Harezmşahlar Devleti’nin merkezî bölgesi, ismini aldığı Harezm’dedir. Burası Hazar Denizi’nin doğusunda, Aral Gölü’nün hemen güneyinde olup etrafında Kara-Kum ile Kızıl-Kum çölleri bulunur ve Amu-Derya Nehri sayesinde bu çöller içinde verimli bir vaha görünümündedir. Harezm, en eski çağlardan itibaren insan topluluklarının ilgisini çekmiş ve onlar tarafından yaşam alanı olarak tercih edilmiştir. Böylece bölge, Türkistan’ın hem siyasi hem de kültürel açıdan en önemli merkezlerinden biri olmuştur. Harezm’in toprağı, Ceyhun (Amu-Derya) Nehri ve bu nehirden açılan kanallar sayesinde oldukça verimli olduğundan tahıl, pamuk ve bağcılık oldukça gelişmiştir. Bunun yanı sıra bölge toprakları hayvancılık için zengin meralar sunar. Güney Rusya, İran, Çin ve Hindistan’ı birbirine bağlayan yolların üzerinde yer alması nedeniyle Harezm’de ticaret gelişmişti. Özellikle ticaret yolları üzerinde olması, bölgenin yükselişinde etkili olduğu gibi, Moğollar örneğindeki gibi istilasında da etkin olmuştur.
Harezmşahlar Hanedanı’nın atası Anuş Tegin Garçeî, Selçuklu sarayında taştdârlık vazifesine kadar yükselmiş, 1077 yılında Selçuklu sultanı Melikşah (1072 1092) tarafından Harezm valiliğine atanmıştır. Ne var ki onun bu valiliği sözde olmuş, fiilen görevini yerine getirememiştir. Ondan sonra bu mevkie oğlu Kutbüd-din Arslantigin Muhammed (1097-1128) atanmıştır. Selçuklu hükümdarı adına bölgeyi otuz yıl yöneten Kutbüddin, atandıktan sonra Harezm’in fiili idaresini eline aldığı gibi sonradan resmileşecek Harezmşahlar Hanedanı’nın yönetim sürecini de başlatmış oldu. Her ne kadar kendisi bağımsız bir idareci olmasa da, yaptıklarıyla neslinin hükümdar olması için sağlam bir zemin hazırladı.
Ölümü üzerine Selçuklu sultanı Sencer (1118-1157), onun oğlu Alâeddin Kızılarslan Atsız’ı (1128-1156) Harezmşah tayin etti. Her ne kadar Selçuklu sultanına bağlı olsa da, Atsız nispeten kendi başına buyruk hareket etmiş, kuzeybatısında yer alan Mangışlak ile Seyhun (Sır-Derya) Nehri’nin doğusuna seferler düzenleyerek buralarda nüfuz oluşturmaya çalışmıştır. Onun fetihlerinden rahatsız olan Sencer, üç askerî harekât düzenleyerek onu yenilgiye uğratmıştır. Buna rağmen Harezmşah’ı görevden almamıştır. Bunun en büyük nedeni Selçuklu Devleti’nin kuzeydoğu yönünden gelebilecek saldırılara karşı güvenliğini başarıyla sağlamasıydı.
Ne var ki, bütün uğraşılarına rağmen Atsız bağımsızlığını kazanamadan 1156 yılında vefat etti.
Yerine oğlu İl-Arslan (1156-1172) geçti. Onun siyaseti iki merkezli olmuştur. Birincisi bağlı bulunduğu Selçuklulara yönelik olup Irak ve Horasan merkezlidir. İkincisi ise Kara-Hitayların hüküm sürdüğü Mâverâünnehr merkezlidir. Sultan Sencer’in ölümünden sonra yerine geçen Mahmud Sultan’a tabiiyetini bildiren İl-Arslan, Selçuklular ile dostane ilişkiler geliştirmiş, onlar arasında meydana gelen ihtilaflarda çoğu kere aracılık yapmıştır. Ancak Selçuklu yönetiminde şartların değişmesiyle birlikte 1167 yılında Horasan’ın doğusunda hâkimiyetini güçlendiren İl-Arslan, Nişabur’da hutbeyi kendi adına okutmuş, böylece Selçuklular karşısında bağımsızlığını ilan etmiştir.
1158 yılından itibaren İl-Arslan doğu meseleleri ile uğraşmıştır. Kargaşa içinde bulunun Kara-Hitaylara ait Mâverâünnehr toprakları üzerine yürüyen Harezmşah önce Buhara, ardından Semerkand’ı fethetmiştir. Ne var ki, başarılarını sağlamlaştıramadan 1172’de ölmüştür.
Veliaht seçilmesi nedeniyle İl-Arslan’ın yerine ilk olarak küçük oğlu Sultanşah geçmiştir. Ağabeyi Alâeddin Muhammed Tekiş bunu kabullenmeyerek taht kavgasına girişmiş, ülke içinde kendi idaresi altında birliği ancak 1193 yılında sağlayabilmiştir. Döneminde (1172-1200) bir yandan kardeşine karşı savaşırken, bir yandan da Kara-Hitaylara karşı topraklarını savunmak durumunda kalmıştır. Sonraki dönemde, özellikle Kıpçak ve diğer Türk boylarını hizmetine almasıyla birlikte Kara-Hitay Devleti’ne karşı başarılı taarruzlarda bulunmuş, başta Buhara olmak üzere pek çok şehri fethetmiştir.
Daha sonra batıya yönelen Muhammed Tekiş, 1187 yılına kadar Merv hariç Doğu Horasan’da pek çok yeri hâkimiyeti altına aldı. Rey şehrine kadar ilerleyerek 1194’te Irak Selçuklu Devleti’ne son verdi ve buraları kendisine bağladı. Bu tarihten ölünceye kadar birkaç istisna dışında ciddi bir sorunla karşılaşmayan Alâeddin Muhammed Tekiş’in, özellikle Terken Hatun ile evlenmesi kalabalık Kıpçak ve Kanglı Türk boylarının kendi hizmetine girmesini hızlandırmış, başta ordu olmak üzere onu insan gücü açısından oldukça güçlendirmiştir.
1200 yılında ölünce tahtı oğlu Alâeddin Muhammed (1200-1220) devralmıştır. Döneminin ilk yılları Gurlu Devleti ile Horasan üzerinde hâkimiyet mücadelesi ile geçmiştir. Hatta Gurlular, Harezmşahların başkenti Gürgenç’i kuşatacak kadar Sultan Muhammed karşısında üstünlük sağlamışlardır. Ancak Kara-Hitayların Harezmşah’a yardım etmesi durumu değiştirmiştir. Gurlu ordusu geri çekilmek zorunda bırakılarak, Muhammed Harezmşah büyük bir tehlikeden kurtulmuştur. Ne var ki bu kez de ülkesinde Kara-Hitay nüfuzu ortaya çıkmıştır. Bunun önünü almak için Harezmşah, Gurlularla dostluk ilişkilerini geliştirmiştir. 1206 yılında Gurlu Devleti’nin dağılması üzerine harekete geçen Sultan Muhammed, Horasan’daki pek çok şehri hâkimiyeti altına almıştır. Sonra Kara-Hitaylar üzerine yönelen Harezmşah, başlangıçta bazı başarılar elde etse de, Kara-Hitay ordusu karşısında çok ağır bir yenilgi almıştır. Ama kısa sürede toparlanan Muhammed Harezmşah sonunda 1210 yılında Kara-Hitayları yenilgiye uğratarak bütün Mâverâünnehr’i zapt etmiştir. Daha sonra imparatorluğunu Umman Denizi’ne kadar genişleten Muhammed Harezmşah, Irak’ı da kendisine bağlamıştır. Böylece imparatorluğunu oldukça genişleten Harezmşah’ın, bundan sonra Çin, Anadolu ve Mısır’ı ele geçirmeyi planladığı pek çok kaynakta ifade edilmektedir.
Ancak Muhammed Harezmşah’ın gücünün zirvesinde oluşu yalnızca görünüşteydi. Fethettiği yerlerde tam olarak nüfuz oluşturamadığı gibi, başta ordu olmak üzere yönetimde hep annesi Terken Hatun’un gölgesinde kalmıştı. Onun görünüşteki bu kuvvetli durumu ve büyük bir imparatorluğa hükmetmesi iki dış gelişme ile tersine dönmüştür. Önce Abbasiler (750-1258) karşısında 1217 yılında büyük bir yenilgi alması, arkasından da Moğol istilasına maruz kalması devletini birdenbire dağılmanın eşiğine getirmiştir. Cengiz Kağan’ın kendi üzerine düzenlediği sefere yönelik hiçbir ciddi tedbir almaması ve sürekli ondan kaçması neredeyse bütün imparatorluk topraklarının kaybına yol açmıştır. Sonunda Muhammed Harezmşah, Hazar Denizi üzerinde sığındığı bir adada ölmüştür.
Yerine oğlu Celâleddin (1220-1231) son Harezmşah olarak tahta geçmiştir. Ne var ki, Moğol istilası nedeniyle imparatorluk dağılmış, kendisine tabi çok az kişi kalmıştı. Moğollara karşı büyük bir direnç gösterse de, komşu Müslüman beylik ve devletlerle Moğollara karşı işbirliği yapmak yerine onlara bağlı şehirlere saldırması, böyle bir ittifakın doğmasına engel olmuştur. Özellikle Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı I. Alâeddin Keykubad ile 1230 yılında Yassı-Çemen Savaşı yapması ve yenilmesi birlik umutlarını bitirmiştir. Bu yenilgiden sonra, 1231 yılında öldürülünce imparatorluk ortadan kalkmıştır.
Teşkilat
Harezmşahlar Devleti’nin hükümdar ailesi Anuş Tegin soyundandır. O ve onun neslinden gelenler Harezm’de bağlı oldukları Selçuklulara uzun yıllar sadakatle hizmet ederek devletin kuzeydoğu sınırlarını muhafaza etmişlerdir. Bağımsız bir siyasi yapı olarak ortaya çıktıklarında, devlet teşkilatı açısından, Selçukluların bir uzantısı olmuşlar, pek çok kurumu onlardan miras almışlardır. Dolayısıyla, bütün yönetim terimleri, memuriyet isimleri ve devlet kurumlarının işleyiş tarzı, birkaç istisna dışında, Selçuklular ile aynıdır.
Devlet Yönetimi
Harezmşah olarak anılan hükümdarlar “Ebu’l-Feth”, “Hüdavend” ve “es-Sultanu’l-Muazzam” gibi unvanların yanı sıra “İskender-i Sânî” (İkinci İskender) gibi daha abartılı unvanlar da kullanmışlardır. Her hükümdarın ayrı bir tuğrası olup bağımsızlık sembolü olan bayrak, otağ ve merasim elbiselerinde siyah renk kullanılmıştır. Alâeddin Muhammed döneminde diğer bir bağımsızlık alameti olan nevbet günde beş kere tekrarlanıyordu. Hükümdarlar genel olarak veliaht tayini yaparlardı. Veliaht hükümdarlıktan önce devlet tecrübesi kazanması için genellikle Horasan valiliği görevine getirilir; burada yetişmesi ve eğitimi ile atabey unvanına sahip biri onunla ilgilenirdi. Onun emrinde imparatorluğun merkez teşkilatının dar kapsamlı bir örneği bulunurdu. Veliaht bu teşkilatı idare ederek daha büyüğüne hazırlanırdı.
Hükümdar eşleri genellikle imparatorluk içindeki nüfuzlu kabilelerden olurdu. Mesela, Alâeddin Tekiş’in hanımı ve Alâeddin Muhammed’in annesi Terken Hatun, Kanglı veya Kıpçak kabilesindendi. Çok nüfuzlu biri olup zaman zaman oğlunun hâkimiyetini gölgede bırakmıştır. Oğlunun uygulamalarına sürekli müdahale etmesinin devletin ani çöküşündeki etkenlerden biri olduğuna şüphe yoktur. Harezmşahlar, daha Atsız döneminden itibaren, sağlam yönetim kurumlarına ve güçlü bir bürokrasiye sahipti. Hükümdardan sonraki en yetkili kişi bürokrasinin başı olan vezirdi. Onda vezaret mührü ve memuriyetinin simgesi olarak altın divit bulunurdu. Emrinde bulunan divan teşkilatı devletin işleyişini sağlardı. Devletin resmî dili Farsçaydı.
Askerî Teşkilat
Atsız döneminden itibaren güçlü bir orduya sahip olan Harezmşahlar, Tekiş zamanında bölgenin en büyük askerî gücü olmuşlardır. Orduda görev alan herkes, en üst rütbelisinden en alt rütbelisine kadar ikta sahibiydi. Devlet belirli bir toprak parçasından alacağı vergi gelirini, askerî hizmeti karşılığında bir ordu görevlisine devrediyordu. Hükümdarın yanındaki kölelerden oluşan hassa ordusundan başka, eyalet merkezlerinde, şehzade ve askerî valilerin maiyetindeki askerler ile sınır kalelerinde birlikler de vardı.
Sosyal ve İktisadî Hayat
Askerî sınıfın dışındaki herkes reaya (tebaa) kabul edilirdi. Reayanın başlıca görevi verilen emirleri uygulamak ve vergi vermekti. Bu reaya grubu içinde toplumsal ve iktisadi bakımlardan birbirinden farklı sınıflar mevcuttu. Mesela büyük ticaret hacmine sahip tüccar sınıfı bunlardan biriydi. Ticaret yolları üzerinde bulunması nedeniyle, ülkede ticaret oldukça gelişmiş, Gürgenç gibi büyük merkezlerde bunun sonucu olarak oldukça geniş ve canlı bir şehir hayatı ortaya çıkmıştı. Böyle şehirlerde çarşıların olduğu sokakların üstü kapalı olup her sokakta ayrı bir esnaf kolu bulunurdu. Şehir halkı ayrı din veya mezheplere bağlı iseler ayrı ayrı mahallelerde otururlardı. Şehir hayatının gelişmişliğine rağmen halkın esas kısmı çiftçilerden oluşmaktaydı. Ülkede tarım da oldukça gelişmişti. Amu-Derya Nehri ile bu nehirden açılan kanallar sayesinde ülke kapsamlı bir sulama ağına sahip olmuş, bu da zengin bir tarım kültürünün ortaya çıkmasına imkân sağlamıştır.
Alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder