Anadolu'nun Türkler tarafından fethi sırasında, Orta-Doğu'da büyük siyasi kuruluşlar olarak Büyük Selçuklu imparatorluğu, Bizans imparatorluğu, Bağdad Abbasi ve Mısır - Fatımi halifelikleriyle Büveyhoğulları devleti görülmektedir. Bu büyük devletlerden başka, İsfahan ve Hemedan'da Kakuyeoğulları, Kafkaslar'da Aphaza ve Gürcüler, Cürcan ve Taberistan'da Ziyaroğulları, Tebriz'de Revvadiler, Erran bölgesinde Şeddaoğulları, Diyarbakır ve yörelerinde Mervanoğulları, Musul ve çevresinde Ulwyloğulları, Hille'de Mezyedoğulları, Halep ve yörelerinde Mirdasoğulları emirlikleri bulunuyordu. Bunlardan Aphaza ve Gürcüler önceleri Bizans'a, diğerleri ise Büyük Selçuklu devletine tabi idiler.
SELÇUKLU İMPARATORLUĞU
Selçuklular, Gaznelilerle yaptıkları uzun süreli mücadelelerin doruk noktası olan ünlü Dandanakan Meydan Savaşından (23 Mayıs 1040) sonra başkent Nişapur olmak üzere, Horasan'da bağımsız bir devlet kurmayı başardılar. Türk tarihi bakımından önemli bir dönüm noktasını oluşturan bu zaferden sonra Selçuklular, Merv kentinde toplanan Büyük Kurultay' da tespit edilip kararlaştırılan fetih planları gereğince, başta ilk Selçuklu sultanı Tuğrul Bey olmak üzere, Çağrı Bey , Musa İnanç Yabgu, İbrahim Yınal ve Kutalmış gibi Selçuklu başbuğları, devletin gerek doğu ve gerekse batı yönlerindeki çeşitli ülkelerde geniş fetih hareketlerinde bulundular. Devletin doğu ve güney bölgelerinde bulunan Karahanlı ve Gazneli devletlerine ait toprakların büyük bir bölümü, kısa zamanda fethedilerek Selçuklu sınırları içine alınmış ve bu devletler, birer küçük prenslik halinde devlete tabi duruma getirilmişlerdir. Özellikle sultan Tuğrul Bey önderliğinde yürütülen batı yönündeki fetihler, Türk ve dünya tarihi bakımından daha büyük bir önem kazanmıştır.
Bu fetihler sonucunda Erran, Kafkasya, Azerbaycan, Irak, Suriye ve Filistin tamamıyla fethedilmiş, Anadolu'nun fethine de süratle başlanmıştır. Böylece Bizans ve Mısır - Fatımilerine karşı mücadeleler sürdürülürken, başta Büveyhoğulları olmak üzere, yukarıda adları geçen Müslim ve gayrı Müslim bütün küçük siyasi kuruluşlar, Selçuklu devletinin tabiiyetine alınmıştır. Başta Anadolu olmak üzere, diğer yönlerde yapılan fetihler, sultan Tuğrul, Alparslan ve Melikşah devirlerinde de aynı hızla devam ettirilmiştir
BİZANS İMPARATORLUĞU
Orta - Doğu'nun büyük devletlerinden birisi olan Bizans imparatorluğu, zaman zaman içte ve dışta ciddi tehlikelere düşmesine rağmen yine de ortaçağların kudretli bir devleti olarak hakimiyetini sürdürmeyi başardı. Bizans'a Justinuanus'tan sonra en parlak devrini yaşatan Makedonya hanedanına mensup II. Basil'in ölümü (1025), imparatorluk için bir dönüm noktası oldu. II. Basil'den sonra tahta geçen hükümdarlar zamanında, Bizans imparatorluğunda bir gerileme ve anarşi devri başlamışsa da bu devir, Komnenler hanedanının kurucusu Aleksios Komnennos'un iktidarı ele geçirmesiyle (1081) sona erdi. II. Basil devrindeki Balkanlar'dan Güney - Kafkasya'ya, Adriyatik kıyılarından Güney - ltalya'ya kadar uzanan geniş Bizans sınırları, gerileme ve anarşi döneminde, güneyde Normanlar, kuzeyde Peçenekler ve Uzlar ve nihayet doğuda Selçuklu baskıları sebebiyle oldukça daraldı. Bunun tabii bir sonucu olarak Malazgirt savaşına kadar Kafkasya, Mezopotamya, Suriye ve ltalya gibi sınır eyaletleri kaybedildiği gibi, Anadolu, Selçuklular tarafından istilaya uğratıldı. 1025 yılından itibaren VIII. Konstantin ve kızları Zoe ve Theodora zamanlarında, Bizans'ta çökme devri başladı. Askeri aristokrasiye dayanan III . Argyre, Il. Basil tarafından konan vergileri kaldırmak suretiyle, küçük mülk sahiplerinin zayıflamalarına sebep oldu. Fakat daha sonra tahta geçen Mihael Paphlagonien, bütün devlet yönetimini kardeşi Johannes Orphanotrophe'e bırakmıştır. Johannes'in ölümünden (1041) sonra yeğeni V. Mihael imparator ilan edildi. Bununla birlikte, V. Mihael, patrik Aleksios'un hazırladığı ayaklanma sonucunda (Nisan 1042), bir manastıra hapsedildi; manastırdan çıkartılan Theodora imparator ilan edilerek Zoe ile birlikte devleti yönetmesi sağlandı. Fakat bu yönetim, Zoe'nin, üçüncü kez, bir Bizans asilzadesi olan IX. Konstantin Monomak ile evlenmesiyle sona erdi. Bu devirde, orduya karşı başlatılan mücadele, sivil partinin zaferiyle son buldu. Dolayısıyla, orduda asker sayısı azaltılmış, daha ziyade Norman, lskandinav, Rus ve Anglo - Saksonlardan oluşan ücretli askerler, ordunun esasını oluşturmuş, önemli yönetim görevlerine Psellos, Xiphilin ve Mavropous gibi bilginler atanmıştır. Bu sebeple orduda huzursuzluk başgösterdi, 1042'de general Georgios Maniakes, 1047'de de başta Tornikios olmak üzere, görevlerinden alınan kumandanların çıkardıkları ayaklanmalar güçlükle bastırıldı.
Dış olaylara gelince, 1043 yılında İstanbul önlerine dek gelen Kiev Rus prensliğine ait bir donanma geri çekilmek zorunda bırakıldığı gibi, II. Basil zamanında, Tuna boylarına yerleştirilen Peçenekler, kesin bir yenilgiye uğratıldı. İmparatorluğun ilk gerilemesi, güneyde İtalya'da oldu. XI. yüzyıl ortalarında Güney - İtalya'da yerleşen Normanlar, Bizans topraklarını işgale başladılar. Bizans'ın onları durdurma amacıyla giriştiği bütün çabalar olumlu bir sonuç veremedi. Böylece imparatorluğun güney sınırları ciddi bir tehlike ile başbaşa kalmış bulunuyordu.
Batıya oranla imparatorluğun doğu sınırları daha dengeli bir durumda idi. Mısır Fatımileriyle barış halinde bulunurken, Anadolu'ya akmakta olan Selçuklu kuvvetleriyle çatışmalar sürüp gidiyordu. IX. Konstantin'in sınır koruma hizmetlerini, vergi karşılığında değiştirmesi, bütün Bizans savunma sistemini sarsmış ve özellikle Selçuklu istilasını kolaylaştırmıştır. Konstantin Monomak'ın ölümünden sonra Makedonya hanedanının son üyesi olan Theodora, saraydaki iktidarı temsil eden gurubun onayı ile Bizans tahtına geçti (1055). Theodora, bir yıl gibi kısa süren saltanatı sırasında, bütün devlet işlerini saray mensuplarına bıraktı. Doğuda Selçuklu askeri hareketlerinin önü alınmadığı gibi, Mısır Fatımileriyle de sürdürülen iyi ilişkiler bozuldu. 1056 yılında Theodora, ölüm döşeğinde iken saraydaki iktidar partisi tarafından kendisine halef olarak yaşlı ve zayıf şahsiyetli VI. Mihael'i seçmek zorunda bıraktırıldı ve çok geçmeden de vefat etti.
Sivil partinin çabalarıyla tahta geçen (1056) VI. Mihael, bu parti yandaşlarını unvan ve armağanlarla ödüllendirdi. Fakat çok geçmeden, ordu kumandanlarının giriştikleri ayaklanma (özellikle Anadolu'da) sonucunda, Kastamonu kalesi muhafızı İsaakios Kommenos'un imparator ilan edilmesi, askeri aristokrasinin sivil partiye karşı bir zaferi oldu (1057).
Bu imparator devrinde ordu, yine eski önem ve saygınlığını kazanmıştır. İsaakios, Balkanlar'a yaptığı bir sefer sırasında hastalanmış, tahtı, önce kardeşine vermeyi kararlaştırmışken, onun kabul etmemesi üzerine, yakın dostu X. Konstantin Dukas'a bıraktı (Kasım 1059). Bu devirde 1059 yılında, Peçenek yardımcı kuvvetleriyle Tuna'yı geçen Macarlarla barış yapılmak zorunda kalındı; fakat onlar, bir kaç yıl sonra (1064) Belgrad'ı ele geçirdiler. 1065 yılında, Kumanların baskısıyla Hazar kıyılarından ayrılan Oğuzlar (Uz), Peçenekleri de önlerine katarak Tuna'yı geçip Makedonya ve Teselya'ya kadar indiler ve bu bölgeleri yağma akınlarına uğrattılar. Bundan başka İtalya'da Normanlar, sürekli olarak Bizans topraklarını işgalden geri durmadılar.
X . Konstantin Dukas'ın ölümünden (Mayıs 1067) sonra vasiyeti gereğince, ikinci karısı Evdokia üç oğlu (Mihael, Andronikos, Konstantin) adına Bizans tahtına geçti. Bununla birlikte iç karışıklıklar sürüp gidiyordu. Buna paralel olarak Bizans sarayında çeşitli gurupların devlet yönetimine yaptıkları gelişigüzel karışmalar sonunda, imparatorluğa bağlı eyaletler ihmale uğradı, özellikle ordu kendi kaderiyle başbaşa bırakıldı Öyle ki Anadolu'da bakımsız ve dağınık bir durumda bulunan birlikler, çoğu zaman yiyecek ve giyecek bulma amacıyla il ve ilçeleri yağmalamaktan geri kalmıyorlardı İşte bütün bu sebeplerle imparatorluğun öteki eyaletlerinde olduğu gibi, Anadolu'da da sürdürülmekte olan Selçuklu askeri hareketlerine karşı koyabilecek bir Bizans ordusu görülmemekte idi. Evdokia tahta geçer geçmez ordunun bütçesi azaltıldı ve dolayısıyla kuvvetlerin sayısı indirildiği gibi silah ve teçhizatın da takviyesinden vazgeçildi. Evdokia, imparatorluğun, bürokratların yönetiminde, nasıl korkunç bir sona doğru gittiğini anlamakta gecikmedi. Bu sebeple saraydaki askeri kanadın tavsiye ve etkisiyle askeri aristokrasiye mensup ihtiraslı bir general olan Romanos Diogenes ile evlendi (Ocak 1063). Kendisinden, imparatorluğu çöküşten kurtarması beklenen Diogenes önceki imparatorlar gibi, pek fazla başarılı olamadı. Çünkü o, bomboş bir hazine, uzun yıllar yüzüstü bırakılmış bir ülke, perişan ve darmadağın bir ordu ile karşı karşıya gelmişti. Bu durum karşısında Diogenes, devlet yönetiminde bir takım yenilikler yapmak istemişse de evlendikten yedi ay geçmesine rağmen, hala yönetimi elinde tutmakta olan karısı Evdokia ile arası açıldı. Bunun üzerine sarayı terk ile Anadolu yakasına geçip, özellikle Anadolu'daki Selçuklu ilerleyişini durdurmak amacıyla, hazırlıklara girişti. Fakat bilindiği üzere, 26 Ağustos 1071'de Selçuklu sultanı Alparslan'la Malazgirt'te yaptığı savaşta yenilip tutsak alınmasıyla, onun da imparatorluğu sona ermiş oldu. Bundan sonraki devirlerde de Selçuklu istilası sebebiyle Bizans'ın Anadolu'daki hakimiyeti çökmeye devam etmiştir.
BAĞDAD ABBASİ HALİFELİĞİ
Hz. Peygamber'in amcası Abbas'ın soyundan gelen Abbasiler, Emevi hanedanına karşı sürdürdükleri uzun mücadeleler sonucunda, özellikle Büyük Zap Suyu savaşından (Ocak 750) sonra Emevilere son vererek kendi adlarıyla anılan Abbasi Halifeliğini kurdular. İlk Abbasi halifesi Ebulabbas Saffah'tan sonra yerine geçen kardeşi Ebu Cafer Mansur (754- 775) hilafet başkentini Bağdad'a naklederek halifeliğin doğuya yönelmesini sağladı. Mansur, halifeliği ciddi şekilde uğraştıran iç sorunları büyük ölçüde çözümledi ve halifelik ülkelerinde huzur ve sükunu sağladı. Bunda, İran asıllı Bermekoğulları ailesinin de büyük rolü olduğunda hiç şüphe yoktur. Fakat daha sonra halife olan Mehdi (775-735) devrinde, Horasan'da birtakım mezhep çatışmaları ortaya çıktı. Bizans'la da başarılı savaşlar yapıldı.
Hadi'nin kısa halifeliğinden (785-786) sonra Harun Reşid hilafet tahtına geçti. Onun halifeliğinin başlangıcında, Asya'da Arap hakimiyeti yüksek bir düzeye ulaşmış idi. Genellikle hilafet yönetiminin iyi ve düzenli bir şekilde yürütülmesinde, Harun Reşid'in yetenekli kişiliği yanında, Bermekoğulları ailesinin de katkıları büyük oldu. Harun Reşid'in son zamanlarıyla daha sonraki halifeler devirlerinde, IX. yüzyılda, halifeliğin siyasi birliği çözülmeye başladı; bu cümleden olarak Emevi sülalerinin bir kolu, İspanya’da bağımsız bir yönetim kurduğu gibi, Kuzey - Afrika'nın merkezle ilişkisi kesildi ve dolayısıyla Mısır'da Tulunoğulları tarafından bağımsız bir devlet kuruldu. Maveraünnehr ve Horasan'da Tahiri, Samani ve Saffariler hilafetten ayrılarak bağımsız birer devlet kurdular; böylece Abbasi halifeliğinin hakimiyeti, Irak dışında, adeta tamamen yıkılmış bir duruma geldi. Mısır ve Kuzey - Afrika'da kurulan şii Fatımi halifeliği, Kızıldeniz'den Atlas Okyanusu'na kadar uzanan ülkelere hakim olarak sünni Abbasi halifeliğini tehdit eder bir duruma geldi. Nihayet Iran ve Irak'ta kurulup genişleyen şii Büveyhoğulları, halife Müstekfi zamanında (944-046), Bağdad'ı işgal edip yönetimi ellerine geçirdiler. Fakat 1040 yılından sonra süratle genişleyip imparatorluk haline gelen Selçukluların İslam aleminin maddi kudretini ellerine geçirmeleri sonucunda, Abbasi halifeliği önce Büveyhoğulları, daha sonra da Fatımi halifeliğinin baskı ve tehdidinden kurtarıldı.
BÜVEYHOĞULLARI DEVLETİ
Ebu Şuca Büveyh (BU.ye) tarafından kurulan ve daha sonra Ziyaroğullarının hizmetine giren üç oğlu İmadüd devle Ali, Rüknüddin Hasan ve Muizzüddin Ahmed'in büyük çabalarıyla, süratle gelişen Iran kökenli Büveyhoğulları devleti, kısa zamanda Isfahan, Cibal, Kirman, Huzistan ve yörelerine hakim oldu, hatta Ahmed, 945 yılında, Bağdad'a girip yönetimi eline geçirdi. Ahmed'in oğlu Adududdevle fenahusrev, Irak, Güney - lran ve Umman'ı ele geçirdikten başka, Elcezire' de Hamdanoğulları, Taberistan' da Ziyaroğulları, Horasan'da da Samanoğulları devletleri aleyhine, devletin sınırlarını en geniş bir düzeye ulaştırdı. Fakat onun ölümünden sonra aile içinde ayrılık ve çekişmeler başgösterdi; Önce Gaznelilerin, daha sonra da Selçuklu sultanı Tuğrul Bey'in İslam dünyasına hakim olma faaliyetleri sonucunda ortadan kaldırıldı (1055); ancak bu ailenin bazı fertleri, tabi emirlikler halinde bir süre daha siyasi varlıklarını devam ettirdiler. Büveyhoğullarının ortadan kaldırılmasından sonra bile Büveyhi valisi olarak Bağdad'da görev yapan Türk asıllı Ebu'l - Haris Arslan Besasiri, Mısır Fatımileriyle işbirliği yaparak 28 Kasım 1058'de, Tuğrul Bey'in şehirde bulunmamasından istifade ile Bağdad'ı işgal ve halife Kaaim Biemrillah'ı tutsak alıp Fırat üzerindeki Hadise - Ane kalesine hapsettirdi. Fakat çok geçmeden Tuğrul Bey, yeniden Bağdad'a gelerek Besasiri'yi bertaraf ile halifeyi tutsaklıktan kurtararak makamına iade etti. Böylece son Büveyhi temsilcisi Arslan Besasiri'nin şiiliği yayma ve hakim bir mezhep haline getirme faaliyetleri de kesin bir şekilde sona erdirilmiş oldu.
MISIR - FATIMİ HALİFELİĞİ
Orta - Doğu'nun büyük devletlerinden birisi de Fatımi devleti idi. Bu devlet, İsmaili dailerinden Şii adıyla tanınan San'alı Ebu Abdullah Hüseyin ve Ebu Muhammed Mehdi'nin büyük çabalarıyla Kuzey - Afrika'da, Ağlebi, Müdrari, Rüstemi, İdrisi ve İhşidi devletlerinin topraklarında kuruldu (M. 909). Fatımi devletinin sınırları, halife Muizz Lidinillah (953-975) ile oğlu Aziz Billah (975/76-996) devirlerinde, Kızıl Deniz'den Atlas Okyanusu'na kadar uzanan ülkeleri, yani Hadramut, Yemen, Hicaz, Filistin, Suriye ile bütün Kuzey · Afrika'yı içine almakta idi. Fakat halife Hakim zamanında (996-1021) başlayan ve halife Zahir devrinde (1021-1036) belirli bir şekilde meydana çıkan Fatımi yönetiminin zaafiyeti sebebiyle, halifeliğe bağlı birçok eyaletlerde kanlı ayaklanmalar ortaya çıktı ve dolayısıyla hu eyaletlerin Mısır'la idari ilişkileri kesildi.
Halife Zahir'in ölümü üzerine sekizinci Fatımi halifesi olarak tahta geçen oğlu Mustansır'ın saltanatının ilk yıllarında, Şiblüddevle Nasr'ın elinde bulunan Halep elegeçirildi; böylece Fatımi devletinin sınırları Fırat'a dek ulaşırken, bir yandan da Ali Suleyhi'nin başarılı fetihleri sonucunda, Yemen, Fatımi hakimiyetine alındı. Fakat gerek yetenekli vezir Ebulkasım Cercerai ve gerekse değerli kumandan Anuştekin'in ölümleri üzerine, devletin merkezi hükümranlığı süratle zayıflamaya başladı; bunun sonucunda Suriye ve Filistin'deki Fatımi hakimiyeti de çöktü. Bununla birlikte Fatımiler, 1048 yılında Nasırud devle ve ertesi yıl (1049) Ebulfazl Rıfkul hadim kumandasında, özellikle Kuzey · Suriye'de kaydedilen yerleri geri almak amacıyla, iki ordu gönderdilerse de başarılı olamayarak Mısır'a çekilmek zorunda kaldılar. Daha sonraki yıllarda Kuzey - Suriye'ye yapılan birkaç askeri harekat da başarıya ulaşamadı . Böylece Kuzey • Suriye'yi kaybeden Fatımi devletinin hakimiyetinde kalan ve Suriye'nin en önemli kenti olan Dımaşk'ta da durum iyi değildi. Kentte yerleşen özellikle Türklerle Berberi unsurlar arasında ortaya çıkan anlaşmazlık ve yetki çatışmaları gittikçe artmakta, huzur ve sükunu sağlamak üzere şehre gönderilen valiler başarılı olamamakta ve dolayısıyla sık sık değiştirilmekte idiler. Özellikle devlet yönetiminde, Türklere oldukça geniş yer veren halife Mustansır'ın saltanatının ortalarına doğru, Mısır'da büyük huzursuzluklar baş gösterdi. Vezir Ebulkasım Cercerai'den sonra vezaret makamına geçen Ebu. Sa'd 1047'de, ordudaki Türk ve Berberi kuvvetler arasında patlak veren çatışmalarda öldürüldü, yerine kardeşi Harun geçtiyse de çok geçmeden Hasan Yazfıri, Fatımi veziri oldu. Fakat bu sıralarda, Mısır ve eyaletlerde huzursuzluk ve ekonomik sıkıntılar ciddi bir düzeye ulaştı. Halife, devletin mali durumunu düzeltmek amacıyla, halka para cezası kesmek, mal ve mülklerine el koymak gibi huzursuzluğu daha da çok arttıran faaliyetlerde bulundu. Bu arada Delta bölgesinde Arapların tehlikeli ayaklanmaları güçlükle bastırıldı. Ayrıca orduda görevli Türk, Berberiler ve Sudanlılar arasında baş gösteren gerginlik son derecede tehlikeli bir durum aldı. Sivil yönetimin iyice bozulması, devlet hazinesinin de boşaltılmasının etkisiyle askeri unsurlar, yetki çatışmalarına giriştiler. Bu cümleden olarak Hamdanoğulların'dan Nasıruddevle, Türk ve Berberilerle işbirliği yaparak 1062-67 yılları arasında Sudanlıları kesin olarak bertaraf etmeyi başardı. Fakat çok geçmeden halife üzerinde de baskı kurmak isteyen Nasıruddevle, bir yandan halife, öbür yandan da rakipleri durumuna geçen İldeniz ve halifeliğin diğer ileri gelen emirleriyle mücadele etmek zorunda kaldı. Böylece sıkışık bir duruma düşen Nasıruddevle, Selçuklu sultanı Alparslan'a başvurup, onu Mısır'a davet etti. Fakat bu vezir çok geçmeden 1073 yılında, İldeniz tarafından bütün yakınlarıyla birlikte öldürüldü. Bununla birlikte 1067 yılından beri hüküm sürmekte olan kıtlık sebebiyle Mısır, büyük ve ciddi bir sefalet içinde bulunuyordu. Bu sebeple halkın bir çoğu Suriye ve Irak'a göç etmek zorunda kaldı. Halife Mustansır, ülkeyi, içine düştüğü anarşi ve sefaletten kurtarmak amacıyla, bu sıralarda halifeliğin Akka valisi bulunan Bedrülcemali'yi Mısır'a çağırarak devlet yönetimini eline almasını istedi. Bir gece gizlice Akka'dan Kahire'ye gelen Bedrülcemali, halifeyi şiddetle baskı altında bulunduran ve kendisinin Mısır'a gelme sebebini anlatmakta geç kalmış olan Türk, Berberi ve Sudanlı emirlerin hepsini bir gecede öldürmek suretiyle, duruma hakim oldu ve Fatımi halifeliğini bir süre huzura kavuşturdu.
Alıntı:
ANADOLU'NUN FETHİ
SELÇUKLULAR DÖNEMİ
(BAŞLANGIÇTAN 1086'YAKADAR)
Prof. Dr. ALİ SEVİM
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder