk Devrimi Rusyalı Türk aydınları İstanbul’a çekti. Bu dönemde İstanbul, Rusya ve Türkistan’dan gelen aydınların kıblesi oldu. Osmanlı ve Rusya Türkleri arasındaki yoğun fikir alışverişi ve kültürel yakınlığın artması bu dönemde gerçekleşti. Kazanlı, Kırımlı, Kafkasyalı ve Türkistanlı aydınlar Osmanlı siyasi ve kültür hayatında önemli roller oynadılar.
1917 Şubat Devrimi Rusya Türkleri için yeni ümitleri ortaya çıkardı. Çarlık rejimi nin devrildiği bu inkılâp günlerinde Rusya’nın her tarafından yola çıkan Müslüman vekiller ortak taleplerini dile getirmek üzere bir araya geldiler. Rusya Türklerinin o zamana kadar gerçekleştirdiği bu en büyük kongrede (Moskova, 1-11 Mayıs) mek-tep-medreselerin ve Dinî İdare’nin ıslahı, kadın-erkek eşitliği, kadınların eğitimine önem verilmesi ve sosyal hayata katılmalarının gerekliliği gibi konular tartışıldı.
Toplantının en önemli meselelerinden biri ne tür bir özerklik talep edilmesi noktasındaydı. Kazan Tatarları ve Kuzey Kafkasyalılar demokratik bir Rusya içinde kültürel özerklikten yana bir tavır ortaya koydular. Kazan Tatarlarından Ayaz İshakî ve Sadri Maksudî Rusya’nın üniter bir devlet olması görüşündeydiler; “Rusya îslamları”nın ancak Kazan Tatarlarının rehberliği altında din ve dillerinin muhafazasına önem vererek yaşayabileceğini savundular. Bu yüzden, Azerbaycanlı, Türkistanlı, Kırımlı, Kazak ve Başkurtların topraklı özerklik yanlısı hareketlerine karşı var güçleriyle karşı çıktılar. Sonuçta, topraklı özerklikten yana olanlar Tatarların savunduğu talepleri reddettiler ve böylelikle Rusya Türkleri arasında önemli bir ayrılık ortaya çıktı; bundan sonra her bir grup kendi kaderini belirleme yoluna gitti.
1905-17 arasında yapılan faaliyetlerin sonucuna bakıldığında, Rusya Türklerinin Çarlık yönetimine sadık bir tebaa olmak durumundan özerklik iddia edecek bir noktaya geldiler. Rusya’nın Müslüman Türk aydınları tarihlerinde ilk defa olarak bir araya gelerek ortak bir siyasi liderlik oluşturdular; Ortak Türk dili oluşturma ve kadın hakları konusunda önemli ilerlemeler sağladılar.
KAFKASYA’DA YENİLEŞME
Kafkasya’da Rus Yayılması ve Etkileri
Rusya’nın Kafkasya’ya olan ilgisi Çar Petro zamanına kadar uzanır. 1722 tarihinde Ruslar Hazar’ın batısını ve güney kıyılarını ele geçirdilerse de, bu yayılma girişimi 1735’te Iran hükümdarı Nadir Şah’ın başarılı ilerleyişi sayesinde bertaraf edildi. 1785’te Rusya yeni bir girişimde bulunarak Kırım ve Kuban arası bölgeyi ele geçirdi. Gürcü krallıklarının birbiri arkasından Rusya himayesini kabul etmesiyle Rus hâkimiyeti, Iran himayesinde varlığını sürdüren Kafkasya hanlıklarına (Kuba, Derbent, Şeki, Gence, Erivan, Şirvan, Bakü, Karabağ ve Nahcivan hanlıkları) kadar dayandı.
Bu istilanın önündeki en büyük sorun İran engeliydi. XIX. yüzyılın ilk on yılı bu hanlıklar üzerindeki hâkimiyet mücadelesiyle geçti. 1812’de Rusya’nın galip geldiği savaş sonunda imzalanan Gülistan Antlaşmasıyla, İran Şahı Karabağ, Şeki, Kuba ve Derbent hanlıkları üzerindeki hâkimiyetinden vazgeçmek zorunda kaldı. Bundan on dört yıl kadar sonra, İran’ın kaybettiği toprakları geri alma teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlandı. 1828’de yapılan Türkmençayı Antlaşmasıyla Erivan ve Nahcivan hanlıkları ile Ordubad bölgesi Rusya’ya bırakıldı. Antlaşmadan kısa bir süre sonra başlayan Osmanlı-Rus savaşı OsmanlIların yenilgisi ve 1829 Edirne Antlaşmasıyla son buldu. Böylece Ruslar Karadeniz’in doğu kıyısını da ele geçirerek bölgedeki hâkimiyetlerini perçinlediler.
Rus yayılması bölgenin etnik ve demografik yapısını değiştirdi. Aras nehrinin kuzeyinde yer alan Türk halkına Şirvanlılar deniliyordu ve bunların çoğunluğu Sünni mezhebine mensuptular. Rus istilası sonunda bunlardan bir kısmı Osmanlı topraklarına göç etti; böylelikle bölgedeki Sünniler nüfus kaybına uğradı. Çarın emriyle Erivan ve Nahcivan Hanlıkları topraklarında bir Ermeni oblastı (bölgesi) kuruldu. 1860’larda Rusya’nın Dağıstan’ı ele geçirmesiyle Osmanlı devletine yapılan göçler sonunda Sünni nüfus önemli oranda azaldı. Rusya bölgedeki etnik ve mezhepsel farklılıkları ustalıkla kullanmakta, Sünni halkın çıkardığı isyanları Şiî milislerden oluşan güçlerin yardımıyla bastırmaktaydı.
Hanlıklar ortadan kaldırılıp yerine Rus idari sistemi yerleştirildi. 1820’lerde Azerbaycan topraklarında Rus vilayetleri (Bakü, Derbend, Şeki, Karabağ, Şirvan, Taliş) kuruldu. 1841’de alınan yeni bir kararla hanlık yönetiminin son kalıntıları da ortadan kaldırıldı. Daha önce ağa ve beylere verilen toprak bağışları yeni getirilen Rus göçmenlere dağıtıldı. Ancak bu karar memnuniyetsizliklere ve isyanlara sebep oldu. Bunun üzerine, 1845’te yeni bir düzenlemeye gidilerek Kafkasya Genel Valiliği oluşturuldu ve yerel seçkinlerle işbirliği siyaseti izlenmeye başlandı. Bundan bir yıl sonra, ağalar ve beyler dvoryan (orta halli toprak sahibi) sınıfı statüsüne yükseltildi. Ayrıca, ağa ve bey çocuklarına sivil idari görevlerde memur olma imkânı sağlandı.
1865’te ılımlı politika terk edilerek Ruslaştırma ve merkezileşme siyaseti izlenmeye başlandı. Yerel personel bürokrasinin en alt katmanlarına itilerek önemli mevkilere Rus kökenliler yerleştirildi. Şehir yerel yönetimlerinde Müslüman halk nüfus oranlarının oldukça altında temsil edildi. Yüzyılın sonuna doğru Rus göçmenlerin yerleştirilmesine devam edildi. Ülkenin en iyi toprakları yeni gelenlere verildi. Bu durum, Rus karşıtı duyguları güçlendirdi.
İdari düzenlemelerin olumlu yanı Azerbaycan’da iç birliği güçlendirmesiydi. Hanlıkların ilga edilerek Elizavetpol (Gence) ve Bakü Gubernatörlüğü (Valiliği) adı altında iki vilayetin kurulması yerel bölünmüşlüğü ortadan kaldırdı ve Azerbaycan anayurdu denilebilecek bir ülkenin çekirdeğini oluşturdu.
Azerbaycan’da Değişme ve Dönüşüm
Azerbaycan’daki değişme ve dönüşüm XIX. yüzyılın başında Rusların Azerbaycan’a nüfuz etmesiyle yakından alakalıdır. Yönetimin bölge hammaddelerini alıp yerine Rus mallarını sürmesi, Azerbaycan’ın geleneksel iktisadı sistemini ve feodal yapısını değiştirdi. 1859’da Bakü ve civarında petrol rafinerileri kurulması ile petrol üretiminde büyük bir artış oldu; Bakü’ye yabancı sermaye girdi. Demiryolları ve limanların yapılması ve özellikle Bakü’deki petrol ocaklarının işletilmesi, bölge nüfusunu arttırdı. Rus mallarını satarak zenginleşen bir tâcir sınıfı ortaya çıktı.
Ağa, bey ve tâcir sınıfının çocukları Rus okullarında okuyarak Avrupa fikirlerinden haberdar oldular. Böylece XIX. yüzyılın ikinci yarısında Batı kültür geleneğinde yetişen bir aydın sınıfı ortaya çıktı. Ancak geniş halk kitlesi hâlâ Şiî ulemanın tesiri altındaydı. Ulema sınıfı geniş halk kitlesinin ve eski geleneğe sadık beyler ve hanların desteğine sahipti. Bu dönemin fikir hayatına Batı’daki gelişmeler doğrultusunda toplumu değiştirmeye çalışan yenilikçi aydınlarla gelenekçi ulema arasındaki mücadeleler damgasını vurdu.
Yenilikçilerle gelenekçiler arasındaki tartışmaların en önemlisi, eğitim kurumları hakkındaydı. Çarlık yönetiminin eğitim siyaseti ile yenilikçilerin fikirleri belli noktalarda örtüşüyordu. Yönetim Rusçayı yaygınlaştırmayı planlıyordu. Yenilikçi aydınlar da Rusça öğrenmenin gerekli olduğu görüşündeydiler; Rusça öğrenmenin Müslümanların modern meslekler edinmelerini kolaylaştıracağını ve onların dış dünyadan haberdar olmalarını sağlayacağını düşünüyorlardı. Gelenekçi ulema ise yenilik taraftarlarını Ruslaşmaya alet olmakla suçluyordu. Ayrıca, yenilik taraftarlarının klasik İran edebiyatı yerine Türkçeye ağırlık vermeleri de İran kökenli Azerbaycanlı Şiîlerin tepkisine yol açıyordu.
Azerbaycan’daki aydınlanma hareketi genellikle Mirza Fethali Ahundzâde (Ahundov, 1812-1878) ile başlatılır. Ahundzâde, Azerî toplumunun hasta ve aksak yönlerini, cahil mollaları, çok evliliğin zararlarını, İranlı devlet adamlarının acizliklerini ve cimri tüccar tiplerini mizahî bir dille eleştiren komediler yazdı. Okuma yazma bilmeyen halka fikirlerini anlatmada tiyatroyu en iyi vasıta olarak gördü. Ahundzâde İslam öncesi İran kültürünü övmesine ve İranlı kimliğine rağmen, ana dili olan Azerî dilini canlandırmaya çalıştı; yazdığı eserlerle modern Azerî edebiyatının temellerini attı.
Azerbaycan halkının İran’la olan bağını kırmak için çar hükümeti özellikle 1840-1850’lerde yerel kültürü canlandırma ve yerel dilde edebiyatı teşvik etme yönünde bir siyaset izledi. II. Aleksandr (1855-81) zamanında ise bunun yerini Ruslaştırma siyaseti aldı. Ancak milli edebiyatın gelişmesi durmadı, ikinci nesil aydınlarda (1870’lerde) daha ciddi ve güçlü bir şekilde ortaya çıktı. Bu neslin önemli bir kesimi Sünni kökenliydi ve Osmanlıların Tanzimat (1856-76) hareketinden etkilenmişlerdi.
Azerbaycan’ı Rusya içlerine bağlayan demiryolunun yapılması, bu sayede ticari ve fikrî alışverişin artması, petrol sanayisindeki ilerlemeler gibi gelişmeler Azerbaycan’ı Batı kültürüne yaklaştırdı. Eğitim, basın ve tiyatro alanlarında petrol zengini yerli zenginlerin (özellikle Zeynelabidin Tagiyev’in) yaptıkları hayır faaliyetleri de bu gelişmelere önemli katkılar sağladı; gazetecilik ve tiyatronun gelişmesine vesile oldu. Gazete ve dergiler, milli dilin gelişmesi için önemli vasıta olmalarının yanı sıra, siyasi ve sosyal reformlar için de bir ekol vazifesi gördü.
Rusya Türkleri arasında ilk gazete olan Ekinci (1875-77) Moskova Üniversitesinde okuyan ve oradaki Halkçılık (Narodnik) hareketinden etkilenmiş olan Hasan Bey Zerdabî (1837-1907) tarafından çıkarıldı. Kırımlı İsmail Gaspıralı’nın açtığı usûl-i cedit okulları ve yine onun çıkardığı Tercümem gazetesi de Azerbaycan aydınlarını etkiledi, Türk kavimleri arasında birlik ve dayanışma fikirlerini yaydı. Bu fikirlerden etkilenen milliyetçi aydınların yoğun kültür faaliyetleri, XX. yüzyılın başında Azerbaycan Türkleri arasında siyasi bilincin gelişmesini hazırladı.
Rusya’daki inkılâpçı ve sosyalist fikirlerden etkilenen bazı Azerbaycan gençleri, 1904’te Himmet adlı sosyalist bir grup oluşturdular. Bunlar, eğitimin yaygınlaştırılmasını, milli dilde eğitim yapılmasını ve çalışma şartlarının iyileştirilmesini savunuyorlar ve Bakü’deki Müslüman işçiler arasında destek buluyorlardı. Bu arada, bazı genç aydınlar Türkçülük fikrini işlemekte, Türk kavimleri arasında dil birliği sağlanmasını savunmaktaydılar. Türkçülük akımı özellikle Türkiye’deki 1908 Meşrutiyet Devrimi’nden sonra güç kazandı. 1905-1920 arasında Azerbaycan’da kültürel alanda önemli adımlar atıldı ve ülkenin önderliğini üstlenecek bir aydın sınıfı oluştu. Mehmed Emin Resulzade, Hüseyinzade Ali ve Ahmed Ağaoğlu gibi Azerî aydınlar Türkiye’deki Türkçülük fikrinin gelişmesinde de önemli katkılarda bulundular.
KAZAK MODERNLEŞMESİ
Kazakların Batı kültürüne açılması Rus tesiri sayesinde olmuştur. Çarlık rejiminin Kazakistan’a sürgün gönderdiği Rus entelektüellerinin bunda önemli bir payı vardır. Sürgünlerden birçoğu Kazak halkına sempati beslemiş, onların kültürüne ilgi duymuş ve Kazak düşüncesini etkilemişlerdir. Kazakistan’da açılan Rus okulları da Kazak aydınlarının yetişmesinde etkili olmuştur. XVIII. yüzyılın sonunda Orenburg ve Omsk’ta açılan Rus okulları tercüman yetiştirmeyi amaçlıyordu. Bunlara XIX. yüzyılın ilk yarısında Omsk, Orenburg ve Sibirya’da açılan askerî okullar eklendi. Bu okullarda okuyan öğrencilerin küçük bir kısmını varlıklı ailelerden gelen Kazak çocukları oluşturuyordu. Bu gençler Rus okullarında eğitim gördükten sonra, tercümanlık ve öğretmenlik gibi görevlerle hükümet hizmetine giriyorlardı.
Çarlık hükümeti yüksek askerî rütbeler ve maaş vermek suretiyle kendisine bağladığı Kazak aristokrasisi üyelerinin çocuklarını Rus okullarında okutmaları için teşvik ediyordu. Rus eğitimi Kazak hayatında önemli değişikliklere sebep oldu. Soylu kişilikleri sebebiyle zaten halk kitlesinden uzak olan bu gençler, aldıkları Rus eğitimi ile halktan iyice koptular. Bu yeni nesil, kendi yerli kültürlerini, hatta bazıları ana dillerini bile iyi bilmiyorlardı. Batı tarzı eğitim alan bu aydınlar, içinden çıktıkları Kazak toplumunun değer ve alışkanlıklarını modern bir toplum sürecine geçişte engel olarak görüyorlardı.
Rus muhitinde yetişen aydınların tipik örneği Kazak Çokan Velihanov’dur (1837?-1865). O, göçebe Türklerin Avrupa medeniyetiyle temasa gelmesi sonucu ortaya çıkan aydınlar zümresinin en önemli örneğidir. Velihanov’un fikrî oluşumu, Rus liberalleri ve Rus-Alman Doğubilimcileri muhitinde gelişti. 1853’te Omsk’taki askerî okulu bitirdikten sonra Sibirya kıtasında görev aldı. Görevi icabı Kazaklar arasında dolaşırken Kazak folkloruna ait bilgileri topladı ve yayınladı. Velihanov Avrupa medeniyetinin hararetli bir savunucusu olup Rusları o medeniyetin taşıyıcısı olarak gördü. Kazakları din adamlarının (mollaların) etkisinden kurtarıp medeniyetin kucağına atmak için samimiyetle çalıştı, fakat hayatının son yıllarında hayal kırıklığına uğradı. Velihanov Ruslara sempati duymakla beraber, içindeki Kazaklık duygusunu daima korumuştur. Rus ordusuyla birlikte Evliyaata’ya girerken Rusların bir Kazak kadınını öldürmelerine tahammül edememiş, asker üniformasını çıkararak bozkıra çekilmiş, bundan sonra kendi soydaşları arasında yaşamış ve genç yaşta ölmüştür. Düzensiz ve kısa hayatına çok eser sığdırmıştır. Onun ilmî çalışmaları modern Kazak kültürünün gelişmesine ve Kazak yazılı edebiyatının oluşmasına önemli katkılar sağlamıştır. (Togan, s. 543-50).
XIX. yüzyılın ikinci yarısında bu yabancılaşmış aydın grubu ile geniş halk kitlesi arasındaki kopukluk, daha ılımlı bir aydın grubu tarafından giderilmeye başlandı. Batı ve Kazak kültürlerini sentez etmeye çalışan bu grubun en tipik örneği Ibray Altınsarin’dır (1841-1887). Rus-Kazak öğretmen okulunu bitiren Altınsarin iyi bir pedagogdu ve Kazakları aydınlatmayı kendine görev bilmişti. 1887’de kadınların eğitim görmesi için girişim yaptıysa da hükümetten destek görmedi.
Batı kültürünü benimsemekle birlikte Kazak kültürünü de muhafaza etmeye çalışan diğer bir Kazak aydını Abay Kunanbayev’dir (1854-1904). Soylu bir aileden gelen Abay, Rus düşünürlerinden etkilenmiş olmakla birlikte İslam kültürüne de âşina idi. Rusların baskıcı politikalarına karşı çıktı. Aydınlatmacı çabaları Rusların hoşuna gitmediği gibi kendi halkından da takdir görmedi.
XIX. yüzyılın sonuna doğru Kazak aydınları arasında milliyetçilik eğilimi kendini göstermeye başladı. Rus ve Batı düşüncesi karşısında teslimiyetçi bir tavır sergileyen Batıcılardan farklı olarak, Kazak milliyetçileri daha ziyade Çağatay edebiyatına ve geleneksel Kazak folkloruna ilgi duyuyor, Rus kültürünün etkisinden uzak durmaya çalışıyorlardı. Bu kesimin en tanınmışları Alihan Bukeyhanulı (1869 1932), Ahmed Baytursunov (1873-1937), Mir Cakıb Devletuli (1885-1937) ve Magcan Cumabayuli (Cumabayev, 1876-1938) idi.
1905’te Rus olmayan milliyetler üzerindeki sınırlamaların kaldırılmasıyla milliyetçi eğilim daha belirgin bir şekilde kendini ifade etme imkânını buldu. Bu arada Batıcılar ile milliyetçiler arasındaki ayrılık da arttı. 1917 Ekim Devrimi olduğunda Batıcılar devrimin bazı kısımlarını kabul ederlerken, milliyetçiler bunun halkın milli geleneklerine ters düştüğünü söyleyerek yeni rejime şüpheyle yaklaştılar.
Sonuç olarak, XIX. yüzyılda ve XX. yüzyılın başlarında Rus ve onunla birlikle Batı düşüncesi Kazakistan’a girmiş, Kazak düşüncesinde yeni akımların oluşmasına sebep olmuştur. Kazak halkının büyük çoğunluğu geleneksel hayatına devam ederken çok küçük bir aydın grubu Kazak yazılı edebiyatının temellerini atmışlardır. Rus yazılı edebiyatından güçlü bir şekilde etkilenen Kazak aydınları Kazak sözlü edebiyat geleneğine dayanan yeni bir edebiyat oluşturmayı başarmışlardır.
TÜRKİSTAN’DA CEDİTÇİLİK
Çarlık Yönetimi ve Etkileri
Rusya, Büyük Petro (1689-1725) zamanından beri Türkistan’la ilgilenmekteydi. XVII I. yüzyılın başında Ruslar, Kazak ve Kalmıklar’a karşı îrtiş nehri boyunca karakollar ve dayanak noktaları inşa ettiler. Moğol kökenli Kalmıkların baskısından bunalan Kazakların Küçük Cüz hanı Ebulbayır, 1730’da Rus himayesini kabul etti. Ruslar, Ural nehri boyunca yeni kaleler inşa edip buralara Rus Kazaklarını yerleştirdiler; Ural, Orenburg ve Sibir’de Rus Kazaklarının askerî birlikleri oluştu. 1740-42 senelerinde Küçük Cüz’ün doğusundaki bozkırlarda yaşayan Orta Cüz de Rus himayesine girdi.
Rus yönetiminde geçen yüz yıl içinde Kazaklar arasında hoşnutsuzluklar ve ayaklanmalar baş gösterdi. Rus kuvvetleri bunları şiddetli bir şekilde bastırdı ve isyancıları cezalandırdı. Başkurtlar Pugaçev îsyanı’na da (Salavat Yulay başkanlığında) güçlü bir şekilde katıldılar. Rusların Orenburg ve Yayık taraflarındaki toprakları Kazakların ellerinden almaları huzursuzluğu arttırdı ve isyanlara sebep oldu. Bunlar içinde en önemlisi 1838 yılında baş gösteren Kenesarı Sultan adındaki bir Kazak liderliğindeki isyan hareketidir. On yıl kadar mücadele veren Kenesarı 1845’te Ruslara yenilerek Yedisu’ya çekildi, bundan iki sene sonra Kırgızlar tarafından öldürüldü. 1854’te Ruslar Almatı nehri üzerinde Vernoye adında tahkimli bir mevki inşa ederek Yedisu bölgesinde hâkimiyetlerini kurdular. Böylelikle XIX. yüzyılın ortalarında Issık Göl’den Sırderya nehrine kadar olan Kazak-Kırgız bozkırları tamamen Rusların eline geçti.
XIX. yüzyılda Orta Asya, güneydeki İngilizlerle kuzeydeki Ruslar arasında bir rekabet sahası oldu. Ingilizlerin güneyden Türkistan’a yaklaşmalarından endişelenen Ruslar, 1839’da Hive’yi ele geçirmek niyetiyle harekete geçtilerse de, bu girişim başarısızlıkla sonuçlandı. Ruslar bu arada Orta Asya hanları ile iyi münasebet kurmaya çalışıyorlardı. 1841’de meşhur Doğu bilimcisi N. V. Hanikov’un da katıldığı bir heyet Buhara Hanlığı’na gönderildi. 1847’de Rusların Raim tahkimli mevkiini yapmalarıyla ilişkiler yeniden gerginleşti. Ruslar 1853’te Akmescit’i, 1860’ta Pişkek (Bişkek) ve Tokmak’ı, 1864’te ise Türkistan, Çimkent ve Evliya-Ata şehirlerini ele geçirdiler.
1865’te Türkistan’ın büyük şehirlerinden Taşkent, 1868’de Türkistan’ın diğer büyük şehri olan Semerkand Ruslar eline geçince Buhara emiri Rus himayesini kabul etmek zorunda kaldı. Rusya’nın hızlı ilerlemesi karşısında tutunamayacağını anlayan Hokand hanı da Ruslarla bir antlaşma yapmak zorunda kaldı (1868). Hokand hanı görünüşte bağımsız olmakla birlikte Rus nüfûzu altına girdi. Bundan sekiz yıl sonra (1876) Rusya Hokand’da çıkan bir karışıklığı bahane ederek hanlığı tamamen işgal etti ve burada Fergana adında bir eyalet oluşturdu. 1873’te Rus generali P. von Kaufman Hive Hanlığı’na doğru harekete geçti ve kısa süren bir direnişten sonra burayı ele geçirdi (1873).
Ruslar 1879’da Teke Türkmenlerinin elindeki Göktepe’yi ele geçirmeye giriştilerse de, burada epeyce kayıp vererek çekilmek zorunda kaldılar. 1880-81 yıllarında Ruslar Göktepe’ye karşı yeniden saldırıya geçtiler; epey bir kayıp verdikten sonra burayı ele geçirebildiler. Kısa bir süre sonra Aşkabad şehri de Ruslar eline geçti. 1884’te Merv’in düşmesiyle Türkistan tamamen Ruslar tarafından işgal edilmiş oldu.
Rusların Türkistan’ı işgalinden sonra Orta Asya’nın görüntüsü hızla değişmeye başladı. Demir yollarının döşenmesine 1880’de, şimdiki Türkmenistan’dan başlandı: Krasnovodsk (Kızılsu) hattı inşa edildi. Zamanla bu hat Amuderya kıyısına, oradan da Taşkent’e ulaştı. 1900-1905 arasında Taşkent-Orenburg hattı yapıldı ve bundan sonra yeni hatlar inşa edilerek devam etti.
Demir yollarının inşa edilmesi, yeni usulde nakliyat ve ticaret, telgraf, posta teşkilatı, bankaların oluşturulması gibi gelişmeler geleneksel yapıyı etkiledi. Kervan yolları eski önemini kaybetti. Ulaşım vasıtalarının gelişmesi, ayrı kümeler halinde yaşayan Türk toplulukları arasındaki mesafeleri kısaltarak aralarındaki ilişkileri arttırdı. Artık, Kazan’dan Taşkent’e on günde, Orenburg’dan Bakü’ye dört günde, Kaşgar’dan İstanbul’a üç haftada gidilebiliyordu. Türk kümeleri arasındaki ticari ilişkiler artıyor ve faal bir fikir alışverişi oluyordu. (Akçuraoğlu, 61).
Türkistan’da yeni şehir hayatı da gelişiyordu. Orenburg, Orsk, Troysk ve Semi Palat şehirlerine Ruslar’la birlikte Kazan Tatarları da gelip yerleşiyor, buralarda Müslüman mahalleleri oluşturuyorlardı. Kazaklar da bu şehirlerin etrafına kadar gelip pazarlarda alışveriş yapıyorlar, fakat onlar Tatarlar gibi yerleşme eğilimi göstermiyorlardı. Kazaklar, sadece Semi Palat yakınında yeni bir şehir oluşturdular (Alaş). Onlar daha çok Temir-Uyıl, Karkalı, Turgay ve Irgız şehirlerinde yerleştiler. Ruslar, eski şehirlerin yanında yerleşiyor, kendi mahallelerini oluşturuyorlardı.
Türkistan halkının yeni hayata katılımı pek aktif değildi. Yerli halktan sadece bazı hükümet kurumlarında, bankalarda ve ticari müesseselerde tercüman olarak çalışanlar vardı. Ruslar bu katılımın artmasına yardımcı oldular ve yerel aristokrasiyi kendi taraflarına çekerek onlar aracılığıyla halkı etkilemek yoluna gittiler. Bunun önemli sonuçlarından biri yerli aydın aristokrasisinin gelişmesi oldu. Bu sınıfı Kazak ve Başkurt kökenli ordu subayları ile Kazak sultanları oluşturuyordu. Bunlar modern eğitimin yerleşmesinde aktif rol oynadılar.
Ruslar, Orta Asya’nın yerleşik halkının, yani Sartlar’ın medenî bir unsur olmaları sebebiyle göçebe Kazak-Kırgızlara göre daha çabuk Avrupa medeniyetini benimseyeceğini zannediyorlardı. Ancak, olaylar bunun tersini göstermiştir. Şartların (özellikle Taciklerin) bağnazlık derecesinde eski İran-İslam kültürünün etkisi altında olmaları onların modernliğe geçmelerinde bir engel oluşturuyordu. Kazak-Kırgızlar ve Özbeklerin şehirli olmayan kesimi Avrupa medeniyetine daha kolay uyum sağlıyorlardı. (Togan, s. 272-275.)
Rus işgali Kazak ülkesinde büyük bir dönüşüme sebep oldu. Rus göçmenlerin getirilmesiyle bölgenin nüfus yapısı önemli ölçüde değiştirildi. Ancak, Rus sömürge siyaseti Kazak-Kırgızların kendi toprakları üzerinde yerleşik hayata geçmelerini istemiyor, onları verimsiz topraklara ve çöllere sürüyordu. Daha önce biraz ekincilikle ve hayvancılıkla geçinen Kazak-Kırgızların toprakları Rus göçmenler tarafından işgal edilip çöllere atıldıktan sonra yaylak ve kışlak yolları kesildi ve artık tamamen hayvancılıkla yetinmek zorunda kaldılar, açlığa mahkûm edildiler. Bu durum dayanılmaz hâle gelip isyan ettiklerinde, kıyıma ve sürgünlere uğratıldılar.
Bu isyanlar sırasında Kazanlı ve Taşkentli Müslüman tacirler halk arasında dolaşıp Rus yanlısı propaganda yapıyorlardı. Tatar tacirleri Kazaklara yüksek fiyatla mallar satıyor, borçlandırıyor, paraları ödenmediğinde Rus yetkililerin desteğini alıyorlardı. Rus işgalinden sonra, Kazakistan’da Rus şehirleri inşa edildi, Kazaklar ihtiyaçlarını aracısız olarak Ruslardan almaya başladılar. Bunun sonucunda Kazanlı tacirlerin işi bozuldu.
Yine aynı döneminde, bir kısım Tatar mollalarının davranışları yerel halkta hoşnutsuzluk yaratıyordu. Dinî Idare’ye bağlı olan ukazlı (resmi belgeli) Tatar mollalar Kazaklar arasında Rus memuru gibi davranmakta ve her hareketlerinde Rus kuvvetine dayanmaktaydılar. Müslüman halkın doğum, evlenme ve boşanma işlerini nüfus defterlerine kaydeden bu mollalar Kazak halkını “Ak Padişah” dedikleri Rus Çarına sadık bir tebaa olmaya davet ediyorlar ve İslam dininin ulû’l-emre (yöneticilere) itaat etmeyi emrettiğini telkin ediyorlardı. Çokan Velihanov gibi Kazak aydınları bu mollaları şiddetle eleştirmişlerdir.
Rus yönetiminin Türkistan halkı üzerindeki etkileri başlangıçta yüzeysel düzeyde kaldı; fikir alanında pek genişleme olmadı. Modern metotları kullanmalarına rağmen Türkistanlıların çoğu ruhen mutaassıp kaldılar. İçki ve eğlence gibi şeyler daha kolay etkisini gösteriyordu. Ruslarla en çok temas halinde olanlar tüccarlardı. Para ve mevki-makam gibi şeylerle daha fazla ilgili olan Taşkent tüccarının çoğu Rus taraftarıydı.
Rusya, önceki yüzyıllarda Tatarlara uyguladığı baskı siyasetinin aksine, Türkistan’da ince bir siyaset izliyordu. Rus yetkililer, siyasetleri gereği halkın dinî inançlarına saygı gösteriyorlardı. Rus generali Çernayev 1865’te yayınladığı bir emirnamede şeriata uymayan Müslümanların cezalandırılacağını ilan etmişti.
Türkistanlılar içinde Avrupa fikirleriyle tanışanlar, çoğunlukla Ruslarla yakınlaşan varlıklı ailelerden geliyorlardı. Onlar bulundukları şehrin modern kesiminde yer alan Rus mahallesinde yaşayabiliyor, evlerini Avrupa tarzında döşeyebiliyor, atlı arabaya binebiliyor, çocuklarını Rus okullarında okutabiliyorlardı. Bunlar arasında Rusya’nın Avrupa kısmına, hatta Batı Avrupa’ya seyahat edenler vardı. Ancak, bunlar toplam nüfusun çok küçük bir kısmını oluşturuyordu. Geniş halk kitlesi hâlâ eskiden olduğu gibi yaşamaya devam ediyordu.
Türkistan’da Cedit Hareketi
Türkistan’daki Ceditçilik veya reform hareketi, XIX. yüzyılın sonu, XX. yüzyılın başında ortaya çıktı. Daha ziyade Kırım ve Kazan’dan gelen etkiler sayesinde gelişti. Rus okullarında okuyanların çoğalması, ulaşımın kolaylaşması sonucu İslam dünyası ve Rusya’nın diğer merkezleriyle olan ilişkilerin artması, Gaspıralı’nın Tercüman gazetesi ve usûl-i cedit mekteplerinin etkileri, İslam dünyasından (İstanbul, Suriye, Mısır ve Hindistan’dan) gelen reformcu akımlar Türkistan’da yeni fikirlerin gelişmesinde etkili oldular. 1905 Rus ve 1908 Osmanlı Meşrutiyet hareketleri ile Hindistan’da sömürgeciliğe karşı mücadele fikirleri Türkistan’da siyasi bilincin oluşmasında önemli tesirler icra ettiler. Bütün bu tesirlerin yanında, Rus işgali sonrası ortaya çıkan teknik ve iktisadi gelişmeler de Türkistan’da yenilik ve değişim fikrinin şekillenmesinde önemli bir rol oynadı.
Türkistan’daki Cedit hareketinin en tanınmış siması Mahmud Hoca Behbûdî’dir (1874-1919). Semerkandlı bir molla ailesine mensup olan Behbudî, Buhara medreselerinde eğitim gördü. Kendi gayretleriyle Rusça öğrendi. Cehâletin zararlarını konu alan dram türündeki eserini (Pederküş, 1912) yazdı. 1913-15 arasında Ayine dergisini ve daha sonra Semerkand’da Sâdâ-yı Türkistan gazetesini çıkardı. 1917 Şubat devriminden sonra siyasi faaliyetlerde bulundu. 1916-19 yılları arasında Türkistan’ın bağımsızlığı yönünde çalıştı ve Basmacılık hareketini destekledi. 1919’da, Karşı şehrinde, Emir yanlıları tarafından taşlanarak öldürüldü.
Eserlerini tamamen İslam dünyasındaki bunalım üzerinde yoğunlaştıran ve Buhara Hanlığı’nın gerilik sebeplerini araştıran diğer bir aydın, Abdurrauf Fıtrat’tır (1880-1938). Ona göre, İslam toplumlarında görülen geriliğin sebeplerinden biri ulemânın durumu idi. Fıtrat, Münâzara adlı meşhur eserinde hocaların öğrencilerden rüşvet almasını eleştirirken “âlimin bozulması, âlemin bozulmasıdır” sözünü hatırlatır. Ulemanın dünyadan habersiz olduğunu, medresede çok zamanda (yaklaşık 20 yıl) az ve faydasız şeylerin öğretildiğini, Arapçanın bile doğru dürüst öğretilmediğini, medreselerde içkinin ve ahlaksızlığın yaygınlaştığını ifade eder. Eski ve yeni tarz okulları karşılaştırarak Cedit mekteplerinin faydalarını ve özelliklerini anlatır.
Kazan Tatarlarının girişimiyle 1897’de Endican ve Semerkand’da, 1898’de Tokmak’ta usûl-i cedit mektepleri açıldı. Bunu Türkistan’ın yerlisi olan insanların açtıkları okullar takip etti. 1901’de ise ilk defa olarak bir Özbek (Münevver Karî) Taşkent şehrinde yeni usulde bir mektep açtı. Bu okulların şeriata aykırı olduklarını söyleyen mutaassıp ulemanın tesirinde kalan Buhara Emiri, 1909’da usûl-i cedit okullarını kapattı.
Türkistan Ceditçilerinin fikrî ve siyasi oluşumunda Osmanlı tesirleri de görülmektedir. XX. yüzyıl başında ve özellikle 1908 Jön Türk Devrimi’nden sonra iş başına gelen İttihat ve Terakki Partisi, Türkistan gençleri üzerinde önemli etkiler yaptı. Abdurrauf Fıtrat, Mukimiddin ve Osman Hoca gibi tanınmış Özbek şair ve yazarları İstanbul’da bulundukları sırada Jön Türk liderleriyle buluştular ve buradaki yeni fikirlerden etkilendiler. Genç Türklerin Sultan Abdülhamid yönetimine karşı verdikleri mücadeleden esinlenerek, Buhara ve Hive’de benzer bir devrimi gerçekleştirmeyi hedeflediler.
İstanbul’da bulunduktan sonra memleketlerine dönen Türkistanlı aydınlar orada 1909’da “Genç Buharalılar” adında gizli bir örgüt kurdular. Yine aynı yılda İstanbul’daki bir grup Türkistanlı genç, Buhara öğrencilerine yurt dışı eğitimi sağlamayı amaçlayan teşkilatlar oluşturarak Türkistanlı öğrencileri tahsil için İstanbul’a gönderdiler. Hive Hanlığı’ndaki reform yanlısı gençler ise “Genç Hiveliler” adında bir araya gelerek örgütlendiler.
Buharalı Ceditçi önderlerden Abdurrauf Fıtrat İstanbul’daki eğitimi sırasında Osmanlılardaki reform fikirlerinden etkilenerek eserler yazdı; vatan, hürriyet ve meşrutiyet gibi Türkistanlı aydınların henüz yabancı oldukları kavramları dile getirdi. Buhara yönetimini eleştiren ve vakit geçirmeksizin reformlar yapılmasını talep eden yazılar yazdı.
Özellikle 1908-14 yılları arasında İstanbul, Türk dünyasının cazibe merkezi haline geldi. Kuzeyde ise Kazan şehri, Rusya’da yaşayan Türk kökenli topluluklar için bir ilim, kültür ve sanat merkezi durumuna erişti. Rusya Türklerinin fikir hareketleri Kazan’da meydana geliyor ve sonra Türkistan’a, Kazakistan’a ve Doğu Türkistan’a kadar yayılıyordu. Ancak, I. Dünya Savaşı ve savaştan sonra ortaya çıkan gelişmeler her iki merkezi de olumsuz etkiledi. İstanbul, hızla Türk dünyasının merkezi olma özelliğini kaybetmeye başladı. Osmanlı Devleti mağlup olduktan ve İttihat ve Terakki tasfiye edildikten sonra Türk dünyası aydınlarının dayanacak hiçbir desteği kalmadı. İstanbul matbuatı artık ilmî, edebî ve siyasi hareketlere rehberlik etmekten uzaktı. Yeni kurulan Sovyet yönetiminde de şartlar olumsuza doğru evrildi. Kazan’daki okullar, matbaalar, medreseler ve kitap şirketleri ortadan kaldırıldı; Kazan’ın Türkistan’la olan ticareti tamamen kesildi, iktisadî gücü yok edildi. Bilim ve kültür kurumlarının faaliyet alanı yeni oluşturulan özerk Tataristan’la sınırlandı.
Alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder