Gnostizm
Gnostizm, İslam hakimiyeti öncesinde Ortadoğu'nun birçok bölgesinde hakim olan bir gelenek idi. Gnostizmin tam anlamıyla bir tarifini yapabilmek zordur. Genellikle Gnostikler; gnostizm ile ilgili tanrı, alem, insan, kurtuluş ve bilgi gibi temel konularda kendine has açıklamalar getirmişlerdir. Kavramın vahiy veya sır bağlantısı ile sezilmesi olarak algılandığı kabul edilir. Bu anlayış; bir din çerçevesi içinde, inanç yerine, bilgiyi geçiren öğretidir. İnanç yerine geçen bilgi, araştırmaya dayalı bir bilgelik yerine, hakikate dayalı bir bilgeliktir. Tanrı'nın kişiye Tanrı'yla birleşme ve Tanrı'nın doğasına, özünü kavrama olanağı veren gizemli bir aydınlanmanın ortaya çıkışı olarak kabul edilir. Köken olarak Gnose Yunanca bir kelime olup "bilgi" anlamına gelmektedir. Fakat bu bilgi, daha çok "Marifet"olup, ilmi bilgiden ayrılır. Buna "Arifane" bilgi, "Dini sırların yüce bilgisi" veya "Gizli ve vahy ile ilham edilmiş" bilgi denebilecek karakterdedir. Çünkü bu şahsi ve mistik bir bilgi olup seçkin ve mistik tabiatlı insanlara mahsustur, yahut tabiat-üstüdür. Gnostik de "Arif' kimse demektir. Bu anlamıyla entelektüel seviye bakımından gelişmiş inanç sahiplerinin sahip olduğu yüksek dini ve felsefi gerçeklerin bilgisi anlamında kullanılmıştır. Gnosis dini sırların bilgi ve şuurunun etkin olduğu bir antikite akımını ifade etmek için de kullanılmıştır.
Tarihi geçmişi m.ö. V. ve IV. yy'lardan itibaren çeşitli Ortadoğu toplumlarınca yaygın bir şekilde temsil edilen dini-felsefi bir akımdır. İnanç veya mezhep tarzından ziyade mehdi inanışı gibi birçok dini gelenek içerisinde doğal bir gelişim ya da kültürel etkileşim sonucu oluşan bir temayül olarak düşünülmüştür. "İrf'aniye" mezhebi denen bu yarı felsefi cereyan, II. asırlarda Yunan felsefesinin, bilhassa Eflatun ve Yeni Eflatuncu felsefelerin Hıristiyanlığa uygun ve yardımcı bir anlayış haline getirilmesinden meydana gelmiştir. Bu şekliyle Gnostizm, ya tamamıyla gnostik karakter taşıyan dinler ya da çeşitli dini gelenekler içerisinde yer alan inanç, düşünce ve ritüeller şeklinde milattan önceki dönemlerden itibaren Ortadoğu'da oldukça yaygınlaşan akım, Suriye, Mezopotamya, Mısır, Filistin, Ürdün ve Anadolu'da İslam hakimiyeti öncesi dönemde yaşayan yerli halkın inanç ve düşünce yapısı incelendiğinde bütün bu yörelerde çeşitli gnostik akımların, hakim unsur olduğu anlaşılır. II. yy' dan itibaren Güney Mezopotamya'da varlığını sürdüren ve öneminden dolayı Kur'an'da üç yerde ismi anılan Sabiilik baştan sona gnostizmi temsil eden bir akım olarak kabul edilir. III. yüzyılın sonlarından itibaren güney İran, Mezopotamya, Suriye, Anadolu ve Kuzey Afrika'da oldukça yaygınlaştı. IV. yüzyıldan itibaren birçok yerde Hıristiyanlığın en güçlü rakibi haline geldi. İslam Hakimiyeti öncesi Ortadoğu'da Hıristiyanlık ve Yahudiliğin heretik mezhepleri olarak bilinen Elkesailer, Valentianlar, Setianlar, Mağariler, Quqiler, Esseniler, Simoncular, Bardaysanlar, Edessa (Urfa) okulu ve İskenderiye'deki Grek okulları, Nisibis ve Cundişapur okulu gibi birçok gnostik inanç ve öğretilere ağır bir şekilde yer veren akımlar mevcuttu. Bunlardan başka Hermetikler, çeşitli sır dinleri mensupları, Yahudilik ve Hıristiyanlık içerinde yer alan çeşitli mistik hareketler de gnostik inanç, öğreti ve hayat tarzını yansıtmakta idiler. Bu gruplar bir bakıma Ortadoğu'da yaşayan toplumların ortak paydası haline gelmiştir. Gnostizm yalnızca Ortadoğu'da yer edinmemiş aynı zamanda VIII. yüzyılda Uygurların resmi dini haline gelen Mani inancının yayıldığı bölgelerde de etkisini göstermiştir. Maniheizm inancının gnostik inanç ve öğretileri temsil eden bir geleneği oluşu, bunda etkli olmuştur. Gnostizm öğretisinin arka planında teslis, tecessüm ve insanlığın kurtuluşu gibi meseleler vardır. Bu yapısıyla Hıristiyanlarca sapıklık sayılmıştır. Çünkü gnostikler, sahip oldukları tabiat-üstü bilgiden dolayı, dini nassların gnostik bir tefsiri yapıldıktan sonra inanılmasını ileri sürmüşlerdir. Böylelikle onlar, Hıristiyan kilisesinin aksine, şahsi ve mistik bilgiyi nassdan üstün tutmuşlardır. Saf iman konusu olan nassların, felsefe ile münasebetinden, iman-bilgi ilişkisinden doğan bu cereyan, aslında düalist bir anlayışa sahiptir. Zira ilahi alemle fena kabul ettikleri bu alemi zıt kabul ederler. Gökten düşmüş olan ruhun bedende mahpus kaldığına, ölümün onun kurtuluşu olduğuna ve böylece semavi vatanına döneceğine, yedi kat gök kapısının mevcudiyetine, semavi vatana dönüşün bu kapılardan geçilerek olacağına, ilahi kurtarıcının da insanları kurtarmak için aynı kapılardan geçerek gökten ineceğine inanmışlar.
Gnostikler cismani haşri kabul etmezler. Maddi hayatın, kötülüklerinin devam edip gideceğinden evlenmeyi ve çocuk sahibi olmayı tavsiye etmezler. Sudur nazariyesine inanırlar. İlahi hayatın esrarına, bir süluk ile erişebileceğini, Allah'ın insanlar tarafından görüleceğini kabul ederler. İnsanın kurtuluşunu bir mit olarak görürler. Bu nedenle Zühd hayatını tavsiye ederler. Gnostiklerin öğretileri genel bir çerçeve içersinde ele alacak olursak madde-mana, aydınlık-karanlık, ruh-beden ve dünya-öte dünya gibi değerler arasında var olduğuna inanılan katı bir düalizm vardır. Gnostikler makro planda alemi ikiye ayırmaktadırlar: Işık ve karanlık alemi. Işık veya nur diye isimlendirilen alem; iyiliği, hakikat ve gerçeği temsil ederken karanlık ve zulmet alemi; kötülüğü, yalanı ve gerçek olmayanı temsil ettiğine inanılmakla idi. Işık ve karanlık alemi arasında bitmek tükenmek bilmeyen bir mücadele ve çekişme vardır. Madde ve maddi olan her şey, kötülük alemine ait olandır ve kötüdür. Ruh ve ruhsal olan varlıklar ise ışık alemine aittir ve yapısı itibariyle iyidir. Işık ve zulmet alemi arasındaki mücadeleyi kazanacak olan ışık alemidir. Çünkü iyiliğin üstün gelmesi doğasında vardır. Mikro hayatı temsil eden insan açısından değerlendirirsek, iyilik alemine ait olan ruhsal varlığına değer vermek ve kötülüğe ait olan bedenin istek ve arzuları demek olan maddi unsurlara boyun eğmemektir. Varlık itibariyle kötü olan bu dünya ve dünyevi' şeyleri terk etmek, ışık ve iyiliğin timsali olan ruha ve ruhsal aydınlanmaya kulak vermenin gerekliliğine inanılmıştır.
Geniş bir alanda etkisi olan gnostizm'in Ortadoğu'da ortaya çıkmış birçok hareketi, fikri açıdan etkilemiş hatta bazı fikirleriyle bu hareketlerin doktrinlerinin temelini oluşturmuş olduğu düşünülebilir. Gnostizm'in etkili oldugu bölgelerin, İslam hakimiyetine girmesiyle yöredeki insanların büyük bölümü İslam'ı benimsemişlerdir. İslam'ı benimseyen bu kitleler İslam öncesi kültürleriyle yeni inançları arasında zaman zaman bağlantılar kurmaya çalıştılar. Bu inançları, ritüelleri uzlaştırma çabaları bilinçli veya bilinçsiz bir gayretin sonucu olarak ortaya çıktı. Bizi ilgilendiren bölümü, bu yeni İslam'ı algılama tarzı, toplumun tümünde aynı yankıyı uyandırmamış olmasıdır. Oluşan farklılıklar toplumu meydana getiren sosyal grupları birbirinden uzaklaştırmıştır. Merkezi otoriteye, resmi ideolojiye karşı alternatif hareketlerin oluşmasını sağladı. Oluşan bu hareketler içinde ihtilal karakterine sahip mezhepler de olmuştur.
Ortaçağ İslam dünyasındaki fikir hareketleri Ortadoğu'nun bu alt kültüründen başta astroloji, simya ve tılsım-gizem konulardan etkilenmişlerdir. İslam dünyasını özellikle Abbasi Devletini, Tolunoğullarını, Gaznelileri, Sacoğullarını, Selçukluları başta olmak üzere birçok devleti ve hanedanı uğraştırmış ve saldırılarıyla halkı bezdirmişlerdir.
Yeni Eflatunculuk
Antikçağ sonlarında felsefeye dayanarak dini bir dünya görüşü geliştirme denemelerinden ilki olan Yeni-Platonculuk, kendisinden sonraki gelişmelere de büyük önem veren gruplar da bu kültürel yapıdan etkilendiler. Sudur nazariyesi ve gizemli inançlar mecazi boyutlarda yorumlanarak İslam dünyasındaki hareketleri etkiledi. Özellikle Karmati-İsma'ili hareketi bütün unsurlarıyla bu tür hareketlerden etkilemiştir.
Hermetizim
Eski Mısır'ın dinsel-gizemsel öğretisidir. Eski Mısır'ın üç büyük tanrısından biri olan Toth'un yapıtlarına kadar uzanan dinsel-gizemsel öğretilerinin bütününe Hermesçilik ya da Hermetik felsefe adı verilir. Felsefe, dini inançların entelektüel yorumu olarak görüldü ve doğunun büyük dinleri, sahip olduklan manevi dünya ve aynı derecede görünmez aleme dair güçlü duygu ve tutkularıyla birlikte, kısa zamanda felsefi düşüncelere damgasını vurmuştur. "Hermetik yazılar" olarak bilinen dini felsefi tartışmalar, felsefe ve pagan dinlerinin uzlaştınlmasına dair çabaların bir örneği olarak kabul edilebilir. O halde, düşünce sistemleri ve inançları birbirine karıştırma sanatı, Araplardan önce de bilinmekte idi. Fakat uzlaştırma hareketleri geç dönem Helenistik sürecin egemen özelliği olduğu kesindir. Grek felsefesi Arapça'ya tercüme edildiğinde bu sürece ait eserlerin büyük bölümü, bu eserler arasında bulunmaktaydı. Aristoteles'in Teolojisi (Esulücya Aristoteles), el-İzahfi 'El-hayri 'l-mahz ve Hermetik Yazılar isimli eserler bunların tipik örnekleridir.
İslam felsefesi ve tasavvufu, insanlık düşüncesinin son derece eklektik karakterli bir tarz olarak kabul edilir. Felsefe, kelam ve bunlardan daha az olmamak üzere İbnü'l-Arabi ve Halepli Sühreverdi gibilerin temsil ettiği teosofik sufi literatürdeki bütün İslam düşüncesi, bu eklektiszmi izhar eder. Henüz İslam düşüncesinin ana akımının, neden ve nasıl bu girişik yapıda oluştuğunun açık cevabı verilmiş değildir. Bu yapıda, Eflatun'un, Aristoteles'in, Stoacıların, Yahudi Philon'un, Hıristiyan kilisesinin Katolik düşünürlerinin, Gnostiklerin ve Yeni Eflatuncuların fikirleri bir tek potada toplanmış ve olağandışı bir durumda birbirine katıştırılmıştır. İlk zamanlardan itibaren İslam dünyasında bilinmekte olan bu gibi metinlerden İslam düşüncesinin eklektik karakteri hakkında bir açıklama getirebilir. İslam felsefecileri kendilerini İslam inançlarla Grek felsefesi adı altında kendisine ulaşan rasyonel spekülasyonları uzlaştırma görevi ile mes'ul tutmuştur. Bunlar ister sahih anlamda Grek düşünceleri olsun, ister İran veya Mısır kaynaklı Grek düşünceleri veya bunların hepsinin ve başka unsurların bir karışımı olsun aynıdır. Fakat hiçbir kaynak, Müslüman düşünürün kalbine, Hermetik Yazılar diye bilinen felsefi dini düşüncelerin karışımından daha fazla tesir etmemiştir. Hermetik kültür İslam dünyasına Harraniler ve Sabiiler aracılığıylada girmiştir. Bu açıdan Harraniler' ve Sabiiler ortaçağ İslam düşünce tarihinde apayrı bir öneme haizdir.
Harraniler ve Sabiiler
Sabiilik ve Harran'ın gizemli inançları Ortaçağ İslam düşünce hayatında önemli bir öneme sahiptir. Sabiilik oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir. Sabii geleneği birbirine zıt gibi görünen pek çok kültürel unsuru bir arada bulundurur. Sabiiliği bu manada bir tasnife tabi tutmak gerekirse 1 -Mandeenler yahut Subbalar 2-Harran Sabiileri. Birincisi Mezopotamya'da Mecusilik ve Hıristiyanlıkla tanışmış bir inanıştır. İkincisi, daha çok eski Babil dininden etkilenmiş olan ay ve yıldızları kutsayan putperestliğe yakın bir inanıştır. Çevre bölgelerdeki felsefi kültürlerden de etkilenmiştir. Başta Hermes Trismegistus'a izafe edilen yazılar gelmektedir. Hermes Trismegistus'a izafe edilen yazılar, bu yazıların ilk olarak yazılmış olduğu İskenderiye'nin dışında skolastik asırlarda olgunlaşmaya devam etmiştir. Bu eserler, altıncı asırdan sonra Helenistik dünyadaki önemlerini yitirince, Harran şehrinin entelektüel hayatının canlı bir kesimini oluşturmaya devam etmişlerdi. Bu şehrin pagan dini, h. II. asra kadar hayatiyetini sürdürmüştür. Grekler Harran'ı "Ellenopolis" diye isimlendirmişlerdi ve Edward Browne, Abbasi halifeliğinin egemenliği altında yaşayan hiçbir millet, Harran paganları kadar Müslümanlara Greklerin bütün bilgi ve hikmetlerini öğretmemiş olduğunu belirtmektedir. Bunların çoğu, fizikçi, astronomi bilgini, matematikçi, geometrici ve filozof olarak önemli mevkiler ve statüler elde ettiklerini belirtir.
Me'mun'un halifeliği süresince Harranlıların gizemli dini hakkında çok az şey bilinmektedir. Bu din, aynı zamanda muasırları tarafından "Sabiilik" olarak isimlendirilmişti. Vasıt ve Basra sınırlarında yaşamış olan Sabiilerle -ki bunlar Mandeanlar- Harranlı Sabiilerle ayrı kabul edilmiştir. Harranlı Sabiiler, Mezopotamya bölgesinin Kadim Suriyeli paganlarının bir kısmından ibaretti. Bu insanların Me'mun ile karşılaşması tarihi, müslüman dünyada Hermetik felsefenin etkilerine bir ölçüde ışık tutar. Aynı zamanda bu tarih, felsefesinin nasıl dine dönüşüp, Arapça konuşan Harranlı ve Bağdatlı bilginler aracılığıyla da bunun İslam düşüncesine sirayet ettiğini gösterir. Ebu Yusuf İşa el-Katii isimli bir Hıristiyan, el-Keşf en mezahibi'l-Harraniyyinel-ma'rufıne fı asrina bi's-sabaiyye diye isimlendirdiği eserinde, Bizans bölgelerine karşı yapılan askeri bir operasyonda kendisine dostluk mesajı getiren bir grup insanı kabul ettiğini aktarmaktadır. Bu insanların arasında, sıkı ve güvenli elbiseler giymiş, saçlarını uzatmış Harranlılar da bulunmaktaydı. Halife Me'mun, onların bu garip görünümlerini yadırgamış ve kendilerine Hıristiyan, Yahudi veya büyücü olup olmadıklarını sormuş, onlar ise, kendilerinin "Harranlı" olduklarını belirtmişlerdir. Bunun ardından, bir Peygamberleri ve okudukları kutsal kitapları olup olmadığını sormuştur. Olumsuz cevap üzerine: Halife Me'mun şöyle demiştir: "O halde siz, sapık ve putperest kimseler olmalısınız; sizin kanınız helaldir. Sizler, İslam' ı veya Allah'ın kitabında bahsettiği herhangi bir dini seçmelisiniz aksi halde öldürülürsünüz" demiş. Bunun üzerine bazı Harranlılar, Müslüman veya Hıristiyan olmuşlar, bir kısım ise atalarından kalan kadim dinlerini terk etmeyi reddedip, kendilerini Kutsal kitaba bağlamak için Kur'an'da zikredilen herhangi bir din adı ve takipçileri olduklarını iddia ettikleri bir peygamber bulmaya çalışmışlardır. Bu insanlar, bir Müslüman fakihin önerisiyle kendilerini "Sabiiler" diye isimlendirmişlerdi. Bu isim, o zamana kadar Harran'da duyulmamış bir isimdi.
Halife Me'mun, sefer esnasında vefat ettiği için geri dönemedi. Fakat Harran müşrikleri, kendilerini "Sabiiler" olarak isimlendirerek, bütün zamanlarda Müslümanlardan güven içinde olmuşlardır. Uzun yıllar süresinde gizlilik içinde kalan dinlerini, artık açıkça ilan etmişlerdi. Harranlılar, bu gizliliğe son vermek istemedikleri fakat kutsal bir kitap ve peygamber ismi bulmanın güçlüğünü düşündükleri görülmektedir. Onlar, dini öğretilerinin Hermetik yazılarda bulunduğunu ve peygamberlerinin de bu eserlerde zikredilen Hermes Trismegistus ve Agathodaimon olduğunu beyan etmişlerdi. Bundan böyle Harran'daki gruplar, Müslüman yazarlar tarafından Hermetikler olarak isimlendirilmeyip, "Sabiiler" olarak isimlendirilmişlerdir. Bununla beraber, bu sapık Sabiiler hakkında Arapça metinlerde bulduğumuz bilgilerin çoğu, bu insanları Hermes ve Hermetik literatür ile ilişkilendirmiştir. Hicri III. asırda Harran dini, bazı Helenist ve Fars kaynaklı unsurlarla karıştı. Bu din, teorik bir doktrinden çok bir kült haline geldi. Hermetik yazıların bu dinin kutsal metinlerinin bir kısmını oluşturup oluşturmadığını tam olarak bilmemekle birlikte bu tarihte Harran'ın "Sabiileri" diye adlandırılan kimseler, Hermetik literatüre oldukça aşina idiler. Gerek Grek asıllarında gerekse de Arapça'ya tercüme edildikleri Süryani çevirileri halindeki bu yazılar, o zaman yazılmış ve İslam dünyasının bu bölümünde büyük ölçüde yayılmışlardı.
Harranlıların etkinliği, dindaşları tarafından dışlanan Sabit b. Kurra (öl.288) öncülüğünde Bağdat'a gidip, Mutasım'ın izniyle orada yeni bir okul kurdurmasıyla en ileri bir noktaya ulaştı. Grek okullarında bütün ilgilerini yitiren Hermetik eserler, bu dönemden hicri 5. asrın sonuna kadar Bağdat'ta yaşamaya devam etmiştir. Sabit b. Kurra ve oğlu Sinan eğitimli bilim adamı ve düşünürleri, Hermetik yazıların Arapça'ya tercüme edilişinde ve bu eserlerdeki temel düşüncelerin yayılmasında görev üstlendiler. Sabit'in eserleri hakkındaki bütün bilgimiz, Geometri üzerindeki kısa denemelerden ibaret çalışmalardır.
Hermetik literatür, Bağdat ve Harran gibi bu iki bilim merkezinden hicri II. asır gibi ilk dönemlerden itibaren İslam dünyasına yayılmıştı. İbn Sina, İbn Tufeyl, Sühreverdi ve İbnü 'l-Arabi gibi düşünürler ortaya çıkınca, Hermetik düşünceler unsurlarını aldıkları kaynaklardan İslam düşüncesi içinde asimile edildiler. İbn Teymiyye, İbn Arabi ve onun önemli bir takipçisi olan Afifeddin et-Tilemsani'yi Karmatiler'e benzediklerini belirtir. Özellikle Onların İttahadiyye (Allah'ın insanla birleşmiş olduğuna inananlar)'den oldukları söylenir. Dolayısıyla onun nazarında her ikisi de Zındıktır. Bu cümleden Hermetikler ile Karmatiler arasındaki bağlantının ilk dönemlerden itibaren var olduğunu anlamaktayız. Hatta ilim adamları ve cemaatler arası çatışmalarda zaman zaman bu tür eleştirilerin de rahatlıkla yapıldığını görmekteyiz.
ORTADOĞU'DA MARJİNAL BİR HAREKET: KARMATİLER
(Ortadoğu'da İlk Sosyalist Yapılanma)
Yrd. Doç. Dr. Abdullah EKİNCİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder