GANÎMET:
Harpte
düşmandan zorla alınan mal.
Allahü
teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Şimdi
elde ettiğiniz ganîmetten helâl ve hoş olarak yiyin. (Enfâl sûresi: 69)
Ganîmetler bana helâl kılındı. Benden önce hiç
kimseye helâl kılınmadı. (Hadîs-i şerîf-Buhârî-Müslim)
Düşmandan alınan ganîmet, dâr-ül-İslâm'a (İslâm
memleketine) getirilince, askerin hakkı olur. Fakat, taksim edilmeden önce mülk
olmaz. Ganîmetin beşte biri beytülmâle (hazîneye) verilir. Geri kalanı askere
dağıtılır. (İbn-i Âbidîn)
GARÂMET:
Borçlanılan
şeyi ödeme. Bir çeşit vergi.
Müslümanların, hıristiyanlara ve yahûdîlere
yapmakla yükümlü oldukları muâmele şekli, bizzat Resûlullah efendimizin, bütün
müslümanlara hitâben yazdırdığı şu mektûbda açıkça bildirilmiştir. Mektûbun
tercümesinin bir kısmı şöyledir:
Bu yazı, Abdullah oğlu Muhammed'in, bütün
hıristiyanlara verdiği sözü bildirmek için yazılmıştır... Müslüman olmayan
herkes, benim himâyem (korumam) altındadır. Hıristiyan
manastırlarının (kiliselerinin) hiçbir tarafını yıkmayın. Bunların
kiliselerinden mal alınıp, müslüman mescidleri için kullanılmasın. Ticâret
yapmayan ve ancak ibâdet ile meşgûl olan kimselerden, her nerede olursa
olsunlar, garâmet almayın...
(Feridun Bey-Mecmûa-i Münşeât-üs-Salâtîn)
1. Kin, içinden düşmanlık yapmak.
2. Gâye,
maksad, arzu, dilek, istek.
Hâsılım yok ser-i kûyunda belâdan
gayrı
Garazım yok, reh-i ışkında
fenâdan gayrı
(Fuzûlî)
(Ey sevgili! senin bulunduğun yerde, benim belâdan
başka bir kazancım yoktur. Aşkının yolunda, yok olmaktan başka bir maksat, gâye
taşımıyorum.)
GARER:
Tehlike,
zarar. Sonu belli olmayan şüphe ihtimâli olan satış.
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem garer
bulunan satışı, yasak etmiştir. Bu sebeble yakalanmadan önce, balığı, havadaki kuşu,
kaçıp, kayıp olan hayvanı satmak bâtıldır. Hattâ sonra gelip müşteriye teslim
edilse yine satış geçerlilik kazanmaz. (M.
Ebû Zühre)
GARÎB:
1.
Yabancı, memleketinden uzakta bulunan, kimsesiz.
Garîb hastalanır, dört yanına bakınır da, tanıdık
bir kimse göremezse, Allah onun geçmiş günâhlarını affeder. (Hadîs-i şerîf-Deylemî)
Dünyâda
garîb veya yolcu gibi ol ve kendini ölmüş say. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)
Garîbler
azdır. Onları sevmeyenler çoktur. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
En garîb
ve muhtac olduğun gün, kabre konduğun gündür. (Ebû Zer Gıfârî)
Gariblere merhamet etmek Resûlullah efendimizin
sünnetidir. Nerede bir garip görsen ona olan merhametinden dolayı gözyaşların
akmalıdır. (Ahmed Yesevî)
GASB:
Başkasının malını izinsiz (rızâsı olmaksızın) zorla
elinden almak. Malı alana gâsıb, alınan mala mağsûb denir.
Gasb, haram olduğu gibi, gasbedilen malı; hediye,
sadaka, ücret olarak almak, kirâ ile kullanmak da haramdır. (Abdülganî Nablüsî)
Bir müslüman ölüp geriye gasb edilmiş bir mal
bıraksa, vârislerin bu malı, parayı alması helâl olmaz. Vârislerin bu malı
sâhibine, eğer sâhibi bilinmiyorsa fakîrlere vermesi lâzımdır. (İbn-i Âbidîn)
GASÎL-ÜL MELÂİKE:
Melekler tarafından yıkanan; Eshâb-ı kirâmdan Uhud
harbinde şehîd olan ve cenâzesini meleklerin yıkadığı Peygamber efendimiz
tarafından müjdelenen Eshâb-ı kirâmdan Hanzala hazretleri. (Âdem aleyhisselâmı
da melekler yıkamıştır.)
Hanzala'ya
Gasîl-ül melâike lakabı verilme hâdisesi şöyle olmuştur:
Hanzala Uhud gazâsına çıkılacağı gece evlenmişti. O
gecenin sonuna doğru Peygamber efendimizin harb haberini alınca, boy abdesti
alma fırsatı bulamadan Uhud harbine katıldı ve şehîd oldu. Harb sonrası
Medîne'ye dönüldüğünde, hanımı, Hanzala'yı sorunca, Resûlullah efendimiz şehîd
olduğunu bildirdi. Hanımı tekrar: "Yâ Resûlallah! O, boy abdesti almadan
harbe katılmıştı, bulunup yıkansın" deyince, Peygamber efendimiz; "Sen
Hanzala için hiç merak etme. Ben Hanzala'yı rahmet suları ile melekler
tarafından yıkanırken gördüm" buyurdu. (İbn-ül-Esîr, İbn-i Hacer)
Yıkamak, yıkanmak. Ölünün cenâze
namazı kılınmadan ve kefenlenmeden önce teneşir tahtası üzerinde, ayakları
kıbleye gelecek şekilde sırt üstü yatırıp, göbeğinden dizlerine kadar bir örtü
ile kapatılarak yıkanması.
Âdem aleyhisselâm vefât edince, melekler Cennet'ten
hanût ve kefen getirdiler. Su ve sedir yaprağı ile gasl ettiler. Üçüncüsünde
kâfûr koydular. Üç kefen ile kefenlediler. Namazını kıldılar. Lahd (mezârın
içinde kıble tarafının biraz açılması) yaptılar. Defnettiler. Sonra çocuklarına
dönerek, ey âdemoğulları! Ölülerinize böyle yapınız!" dediler. (Sa'lebî, Nişâncızâde, Mirhaund)
Meyyiti gasletmek, kefenlemek, cenâze namazı kılmak
farz-ı kifâyedir (bir kısım müslümanların yerine getirmesiyle diğerlerinin
üzerinden düşen farz). (İbn-i Âbidîn)
GÂŞİYE SÛRESİ:
Kur'ân-ı
kerîmin seksen sekizinci sûresi.
Gâşiye sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi). Yirmi
altı âyet-i kerîmedir. İlk âyet-i kerîmede geçen Gâşiye kelimesi sûreye isim
olmuştur. Sûrede kıyâmet ve âhirete âit haberler bildirilmektedir. (İbn-i Abbâs-Taberî)
Allahü
teâlâ Gâşiye sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Cennet'te
yüksek sedirler ve tahtlar vardır. (Âyet: 13)
Kim Gâşiye sûresini okursa, Allahü teâlâ (kıyâmet gününde) onun hesâbını kolay eyler. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
GAVS:
Yardım
eden. Evliyâ arasında kullara yardımla vazîfelendirilen velî zât.
Muhyiddîn-i Arabî'ye göre gavs, medâr kutbudur.
İmâm-ı Rabbânî hazretlerine göre ise, medâr kutbundan ayrı ve daha yüksek olup,
ona yardım edicidir. Bu sebeble, medâr kutbu birçok işlerinde ondan yardım bekler.
Ebdâl makamlarına getirilecek evliyâyı seçmekte bunun rolü vardır. (S.Abdülhakîm Arvâsî)
Gavs-ı A'zam:
Büyük
gavs (yardımcı). Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin lakabı.
Gavs-üs-Sakaleyn:
İnsanlara
ve cinlere yardım eden büyük velî Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin lakabı.
Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, tasavvufta Gavs
derecesine ulaşmıştır. İnsanlara ve cinlere yardım etmesi ve imdatlarına
yetişmesi sebebiyle Gavs-üs-sakaleyn ve Gavs-ül-a'zam lakablarıyla meşhûr
olmuştur. (Şâh-ı Nakşibend)
GAVUR:
Müslüman
olmayan, îmânsız.
GAYB:
Hazır
olmama, gizli kalma. Hazır olmayan gizli kalan, görünmeyen.
1. Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde
bildirilmeyen, his organları, tecrübe ve hesâb ile anlaşılmayan gizli şeyler.
Kur'ân-ı
kerîmde meâlen buyruldu ki:
Gaybları
ancak Allahü teâlâ bilir. O'ndan başka kimse bilemez. (En'âm sûresi: 59)
Gayb olan şeyler beştir. Onları yalnız Allahü teâlâ bilir. Ana rahminde
olanı, yarın ne olacağını, ne zaman yağmur yağacağını, nerede ve ne zaman
öleceğini, kıyâmetin ne zaman kopacağını. (Hadîs-i şerîf-Buhârî-Müslim)
2.
Akıl ve
his (duyu) organları ile bilinemeyip, ancak peygamberlerin haber vermesi ile
bilinen, Allahü teâlânın sıfatları, âhiret günü, öldükten sonra dirilmek,
canlıların mahşer yerinde toplanması, hesab vermeleri v.b şeyler.
Kur'ân-ı
kerîmde meâlen buyruldu ki:
Onlar
gayba îmân ederler. (Bekara
sûresi: 3)
Gaybları bilen yalnız O'dur (Allahü teâlâdır). Bildiği gizli şeylerden dilediği kadarını
yalnız peygamberlerinden istediğine açıklar. (Cin sûresi: 26)
3.
Mahlukların bir kısmının bilip, diğer kısmının bilmediği şeyler.
Cinlerin hâlleri, yaşayışları, insanlar için
gaybdır. Uzak yerlerdeki şeylerin durumları cinler için gayb olmadığı hâlde,
insanlar için gaybdır. Bundan dolayı bâzı kimseler, cinlerin gaybı bildiğini
iddiâ etmişlerdir. Hâlbuki onlar, görmediklerini değil, gördükleri şeyi
bilirler. Eğer cinler gaybı bilselerdi, Süleymân aleyhisselâm onları çalıştırırken,
vefât ettiğinde, onun vefâtını da bilirlerdi. Hâlbuki bilememişlerdir. Yine
semâlardaki (göklerdeki) şeyler, semâ ehline (meleklere) göre gayb olmadığı
hâlde, insanlara gaybdır. Aynı şekilde doğudaki şeyler de batıdakilere göre
gaybdır. Bu kısım gayb bâzan vahy ve ilhâm ile, bâzan aradan perdelerin
kaldırılması veya bunların şeffaflaştırılması sûretiyle bilinir. Perdelerin
kaldırılması şeklindeki bilme, mûcize ve kerâmet kâbilinden olsa bile, gaybı
bilme değil, gördüğünü bilmektir. (Senâullah
Pânî Pütî)
Kâhinlere, falcılara inanmamalıdır. Gaybı, gizli,
bilinmeyen şeyleri bunlara sormamalıdır. (İsmâil
Hakkı Bursevî)
GAYBET:
Tasavvufta, kalbin kendisine gelen mânâlarla meşgul
ve onlara dalmış olarak, kendisinden ve halkın işlerinden, etrâfında olan
şeylerden habersiz olması.
Gaybet hâlindeki kimse, hissini ve şuurunu
kaybeder. Kalbi, kendisine gelen feyzler ve ilhâmlar, mânevî ilimler ile meşgûl
olur. Rebi' bin Heysem bir gün İbn-i Mes'ûd'un (r.anh) huzûruna giderken, bir
demirci dükkanının önünden geçiyordu. Körüğün ağzında kızarmış bir demir gördü
ve cehennemliklerin Cehennem ateşindeki hâllerini hatırlayıp kendisini bir
gaybet hâli kapladı. Kendinden geçip yere düştü. (Abdülkerîm Kuşeyrî)
GAYRET:
Bir kimseden fâidesi bulunmayan, zararlı olan bir
şeyin ayrılmasını istemek, böyle şeyleri reddetmek, kabûl etmemek.
Allahü teâlâ mü'min kuluna gayret eder. Mü'min de
mü'mine gayret eder. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Malını; haramda, zulümde, İslâmiyet'i yıkmada,
bid'atleri ve günâhları yaymakta kullananın malının yok olmasını istemek de
hased olmaz din gayreti olur. (Muhammed
Hâdimî)
İlmini; mal, mevkî ele geçirmek, günâh işlemek için
kullanan din adamından ilmin gitmesini istemek gayret olur. (Hâdimî)
Gayret-i İlâhiyye:
Allahü teâlânın kullarından beğenmediği hallerin
ayrılmasını istemesi, böyle şeylere rızâ göstermemesi.
Önceki
ümmetlerde kibir sâhibi birisi, eteklerini yerde sürüyerek yürürdü. Gayret-i ilâhiyyeye dokunarak, yer bunu yuttu. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Yûsuf aleyhisselâmın şerbetçiye; "Sultanın
yanında benim ismimi söyle" demesi gayret-i ilâhiyyeye dokunarak birkaç
sene zindanda kalmasına sebeb oldu. (Muhammed
Hâdimî)
Dâvûd aleyhisselâm, duâ ederken; "Yâ Rabbî!
Evlâdlarımdan bir kaçının namaz kılmadığı hiçbir gece yoktur ve oruç tutmadığı
hiçbir gün geçmemiştir" demişti. Dâvûd aleyhisselâmın bu sözü gayret-i
ilâhiyyeye dokundu ve Allahü teâlâ; "Ben dilemeseydim, kuvvet ve imkân
vermeseydim, bunların hiçbiri yapılamazdı" buyurdu. (Muhammed Hâdimî)
GAYR-İ MEŞRÛ:
İslâmiyet'e
uygun olmayan iş ve hareketler.
Kadın da, erkek de para kazanmak için haram işlememeli
ve hiçbir namazı kaçırmamalıdır. Ezelde ayrılmış olan rızık değişmez. Aynı
rızık helâlden isteyene helâl yoldan, haramdan isteyene haram yoldan gelir.
Gayr-i meşrû yoldan kazanan; hem büyük günâhları işlemiş olur, hem de
kazandıklarının hayrını, bereketini görmez. (Muhammed
Rebhâmî)
Gayr-i meşrû hayat yaşayanlarda frengi ve
belsoğukluğu gibi pek çok zührevî hastalıklar görülmektedir. (Fâideli Bilgiler)
GAYR-I MÜEKKED SÜNNET:
Müekked
olmayan sünnet.
Resûlullah
efendimizin bâzan yapıp, bâzan yapmadığı ibâdet ve tâatler.
GAYR-İ MÜSLİM:
Müslüman
olmayan.
Gayr-i müslimlerin yüzüne karşı; "Yâ
kâfir!" demek günâhtır. Çünkü onlar kendilerini kâfir bilmiyor ve kâfir
denilince inciniyorlar. (Alâüddîn
Haskefî)
Müslüman olsun, gayr-i müslim olsun hiçbir insanın
malına, canına ve ırzına, nâmusuna dokunmak câiz (uygun) değildir. (Muhammed Hâdimî)
GAYÛR:
Gayreti
çok olan. Kötülük ve çirkinlikleri şiddetle reddeden.
Resûlullah efendimiz
bir defâsında Ensâra
(Medîneli müslümanlara) buyurdu
ki:
"Reîsinizin sözünü işitiniz! O çok gayûrdur. Ben ondan daha çok
gayûrum. Allahü teâlâ, benden daha gayûrdur." (Berîka)
GAZÂ:
İnsanların İslâmiyet'i işitmeleri, müslüman olmakla
şereflenmeleri yâhut müslümanların dînine, vatanına ve nâmusuna tecâvüz eden
düşmanı kovmaları için yapılan muhârebe.
Kim evinde oturduğu hâlde Allah yolunda mal infak
ederse, (harcarsa), onun her dirheminin (4.8
gram gümüş) karşılığında yedi yüz dirhem vardır. Bizzât Allah yolunda gazâya gider
ve bu yolda da infakta (harcamada) bulunursa, onun her dirhemine karşılık yedi
yüz bin dirhem vardır. (Hadîs-i
şerîf-Tergîb-ül-İbâd)
Denizde cihâd edenin karadakine üstünlüğü, on gazâ
yapmak kadardır. (Hadîs-i şerîf-Tergîb-ül-İbâd)
Gazâ Ordusu:
Allahü teâlânın rızâsı için O'nun dînini yaymak,
din, nâmus ve vatanı korumak için düşmanla savaşan müslüman askerler.
Gazâ ordusu, duâ ordusuna muhtaçtır. (İmâm-ı Rabbânî)
GAZAVÂT:
Gazâ
kelimesinin çoğulu.
GAZAB:
Hiddet,
öfke, kızgınlık.
GÂZİ:
Allahü teâlânın dînini yaymak, din, nâmus ve
vatanına saldıran düşmanı kovmak için savaştıktan sonra geri dönen müslüman.
Bir
gâziye veya mücâhide yardım edeni, Cenâb-ı Hak mahşerde (gölge
olmayan günde)
gölgelendirir. (Hadîs-i şerîf-Tergîb-ül-İbâd)
Ey mes'ûd ve bahtiyâr kardeşim! Amel ve ibâdet,
niyet ile olur. Kâfirlere karşı savaşa giderken, önce niyeti düzeltmelidir.
Ancak, bundan sonra sevâb kazanılır. Muhârebeye (savaşa) gitmekten maksad;
Allahü teâlânın ismini, dînini yaymak ve yükseltmek, din düşmanlarını
zayıflatmak ve bozguna uğratmak olmalıdır; adam öldürmek, can yakmak niyeti ile
cihâda gitmemelidir. Gazâdan selâmetle çıkan gâzi olur, mücâhid olur. Ölen,
hâlis şehîd olup, en büyük sevâblara, nîmetlere kavuşur. (İmâm-ı Rabbânî)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder