30 Aralık 2022 Cuma

ÇİN MEDENİYETİ

 


MODERN AVRUPA'NIN ÜÇ HABERCİSİ: MATBAA, BARUT ve PUSULA


Kadim Çin medeniyeti, aralıksız olarak en uzun süre ayakta kalmayı başaran, günümüzde de yüz milyonlarca kişiyi şekillendiren bir medeniyettir. Bugün yeryüzünde yaşayan insan nüfusunun yaklaşık beşte birinin yaşadığı Çin, Yontma Taş Devri'nden itibaren dıştan gelen Türk, Moğol, Tunguz ve Tibet kültürleriyle karşılıklı tesirler neticesinde zengin bir medeniyet meydana getirmiştir. Çinliler, M.Ö. 4000'lerden itibaren Sarı Nehir ve Yeşil Nehir vadisi ile Çin Denizi kıyı şeridinde tarımla uğraşan bir halktı. Onlar, çok iyi inşa edilmiş evlerde yaşıyor, ipekli elbiseler giyiyor, iskemlelerde oturuyor, tabakla yemek yiyor, o döneme has arabalarla dolaşıyor ve şemsiye taşıyorlardı. Ayrıca güneş saatleriyle zamanı da ölçebiliyorlardı.


Bu medeniyetin insanlığın hizmetine sunduğu matbaa, barut ve pusula; şüphesiz, edebiyatın, savaşma tarzının ve denizciliğin tümüyle değişmesine yol açmış ve modern batı dünyasının şekillenmesinde başrol oynamıştır. İslam dünyası eliyle Avrupa'ya geçmeden önce Çin matbaası, tahtadan imal edilmiş basım kalıplarından oluşuyordu. Araplar 1. Yüzyılda  kağıt imal etmek için yeni bir yöntem geliştiren Çinlilerden, Talas Savaşı sonrasında kağıt imalatını öğrenmiş, kağıdın parşömene olan bariz üstünlüğünü görerek kullanımını benimsemişlerdi. Kağıt yapım sanatı, Ortadoğudan Kuzey Afrika'ya oradan da İspanyaya geçerek batıya doğru durmaksızın ilerlemiş, Semerkant, Bağdat ve Kurtuba yoluyla Avrupa'ya ulaşmıştı.


Barut, Çinliler tarafından önceleri havai fişek imalinde kullanılırken X. yüzyılda T'ang hanedanlığı zamanında, duman ve ateş üreten fırlatıcıların içine yerleştirilmeye başlandı. Böylece barut; oklarla yönlendirilen, boş bir bambunun içinde patlamayı fitilleyen roket özelliğine kavuşmuş oldu.


Çinliler, manyetik pusulayı erken dönemlerden itibaren bilmelerine rağmen, denizcilik alanında ilk kez XI. yüzyılda kullanmaya başlamışlardı. Ayrıca gemi halatları, metal örgülü zırh, pergel, tatar yayı bu medeniyete mahsus olduğu gibi, çini ve seramik yapımı da Çin sanat ve estetiğinin günümüzde de etkili olan ürünleriydi.


ÇİN SİYASI TARİHİNİN GELİŞİMİ


Çin siyasi tarihi birbirini takip eden hanedanlıkların tarihidir. M.Ô. 1450-1050 yılları arasında yönetimde olan Ş'hang hanedanlığı Çin milli kültürel karakterini taşıyan ilk büyük hanedandır. M.Ô. 770 yılında Çhou sülalesi merkezi kontrolü kaybedip Loyang'a taşınınca Çin, 250 yıl süren iç karışıklıklar içinde kaldı. 100 kadar küçük feodal devlet birbirleriyle çarpışırken bu buhranlı dönemde Lao Çe ve Konfüçyüs Çin'in milli geleneklerine dayalı düşünce okullarının temellerini attılar.


Çinde, Han, Sui, T'ang hanedanlarının ardından yaşanan beş sülale devrinin sonlarına doğru Çin'in, siyasi birliğinin büsbütün parçalanması, 1220 yılında Moğolların Çin'i işgal etmesini kolaylaştırdı. Çin'in bütün bölgelerine hakimiyetini yaymayı başaran Moğollar; başta Türkler olmak üzere Çinli Müslümanlara ve azınlıklara yönetimde çok etkili görevler verdiler. Bu dönemde aşağılanan yerli halkta Çin milli şuuru gelişti. Yerli halkın bu şuurunu iyi organize etmeyi başaran Ming hanedanı Moğol hakimiyetine son vererek yeni bir dönem başlattı.


1644 yılından sonra Mançu hanedanı döneminde Çin' in Orta Asya'ya ilgisinin artması Rusya ile gerilim ve rekabetin yaşanmasına yol açtı. Bu dönemde başta Müslümanlar olmak üzere azınlıklara dayanılmaz baskılar yapıldı. 1821- 1850 yılları batılıların Çin'i sömürgeleştirme çabalarının yoğunlaştığı bir dönem oldu. Misyonerlik faaliyetleriyle Çinde tutunmayı başaran İngilizler, Afyon Savaşı'nı kazanarak üstün donanmalarıyla konumlarını güçlendirmişlerdi. Mançu hanedanının devrilmesinden sonra, 1912 yılında cumhuriyete geçildi. İç karışıklıklarla geçen yılların ardından Çin, 1949 yılından itibaren Mao Ze Tung'un «Uzun Yürüyüşü» sonrasında komünist bir yönetim tarzını benimsedi.


DOĞU TÜRKİSTAN CUMHURİYETİ'Nİ KURMA ÇABALARI


1850 yıllarından sonra çeşitli eyaletlerde muhtelif isyanlar meydana gelmişti. Yunnan eyaletindeki Müslümanların merkezi yönetime karşı başlattığı isyan başarıya ulaşınca bu bölgede yaklaşık yirmi yıllık Müslüman hakimiyetine dayalı bir yönetim oluştu. Çin merkezi yönetiminin yoğun baskı ve kıyımlarının yaşandığı Türkistan’da ise Müslüman-Türk hakimiyetini kuran Yakup Han, kurduğu bu devletin Osmanlı Devleti'ne bağlı olduğunu ilan ederek Sultan Abdülaziz adına camilerde hutbe okuttu. Bu bağlılığı kabul eden Osmanlı Devleti bölgeye askeri uzmanlar ve çeşitli heyetler göndererek Türkistan'a destek verdi.


Ancak bölgede güçlü bir Müslüman-Türk Devleti istemeyen Çin ve Rusya anlaşarak bu devletin varlığına son verdi. Osmanlı Devleti'nin Doğu Türkistan'a ilgisi bununla da sınırlı kalmadı. Nitekim II. Abdülhamid, bölgeye ilim heyetleri göndererek Çin Müslümanları ile temaslar kurmuş, işbirliği yolları aramış ve bazı bölgelerde adına hutbe okutmayı başarmıştı.


ÇİN'DE İSLAMİYET'İN YAYILIŞI



Tanınmış Çinli alim Liu Chih «Peygamber Hayatı» adlı eserinde Müslüman Arapların Çin'le ilk temaslarının 628 yılında olduğunu ifade etse de, Müslümanlarla Çin arasındaki münasebetlerin Hz. Osman döneminde Çin sarayına gönderilen bir elçiyle başladığı kabul edilmektedir.


İslamiyet'in Çinde yayılmaya başlaması ise, Arap ve İranlı tüccarların deniz yoluyla Çin'in kıyı bölgelerine yerleşmeleriyle mümkün olmuştur. İslam dünyasıyla Çin arasındaki gelişen ticarete paralel olarak, Çine gelen İran ve Arap tüccarların sayısı giderek artmıştı. Çin pazarlarında; değerli taşlar, fildişi, baharat, cam, inci gibi mallar satılıyorken, Bağdat'ta; ipekli kumaş, porselen, çay ve ham ipek gibi Çin mallarının satışı için pazarlar kurulmuştu.


Türkler'in ve Orta ve Doğu Asya'nın kaderini derinden etkileyen Talas Savaşı (751) sadece İslamiyet'in Türkler arasında yayılmasına yol açmakla kalmadı. İslamiyet'in bölgede ve Çinde ağırlığının da artmasına yol açtı. Ancak İslamiyet'in Çin'in bütün bölgelerine yayılması, Moğolların Çin'i ele geçirmesinin (1220) ardından gerçekleşmişti. Moğolların yönetiminde vazife ve sorumluluklar üstlenen Müslümanlar, elde ettikleri ticari imtiyazlarla güçlü bir mevkie yükselmişlerdi. Nitekim 1342 yılında Çin'i ziyaret eden İbn-i Batuta gözlemlerinde şu ifadelere yer vermektedir:


"Müslüman kesimlerdeki pazarlar Müslüman ülkelerdeki gibiydi. Şehirlerde camiler, ezan okuyan müezzinler vardı:·


Ayrıca ibn-i Batuta, Müslüman tüccarların deniz ticaretinde önemli mevkilerde bulunup zengin bir konumda olduklarını da seyahatnamesinde anlatmaktadır.


Ming hanedanı döneminde de zaman zaman bazı kısıtlamalara uğrasalar da Müslüman Çinliler, güçlü bir azınlık olarak varlıklarını korumuşlardı. Ancak 1644 yılından itibaren cumhuriyete kadar iş başında kalan Mançu hanedanı dönemi yer yer Müslüman kıyımlarının yaşandığı baskı ve asimilasyonların arttığı bir dönem olmuştu.


Nitekim 1900'lerde Çin'i ziyaret eden Türk seyyah Abdurreşid İbrahim Çindeki Müslümanların bu durumunu şöyle anlatıyordu:


"Bugün nüfus sayısı itibarıyla Çin ülkesinde seksen milyon Müslüman olduğu halde, bunların Mecusi Çinlilerden adet, ahlak ve hayat tarzı itibarıyla ilk bakışta ayırt edilebilecek olanlar, ancak Doğu Türkistanda bulunan Türklerdir. Bunların da miktarı on iki milyon civarındadır. Geri kalanı tamamen asimile olmuştur. Türklerde bile Çin ve Mecusi adetleri galebe çalmıştır. Mançurya'daki Müslümanlar da Çinliden ayırt edilemiyor.


Yine Türk seyyahı, gezdiği medreselerde hocaların son derece cahil olduklarını ve dini bakımdan oldukça yetersiz bir durumda bulunduklarını ifade etmektedir.


Günümüzde, Çinde 52 etnik gruptan 10 tanesi Müslüman olup, yaklaşık 70 ila 100 milyon arası Müslümanın yaşadığı, bunların içerisinde Doğu Türkistanlıların nüfusunun 1 5-20 milyon civarında olduğu kabul edilmektedir.


ESKİ ÇİN DİNLERİ


Eski Çin'de dini anlayışta en belirgin vasıflardan biri, atalara tapma ve onlara gösterilen aşırı hürmetti. Çinliler cedlerinin ruhlarının ölümsüzlüğüne inanır, ruhlarına kurbanlar takdim ederdi.


Çinlilerin bir diğer inanç esası da, tabiat kuvvetlerine tapma idi. Gök ve yeryüzünde meydana gelen her hadisenin, Yang ismini taşıyan yüksek aydın, erkek prensip ile Ying, yani derin, karanlık, dişi prensip arasındaki karşılıklı etkileşimden meydana geldiği kabul edilirdi. Bu inanışa göre Yang'ın doğurgan, güneşe bağlı kuvveti ilkbahar ve yazda artardı. Ying ise aya bağlı olup, sonbahar ve kışta kuvvet almaktaydı. Aynı zamanda devler onun hükmü altındaydı.


Çin dininin en önemli tasavvurlarından birini de Tao inancı oluşturur. Bu kelime yol, doğruluk, tabii dünya nizamı, dünyanın değiştirilemez kanunlara göre gidişi demektir. Tao, tabiatın düzeni ve yaratılışı ile toplumun bütünlüğünü, her tür hadisenin denetimini sağlayan ilkedir. Bu ilkeye göre gerçeği değiştirecek her türlü davranıştan kaçınmak ve sadece seyretmekle yetinmek gerekmektedir. Çinlilerin en eski milli dini olan Tao inancını, yazılarıyla Lao­ Çe yorumlamıştır.


Konfüçyüs: (M.Ö. 551 -479) Çin tarihinin en önemli, muteber ve mukaddes kişileri arasında yer alır. Hayatı yoksulluklar içerisinde geçmiş, 15 yaşından itibaren kendini ilme vermiş, 20 yaşındayken açtığı okulda öğrenci yetiştirmeye başlamıştı. Onun hedefi yeni görüşler ortaya koymak değil, eskilerin hikmetli sözlerini aktarmaktı. M.Ö. 136'da Konfüçyüs'ün fikirleri resmi inanç olarak benimsendi. Adına mabedler inşa edilerek görüşleri dini metinlere dönüştürüldü. Kendisi de ilahlaştırılarak 2000 yıl boyunca Çin'in resmi ve milli dini haline getirildi. Oysa o, Çin geleneklerine ve aile yapısına sıkı sıkıya bağlı, başta yöneticiler olmak üzere büyüklere mutlak saygı ve itaati önceleyen ahlak reformcusuydu.


Bazı hümanistler onun ahlak anlayışını seküler temele bağlamış, kendisini inançsız bir kişi olarak göstermeye çalışmıştır. Oysa Konfüçyüs'ün geleneksel Çin dini inancının bir parçası olan Gök Tanrı inancına bağlı olduğu, birçok dini merasimi kabul ettiği, kurban ve diğer milli törenleri onayladığı bilinmektedir.


Çin medeniyetinin diğer illetli mistik Asya medeniyetlerinden farklı bir konumu yoktur. Körü körüne atalarına tapma, kuşatıcı bir Allah inancını benimseyememiş olma, dua ve yakarıştan mahrumiyet, kuru bir dini anlayışının olması, ister istemez kalplerin zarafetini açığa çıkaramamış, bu durum merhametten uzak bir toplum yapısının oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bu sebeple geçmişten günümüze Çin kanunları katı, sert ve acımasız bir özellik taşımıştır.


Annesinin ölümü üzerine mezarı başında 27 ay kalacak kadar dengeden uzak bir mistik anlayışı taşıyan Konfüçyüs, karşılıklı sevgi ve saygıya, işbirliğine, yardımlaşmaya sadece eğitimle ulaşılamayacağı gerçeğini göz ardı etmiştir. Nitekim izleyicisi Hsün-Çu, insanın tabii olarak, bencil ve güç sahibi olma tutkusu ile dolu olduğunu, bu durumun yumuşatılma ve giderilmesinin yalnızca bu doğrultuda düzenlenmiş bir eğitimle mümkün olmadığını, bunun yanı sıra, insanlara kuvvet, disiplin ve bir düzen duygusunun yerleştirilmesiyle ahlak ve din sınırlarının iyice kabul edilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.


Budizm: Hindistan'da doğarak daha çok Çin ve Güneydoğu Asya'da yayılan Buda inancı, Çin'de Çin milli dini Taoizm ve Konfüçyüs'ün fikirleriyle iç içe geçerek yeni sentezlerin oluşumuna yol açmıştır. Çoğunluğu Tibet bölgesinde yaşayan orijinal Budistler, Çin toplumunda sayıca azalmıştır.


Hıristiyanlık: XIX. yüzyılda İngilizler ve sömürgeci Avrupalılar Çin'de misyonerlik faaliyetleri sonrasında hatırı sayılır bir Hristiyan toplumunun oluşmasına zemin hazırladılar. Günümüzde Çin nüfusunun yaklaşık % 3'ünün Hristiyan olduğu tahmin edilmektedir.



Ahmet Meral’in Kısa Dünya Tarihi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak