XIII. yüzyılda doğuyu gezen batılı seyyahlardan Marco Polo, Hindistan'ı anlatırken Hinduların şu ilginç törenlerine dikkat çekmektedir:
"Kral bile özel bir giysi giymemesine rağmen elmas taşlı bir yaka, yüz adet inci ve dört adet yakut taşlı bir kolye, kollarında ve bacaklarında altın bilezikler, parmaklarında inci yüzükler taşırdı. Beş yüz karısıyla beraber birçok raca da gittiği yerde krala eşlik ederdi. Kral ölüp yakıldığında, onu ikinci hayatında takip etmek üzere bu insanlar da ateşe atlarlardı. Kimi Hindular dini törenlerde öylesine büyük bir coşku yaşarlardı ki, sık sık kendilerini putlara kurban ederlerdi. Böyle fanatik bir Hindu önce arkadaşları tarafından omuzlar üzerinde sokak sokak taşınır, sonra da intihar edeceği ilan edilirdi. Hindu, daha sonra putun karşısında kollarına, bacaklarına, karnına ve göğsüne bıçaklar saplar, vurduğu her bir darbede: «Kendimi bu put için kurban ediyorum.» derdi. Son darbeyi de kalbine vurur ve öylece ölürdü.
Marco Polo'yu aynı derecede etkileyen bir başka olay, kadınların da kocaları öldükten sonraki ölü yakma töreninde kendilerini ateşe atmalarıydı. Bunu yapanlara saygı duyuluyor, yapmayanlarsa dışlanıyordu.
İndus ve Ganj Irmağı çevresinde gelişen Hint medeniyetinin tarihi, M.Ö. 4000'lere kadar uzanır. Dünyada ilk kez pamuğun yetiştirildiği İndus Vadisi, halkının tarımla uğraştığı geniş ve verimli topraklara sahipti. Tarımla beraber ticaret de gelişmiş, komşu ülkelerle girdiği ticari ilişkiler sonucunda Mezopotamya, İran ve Çin medeniyetleriyle karşılıklı bir etkileşim içine girmişti.
Hint medeniyetinin erken döneminde astronomi, astroloji ve matematik bilimi oldukça gelişmişti. Başlangıçta Hintlilerin oyun kurma amacıyla oluşturduğu rakamlar, bölgeye gelip yerleşen Müslümanlar tarafından daha da geliştirilerek bugünkü rakamlara dönüştürülmüştür. Müslümanların geliştirdiği bu rakamlar daha sonra batılılar tarafından da alınarak, Roma rakamları yerine kullanılmaya başlanmıştır. Bugünkü rakamların menşei olan Hindistan'da o dönemde bir çeşit resim yazısı kullanılmaktaydı.
Tarım, ticaret ve kültür alanlarındaki kadar Hint tıbbı da ileri bir düzeyi temsil etmekteydi. Cerrahlık konusunda yeni teknikler geliştiren Hint tıbbı, Sasani ve Araplar eliyle Avrupa’yı da etkilemiştir.
Hintliler mimaride de varlık göstermişler, su baskınlarını önlemek için surlar, tarımdaki gelişmişliklerini gösteren buğday depoları, su ve kanalizasyon şebekeleri inşa etmişlerdir.
ARi KAVİMLERİN İNDUS VADİSİ'NE GELİŞİ ve KAST SİSTEMİ
Zenginliğinden dolayı daima çevresindeki kavimlerin iştahını kabartan Hindistan, M.Ö. 800'lerde Ari kavimlerin istila ve işgallerine uğramıştır. Bu istila ve işgaller, şimdiki Pakistan ve Bangladeş bölgeleri dahil, kuzeyden güneye, yarımadanın tümünü ve Hint Okyanusu'ndaki adaları da içine almıştır.
Atı ve demiri Hindistan'a getirmiş olan Ari çoban kavimler, ülkeyi daha iyi yönetebilmek için halkı mesleklerine ve renklerine göre sınıflandırdıkları bir kast sistemi oluşturdular. Ayrıcalıklı beyaz sınıfı; brahmanlar, yönetici soylular ve askerler oluştururken, siyahları da toprağı işleyen köylüler ve işçiler, ayrıca zamanla güçlenen tüccar ve sanatkarlar oluşturmaktaydı. Sınıflar arası geçişe asla müsaade edilmezdi. Birbirlerinden kopuk olarak yaşayan insanlar, babalarından devraldıkları meslekleri sürdürmek zorunda kalırlardı. Bu durum Hintlilerin millet olma şuurunu engellemiş, ülkenin değişik dönemlerde birçok kez işgallere uğramasına sebep olmuştur.
Bir Hindu prensi olduğu halde yeni bir dini tefekkür ortaya koyan Buda ve takipçileri kast sistemine karşı çıkmışlar, onu bir miktar zayıflatmakla beraber ortadan kaldırmaya muvaffak olamamışlardır. Buna karşılık erken İslam döneminden itibaren Hindistan’da hüküm süren Müslüman yöneticiler kast sistemiyle mücadele etmişler, bilhassa Gazneli Mahmud Han zamanında kast sisteminin etkinliği iyice zayıflatılmıştır. Hinduizm'den beslenen bu gayri insani uygulama, ancak 1949 yılında yapılan yeni Hint anayasası ile ortadan kaldırılabilmiştir.
Hindistan'da ilk siyasi birliği sağlayan Gubtalar (320-550) olmuştur. Akhunlar Kuzey Hindistan'ı ele geçirerek Gubtaların varlığına son vermişlerdir. Akhunlar'ın hakimiyetleri de ancak Göktürk ve Sasani devletlerinin işbirliği yaparak bu devleti yıkmalarına kadar sürebilmiştir. O tarihten sonra Hindistan’da irili-ufaklı birçok krallıklar oluşmuş, Emeviler döneminde Arapların İndus vadisine inmeleriyle beraber Hindistan’da İslamiyet'in etkili olduğu yeni bir dönem başlamıştır. İslam'ın etkinliğinin artmasıyla beraber bölgeye bazı Afgan, İran ve Türk boyları da gelip yerleşmiştir.
Hindistan’daki İslamlaşmanın en önemli aktörü, bu topraklara on yedi sefer yapan Gazneli Mahmud tur. Buna rağmen güneyi de hakimiyeti altına alan asıl büyük devlet, bir Müslüman-Türk Sultanlığı olan Babürlülerdir. Hindistan'ın 1858 tarihinde İngilizler tarafından işgaline kadar bu topraklarda muhtelif Müslüman hanlıklar varlıklarını devam ettirmişlerdir.
HİNDİSTAN'DA DİNLER
HİNDUİZM
Fevkalade bir çeşitlilik gösteren Hindu din geleneği, birbirine zıt inançları bünyesinde barındıran ve temelde mistik mefhumlardan oluşmuş son derece karmaşık bir yapıya sahiptir.
Hinduların mukaddes kabul ettiği metinler olan Veda'lar Sanskritçede bilgi anlamına gelmektedir. İlahileri, kurban merasimlerinde kullanılan dini tabirleri, sihir ve büyü ile ilgili duaları ihtiva eder. Dört Veda derlemesinin en önemlisi, bin yirmi sekiz ilahiden oluşan Rig Vedadır. Tanrı'nın Türküsü anlamına gelen Bhagavat Gita ise Hindu inanç temellerini ifade eden önemli bir destanın parçasıdır.
Hinduizm, birbirinden ayırt edilmesi zor ilah ve devleri, acayip mitolojik anlatımları ve ayinleri ile anlaşılması zor bir din ve inançlar manzumesidir. Dünyayı bir gerçeklik olarak değil, bir maya ve hayal olarak telakki eden Hinduizm, tanrının zaman zaman insan veya hayvan şekline bürünerek yeryüzüne indiği inancını barındırdığı gibi, Vedalardaki muhtelif metinlerde de tevhid inancının çarpıcı izlerine rastlanmaktadır. Nitekim Upanişadlardaki bir şiirde şöyle denilmektedir:
"Bütün varlıklarda bulunan bu tek tanrı
Her şeyin başlangıcı, sonu ve şimdisidir.
Arzu ettiğim her şeyin,
Gördüğüm her şeyin kaynağı O'dur."
Bhagavat Gita'nın Mahatma Gandhi'ye ait bir yorumunda da şöyle denilmektedir:
"Bütün bunlara, yok (gelip-geçici) olmayanın nüfuz ettiğini bil. Değişmez olan varlığı kimse yok edemez. Ebedi olan, yok olmayan ve ölçülemez olan müşahhaslaşmış (somut hale gelmiş) tekin bu bedenleri ise sonludur."
Hint dinlerinin temel inançlarından biri de reenkarnasyon (ruh göçü, tenasüh) inancıdır. Hinduizm ve Budizm'in ortaklaşa sahip olduğu bu inanç ilkesi, insanların öldükten sonra insan veya hayvanlara ait başka bir bedende tekrar hayata geldiğine ve ruhi gelişimini bu değişik hayatlarda sürdürmeye devam ettiğine inanmayı ifade etmektedir.
Hint mistisizmi, diğer dinlere ait mistik tecrübelere de kısmi etkilerde bulunmuştur. Hinduizmin iki temel ilkesi olan panteizm ve reenkarnasyon inançlarının izleri, tarihi süreç içerisindeki bazı aşırı ve istikamet dışı mezhep ve mistik okullarda da görülmektedir.
BUDA ve BUDİZM
Günümüzde yaşayan evrensel dinlerden biri olan Budizm, temelde Hinduizme bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Asıl adı Sidharta olan Buda, M.Ö. VI. yüzyılda Hindistan'ın kuzeyinde doğmuştur.
"İyi bir eğitim aldıktan sonra çağdaşı soylu racalar gibi debdebe dolu aylak bir hayata dalmıştı. Hayatın amacını sorgulama sürecinin bir parçası olarak babasının sarayından ayrıldı. Bulabildiği arkadaşlarıyla ormana dalarak meditasyon öğrendi. Ruhunun huzurunu uzun süreli açlıkla da sağlayamayacağını görerek, bir incir ağacının altına çekilip uzlete daldı. Transtan çıktığında yeniden doğmuş, Buda olmuştu. Artık uyanmış ve aydınlanmıştı."
Budistlerin bu anlatımı, Buda'nın Hinduizmden ayrılarak farklılaşan dini tefekkürünün de ipuçlarını taşımaktadır. Nitekim Buda, Hinduizm'in tanrılarına, hurafelerine, kurtuluş reçetesi gibi görünen kast sistemine karşı çıkmış, fakat sesini kendi ülkesi olan Hindistanda, mücadele ettiği bu sistemin ancak üst katlarına duyurabilmiştir. Ona göre kurtuluşa ermek için; doğruluk, saflık, bilgelik, düşünmek ve nefsini ıslah etmek yeterlidir. Başkasının malına ve namusuna dokunmamak, canlı öldürmemek, yalan söylememek, içki içmemek, kötülük edenlere bile iyilik etmek kurtuluşa ermenin diğer gerekleridir. Budizm'in özeti olan bu «kurtuluş» fikri «nirvana» kavramı ile ifade edilir. «Karma» inancı «Dhammapada» adlı Buda vecizelerinde şöyle yer alır:
"Uzak diyarlardan sağ-salim dönen adam
Sevinçle kabul görür dost ve akrabalarından
Aynı şekilde iyi adam ayrıldığında bu dünyadan
Yaptığı iyi işlerden dolayı kucaklanacaktır öbür taraftan."
Günümüzde yaklaşık yedi yüz milyon Hindu yaşadığı halde, doğduğu topraklarda yeterince tutunamayan ve daha evrensel bir dini tefekküre sahip olan Budistlerin sayısı bir milyarın üzerindedir. Hinduizm'in milli bir karakter taşımasına karşılık, Budizm, ihtiva ettiği evrensel mesajlardan dolayı başta Çin, Japonya ve Kore olmak üzere bütün uzak Asya ülkelerinde yayılmıştır. Hinduizm'in çok tanrıcı yapısına karşılık Budizm'in belirgin ve vurgu yapılmış bir tanrı inancı bulunmaz. Bu yapısıyla insanın iç dünyasını kuşatan kapsamlı bir akideden çok, bir felsefi düşünceler ve ahlaki öğütler manzumesini andırır.
Hindistanda Hinduizm, Budizm ve İslamiyet gibi büyük dinlerin yanında, bağlılarının sayısı az olan Jainizm ve Sih dini gibi dinler de yaşamaya devam etmektedir.
HİNT MEDENİYETİ BATI MEDENİYETİNİN SİMETRİSİDİR
Hint medeniyeti, bugünkü batı medeniyetinin tam bir simetrisi olma niteliğini taşımaktadır.
Şimdiki haliyle Avrupa'nın dışına taşarak, global bir mahiyet kazanan batı medeniyeti, yüzü daha çok dünyaya yönelik muhteris bir medeniyet olarak ortaya çıkmıştır. Daha çok üretim, dünya ticaretini denetleyerek azami çıkar sağlama, doymak bilmeyen bir ihtiras, dünyayı denetim altına alarak ondan azami yararlanma, ekonomik gücü ferdi haz ve zevklere dönüştürme eğilimi, denetimsiz bir cinsellik, toplum yerine ferdi öne çıkaracak hukuki ve sosyal düzenlemeler, başka medeniyetlere karşı müstağni ve mağrur bir tavır sahibi olma gibi temel vasıflarla kendini öne çıkaran bu medeniyet, bu yapısıyla geçmişteki otantik Hint mistisizminin temsil ettiği tüm değer ve bakış açılarına zıt bir konumda yer almaktadır.
Halbuki Hint medeniyeti, ferdi değil toplumu, maddi refahı değil, iç dünya zenginliğini, ihtirası değil, münzevi bir hayatı, dünyevi zevk ve hazları değil ruhun yücelmesini sağladığına inanılan çile ve mahrumiyetleri öne çıkaran, kapsamlı ve dengeye kavuşturulmamış illetli bir mistik zihniyet üzerinde inşa edilmiştir. Tanrı inancı ve mukaddeslerin zayıflamasına elverişli bir dünya algısına dayanan batı medeniyetine karşı, Hint medeniyeti de her şeyin mukaddesleştirildiği, milyonlarca ilaha izin veren politeist bir inancın hüküm sürdüğü mistik bir dünya algısına dayanmaktadır.
Ahmet Meral’in Kısa Dünya Tarihi adlı kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder