26 Aralık 2022 Pazartesi

Müslümanların Bizans İle Dini İçerikli Diyalogları-1

 



Eski Yunanca kökenli olan diyalog kelimesi, hem karşı dinle ilgili müsbet kanaat ve tavırları, hem de reddiye türü tenkitleri veya karşılıklı kabulü ihtiva etmesi bakımından daha kuşatıcı görüldüğü için tercih edilmektedir. Bizanslılar tabiriyle de etnik kökenine bakılmaksızın Bizans devlet hakimiyeti altında yaşayan veya bir müddet yaşamış olduğu halde fetih vb. sebeplerle İslam hakimiyetine girmiş, ancak halen Bizans kilisesine bağlılığını sürdürmekte olanlar kast edilmektedir. Burada zikredilen son guruba yer verilmesinin sebebi onların özellikle İslam'a yönelik dini görüş ve kanaatlerinin Bizans'taki aynı din mensuplarının görüşleriyle paralellik arz etmesi ve onların temel görüşlerini yansıtır bir özellik taşımasıdır





Diyaloğun Başlangıcı


Müslüman Araplarla Bizanslıların dini diyaloğa yönelik ilişkilerini ortaya koymak için her iki tarafın karşı dine ve mensuplarına bakışının bilinmesi gerekmektedir. Şüphesiz pratik hayatta yaşanan birçok olayın izahı bu arka planı bilmekle mümkün olacaktır.


İslamiyet'ten önce dünya sahnesine çıkmış olan Hıristiyanlık, Roma lmparatorluğu'nda yaşadığı uzun mahrumiyet dönemlerinden sonra, İmparator I. Konstantinos'un (324-337) Hıristiyanlığı kabul etmesiyle kendisine önemli bir hami bulmuştu. Roma imparatorları Konstantinos ile Licinius'un 313 yılındaki "Milan Fermanı"ndan sonra dine davet faaliyetlerinin açıktan yapılmaya başlanmasıyla kısa sürede büyük halk kitleleri arasında yaygınlık kazanmış olan Hıristiyanlık, Bizans'ta resmi din olarak kabul edilmesiyle önemli bir dönüm noktasına ulaşmıştı. Artık Hıristiyanlık, eski Yunan kültürü ve Roma devlet tarzı gibi Bizans devletinin temel unsurlarından biri haline gelmiş ve gerek idari, gerekse sosyal hayata rengini vermiş durumdaydı.


Bununla birlikte Bizans'ta dini hayat bir bütünlük arzetmemekte, gizlilik dönemlerinin ve oldukça tartışmalı geçmiş olan konsillerin ürünü birçok mezhep ortaya çıkmış bulunmaktaydı. M. V. yüzyılda ortaya çıkan Nesturilik Bizans kilisesinin baskıları sonucu önce doğu sınırlarına çekilmiş, baskıların daha da şiddetlenip mezhebe bağlı okulların kapatılmasıyla da Sasanilere iltica etmişti. Ya'kub Baradeus'u (Vl. asır) takib eden ve monofızit inanca sahip olan Ya'kubilerin, Suriye kökenlilerin bağlı olduğu Antakya merkezli ve Kobtların bağlı olduğu lskenderiye merkezli kiliseleri bulunmaktaydı. lskenderiye, Antakya ve Kudüs merkezli Melki kilisesi ise lstanbul'daki Bizans kilisesine bağlılığını sürdürmekteydi. Daha çok Hz. lsa'nın şahsiyeti etrafında ortaya çıkan bu Kristolojik mücadeleler döneminde mezheplerin herbiri kendisinin hak olduğunu savunmakta ve muhaliflerini dindışına çıkmış olmakla suçlamaktaydı. VII. Yüzyıl başlarında İslamiyet'in dünya sahnesindeki yerini almaya başladığı sıralarda Bizans'ın genel dini durumu bu şekilde tesbit edilebilir.



Hıristiyanlık, Suriye ve Mısır'ı da elinde bulunduran Bizans'ın sınırları içerisinde kalmamış, geniş halk kitlelerine intikal etmemiş olsa bile, Arabistan Yarımadasındaki putperest Araplar arasında ve Habeşistan'da da müntesipler bulmuştu. İslam'ın zuhurundan önce Arap yarımadasında Hıristiyan topluluklarının bulunduğu belli başlı merkezler, kuzeyde Benu Tağlib, Benu Gassan, Benu Kudaa, Benu Bekr, Benu Temim ve Benu Tayy kabilelerinin yaşadığı Eyle, Dumetü'l-Cendel vb. bölgelerdi. Ayrıca yarımadanın güneyinde Necran, en güçlü ve en etkili Hıristiyan merkezlerinden biriydi. Bu merkezlerin yanında bir kısmı Bizanslı olmak üzere köle, tüccar veya misyoner olarak Mekke'de yaşayan Hıristiyan cemaatiyle, bilhassa dil açısından Mekke'yi etkilemiş olan Ehabiş kabilelerine mensup hıristiyanlar ve Hire hıristiyanlarını da hatırlamak gerekir.


Kuran-ı Kerim'de geçen "Nasara" kelimesi hıristiyanları ifade ettiği gibi "Ehlü'l-kitab" terimi de Yahudilerle birlikte Hıristiyanlar için kullanılmaktadır. Kuran'da Yahudilik gibi Hıristiyanlığın da ilahi kaynaklı bir din olduğu belirtilir. Her üç dinin ortak noktaları dile getirilmekle birlikte, Yahudilik ve Hıristiyanlığın peygamberlerinden sonra zaman içerisinde oluşmuş bazı formları da tenkit edilir. el-Ankebut suresinin 46. ayeti şöyledir: "İçlerinden zulmedenleri dışında, Ehl-i kitapla ancak en güzel yolla mücadele edin ve deyin ki: 'Bize indirilene de size indirilmiş olana da iman ettik. Bizim Tanrımız da, sizin Tanrınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuzdur." Öte yandan Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında bir sevgi bağı bulunduğu Kuran'da şu şekilde ifade edilmektedir: "(...) İnsanlar arasında iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak 'biz hıristiyanlarız' diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.



Müslümanlarla Bizanslılar arasındaki dini diyalogun başlangıcını İsIam'ın ilk yıllarına kadar götürmek mümkündür. İslam'ın doğuş yıllarında devam etmekte olan Bizans-Sasani savaşlarında Müslümanlar, Ehl-i kitab oldukları için Bizanslıları, Müslüman olmayan Araplar da Mecusi İranlıların tarafını tutmakta idiler. Bizans'ın Sasaniler karşısında peşpeşe yenilgiye uğraması Müslümanları üzmekte, buna karşılık müşrikleri şımartmaktaydı. Kur'an-ı Kerim'de yer alan Bizanslılar anlamındaki er­ Rum suresinin ilk ayetleri bu açıdan oldukça dikkat çekicidir: "Bizanslılar (Arapların bulunduğu bölgeye) en yakın yerde yenilgiye uğradılar. Halbuki onlar bu yenilgilerden sonra üç ila dokuz yıl içinde galip geleceklerdir. Eninde sonunda emir Allah'ındır. O gün müminler de Allah'ın yardımıyla sevineceklerdir. Gerçekten de öyle olmuş, bir müddet sonra Bizanslılar, Sasani devleti karşısında zaferler kazanmış ve Müslümanlar da bu zafer haberleri üzerine sevinç duymuşlardır. Hatta Hz. Ebu Bekir bu konuda müşriklerin ileri gelenlerinden Omeyye b. Halefle bahse girmiş ve Bizans'ın Sasaniler karşısında elde ettiği Ninova zaferi üzerine bahsi kazanmıştı. Bu bahse girmenin sadece iki kişi arasında cereyan etmesi, bahsin onlarla sınırlı kalmış olmasını gerektirmemektedir. Dönemin sosyo-psikolojik şartları ve Hz. Ebu Bekir'le Omeyye b. Halefin kendi taraftarları arasındaki konumları dikkate alındığında bu sonuca kolaylıkla ulaşılabilir. Öyle anlaşılıyor ki, bu dönem içerisinde Müslümanlar Bizans'ın zafer kazanmasını dilemişler ve bölgeden gelecek zafer haberlerini ümitle beklemişlerdir. Şu halde, ilk yıllarda Müslümanların Bizans'a karşı sempati ile baktıkları düşünülebilir. Bu sempatinin karşılıklı olduğunu söylemek için açık bir delil bulunmamakla birlikte, dönemin şartları gereği tek taraflı kalmış olsa da böyle bir duygusal yakınlığın varlığı önemli olmalıdır.




Hz. Peygamber'in başta Bizans İmparatoru Herakleios olmak üzere Bizans vali veya diğer yetkililerine İslam'a davet mektupları göndermiş olması, dini alanda İslam-Bizans diyaloğunun en somut adımlarını teşkil eder. Aynı zamanda siyasi bir nitelik de taşıması açısından bu davet mektuplarına burada tekrar dönülmeyecektir. Ancak imparator Herakleios'a ve Mukavkıs'a gönderilen mektuplarda yer aldığı belirtilen ayetin bir kez daha hatırlanması, dini diyalog çağrısının bizzat Müslümanların kutsal kitabı Kuran' -ı Kerim tarafından yapılmış olduğunu göstermesi bakımından faydalı olacaktır. Ayet şöyledir: "Ey Ehl-i kitap! Sizin ve bizim aramızda müşterek olan söze geliniz: Sadece Allah'a kulluk edelim ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın. Eğer yüz çevirirlerse 'şahit olun biz Müslümanız' deyiniz. Ehl-i kitaba yönelik bu ayetin hıristiyan Bizans'a gönderilen mektuplarda yer almış olması, Kuran'da Ehl-i kitap ve bu arada hıristiyanlarla ilgili genel nitelik taşıyan diğer ayetlerin de Bizanslılarla irtibatlandırılmasında bir engel bulunmadığını göstermektedir.


Hz. Muhammed'in gönderdiği Bizans'a yönelik İslam'a davet mektuplarına gösterilen tepkilerle ilgili bazı mübalağa ve efsane unsurları ile, bazı Gassani emirlerinin tutumları bir tarafa bırakılırsa, bu mektupların dini diyalog açısından karşı tarafı tanıma, kendini tanıtma ve karşılıklı kabul gibi bazı olumlu sonuçlar getirdiğini söylemek mümkündür. Bilindiği gibi Hz. Muhammed tarafından Tebük seferi sırasında Herakleios'a gönderilen İslam'a davet amaçlı ikinci mektupta imparatordan, eğer İslam'ı kabul etmezse hıristiyan kalmakla birlikte İslam hakimiyetini tanıyıp cizye vermesi veya hiç olmazsa tebaasından Müslüman olacaklara engel olunmaması istenmekteydi ki, İslam'ın gayri Müslimlere karşı genel tavrı bu şekilde olmuştur.



Müslümanlarla Bizanslılar arasında başlangıçta görülen sempati ve kısmen karşılıklı anlayışın henüz Hz. Muhammed'in sağlığında önemli bir mahiyet değişikliğine uğrayarak hasmane bir boyut da kazanmaya başladığı görülür. İslam askerleri Bizans ordusuyla ilk defa 8/629 yılında Mute savaşında karşı karşıya gelmiş ve bundan bir yıl sonra Hz. Muhammed o güne kadar düzenlemediği sayıda 30.000 kişilik bir orduyla Bizans'a karşı Tebük seferine çıkmıştır. Bununla birlikte her iki hadisenin temelinde siyasi ve sosyal sebeplerin yattığı gözden kaçmamalıdır. Nitekim birincisi Hz. Muhammed'in elçisinin dokunulmazlığı hiçe sayılarak. Bizans'a bağlı Gassani emiri tarafından öldürülmesi, ikincisi ise Herakleios'un Müslümanlara karşı büyük bir ordu hazırladığı haberi üzerine gerçekleştirilmiştir.  



İslam literatüründe Mekke'de putperest olmadıkları gibi herhangi bir dine de mensup olmayan, ancak tanrının birliğine inanıp kötülüklerden de uzak duran haniflerle hıristiyan ve yahudilerin bir peygamber beklentisi içerisinde oldukları belirtilmektedir. Kaynaklarda, hıristiyanların, gönderilmesi beklenen peygambere sempatisini vurgulayan birçok rivayet yer almaktadır. Herşeyden önce Hz. Muhammed'in ilk vahiy sonrası, hanımı Hz. Hatice'nin tavsiyesi üzerine olayın açıklığa kavuşturulması için başvurduğu Varaka b. Nevfel, Ahd-i Atik ve Ahd-i Cedid'i bilen bir hıristiyandı ve Hz. Muhammed'e peygamber olduğunu müjdeleşmişti. Yine İslam'ın ilk yıllarında müşriklerin eza ve cefaları karşısında zor günler yaşayan Müslümanlara Hz. Muhammed "adil hükümdar" olarak vasıflandırdığı Necaşi'nin ülkesi Habeşistan'a hicret etmelerini tavsiye etmiş ve Müslümanlar burada hıristiyan Habeş hükümdarı tarafından sıcak bir ilgiyle karşılanmışlardı.


İslam öncesi dönemde Hıristiyanlarla gerçekleşen bazı münasebetlere burada işaret etmek gerekir. Henüz beş yaşlarında bulunduğu sırada bir göz ağrısına yakalanan Hz. Muhammed, dedesi Abdülmuttalib tarafından bir rahibe götürülmüş ve tedavi edilmişti. Hiç şüphesiz Hz. Muhammed on yaşlarında amcası Ebu Talib'le Suriye'ye yaptığı ticari seyahatlerde hıristiyanlarla karşılaşmış ve onları tanımıştı ki, bu hıristiyanlar arasında Rum asıllı Bizanslılar da bulunmaktaydı. Hz. Muhammed' in henüz çocuk yaştaki bu Suriye seyahatlerinden birinde karşılaştığı Busra yakınlarında münzevi bir hayat yaşayan ve Bahira diye bilinen rahip Sergios'tan gördüğü ilgi kaynaklarda tasvir edilmektedir.


Ezraki'nin rivayetine göre 8/630 yılında Mekke'yi fetheden Hz. Muhammed Kabe'deki putları temizledikten sonra içeriye girip elini bir resmin üzerine koymuş ve bunun dışındaki resimlerin imha edilmesini istemişti. Diğer resimlerin imha edilmesine rağmen korunması istenen resim, kucağında oğlu İsa ile birlikte resmedilen Hz. Meryem'den başkası değildi.


Hz. Muhammed'in kendilerini İslam'a davet etmek amacıyla Necran keşişlerine gönderdiği mektup sonucu, altmış kişilik Necranlı bir hıristiyan heyeti muhtemelen 9/631 yılında Medine'ye gelmişti. Oldukça süslü elbiseler içerisinde Mescid-i Nebevi'ye giren heyete, ibadet vakitleri geldiğinde mescidin içerisinde doğuya dönerek ibadet etmelerine Hz. Muhammed tarafından izin verilmişti. Bu ziyaret sırasında Allah'ın birliği, Hz. İsa'nın mahiyeti vb. temel konularda şiddetli tartışmalardan sonra, Necran hıristiyanlarıyla İslamiyet'in siyasi hakimiyetini tanımaları şartıyla kendi dinlerinde kalmalarına imkan tanıyan bir anlaşma sağlanmıştı. 


Patrik Ioannes ile İslam Komutanı Arasındaki Tartışma


Antakya Ya'kubi patriği I. Ioannes'in (635-648) kendisinin ve cemaatinin bölgedeki durumlarını bildirmek üzere Mezopotamya hıristiyanlarına yazdığı Süryanice mektup, Müslümanlarla hıristiyanlar arasında karşılıklı tartışmaları konu alan ve hıristiyanlara ait bilinen en eski belge özelliği taşımaktadır. Mektupta patrik, İslam ordusu komutanıyla yaptığı dini içerikli tartışmadan bahsetmekte ve komutanla hangi konular etrafında tartıştığına dair bilgi vermektedir. Bizans'ın resmi kilisesine bağlı ve Kadıköy konsili kararlarını benimsemiş olan hıristiyanların da toplantıda yer alıp patriği desteklemiş olmaları, hatta komutandan patriğin hayatına herhangi bir zarar gelmemesi ve aynı görevde bırakılması hususunda ricada bulunmaları mektubu konumuzla ilgili kılmaktadır.


Mektuba göre komutan patriğe bütün dünyadaki hıristiyanların elinde bulunan İncil'in aralarında hiç bir fark olmaksızın aynı olup olmadığını sormuş, buna karşılık olarak patrik, dünya hıristiyanlarının ellerinde bulunan İncil'in tek ve aynı olduğu cevabını vermiştir. Patrik hıristiyanlar arasındaki farklı inançları da her mezhebin İncil'i farklı anlayıp yorumlamasıyla izah etmiştir.


Komutanın Hz. İsa ile İbrahim ve Musa hakkındaki inançlarını sorması üzerine patrik Hz. lsa'nın, tanrı ve tanrının kelimesi olup baba Tanrı'dan doğduğunu, ezeli ve ebedi olduğunu, zamanla insanlığın kurtuluşu için Kutsal Ruh ve kutsal bakire Meryem'in şahsında ete kemiğe bürünüp beşer halini aldığını belirtir. Hz. İbrahim, ishak, Yakub, Musa, Harun ve diğer bütün peygamberlerin inancının hıristiyanlarınki ile aynı olduğunu, onların da lsa'yı bildiklerini fakat zamanla insanların doğru yoldan ayrılıp politeizme saparak ağaç ve taşlardan yaptıkları putlara taptıklarını ifade eden patrik, hiçbir hıristiyanın üç tanrı ve üç uluhiyyeti kabul etmediğini, mukaddes kitaplarda da belirtildiği gibi Baba ve ondan sudur eden Oğul ile Kutsal Ruh'tan oluşan tek bir Tanrı'nın var olduğunu söyler.

İslam komutanının isteği üzerine patrik Hz. İsa hakkındaki inançlarını akıl ve nakil açısından ispat etmeye çalışır. Muhataplarına miras hukuku ile ilgili sorular soran komutanın, eğer kanunları lncil'e dayanıyorsa bunlarla İslam kanunları arasında tercih yapmalarını isteyen ifadeleri karşısında patrik net olarak "Bizim kendimize ait, İncil' e, Havarilerin ve kilisenin öğretilerine uygun olan ve doğruyu gösteren adil bir hukukumuz var" şeklinde cevap verir ve toplantı böylece sona erer.

Mektubun sonunda muhataplarından dini ibadetlerini yerine getirmeye devam etmelerini isteyen patrik, Allah'ın kendi rızasına uygun hikmet ve aydınlık bahşetmesi için komutana dua etmelerini istemektedir. 




Casim Avcı’nın İslam Bizans İlişkileri Adlı Kitabından Alıntılanmıştır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak