Müslümanların 717 yılındaki İstanbul kuşatmasından sonra Abbasi Halifesi Harun er-Reşid'in İstanbul seferine kadar diplomatik ilişkilerde bir durgunluk görülmektedir. Şüphesiz bu dönemde asgari düzeyde ilişkiler söz konusudur. Bu kopukluğun sebebi iki taraf arasında düşmanlığın daha da artması değil, iki tarafın da birtakım iç problemlerle meşgul olmalarıdır. Bilindiği gibi bu dönemde yıllarca devam eden mücadeleler sonunda İslam devletinde önemli bir iktidar değişikliği olmuş ve yönetim Emevi ailesinden Hz. Muhammed'in amcası Abbas'ın soyundan gelen Abbasilerin eline geçmişti. Bunun bir neticesi olarak İslam devletinin başkenti, Dımaşk'tan Bağdat'a nakledilmişti. Böylece güç merkezi Suriye'den Irak'a doğru kaymış oluyordu. Bizans cephesinde ise III. Leon'un tahta çıkmasıyla başlayan Isauria hanedanı döneminde 726 yılından sonra imparatorluğu uzun süre meşgul edecek olan dini ve siyasi mahiyetteki İkonoklazma mücadelesi (Tasvirkırıcılık) söz konusudur. Bunun yanında Artabasdos isyanı gibi çeşitli iç çalkantıları da hatırlamak gerekir.
Bizans kuvvetleriyle bazı çatışmalar yaşanmış olmakla birlikte karşılıklı herhangi bir diplomatik ilişki kaydedilmiş değildir. Bu durum Ebu'l-Abbas'ın saltanatının kısa sürmesi yanında özellikle Emevilerin takibatı başta olmak üzere iç olaylara yoğunlaşmış olmasından kaynaklanmış olmalıdır.
ikinci Abbasi halifesi Ebu Ca'fer el-Mansur (136- 158/754-775) döneminde ise 139/756 yılında Bizans imparatoru V. Konstantinos (741-775) ile bir fidye anlaşması yapıldığı görülmektedir. Abbasiler döneminde Bizanslılarla yapılan bu ilk anlaşmayla halife, imparatorun daha önce Malatya ve Erzurum gibi İslam topraklarına saldırısı sırasında aldığı esirlerin fidye karşılığında serbest bırakılmalarını sağlamıştır.
Halife Ebu Ca'fer el-Mansur döneminde Bizans'tan gelen bazı elçilerden bahsedilmektedir. Elçileri diplomatik kurallar dahilinde kabul eden halifenin onlarla çeşitli sohbetlerde bulunduğu, bazı konularda görüşlerini sorduğu ve özellikle büyük harcamalar yaparak kurdurduğu yeni başkent Bağdat'ı gezip görmelerine özel önem verdiği anlaşılmaktadır. Nitekim Bağdat şehrinin başkent olarak kurulmasından sonra kendisini ziyarete gelen Bizans elçisinin yanına halife, hacibi/veziri Rabi' b. Yünus'u refakatçı vererek şehri gezdirmiştir. Elçi şehri son derece beğenmiş, fakat kendisine göre sakıncalı veya eksik bulduğu bazı hususları da halifeye belirtmeden edememişti. Mansur'un sorusu üzerine elçi, şehri çok beğendiğini ancak çarşının şehir içinde kurulmuş olmasının sakıncalı olduğunu ifade ederek halifeyi ülke aleyhine çalışan casusların tüccar kılıfı altında şehre girip bazı devlet sırlarını ele geçirebilecekleri hususunda uyarmıştır. Bunun yanında şehrin yeşillendirilmesine önem verilmesini ve şehre daha çok su sağlanmasını tavsiye etmiştir. Mansur başlangıçta elçinin bu sözlerini pek kale almaz bir tavır içine girmişse de daha sonraki tecrübeler elçiyi haklı çıkarmış olmalı ki, Kerh denilen yeri düzenletip çarşıyı oraya naklettiği gibi Kerhaya suyunu Bağdat'a·getirtmiş ve ayrıca Abbasiyye adı verilen dinlenme yerini yapmıştır. Tarihi kesin olarak kaydedilmeyen bu elçiliğin Bağdat'ın kuruluşunun tamamlandığı 145/762 yılı ile pazarların şehir dışına nakledildiği 157/773 yılları arasında gerçekleştiği anlaşılmaktadır.
Mansur'a gönderilen diğer bir Bizans elçisinin dikkatini bir köprü üzerinde dilenmekte olan insanlar çeker. Kendisine refakat etmekte olan Umare b. Hamza'ya halifenin bu insanlara acıyıp yardım etmesi gerektiğini söyleyince Umare, halifenin durumun farkında olduğunu ancak bunun için yeterli para bulunmadığını belirtir. Bu konuşmadan daha sonra haberdar olan Mansur, verilen cevaptan hoşlanmamış ve bir fırsatını bulduğunda elçiye şöyle demiştir: "Para ve mal çok. Ancak ben insanlar arasında ayırım yapmak istemiyorum. Ayrıca zenginlere de Allah'ın kendilerine ihsan ettiği nimetlerden fakirlere vermek süretiyle sevap alma imkanı vermiş oluyorum." Halifenin bu cevabını elçinin takdir ettiği belirtilir.
Halife Mansur da İmparator V. Konstantinos'a edebiyat ve belagatıyla tanınan katibi Umare b. Hamza'yı elçi olarak göndermiştir. lbnü'l-Fakih'in rivayetinden bu elçiliğin iki ülke ilişkilerinin gergin olduğu bir dönemde gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Kaynağa göre halife gönderdiği mektupta imparatora savaş tehdidinde bulunmaktaydı. Umare yabancı elçilerin kalplerine korku salmak için hazırlanmış arslanlı, kılıçlı ve dumanlı üç engeli aştıktan sonra imparatorun huzuruna çıkabilmiş ve halifenin mektubunu sunmuştur. Halifenin ve ülkenin durumunu soran imparator elçiyle görüştükten sonra gereği gibi ağırlanmasını emretmiştir. Ayrıca elçiyi yanına alarak bir gezinti yapmış ve ona tedavi amaçlı olarak kullanılan bazı bitkilerle kimya (simya=alşimı) alanında bakır ve kurşundan/kalaydan altın ve gümüş elde etmeye yönelik birtakım uygulamalar göstermiştir. Elçi Umare İmparatorun cevabi mektubuyla birlikte Bağdat'a döndüğünde halifeye ziyaretiyle ilgili bilgi ve gözlemlerini aktarmıştır. Bunlar arasında elçinin imparatorla birlikte izlemiş olduğu bazı metallerden altın ve gümüş elde etmeyi amaçlayan teknik çalışmalar halifenin kimyaya özel ilgi duymasına neden olmuştu.
lbn Haldun'un bir rivayeti yukarıdaki bilgileri tamamlayıcı mahiyettedir. Buna göre Ebu Ca'fer el-Mansur V. Konstantinos'a elçi göndererek eski Yunan bilimine ait eserlerin 'tercümelerinin' gönderilmesini istemiştir. Halifenin bu ricasına imparator, aralarında Euclides'in hendeseye dair eserinin de bulunduğu fen bilimleri alanındaki bazı eserleri göndermek suretiyle cevap vermiştir.
İslam askerlerinin Bizans topraklarına düzenledikleri seferler neticesinde V. Konstantinos 155/771 yılında Mansur'a cizye karşılığında barış teklif etti. Bu teklifi halifenin nasıl karşıladığına dair bir bilgi kaydedilmemekle birlikte bu tarihten sonra Müslümanların Bizans topraklarına sefer düzenlemeye devam ettikleri dikkate alındığında halifenin imparatorun bu teklifini kabul etmediği anlaşılmaktadır.
Bu elçilikler sırasında imparator tarafından halifeye gönderilen kıymetli hediyeler arasında gümüş bir levhanın da bulunduğu görülmektedir. Halifelerin öteden beri Kabe'ye çok kıymetli hediyeler gönderdiklerini belirten Biruni, Mansur'un gönderdiği hediyeler arasında Bizans imparatoru tarafından kendisine hediye edilen gümüş bir levhanın (levhun 'azfmün min fiddatin) da yer aldığını kaydeder.
Mansur'un vefatından sonra halife olan Mehdi-Billah'ın (158-169/775-785) halifeliğini kutlamak için birçok heyetlerin geldiği Ya'kubi tarafından belirtilmektedir. Bu elçiler arasında tahta yeni çıkmış olan Bizans imparatoru IV. Leon'un (775-780) Tarasius (Taras) adlı bir elçisi de bulunmaktadır. Halife elçinin ağırlanması ile ilgilenmek üzere ileri gelen devlet ricalinden Rabi' b. Yunus'u görevlendirir. Aynı zamanda mühendislik bilgisine sahip olduğu anlaşılan elçi, Bağdat'ta bir süre kalmış ve bu arada Sarat nehirlerinin kavuştuğu yerde yüz tane öğütücü taşı bulunduğu ve yıllık gelirinin 100 milyon dirhem olduğu rivayet edilen "Reha'l-Batrik=Patrik!Elçi Değirmeni" veya "Ebu Ca'fer Değirmeni" adlı büyük bir değirmen inşa etmiştir.
Halife b. Hayyat 167 /783 yılında Bizanslılarla bir fidye anlaşması yapıldığını ve gerekli görüşmelerin Abdülhamid b. Dahhak tarafından yürütüldüğünü kaydeder. Mes'udi ve Makrizi ise tarih vermeksizin Halife Mehdi döneminde Bizanslılarla bir fidye anlaşması yapıldığını ve bu görüşmeleri en-Nakkaş el-Antaki'nin yürütmüş olduğunu zikrederler. Bu anlaşma Ya'kubi'nin şu rivayetiyle bağlantılı gözükmektedir: 159/776 yılında Bizanslıların Samsat'a (Samosata) saldırıp halktan birçok kişiyi esir almaları üzerine halife "Sağir"ı Bizanslılara göndermiş ve o da "Müslümanları kurtarmıştı".
Mehdi'nin uğur, talih ve kehanet konularına ilgi duyduğunu ve büyücülüğe ait kitapları topladığını belirten Ebu'l-Ferec Gregorios, bu yüzden imparator IV. Leon'un halifeye Mısırlıların büyü ve sihir sistemine dair bir kitap ile Mısırlıların Hz. Musa'ya karşı yaptıklarını anlatan bir risaleyi gönderdiğini kaydeder.
Halife Mehdi'nin 165/78 1 -782 yılında oğlu Harun'u dönemin ünlü komutanlarıyla birlikte büyük bir ordunun başında İstanbul üzerine göndermesi Bizans' la bir anlaşma imzalanması ile sonuçlandı. Mehdi tarafından İstanbul seferine gönderilen Harun yol üzerinde karşılaştığı bazı karşı koymaları bertaraf ederek Anadolu yakasına kadar gelmişti. Bu sırada IV. Leon'un ölümünden sonra Bizans'ta devlet işlerini tahtın varisi henüz on yaşındaki VI. Konstantinos (780-797) adına annesi lrene (müstakil saltanatı 797-802) yürütmekteydi. lrene yeni iktidar değişikliği sonrasında ortaya çıkan taht mücadeleleri yüzünden Harun'a elçiler göndererek barış anlaşması yapmak zorunda kaldı. Üç yıl süreli bu anlaşmaya göre Irene, Abbasi devletine yılın Nisan ve Haziran aylarında 70.000 dinar ödemeyi kabul etmekteydi. Ayrıca Harun'un isteği üzerine dönüş yolunda ordunun ihtiyaçlarını karşılamak üzere pazarların kurulmasını ve yol göstermek için rehberler tayin edilmesini de üzerine alıyordu. Bundan başka lrene altın, gümüş ve birtakım değerli hediyeleri Mehdi'ye takdim etmek üzere bir elçisini de Harun'la birlikte Bağdat'a gönderiyordu.
Taberi hiçbir detay vermeden Musa el-Hadi (169- 170/785-786) 'ye bir Bizans elçilik heyetinin geldiğini zikreder. Hatta halifenin, yanında bulunan ve genç yaşta saçları dökülmüş olan Sa'id b. Süllem'e heyetin gözünde daha yaşlı ve olgun gözükmesi için sarığını çıkarttırdığını kaydeder. Ebu'l-Ferec el-İsfühani de Bizans imparatoriçesi lrene'nin Mehdi, Hadi ve Harun er-Reşid'e halifeliklerini kutlayan mesajlar ve çeşitli hediyeler gönderdiğini belirtir.
Musa el-Hadi'nin bir yıl gibi çok kısa süren halifeliğinden sonra kardeşi Harun er-Reşid'in (170- 193/786-809) 23 yıllık yönetiminde Abbasi-Bizans ilişkilerinde önceki yıllara oranla daha canlı bir dönem yaşanmıştır. Hemen her yıl Bizans üzerine seferler düzenlenmiş, bazen orduya bizzat halife kumanda etmiştir. Bunun yanında Bizans'ın İslam topraklarına yöneldiği de olmuştur. Harun er-Reşid Tarsus'u yeniden inşa etmek ve Avasım ve Sugur adı verilen sınır bölgelerini tahkim etmek suretiyle Bizans akınlarını engellemeyi hedeflemişti. Karşılıklı esir değişimi, fidye anlaşmaları ve mektuplaşmalar yanında az sonra bahsedileceği gibi diplomasi alanında ciddi bir krizin yaşanması da bu döneme rastlamaktadır.
Bu dönemde her iki tarafın dış siyasette daha güçlü ve etkin bir konuma gelmek amacıyla karşı tarafın rakipleriyle işbirliği ve dostluk kurma siyasetine başvurduğu görülmektedir. Harun er-Reşid Bizans'ın rakibi ve dönemin güçlü imparatorlarından Şarlman'la (Charlamagne) dostluk kurarken Bizans yöneticileri de Abbasilerin hasmı durumundaki Endülüs Emevileri ile ittifak içindeydiler.
Halife b. Hayyfıt hiçbir ayrıntıya girmeksizin Harun er-Reşid'in halifeliğinin ilk yılında Bizanslıların fidye anlaşması için geldiklerini zikreder.
Daha önce bahsedilen Hz. Muhammed ve Ömer b. Abdilaziz örneklerinde görüldüğü gibi dönemin Bizans imparatoruna dine davet mektubu gönderme olayı Harun er-Reşid için de rivayet edilmektedir. Harun er-Reşid, Bizans imparatoru VI. Konstantinos'a (780-797) uzun bir mektup göndererek İslam'ın ilkelerini ona açıklamış ve onu İslam'a davet etmiştir. Mektup Ebfı'r-Rabi' Muhammed b. el-Leys tarafından kaleme alınmıştır.
Peşpeşe gelen Arap saldırılarını durdurma ümidiyle 182/798 yılında İmparatoriçe lrene, Sardis piskoposu Euthymius'u bir mektupla birlikte Harun er-Reşid'e göndermişti.
Öteden beri sürdürdüğü mücadelelerden sonra 187/802 yılında tahta çıkmayı başaran Nikephoros (802-8 1 1) halifeye gönderdiği mektubuyla iki ülke arasında ciddi bir diplomatik krize neden oldu. Arap kaynaklarının rivayetine göre imparator mektubunda kendisinden önce Irene'nin halifeyi şah makamına kendisini de piyon yerine koyduğunu, dolayısıyla kadın olmasından kaynaklanan sebeplerle devleti küçük düşürücü anlaşmalara imza attığını belirtiyor ve o güne kadar Irene tarafından ödenmiş olan vergilerin iade edilmesini istiyordu. Aksi takdirde savaş açacağını da ekliyordu.
Nikephoros'un bu kışkırtıcı mektubu karşısında halifenin ne derece hiddetlendiğini kaynaklar şu detayı zikretmek suretiyle vurgularlar: "İmparatorun mektubu okunduğunda Harun o derece sinirlendi ki, kimse etrafında duramaz ve yüzüne bakamaz olmuştu. Harun bir divit istedi ve aynı mektubun arkasına şöyle yazdı: "Bismillahirrahmanirrahim. Müslümanların emiri Harun'dan Bizans köpeği Nikephoros'a! Ey kafir kadının oğlu! Mektubunu okudum. Cevabını duymakla kalmayacak, aynı zamanda göreceksin. Vesselam!"
Harun bundan sonra Ereğli'ye (Heraklia) kadar geldi ve Nikephoros'u yıllık vergi karşılığında barış istemek zorunda bıraktı. İmparator kış şartlarından istifadeyle bu anlaşmayı bozmuş, ancak o sırada Rakka'ya kadar gitmiş olan Harun'un beklenmedik şekilde geri dönmesinin ardından yapılan savaşta yenilerek halifeden aynı şartlarla barış istemiştir. Barış anlaşmasının tekrar bozulması üzerine Harun 190/806 yılında büyük bir orduyla Bizans seferine çıktı ve Ereğli'yi fethettikten sonra Tuvane'ye ilerledi. Zor durumda kalan Nikephoros, Harun'a metropolit Petros ile Amastra (Amastris) valisi Gregorios'u elçi olarak göndererek anlaşmaya razı olduğunu bildirdi. Sonuç Bizans açısından oldukça küçük düşürücüydü: İmparatorun yıllık 30.000 veya 50.000 dinar vergi ödemesi yetmiyor, kendisi için dört, oğlu ve ileri gelen devlet ricali için ikişer dinar olmak üzere halifeye ayrıca cizye ödemeyi kabul ediyordu.
Halife Harun er-Reşid'in askeri kabiliyeti yanında insancıllığını ve bu arada İslam-Bizans ilişkilerinde savaş ve barışın içiçeliğini göstermesi bakımından dikkate değer bir rivayete göre, Harun'un Ereğli'yi fethi sırasında alınan esirler arasında Nikephoros'un oğlunun nişanlısı da bulunmaktaydı. İmparator iki özel elçisi aracılığıyla çeşitli hediyelerle birlikte halifeye gönderdiği mektubunda yardımına muhtaç olduğunu belirtiyor ve oğlunun nişanlısının gönderilmesini rica ediyordu. Halife, Nikephoros'un bu ricasını kabul ederek gelin adayını şanına layık bir törenle kendi otağı içerisinde değerli eşyalar ve kıymetli hediyelerle birlikte Bizans başkentine uğurlamıştır. Buna karşılık imparator da halifeye elçisi aracılığıyla 50.000 dirhem, 100 katı ipek olmak üzere 300 kat değerli elbise, 12 şahin, 4 av köpeği ve 3 at hediye göndermek suretiyle minnettarlığını ızhar etmiştir.
Harun er-Reşid döneminde esir değişimini amaçlayan diplomatik girişimler olumlu sonuçlar vermiş ve Bizanslılarla birkaç defa esir değişimi gerçekleşmiştir: Harun' un Safsaf seferinden sonra Şevval 181/Aralık 797'de Tarsus yakınındaki Lamos nehri kenarında yapılan esir değişimi her iki tarafın dikkate değer ilgisine mazhar olmuştu. Avasım bölge valisi Kasım b. Reşid tarafından görevlendirilen Tarsus valisi· .Ebu Süleym Ferec' in girişimleriyle yapılan törene 30.000 Müslüman askerin yanısıra ulema, eşraf ve halktan birçok kişi katılmıştı. Anlaşma sonucu 3.700 Müslüman esirin serbest bırakıldığı kaydedilirken Bizans esirlerinin sayısı hakkında bir bilgi verilmemektedir.
Diğer bir esir değişimi ise Nikephoros'un İbrahim b. Cebrail kumandasındaki birliklere yenilmesinden bir yıl sonra 189/805 yılında yine Lamos nehri kenarında aynı valilerin gözetiminde gerçekleşmiştir. Riva yete göre on iki gün içerisinde 3.700 Müslüman esirin serbest bırakıldığı töreni bütün techizatıyla katılan 30.000 askerin yanısıra "halktan 500.000 kişi" izlemiştir.
Harun er-Reşid döneminde Bizanslılarla bir diğer esir değişimi 192/808 yılında yapılmıştır. Kadın-erkek 2.500 Müslüman esirin serbest bırakıldığı yedi gün süren bu değişim yeni vali Sabit b. Nasr'ın sorumluluğunda Taberi'ye göre Pozantı'da (Podandus), Mes'udi'ye göre ise yine Lamos nehri kenarında gerçekleşmiş ve "yüzbinlerce kişi tarafından" izlenmiştir.
Harun er-Reşid'in ölümünden sonra halife olan Emin (193-198/809-813) ile kardeşi Horasan bölge valisi Me'mun arasındaki taht mücadeleleri sırasında Emin'in öldürülmesiyle, Me'mun'un yirmi yıl sürecek halifelik dönemi (198-218/813-833) başlamıştı. Bizans'ta ise İmparatoriçe İrene'nin bir ihtilalle tahttan indirilmesiyle (31 Ekim 802) lsauria hanedanının (717-802) hakimiyetine son verildikten sonra nisbeten sık sayılabilecek iktidar değişikliklerinin ardından Amorion hanedanı (820-867) işbaşına gelecektir. Bu dönemde de savaşların yanısıra karşılıklı elçilik heyetleri ve hediyeler gönderildiği, bilimsel amaçlı işbirliğinin yapıldığı görülmektedir.
Bir defasında Me'mun'un veziri Fadl b. Sehl' in (ö. 202/817) huzurunda biri Bizans İmparatoru V. Leon (813-820) ve diğeri de Habeş kralı tarafından gönderilen iki elçinin varlığından bahsedilmektedir. Elçiler Fadl b. Sehl' in huzurunda konuşmaları ve seviyeli cevaplarıyla dikkat çekmişlerdi. Elçilerin bu özelliklerinden ve kendi krallarıyla ilgili müsbet değerlendirmelerinden haberdar olan Me'mun onlara 20.000 dinar vermiş ve kendisinin de iyi halifeleri güzel bir şekilde tavsif edebilen belagatlı insanlara sahip olmayı arzuladığını ifade etmiştir.
Kendisi iyi bir eğitim görmüş, sanat ve ilme meraklı olan İmparator Theophilos'la Halife Me'mun arasındaki ilişkiler dikkate değer mahiyettedir. Theophilos (829-842) tahta çıktıktan sonra hocası Synkellos Ioannes Grammatikos'u (Yuhanna en-Nahvi) Me'mun'a elçi olarak gönderir. İmparator II. Mikhail'den (820-829) sonra Theophilos'un tahta çıktığını halifeye bildiren elçi, beraberindeki hediyeleri de ona takdim eder. Elçi bu arada II. Mikhail döneminde ayaklanan ve sonunda Abbasi devletine sığınmış olan general Manuel ile de gizlice görüşme imkanı bulur. Manuel'e Bizans'a dönmesi halinde affedileceğine dair yeni imparatorun güvencesinin yer aldığı altın mühürle mühürlenmiş fermanını ve yine bizzat imparator tarafından hediye olarak gönderilen haçı verir. Bu ilgiden yeteri derecede etkilenen Manuel Bizans'a geri döner. Daha sonra İstanbul patriği olacak olan hocası Synkellos lbannes Grammatikos'un medhettiği Bağdat sarayına hayran kalan imparator Theophilos, Abbasi saraylarının resimlerini getirterek Patrikios adındaki bir şahsa Bryas mevkiinde aynı tarzda bir saray yaptırmıştır.
lbnü'l-Ferra isim ve tarih vermeksizin Halife Me'mun'un Bizans imparatoruna bir elçi gönderdiğini kaydeder. Elçi beraberindeki mektupları imparatora ilettikten sonra epey bir süre kalmış ve bu arada aldığı izinle Müslüman esirleri ziyaret ederek onların durumlarını yerinde görme imkanı elde etmişti. Ziyaret sırasında Bağdatlı esirlerden birinin okuduğu acıklı şiir elçi tarafından daha sonra Me'mun'a iletildiğinde halifenin oldukça duygulandığı ve hemen harekete geçip esirlerin salıverilmelerini sağladığı belirtilmektedir.
Theophilos'un Tarsus ve Mıssisa şehirlerine saldırması üzerine Halife Me'mun 216/831 yılında Bizans'a bir sefer düzenledi ve imparatoru barış istemeye mecbur bıraktı. İmparatorun barış talebi için yakın çevresindeki piskoposlardan biri aracılığıyla gönderdiği mektup, imparatorun isminin kendi adından önce yazılmasına son derece sinirlenen halife tarafından derhal iade edildi. Bunun üzerine Theophilos halifenin adını önce zikrederek "Allah'ın kulu ve insanların en şereflisi Arap hükümdarı Me'mun'a, Bizans imparatoru Theophilos'tan ( ...)" şeklinde başlayan ikinci mektubunu gönderdi. İmparator Me'mun'a Bizans'tan aldığı kaleleri geri verip beş yıllık sulh anlaşmasını imzalaması karşılığında 100.000 dinar vermeyi ve elindeki 7.000 Müslüman esiri serbest bırakmayı teklif etmiş, ancak halifeden bir karşılık görmemiştir.
217/832 yılında Hısn-u Lü'lü'ün müslümanların eline geçmesiyle savaş şartlarının kendi aleyhine geliştiğini gören Theophilos, Me'mun'a edebi bir mektup yazmış ve sulh teklifinde bulunmuştur. Me'mun bu mektuba da olumsuz cevap vermiş ve rivayete göre imparatoru lslam'a davet ederek aksi takdirde fidye ödemesini istemiştir.
Me'mun'un bütün teklifleri geri çevirdiğini ve 218/833 yılında Amorion'u (Amfıriyye) muhasara hazırlığında olduğunu gören Theophilos, bir mektup yazarak İslam ordusunun yiyeceğini temin etmek, yanındaki müslüman esirleri serbest bırakmak ve Bizanslılar tarafından tahrib edilen Sugfır bölgesindeki kalelerin tamiri karşılığında barış isteğini yinelemiştir. Me'mun Bizans elçisi geldiğinde çadırına girip iki rekat namaz kılmış ve istihareden sonra elçiye, imparatorun mektupta üzerinde durduğu her hususla ilgili cevaplar vermiş ve savaştan başka bir yol kalmadığını belirtmiştir. Me'mun'un imparatora sözlü cevap vermeyi tercih ettiği anlaşılmaktadır ki, infial veya savaş durumlarında bazen bu yola başvurulduğu veya Harun' un Nikephoros'a yazdığı gibi çok kısa cevaplar verildiği görülür.
Bizans imparatorlarıyla halifeler arasındaki hediyeleşmelerde hediyelerin devletin şan ve şerefini yansıtmasına önem verilmekteydi. Bir defasında Me'mun'a Bizans imparatorlarından birinin hediyeleri sunulmuştu. Me'mun gelen hediyelerin yüz katının imparatora gönderilmesini istedi ve "böylece İslam'ın izzetini ve Allah'ın bize verdiği nimetleri görmüş olsun" dedi. Me'mun danışmanlarından Bizanslılar için en değerli hediyenin misk ve samur olduğunu öğrenince hediyelere 200 rıtl misk ve 200 samur derisi daha eklemelerini emretti.
lbnü'n-Nedim Me'mun'la çağdaş Bizans imparatoru (muhtemelen Theophilos) arasında birçok yazışmalar gerçekleştiğini belirttikten sonra halifenin imparatora mektup yazıp Bizans'taki eski Yunan yazmalarından kendisinin uygun göreceği eserleri göndermesini istediğini, teklife başlangıçta olumsuz bakan imparatorun daha sonra kabul ettiğini kaydeder. Bunun üzerine halife, aralarında dönemin meşhur tercüman ve ilimadamlarından Haccac b. Matar, İbn Batrik ve Yuhanna b. Maseveyh'in de bulunduğu bir gurubu Bizans'a göndermiş ve daha sonra oradan getirilen felsefe, matematik, tıp ve musikiye dair eserlerin Arapça'ya tercümesini istemiştir.
Me'mun Bizans'tan sadece klasik eserleri getirtmekle kalmamış, şöhreti Bizans sınırları dışına taşan matematikçi Leon'a (ö. 869) mektup yazarak sarayına davet etmiştir. Halifenin mektubundan haberdar olan imparator, Leon'un ücretini artırmış ve onu İstanbul kiliselerinden birine tayin etmiştir. Her ne kadar Me'mun bizzat imparatora mektup göndererek kısa bir süre için dahi olsa Leon'un Bağdat'a gelmesine müsade etmesini rica etmiş ve bu isteğini yerine getirdiği takdirde bunu bir dostluk işareti sayarak kalıcı barış imzalayacağına söz vermiş, üstelik 2.000 dinar altın teklif etmişse de imparatordan olumlu bir cevap alamamıştır.
Halife Mu'tasım-Billah döneminde (218-227 /833-842) de diplomatik ilişkiler savaş ve barışın içiçeliği arasında devam etmiştir. lbnü'l-Ferra, Mu'tasım'ın imparator Theophilos'a bir elçi gönderdiğini kaydeder. rivayete göre halife elçisinin heybeti, güzel giyimi ve zenginliği İmparatorun dikkatini çekmiş ve elçiye ne kadar tahsisat aldığını sormadan edememişti. Elçinin kendisine ve oğluna aylık 20.000 dirhem ödendiğini öğrenen imparatorun hayreti bir kat daha artmış ve bu ücreti nasıl hakettiğini sormuştur. Elçi bu ücreti askeri alanda gösterdiği herhangi bir başarıdan veya halifenin hayatını kurtarmaya yönelik bir fedakarlıktan dolayı değil, telkin ettiği sadakat, emniyet ve diplomatik maharetinden dolayı aldığını belirtmiştir.
Harun'la Nikephoros arasında yaşanan mektup krizinin bir benzeri Mu'tasım'la Theophilos arasında yaşanmıştır. 223/837 yılında kazandığı Zabatra (Zapetra, Zibatra: Doğanşehir) zaferinin ardından İmparator halifeye tehditkar bir mektup yazmıştı. Mektubu alan halife ilgili görevliler tarafından yazılan cevabi mektubu uzun bularak hiddetlenmiş ve imparatora şu sert ve kısa cevabı göndermiştir: "Bismillahirrahmanirrahim. Mektubunu okudum, ne demek istediğini anladım. Cevabını duymakla kalmayacak, bizzat göreceksin. 'Kafirler bu yurdun (dünyanın) sonunun kime ait olduğunu yakında bileceklerdir."
223/837 yılındaki Amorion (Amfıriyye) savaşında Mu'tasım karşısında yenilen İmparator Theophilos halifeye özel bir elçilik heyetiyle birlikte bir mektup gönderir. Mektubunda Mu'tasım'ın başarısını takdir eden imparator, krallar arasında savaş ve barışın, yenilgi ve zaferin öteden beri görüldüğünü hatırlatarak esir aldığı 150 Bizanslı komutanı serbest bıraktığı takdirde kendisinin de her komutana karşılık yüz Müslüman esiri salıvereceğini taahhüd eder. Halifeye diğer birçok hediyeler yanında altın işlemeli 40 kat ipek elbise gönderdiğini de belirtir. Elçilik heyeti Muhammed b. Abdilmelik tarafından karşılanır ve imparator tarafından gönderilen mektuplar teslim alınır. Fakat heyetin halifeyle görüşmesi, halifenin meşguliyeti sebebiyle altı aylık bir süreden sonra ancak mümkün olur. Elçiyi kabul eden Mu'tasım'ın uzun süre beklettiği için elçiden özür dilediği ve gönlünü aldıktan sonra hediyeleri kabul ettiği kaydedilmektedir. Bu arada İmparator elçisi, Vezir Muhammed b. AbdilmeHk (Hasan) ez Zeyyat'la iki ülkedeki vergi miktarları ve halkın devlete duyduğu güven konusunda girdiği tartışmada veziri ikna etmiştir.
Halife Vasık-Billah (227-232/842-847) dönemiyle ilgili olarak nakledilen bir diplomasi faaliyeti ise bilimsel amaçlıydı. Ashab-ı Kehf'e ait olduğu söylenen Efes'teki mağarada incelemeler yapmak üzere Muhammed Musa el-Harizmi'yi Bizans'a gönderen Vasık, aynı zamanda İmparator III. Mikhail'e (842-867) de bir mektup yazarak araştırmacıya gerekli kolaylığın sağlanmasını rica etmekteydi. İmparator gerekli izni verdiği gibi araştırmacıya yardımcı olmak üzere bir rehber de görevlendirmişti.
Vasık-Billah döneminde Bizanslılarla o güne kadar görülmemiş sayıda esir değişimini konu alan bir diplomatik girişim başarıyla sonuçlandı. Henüz çocuk yaştaki III. Mikhail adına devlet işlerini yürütmekte olan annesi Theodora halifeye elçi göndererek barış ve esir değişimi teklif etti. Vasık tarafından memnuniyetle karşılanan elçi ile yapılan uzun müzakerelerden sonra bir esire karşılık bir esir olmak üzere anlaşma sağlandı. Muharrem 231/Eylül 845 tarihinde yine Lamos nehri kenarında Aşure gününden itibaren dört veya on gün süren törenle 4.000'den fazla esir Bizanslılardan geri alındı. Görüşme ve esir değişimini halife adına bölge valisi Ahmed b. Sa'id b. Müslim ve Hakan et-Türki yürütmüştü. Bu arada halifenin emriyle Kadi'l-Kudat Ahmed b. Ebi Duad tarafından görevlendirilen Ebu Remle ile Ca'fer b. Ahmed'in mübadele sırasında hazır bulundukları ve Müslüman esirleri Mu'tezile mezhebinin temel görüşlerinden biri olan halku'l-Kuran ve Rü'yetüllah konusunda imtihana tabi tuttukları rivayet edilmektedir. Kuran'ın yaratılmış olduğunu ve Allah'ın ahirette görülemiyeceğini söyleyenlerin fidyesi ödeniyor, bu görüşü kabul etmeyenler ise Bizanslılara geri gönderiliyordu.
Casim Avcı’nın İslam Bizans İlişkileri Adlı Kitabından Alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder