Coğrafi Arka Plan
Eflatun, Hippodomos, İbn Haldun ve Montesquieu gibi düşünürler devlet rejimleriyle coğrafya arasında münasebet görürler. Kafamızı, kalbimizi yoğuran, gözümüzü açtığımız zaman gördüğümüz coğrafyadır. Bu manada kaderimizi çizen de aynı coğrafyadır. Aynı şekilde coğrafi determinizm'in diktiği en büyük abide olarak düşünülen Buckle'de İngiliz Medeniyet Tarihi'nin belli bir coğrafya içinde belirdiğini ifade eder. Michelet de, coğrafyasız tarihin, Çin resimleri gibi havada kalacağını söyler. Bu manada her hangi bir milletin tarihi, doğal çevresi bilinmeden anlaşılamaz. Hava şartları, insanların karakter ve psikolojisini, çalışkanlık ve tembelliğini etkilediği gibi bedenlerin oluşmasını ve derilerinin rengini de etkiler. Toprağın verimliliği ve suların bolluğu, insanların faaliyetlerini ilke olarak ziraat ve tarıma yöneltir. Buna karşılık çoraklık ve kuraklık da, insanların ticaret gibi başka bir alana yönelmelerini teşvik eder. Ülkenin önemli ulaşım yolları üzerinde bulunması, insanları ticaretle uğraşmaya yöneltip, başkalarıyla kaynaşmalarına, kendilerine yabancı kültürlerle bağlantı kurmalarına yol açar. Aynı şekilde coğrafi konum, genel siyasete yön vermeye veya bir ülke ile diğer ülke arasında siyasal bir bağ oluşturmaya da etki eder.
Coğrafya'nın bu özeliğiyle insanlar coğrafyalarının özelliklerini yansıtırlar demek, mümkündür. Aslında her topluluk hayatını fiziki (dış) ve kültürel (iç) bir çevrede sürdürür. Toplumların yerleşme tarzları ve çevre şartları, onların sosyal yapılarının dış özelliğini yansıtır. Fiziki çevre olarak adlandırılan coğrafi alan, toplumların sosyal yapılarını oluşturur. Aynı şekilde İnsanlar da coğrafyalarının özelliklerini yansıtırlar. Hatta bazen kimi mekanlar, o mekanı şekillendiren insanların önüne geçer, onlardan daha fazla şöhrete sahip olur ve oluşturulan medeniyetin en belirgin göstergesi haline gelir. Bu manada Ortadoğu diye adlandırılan bölgenin tarihte ve günümüzde de devam eden bir şöhreti olmuştur. Karmati hareketi de bu bölgede ortaya çıkmıştır. Hareketi oluşturan etkenlere baktığımızda coğrafi yapı, tarihi süreç içinde oluşmuş olan dini-felsefi etkenler kadar etkili olduğu görülmektedir. Karmati-İsma'ili hareketi bulunduğu coğrafyalardaki farklı etnik, kültürel çevre ve sosyal tabanlara mensup gruplar tarafından oluşturulmuştur. Aslında Asya'dan Doğu Avrupa'ya uzanan çok güçlü ve çeşitli geleneksel kültürel yumak, toplumların dini algılanma şekline tesir etmiştir. Adı geçen bölgede coğrafik faktörlerin etkisiyle, bu kadar geniş ve renkli etkiler ortaya çıkmıştı. Söz konusu coğrafya, iki bölümden oluşmaktadır. Birincisi, Arap Yarımadasının ortası, ikincisi ise iç kısımlar ve çevresi olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Her iki bölüm coğrafi açıdan pek çok değişiklikler gösterir. Bu cografik sahanın nüfuz alanı, başta Basra Körfezi, Akdeniz, Kızıldeniz, Suriye, Irak, Filistin, Ürdün, Lübnan, İsrail, Suudi Arabistan, Yemen, İran ve Kuzey Afrika'nın belli bölgelerini kapsayan Ortadoğu olarak adlandırılan bölgeyle Hindistan, Afganistan, Orta Asya dedigimiz bölgeler gelmektedir. Ortadoğu bölgesi hemen hemen bütünüyle subtropikal bölgede yer alır. Bu yüzden genelde çöl ve yalnızca sınırlı otlakların bulunduğu yarı-çöl bölgeleriyle, yılda iki hasada imkan veren zengin vahaların ve verimli sulu toprakların (Dicle-Nil boyunca) yer aldığı birbirine zıt bölgelerle kaplıdır. Bu durum toplumun şekillenmesinde de kendisini göstermiştir. İlk çağlardan beri büyük medeniyet ve kültür merkezlerini oluşturan bu geniş coğrafi bölgeye, Ortadoğu denilmektedir. Ortadoğu'nun bir de nüfuz alanları vardır. Bu alanları da Yakındoğu, İç Asya ve Balkanlar olarak ifade edebiliriz. Ortadoğu bölgesinde ortaya çıkmış olan fikirlerin Yakındoğu, Balkanlar ve en uzak nokta olarak da Hindistan ve Afganistan'da etkin bir şekilde etkileri olmuştur.
Bahsetmiş olduğumuz bölgeler üç büyük dine ev sahipliği yapmasının yanında birçok yerel kült ve ritüelin de ana vatanı olarak kabul edilir. Bu bölgelerde ortaya çıkmış olan hareketlerin merkezi hep Kufe veya Kufe ile bağlantılı mekanlar olmuştur. Bu açıdan Kufe'nin konumu ilgi çekicidir. Kufe kültürlerin ve eski dinlerin birleştiği yer olmasından dolayı huzursuzlukların merkezi olmuştur. Ayrıca bölgenin çöl hayatından ve bedevilikten miras kalan saldırgan yapısı da kabilelerarası savaşın ön plana çıkmasına neden olmuştur. Bu da ürün elde etmek için araziyi kullanmaya önem veren çiftçi sınıfın huzursuz etmiştir. Bölge Emevi döneminden itibaren, siyasi ve politik mücadelelerin faaliyet alanı haline gelmiştir. İslam dünyasındaki birçok karışıklığın merkezi konumunda olan Kufe, bölgedeki sosyal çalkantıların merkezi konumundadır. Kozmopolit bir yapıya sahip olan Kufe, Yahudilik, Hıristiyanlık, Mecusilik ve Yunan düşünceleri ile birlikte birçok ilkel inanışı bünyesinde barındırmakta idi. Bu durum siyasi ve sosyal içerikli olayların şekillenmesine de etki etmiştir.
Siyasi ve sosyal içerikli hareketlerin teşekkülü döneminde kültürler arası etkileşimin önemi oldukça fazladır. İran, Irak, Suriye ve Mısır gibi tarihte bilinen çok eski dönemlerden itibaren birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan bölgelerin misyonları tarihin derinliğinde kalması mümkün değildir. Sonraki dönemlerde de bu kültürel yapıların etkilerini görmek mümkündür. Bu kültürel etkileşim, değişik süreçlerden geçeceği kaçınılmaz bir hakikattir. Ortadoğu bu süreci algılamamız için iyi bir örnek olarak görülmektedir. Öncelikle Arap toplumunun oluşmasında coğrafyanın etkisine bakacak olursak; Arap Yarımadası 'nın kenar bölgelerinde bazı yerleşik Arap toplumlarının ortaya çıkmasında cografi faktörlerin kendine özgü etkileri olmuştur. Bu toplumların bir kısmına tarımsal bir karakter hakim iken, diğer bir kısmında, özellikle yarımadanın batısı ve güneyindeki şehirlerde ticari bir karakter hakim idi. Yarımadanın orta kısmı, bu sırada, çoğunlukla hayvancılıkla geçinen göçebe toplumların dolaştığı bir alan görünümünde idi. Çöl ve deniz, beşeri bir soyutlanmanın oluşumunda kendilerine has roller oynamışlardı. Ancak gerek ticaret yoluyla, gerekse yarımadanın kuzeyinde komşu ülkelerle olan sıkı temaslar sonucu olarak bazı kültürel etkileşimler olmuştur. Yabancı etkilerin sınırlı kaldığını, belki de kenar bölgelere inhisar ettiğini, Araplara özgü oturmuş yapıların etkileri dışındaki etkilerden uzak kaldığı söylenilebilir. Yarımadanın orta kısmında, siyasi ve sosyal birimler olan kabileler, sosyal muhafazakarlıkda ve gelenek ve göreneklerin kararlılığında ifadesini bulan kendi kendini tekrarlayıp duran bir hayat yaşıyorlardı. Hukuki, ahlaki ve siyasi kavramların kabile örfleri şeklinde ortaya çıktığı bir cemaat hayatı olarak ön plana çıkmıştır.
Bölgenin jeopolitik konumunun bir sonucu olarak bölgenin siyasi ve kültürel yapılanması m.ö. yıllardan Abbasi hilafeti dönemine kadar devam etmiştir. Miladi VI. yüzyıl yerleşik hayatın çöküşüne ve kabileci hayat tarzının geçerli olduğu alanın genişlemesine tanık olundu. Öyle ki kabile merkezli kavramlar, yerleşik toplumlarda bile belirgin bir güç haline gelmişti. Arap toplumları, miladi VI. yüzyılda son derece karışık bir durumla karşı karşıya geldi. Bu dönemde iki büyük devlet, batıda Bizanslılar, doğuda Sasaniler Arap toplumlarına saldırmaya başladı. Bizanslılar'ın müttefiki olan Habeşliler, Gassaniler'in Şam'daki varlığına darbe vurdular. Yine Sasaniler Münzirioğulları'nın Irak'taki varlığına son vererek, onun ve Basra Körfezi'nin diğer bazı kısımları üzerindeki dolaysız hakimiyetlerini genişlettiler. Sasaniler'in nüfuzu altına girinceye kadar Yemen, iki devlet arasında bir mücadele alanı olarak kaldı. Bu suretle Araplara ait yönetimler ortadan kalkarak, Arap toplumu yabancıların direkt tehdidiyle yüz yüze geldi. Sasaniler ve Bizanslıların ticaret yolları, özellikle bir taraftan Basra Körfezi yoluyla Irak üzerinden Şam'a ulaşan, diğer taraftan da Yemen, oradan Kızıl Deniz ya da Yarımadanın batısı üzerinden geçerek Akdeniz'e kadar varan Hint yolu üzerinde hakimiyet kurmaya çalıştılar. Ebrehe'nin (Fil yılında) Hicaz'a yaptığı sefer, Yarımadanın batısından geçen ticaret yolu üzerinde hakimiyet kurma teşebbüslerinin sonuncusuydu. Bizanslılar ve Sasaniler'in Yarımadanın kuzeydoğu, batı ve güney kıyılarındaki ticaret yollarını ele geçirme, siyasi hakimiyet ve nüfuzlarını genişletme teşebbüsleri sürekli bir huzursuzluk ve karmaşa kaynağı olmuştu. Bazen buna siyasi bilinçlenme de eşlik ediyordu. Yakın Doğu dünyasında altıncı yüzyılda ve yedinci yüzyılın başlarında pek çok şey değişiyordu. Bizans ve Sasani imparatorlukları uzun süren savaşlara girdiler. Bu savaşlar, aralıklı olarak, 540'dan 629'a kadar sürdü. Esas olarak Suriye ve Irak'ta savaştılar. Bir ara Sasani orduları, kutsal Kudüs kentinin yanı sıra, Antakya ve İskenderiye gibi büyük kentleri işgal ederek Akdeniz'e kadar geldiler. Ancak bu ordular 620'li yıllarda İmparator Heraklius tarafından püskürtüldü. Sasani hakimiyeti bir süre için Güneybatı Arabistan'a yayıldı. Buradaki Yemen krallığı Habeşistan'dan gelen akınlar ve tarımdaki gerileme nedeniyle eski gücünü önemli ölçüde kaybetmişti. İmparatorlukların hükmettiği yerleşik toplumlar, hayatın anlamı ve nasıl gerektiği hakkında büyük dinlerin üslupları içinde ifade edilen sorularla doluydu.
İmparatorlukların iktidarı ve nüfuz, Arap yarımadasının çeşitli kesimlerini etkiledi ve yüzyıllar boyunca Arap kırsal göçerleri yarımadanın kuzeyinden ve ortasından, bölgenin, günümüzde genellikle Bereketli Hilal denilen kırsal kesimine doğru hareket ettiler. Bu bölge, yani Suriye'nin iç kesimleri, aşağı Irak'ta Fırat nehrinin batısında yer alan topraklar, yukarı Irak'ta Fırat ile Dicle arasında yer alan bölge (Cezire) nüfus bakımından genellikle Arap idi. Bunlar özelliklerini ve toplumsal örgütlenme biçimlerini de beraberlerinde getirdiler. Bazı aşiret reisleri topluluklarına vahalarda önderlik ettiler ve imparatorluk hükümetleri tarafından, öteki aşiretleri yerleşik bölgelerden uzak tutmak ve vergi toplamak için kullandılar. Dolayısıyla, Sasanilerin doğrudan denetlemedikleri bir bölgede başkentleri Hire olan Lahmiler, Bizans İmparatorluğu'nun benzer bir bölgesinde yaşayan Gassanilerinki (m.s. l .yy.) gibi daha istikrarlı siyasal birimler oluşturabildiler. Bu ülkelerin halkı siyasal ve askeri konularda bilgiliydi ve imparatorluk topraklarından gelen fikirlere ve inançlara açıktı. Hira ise bir Hıristiyan merkezi idi. Aynı şekilde Himyeriler (m.ö. 1 15-M.S.525), Gassaniler ve Palmiriler (m.ö.200-M.S.634) gibi devletler kurulmuştur. Orta Arabistan'da kabile otoritesi çerçevesinde bir devlet, Kinde Devleti (m.s. 480-529) kurulmuştur. Bu ülkelerden, Yemen'den ve aynı zamanda ticaret yolları boyunca tüccarların geçişinden, Arabistan'a, dış dünyadan bazı bilgiler ve bu dünyanın kültürü ulaştı ve yine bu çevreden gelip bölgeye yerleşenler oldu. Batı Arabistan'daki Hicaz vahalarında Yahudi zanaatkarlar, tüccarlar ve çiftçiler, Orta Arabistan'da Hıristiyan keşişler ve dönmeler vardı.
Bizans'ın bölge üzerindeki etkisi Emevilerin fetih hareketleriyle gerilemiştir. Emevi genişlemesinin siyasi açıdan olumlu yankıları olmasına rağmen zamanla sosyal açıdan Emevi iktadarını zaafa uğratan isyanlar ortaya çıkmıştır. Müslüman toplumun artan büyüklüğü ve gücü Emevilerin lehine olmadı. Emevilerin merkezi bölgesi Suriye imparatorluğa katılan ülkeler zincirinin zayıf bir halkasıydı. İran, Irak ve Afrika'daki yeni kentlere benzemeyen Suriye kentleri İslam'dan önce var olmuş ve hükümdarlarından bağımsız bir hayat sürmüşlerdi. Hala Bizans'ın elinde bulunan, Araplar ile Bizanslılar arasında çıkan savaşların sık sık bozduğu yeni sınırın ötesinde kalan Anadolu'dan kopması, bu bölgenin ticaretini kesintiye uğratmıştı. Müslüman toplumunun ana gücü daha doğuda yer alıyordu. Irak kentleri, Arap yarımadasının yanı sıra İran'dan gelen göçmenler ile gittikçe büyüyordu. Bazı Arapların toprak sahibi olarak yerleştikleri Güney Irak'taki bereketli ve sulak toprakların zenginliği bu göçmenleri cezp edebiliyordu. Yeni kentleri Suriyelilerden çıkınca bölge, Araplarla doluydu ve buralarda yaşayan Arapların hayatı, eski İran hakim sınıf, memurluğa ve vergi tahsildarlığına çekildikçe, zenginleştiler. Yedinci yüzyılın başlarında biraz güç ve güven kaybına uğramış bir dünya ile bu dünyanın sınırlarında, kuzeydeki komşularla daha yakın ilişki içinde ve onların kültürüne açık bir başka dünya bu arada var oluyordu. Bunların kesin buluşması o yüzyılın ortalarında gerçekleşti. Bütün Arap Yarımadasını, Sasani topraklarının tamamını, Bizans İmparatorluğu'nun Suriye ve Mısır Eyaletlerini kapsayan yeni bir siyasal düzen kuruldu; eski sınırların yerine yeniler ortaya çıktı. Bu yeni düzende, hükmeden grup sadece imparatorluk halklarından değil, Batı Arabistanlı ve büyük ölçüde Mekkeli Araplardan oluşuyordu. Irak'ın coğrafi bir merkez olması, kara ve deniz ulaşım yollarının üzerinde bulunması, Abbasilerin ticareti teşvik etmesi ve sosyal gelişmeler, ticarete olan ilginin artmasına ve ticari faaliyetlerin genişlemesine yol açtı. Ticari faaliyet, bir yandan Uzak Doğuya, Endülüs'e ve Doğu Afrika'ya, bir yandan Rusya ve Baltık havzasına, bir yandan da Hindistan'a, Çin'e ve Kore'ye kadar uzandı. Bu coğrafya'nın birçok ortak yönleri vardır. Hepsi de çölün ekili. araziyle birleştiği sınır bölgesinde bulunup, en eski çağlardan itibaren daima göçebelerin tehditlerine maruz kalmışlardır. En önemlilerinden bazıları, Mısır ile Irak, ticaret anayolları ve en eski çağlardan beri merkezi devletlerin kurulduğu yerler olan büyük nehirlerin suladığı vadilerdir. Hemen hepsi, aslında aynı sosyal düzene ve idareci sınıflara sahip ziraat ülkeleridir. Bununla beraber, söz konusu bölgeler birbirinden ayrı olarak çeşitli zamanlarda, farklı yollar ve düzeyde Avrupa tesirine maruz kaldıklarından, her birinin dış görünüşü ve hatta sosyal gerçekleri birbirinden farklılık arz etmektedir.
Arabistan'dan başka, hepsi büyük fetihler neticesinde Araplık ve İslamiyet'e mal edilmiştir. Hepsi de aynı büyük dil, din ve medeniyet mirasına tevarüs etmişlerdir. Fakat, dil, din, kültür ve sosyal gelenekte birçok yerel farklılıklar görülür. Uzun ayrılıklar ve geniş mesafeler, Araplar'ın çeşitli yerli kültürlerle kaynaşarak, ortak gelenekten farklı, bazen Mısır' da olduğu gibi pek eski bir yerel milli şuurla da beslenen, sağlam bölgesel kültürler meydana getirmelerine sebep olmuştur. Tamamen hakimiyet altına alınan kavimlerin yanı sıra, Irak'ta çeşitli etnik gruplar, Kuzey Afrika'da Berberiler veya Lübnan'da Maruniler, Mısır'da Kıptiler gibi, fatihlerin dili ve dinini yahut ikisini reddedenler, farklı bölgelerde, Araplar arasında yaşamakta devam ede gelmişlerdi. Bizzat İslamiyet içinde, bazen daha önceden mevcut itikatların etkisi altında, yeni mezhepler doğmuş ve böylece Irak'ta Şiiler ve Yezidiler, Suriye ve Lübnan'da Dürzller, Yemen'de Zeydiler, İsma'ililer, Irak, Suriye, Bahreyn'de Karmatiler ortaya çıktı. Bu kültürlerin etkisi kadar önemli olan başka bir hususta hareketin destek aldığı bölgedir. Çoğu kez fikirler, farklı muhitlerde değişik biçimde tecelli eder; hatta aynı fikirlerin, değişik sosyal çevrelerde, çok farklı yapılar kazandıkları görülür. İslam dininin değişmez inanç esaslarının, dünyevi ve uhrevi hayatla ilgili görüşlerinin farklı değerlendirmeleri, Arabistan Yarımadasında Selefiyye, İran'da Şia, Babiyye, Yemen ve Afrika'da Hariciyye, Hindistan'da Ahmediyye ve yukarıda bahsettiğimiz gruplar hep bu olgunun etkisi ile ortaya çıkmışlardı.
Coğrafya'nın değişmesi söz konusu olmadığı için tarih ve medeniyetin meydana gelişinde coğrafyanın etkisi göz ardı edilemez bir gerçekliktir. Konumuz olan Karmati Hareketinin misyonerleri olan dailerin, farklı bölgelerde değişik tarzda propaganda yapmış olmaları bu etkiyi açıkça ortaya koymaktadır.
ORTADOĞU'DA MARJİNAL BİR HAREKET: KARMATİLER
(Ortadoğu'da İlk Sosyalist Yapılanma)
Yrd. Doç. Dr. Abdullah EKİNCİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder