2 Aralık 2022 Cuma

İslam Fetihlerini Kolaylaştıran Sebepler

 


Müslümanlara bu fetihlerde yardım eden etkenlerden biri, Arapların içten gelen ciddi çaba ve gayret sahibi olmaları ve yanlarında taşıyamayacakları kadar ağır yük bulundurmamalarıdır. Araplar çölde oldukça sade ve basit bir yaşama alışmış olduklarından, açlığa ve susuzluğa çok önem vermezlerdi. içlerinden biri savaşa çıktığında, sırtını yoracak veya devesine ağır gelecek hiçbir şey götürmezdi. Her ne kadar kimi kez yanlarında yiyecek, içecek götürmüşlerse de asıl geçimlerini yolda elde ettikleri ganimet malları oluştururdu.


Bundan başka develerin de, Arapların bu başarılarında büyük hizmetleri olmuştur. Arap yaşamında develer, Rumların atlarının vs. hayvanların gördüğü görevin aynısını görürdü. Bir Arap devesine hem kendi biner hem yükünü taşıtır hem sütüyle beslenir, gölgesinde barınırdı. Deve çöllerde kuru da olsa bulabildiği otlarla geçinir, açlığa, susuzluğa günlerce dayanabilirdi. Oysa bir Rum veya İranlı savaşa ancak zahire ve erzaktan oluşan yükleriyle, ağırlıklarıyla gidebilirdi. Öyle yükler, ağırlıklar ki bunları taşımak için arabalara, arabayı çekmek için de hayvanlara, hayvanlar için ise yem ve suya ihtiyaçları olurdu.


Bu durum bize Gordon Paşa'yı Hartum'dan kurtarmak için 1884 yılında Sudan'a gönderilen askeri kuvvet sırasında şahit olduğumuz durumları hatırlatıyor: Bir İngiliz askeri beraberinde peksimet, pişmiş et, şeker, çay, kahve, mum, su kapları, çadırlar vs. mallar ve birçok hayvanın yeminden oluşan yükler, ağırlıklar olmaksızın bir yerden diğer bir yere gidemiyordu. Bu askeri kuvvet bin beş yüz askerden ibaretken bunların erzak ve levazımını dört bin deve ile deveciler vs. taşıyordu. Bu durum askeri kuvvet için gerçekten büyük bir yüktü. Oysa bir Sudanlı bunların hiçbirine ihtiyaç duymuyordu. içinde azıcık kuru darı bulunan ve koltuğu altında taşıdığı bir torba onun gereksinimleri için yeterliydi.



Müslümanların kaza ve kadere, bir insanın eceli gelmeden ölmeyeceğine, eceli gelirse nerede olursa olsun -yatağında bile bulunsa- yine öleceğine ve eceli gelmemişse en keskin kılıçlar altında olsa bile hayatının kurtulacağına inanmalarıdır. Bu kader ve teslimiyet inancının fetihlerdeki başarılarda büyük yararı olmuştur. Bu inanç Müslümanlarda çok kuvvetliydi. Savaşlar sırasında gösterdikleri kahramanlık ve olağanüstü cesaret ve yiğitliklerinin en önemli sebebi buydu.

Ata binme ve ok atmadaki ustalıkları başarılarının bir başka büyük nedenidir. Araplar bu konuda Rum ve Acemlerden çok daha ustaydılar. Arap atları da diğerlerinin atlarından daha iyiydi. Bundan başka savaşların çoğunda çarpışmalar o zamana göre geçerli olan geleneklere göre, bireyler arasında teke tek çarpışma şeklinde oluyordu. Savaşan iki taraf askerleri arasından iki süvari seçilirdi. Hangisi galip gelirse, bağlı olduğu taraf galip, karşı taraf mağlup kabul olunurdu. Araplar çoğunlukla mübarezede (teke tek savaş) galip gelirlerdi. Üstelik çoğunlukla galibiyetleri öyle bir mübarezede galip gelmek veya bir ok ile düşman komutanını öldürerek bu şekilde düşman ordusunun moral gücünü kırmakla ortaya çıkıyordu. 


İslam’ın ilk yıllarında, zafer ve başarıları getirecek özellikler ve meziyetlere sahip karizmatik komutan ve liderler de İslam zaferlerinin bir başka önemli nedenidir. Örneğin, Napolyon devri, nasıl ki, Fransa'nın daha önce çıkaramadığı büyük komutanlarla sivrildiyse, İslam’ın ilk yılları da büyük ve karizmatik adamların sivrildiği bir devirdi. Büyük Fransız ihtilalinin Napolyon'unun komutanlarını yetiştirdiği gibi, İslam’ın başlarında ortaya çıkan büyük İslam şahsiyetlerini de Habeşlilerin Mekke'ye yaptıkları saldırı ve tecavüzleri yetiştirmiştir. Arap kültüründe çok önemli olan bu yıla "Fil yılı" adı verilmiştir. Zira söz konusu saldırı Arapları hareket ve gayrete getirmiş, bu olay Arapların yaratılışlarında bulunan güç ve yeteneğin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu gibi büyük olayları çoğunlukla bir uyanış ve hamle takip eder ki, o uyanış devrinde yaratılışta bulunan kuvvetlerle kişinin fıtratında bulunan özellikler ortaya çıkar. Tarih buna en büyük şahittir. Sanki Cenab-ı Hak Araplara yardım ve başarıyı takdir buyurmuş da kendilerini savaşlarda, siyasetle, ilim, zeka ve dehada dünyanın en büyük ve güzide adamlarına mazhar eylemiştir. Halit b. Velid, Halit b. Sait, Ebu Ubeyde b. el-Cerrah, Sa'd b. Ehi-Vak­ kas, Yezid b. Ehi Süfyan, Hamza b. Abdulmüttalib, Ali b. Ebi Talib yiğitlik, cesaret ve gayrette ve ordulara komuta etmekte yetenek ve ustalıkları açısından cihanın en büyük adamlarından sayılırlar. Amr b. el-As, Muaviye b. Ebi-Süfyan, Mugire b. Şube, Ziyad b. Ebih, zeka ve dehada, siyaset ve idarede en büyük devlet adamlarındandılar. Ebu Bekir es-Sıddık, Ömer b. el-Hattab sağlam ve kesin karar vermekte, doğru görüşte, dindarlık ve salahla zamanın eşsiz iki şahsiyetidir.


İslam’ın ilk yıllarında bu gibi büyük adamların yetişmesi, İslam’ın süratle yayılmasına hizmet eden en büyük etkenlerdendi. Müslümanlar da bunun farkındaydılar. Öyle ki, bizzat Hz. Peygamber dine davetin ilk yıllarında "Ey Allah'ım! İslamiyet’i Ebu Cehil b. Hişam ile güçlendir" demişti. Hz. Hamza ve daha sonra Ömer b. el-Hattab İslamiyet dairesine girince "İslam, Hamza ve Ömer ile destek bulup güçlendi" buyurmuştur. Ebu Bekir, Ömer, Ali, lbnü'l-as, Muaviye, Halit gibi büyük şahsiyetler, bu yüzyılda bile yetişmiş olsalardı günümüz uygarlığının da en büyük temsilci ve destekçileri olurlardı.


Emeviler ve Abbasiler devrinde yetişen İslam büyüklerini burada hatırlamamak insafsızlık olur.


Arapların savaşlar sırasında gösterdikleri sabır, sebat, dayanıklılık ve düşmana karşı uyguladıkları "mütavele"(işi uzatma) yani vakit kaybettirerek düşmanı zayıf düşürme yöntemi de savaşlardaki başarıların bir başka önemli etkeni olmuştur. İslam orduları, H. 8. yılda Suriye vilayeti içinde yer alan Belka'ya bağlı Mute mevkiinde Rum ordusuyla savaştıktan sonra Rumlarla savaşmanın çöl halkıyla savaşmak gibi olmadığını, Rumların savaş meydanına ne kadar asker çıkarabildiklerini, ne şekilde savaştıklarını anlayınca, galip gelmenin ancak sabır ve sebat ile ve onlara vakit kaybettirerek zayıf düşürmekle mümkün olabileceğini kavramışlardı. 

Bu gibi sabır ve işi uzatarak karşı tarafı yıpratma taktiği Araplar için kolaydı. Daha önce, başka bir yerde de belirttiğimiz gibi, onlar çok az bir yiyecek ve giyecekle yetinen sabırlı ve dayanıklı bir toplumdu. Yiyecekleri azalınca etrafa akın yaparak bu şekilde ele geçirdikleri koyun ve deve sürüleri, buğday vs. ile açlıklarına çare bulabiliyorlardı. Arap ordularının Şam ve Irak üzerine ilk seferleri sırasında yaptıkları muharebeler, savaştan çok yağmaya benziyordu. Daha doğrusu o fetihlerin çoğunda yağma üzerine dayalı bir metot uygulamışlardı. Örneğin, ele geçirmek istedikleri şehre yağmalamak üzere -kimi kez asıl amaçları fetih de olmazdı- önce aralarından bir grup gönderirlerdi. Bu giden adamlar o şehrin çevresinde dolaşırlar, şehrin fethine fırsat düşünceye kadar yağmayla meşgul olurlardı. Daha sonra fırsat ele geçince şehri fethederlerdi. Gerek ilk dönemlerde gerekse sonra yapılan fetihlerin çoğu böyle olmuştu. Nitekim Musa b. Nusayr, Tarık b. Ziyad'ı (H. 92/711) yılında İspanya kıyılarına, fetih amacı için değil yağma için göndermişti. Tarık, orada da Şam'ın fethedilmesini kolaylaştıran sebep ve durumlara, benzer nedenlere rastlayınca Endülüs'e girmiştir. Musa b. Nusayr daha sonra bu fetihten haberdar olunca şaşırmış ve onu kıskanarak daha ileri gitmemesi için emir göndermiştir. ikisi arasında o sıralarda cereyan eden olaylar kaynaklarda kaydedilmiştir. Ondan daha önce Afrika'nın ve çevresinde bulunan yerlerin fethinde de benzer olaylar olmuştu.


İslam fetihlerini kolaylaştıran sebeplerden biri de Arapların birbirlerine necdet, yani yardım ve destek olmalarıdır. İslamiyet işin başında bir Arap devrimi ve uyanışından ibaretti. Çünkü İslam’ı seçenler Araptılar. Üstelik onun için İslam ve Arap kelimeleri çoğu yerde eşit anlamlı kelimeler gibi kullanılmıştı. İslam denilince Arap ve Arap denilince İslam anlaşılıyordu. Zaten İslam dini bu din ile övünmeyi ayrı bir surette Araplara özgü tuttuğundan bu dini ilk önce kabul edenler kendileri oldular. Bu durum, özellikle Hz. Ömer'in gayri Müslim olanların Arap Yarımadası'ndan çıkarılmasına dair emir verdiği zaman herkesin zihninde yerleşmiş bir düşünceydi. Ömer'in buyruğu üzerine, Müslüman olmayanlar Arap Yarımadası'ndan çıkmışlar, bölgede Müslümanlardan başka kimse kalmamıştır. Nitekim bugün de söz konusu bölgede yaşayan halkların tümü Müslümandırlar.


Müslümanlar Şam ve Irak yönünde bulunan kentlere İslam’ın ilk yıllarında, doğrudan doğruya saldırıda bulunmamışlar, söz konusu bölgelerin çöle yakın yerlerinde akın ve yağmayla uzun bir dönem geçirmişlerdir. Söz konusu yerlerin sakinleri de kendileri gibi Arap ırkındandı. Şam bölgesi sınırı üzerinde bulunan Basra ve Havran yönlerinde Gassan kabilesi ve Irak sınırı üzerindeki Hire bölgesinde de Münzir kabilesi yaşıyordu. Bunlardan Gassanlılar, Rumlara ve Münzir kabilesi de İranlılara bağlıydılar. Ancak bu Araplar ne Rumları ne de İranlıları seviyorlar, ancak baskılarından dolayı onlara boyun eğiyorlardı. Özellikle bunlardan Münzir kabilesi "Ebu Kabus" lakabıyla çağırılan Numan b. Münzir'in öldürülmesinden dolayı Acemlere karşı büyük bir nefret ve düşmanlık besliyordu. Hüsrev Perviz, Numan'ı öldürtmüştü. Bu yüzden Araplar ile İranlılar arasında "Zukar" adındaki yerde büyük bir savaş olmuş ve buna "zukar olayı" adı verilmiştir. Arapların, İranlılara hadlerini bildirdikleri en büyük olay olan bu savaşta, İranlılar pek fena ve şiddetli bir hezimete uğramışlardı. Garip bir tesadüftür ki, söz konusu olay büyük Bedir Savaşı'nın olduğu yılda olmuş ve Araplar ikisinde de muzaffer olmuşlardır. Halid b. Velid'in kumandası altında Irak'ın fethine giden İslam askerleri oralara ulaşıncaya kadar Münzir ailesiyle İranlılar arasında kin ve düşmanlık devam etmişti. Halid, Münziroğulları'na ya İslamiyet’i kabul ya cizye vermelerini ya da savaşmalarını teklif elti. Münziroğulları cizye vermeyi kabul ettiler ve yıllık belli bir oranda vergi vermek üzere Halid ile barış yaptılar. Halid b. Velid'in Irak'tan Şam bölgesine geçtiği sırada ve bu aralarda Basra, Ayn Temir vs. bölgesinde yaşayan ve o dönemde çoğunlukla Hıristiyan olan Araplara karşı da aynı uygulamalar yapılmıştır. Bundan da anlaşılıyor ki, Araplar yukarıda arz ettiğimiz sebeplerden ve her kabileye ait özel nedenlerden dolayı genellikle İslam’ın en yakın ve en önde gelen destekçi ve yardımcıları olmuşlardır. Ayrıca, Acemlerin İslam’dan önce Yemen'i ele geçirmeleri, söz konusu bölge halkında Acemler yani İranlılara karşı nefret ve düşmanlık duygularını uyandırmıştı. Sözü edilen devirde, Irana bağlı el-Cezire bölgesinde yaşayan Rebia kabileleri de, Acemleri sevmediklerinden fetihler sırasında, Acemlerden intikam almak düşüncesiyle Müslümanlara yardım etmişlerdi.


Bu etkenler dışında, çoğunlukla -gerek bunlar Araplar gerek Şam bölgesi halkından olan diğer kabileler, Antakya yakınında Payas ile Luka arasında yaşamış olan Ceracime'nin Likam dağında yaptıkları gibi- cizye vermemek için Rumların aleyhine Araplara yardım ve destekte bulunuyorlardı. Habib b. Mesleme el-Fihri, Ceracime üzerine yürüdüğü zaman, bunlar barış isteğinde bulundular. Cebel-i Likam'da, Müslümanlara yardımcı olmak ve Rumların hareketlerini gözetlemek ve topraklarını İslam ordularına üs olarak kullandırmaları karşılığında, kendilerinden cizye alınmaması koşuluyla barış anlaşması imzaladılar. Arap Yarımadası ile Irak ve Şam arasında, özellikle de Fırat vadisinin aşağı taraflarında oturan Nebatlılar ve bu bölgede bulunan tüccar, hizmetkar ve köylüler de bu barış kapsamı içine girdiler. Bunlara "tabiler" denilen veya "yardımcı kuvvetler" olarak çevrilebilecek "revadip' adı verilmişti.

"Hatt-ı ric'at" (geri çekilme hattı) uygulaması da bu zaferlerin elde edilmesine yardımcı olan sebeplerden biriydi. İslam orduları, savaş stratejileri arasında "geri çekilme sınır veya çizgisi"ni korumayı bir taktik haline getirmişlerdi. Bu hazırlığı yapmadan düşmanla, diğer deyişle İranlılar veya Rumlarla savaşmazlardı. Bu çekilme hattını korumak onlar için kolaydı. Sığındıkları çölü arkalarına alarak savaşa başlıyorlardı. Mağlup olacaklarını kestirdiklerinde geri çekilerek, çöle sığınırlardı. Rumlar veya İranlılar savaşta galip de gelseler, arkalarından takip de etseler çöllerde onlara yetişemezlerdi. Veya onların peşine düşmeye kalkışmazlardı. Ancak Rumlar kendi savunma yerlerine dönünce, Araplar bu kez çölden geri döner ve tekrar Rumların üzerine hücum ederlerdi. Bu yüzden Müslümanlar, sayıları az da olsa bu geri çekilme ve ardından saldırma taktiğiyle Rumları taciz ederek, zayıf ve güçsüz hale düşürürlerdi.


Çeşitli biçimlerde sürekli yapılan çarpışmalar şeklinde sürdürülen bu saldırılar, Müslümanların birbirlerine önerdikleri alışılmış bir yöntemdi. Ünlü İslam komutanlarından Müsenna b. Harise'nin aşağıdaki sözleri bu kuralı güzel bir şekilde açıklamaktadır. Kendisi Müslümanların Irak'ta İranlılarla savaşmak üzere geldiklerini haber aldığı vakit, Müslümanlara aşağıdaki açıklamaları göndermiştir: "İranlılarla kendi ülkelerinin en son sınırları üzerinde ve Arap toprağına en yakın noktada savaşınız. Onlarla kendi yurtları içinde savaşmayınız. Müslümanlar galip geldiklerinde arkaları güvenilir ve önleri açık olmalıdır. Mağlup olurlarsa kendi topraklarında sığınacak yer bulmalıdırlar. Ta ki orada kuvvetlerini bir kez daha toplayıp tekrar hücum edebilsinler."


Hilafet merkezi olan Medine ile İslam ülkesinin diğer bölgeleri arasında, sürekli bir ulaşım hattı ve yolunun her durumda muhafaza olunması için kendisi ile Müslümanlar arasında su engelinin bulunmamasını arzulayan Hz. Ömer'in istek ve emri de bizim bu tesbitimizi güçlendirmektedir. Hz. Ömer, Iran ve Mısır'ın fethinden sonra çevresinde bulunan komutanlarına - Sa'd b. Ebi Vakkas Medain'de ve Amr b. el-As İskenderiye’de ikamet ediyorlardı- şu yolda bir emir yazmıştı: "Benimle sizin aranızda engel olacak bir su bulunmamasına gayret ediniz; ne zaman deveme binip yanınıza kadar gelmek istesem gelebileyim." Bu emir üzerine Sa'd Kofe'ye ve Amr Füstat'a dönüp yerleşmişler, askerlerini de çadırlarda oturtmuşlardır. Bu çadır bölgeleri daha sonra birer kent haline getirilmiştir.



Corci Zeydan’ın İslam Uygarlıkları Tarihi Kitabından Alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak