Abbasilerin hilafet davasında bulunmaları:
Hz. Ebubekir'in hilafeti döneminden söz ederken, genel olarak Müslümanların hem Peygamberlik hem de halifeliğin Haşim Oğulları'nın üzerinde bir arada bulunmasını arzu etmediklerini, halifeliği Haşim Oğulları'ndan olmayan bir diğer Kureyş kabilesi üzerinde kalmasını arzu ettiklerini söylemiştik. Oysa Haşimiler, halifeliğin kendilerinden başkasına geçmesini haksızlık ve ona en layık olanların kendileri olduğunu kabul ettiklerinden bu haklarını elde etmeye çalışmışlardır. Bunlar da kendi arasında birkaç gruba ayrılıyordu. Bir kısmı Ali b. Ebu Talib'in çocuklarından oluşan Şiilerdi ki bunlardan biri Hz. Fatımatü'z-Zehra nesline, diğeri Hz. Ali'nin başka bir hanımından oğlu olan Muhammet b. Hanefiye adına hilafet talebinde bulunan iki gruptu. Bir kısmı da Peygamber'in amcası Hz. Abbas'ın sülalesi olan Abbasiler adına hilafet davasında bulunuyordu. Sözü edilen gruplara mensup kişilerden her biri halifeliği kendisi için uygun buluyor ve istiyordu. Halk kendilerine gizliden gizliye biat eder, açıkça görünmezdi. Ne zaman ki Emevilerin zayıflayıp gerilemesi açıkça gözükmeye başladı, halk da onların aleyhinde tavır koyarak, gösteriler yaparak ayaklanma fırsatı buldu. Böylece olaylar kontrol dışına çıkmaya başladı. Aslında halk, halifeliğin Haşim Oğulları'nın hakkı olduğuna inanıyordu. Emevilere itaatleri ve yandaş olmaları yalnızca para ve ihsan karşılığında oluyordu. Onlara boyun eğmelerinin bir başka nedeni de onların intikam ve zararlarından güvende olma endişesiydi.
Abbasiler bu sırada Horasan halkından Ebu Müslim Horasani adında İranlı bir adamı kendilerine yandaş yapma konusunda başarılı olmuşlar, kendi adlarına biat talebinde bulunmak üzere Ebu Müslim'i Emevi Devleti'nin hilafet merkezinden uzak bulunması nedeniyle Horasan'a göndermişlerdi. Ebu Müslim bu görevinde hayret edilecek derecede başarı kazanmıştı. Savaşarak, her türlü fedakarlığa katlanarak, sonunda İslam halifeliğini Abbasiler adına Emevilerin elinden alıp, H.132'de (750) Abbasilerin ilk halifesi olan Saffah'a (Ö. H. 136/754) teslim etti. Abbasi devletinin kurulmasında Ebu Müslim'in hizmeti Muaviye'nin hilafeti için Amr b. el-As'ın hizmetinden daha büyüktü. Çünkü Amr b. el-As, Muaviye'ye yalnız doğru ve yerinde görüşleriyle bir çeşit danışman olarak hizmet etmişti. Ebu Müslim ise, Abbasilere kılıcı ve halkının gücüyle destek ve hizmette bulunmuştur.
Emeviler hakkında her ne denirse densin, bu devlet gerçek bir Arap devleti olması özelliğiyle Abbasilerden ayrılır. Bir kısım katib, tabip ve benzeri memurlar dışında Emevi Devleti'nin valileri, bütün yöneticileri ve diğer devlet adamlarının tamamı Arap asıllıydı. Abbasiler devrinde ise devlet işleri çoğunlukla Fars asıllı devlet adamlarının elinde ve kontrolündeydi. Çünkü Abbasilerin halifeliği ele geçirmelerinde birinci derecede yardım edenler, biraz önce de belirtildiği üzere İranlılardı. Bu nedenle, Abbasi halifeleri vezirlerini İranlı devlet adamları arasından seçiyorlardı. İslam dünyasında vezirlik makamını ilk kez kuran Abbasiler, söz konusu bu kurumu İranlılardan almışlardı.
Abbasilerin birinci halifesi Saffah'tı (H. 132-136/749-754).
Kendisinin birkaç kardeşi ve amcaları vardı. Bu yakın çevresini, kendisine destek olmaları ve egemenliğini güçlendirmeleri için görevlendirmişti. Saffah, Bağdat'ın batısında ve Fırat kenarında bulunan Anbar şehrinde oturuyordu. Vefatına kadar da burada yaşadı. Halifelik müddeti birkaç yıldan ibarettir. Vefatından sonra onun yerine kardeşi Ebu Cafer Mansur geçti (H. 136-158/754-775). Bu halife deha ve zekada, idare ve siyasette, kahramanlık ve yiğitlikte İslam büyükleri arasında yer alır. Kufe'ye yakın bir yerde kurdurduğu "Haşimiyye" adındaki kentte, Horasan vilayeti halkından "Ravendiyye" adı verilen bir cemaatin hücum ve saldırısına uğramıştı. Gerek bu yüzden gerekse Hz. Ali ve Hz. Hüseyin'in şehit edildiği Küfe şehrine yakın olmasından dolayı Haşimiyye'de yaşamak istemiyordu. Ayrıca Kufe halkına güvenmiyor ve onlardan çekiniyordu. Bu yüzden ilerde Müslümanların en ünlü başkenti olacak Bağdat şehrini kurdurdu (H. 145/762). Daha sonra Ebu Müslim'in, halifeliği Abbasiler adına Emevilerden aldığı gibi kendilerinin elinden de almasından kaygı duyduğundan, ihtilalin elebaşısı olan Ebu Müslim'i hileyle öldürttü (H. 137/755). Böylece tahtını ve tacını olası bir tehlikeden kurtarmış oldu. Mansur'un bu konuda ileri sürdüğü iddiaya göre, Ebu Müslim, güçlü ve tehlikeli bir adamdı ve ortadan kaldırılması gerekiyordu.
Mansurun halifelik dönemi, sürekli olarak savaş ve fetihlerle geçmiştir. Kendisinden sonra oğlu Muhammed el-Mehdi (H. 158/775), daha sonra Musa el-Hadi (H. 169/785), sonra Harunürreşid (H. 170/786), Harun'dan sonra oğulları Emin (H. 193/809) ve Me'mun (H. 198/813) halife oldular. Harunürreşid ve Me'mu'nun hilafet devirleri Abbasilerin en parlak, en şanlı ve güçlü devriydi. Bu devirde bilimsel ve kültürel faaliyetler son derece artmış ve halk arasında revaç bulmuştu. Birçok dilden çok sayıda kitap Arapça‘ya tercüme edildi. Ülke servet ve mutluluğa gark oldu.
Halife Mansur, hilafeti kendi elinden alabilir düşüncesiyle, İranlı Ebu Müslim'i öldürttüğü halde, idaresi altında birçok İranlıyı istihdam etmekten çekinmemişti. Mansur'dan sonra hilafet makamına geçen Abbasi halifeleri de bu yolu takip ederek İranlıları o vakit devletin en büyük makamı olan vezirliğe varıncaya kadar yüksek memuriyetlerde görevlendirmişlerdir. İranlıların bu şekilde elde ettikleri nüfuz, Harunürreşid'in zamanında büyük bir bela olmuştu. Iran asıllı olup, devletin en yüce mansıblarını (devlet hizmeti, memuriyet) işgal eden "Bermekiler" Harunürreşid'in zamanında bütün hükümet işlerini kendi ellerine alıp arzu ve keyiflerine göre hareket etmeye başlayınca Harunürreşid, bilindiği üzere Bermekiler ailesini ortadan kaldırmıştır.
Me'mun'dan sonra (H. 218/833) hilafete geçen Mu'tasımbillah, Abbasi Devleti'nin kuruluşundan beri, Türkistan vilayetlerinden hediye olarak halifelerin saraylarına gönderilen Türk köleleri hükumet işlerinde daha sık görevlendirmeye başladı. Halifeler, bu köleler arasından yüz olarak en güzellerini ve vücutça en sağlamlarını seçerek, kendi saraylarında hizmet ettiriyorlardı. Bunlara "memalik" (Kölemen, bendegan, kullar) adını verirlerdi. Daha sonra halifeler çok sayıda kölemen istihdam etmeye ve bunların çokluğuyla övünmeye başladılar. Öyle ki Mu'tasım devrinde bu şekilde hizmete alınan Memluklerin sayısı 20.000'e ulaşmıştı. Bunların hepsi Müslüman olmuş eğitim ve terbiye görmüş, iktidar ve dirayet göstermiş olduklarından halifeler devlet memurluklarının birçoklarını bu Memluklerin ellerine bıraktılar. Memlukler zamanla devlet memurluklarında yükselerek sonunda yöneticilik ve askerlikte en yüksek makamlara ulaşmışlardır. Bunun üzerine devlet işleri biri Türk, diğeri İranlı olan birbirine denk iki kuvvetin etki ve kontrolü altına girmişti.
Mu'tasım, emrinde bulunan Arap askerinden başka Mısır halkından da birtakım özel birlikler kurdurmuş ve bunlara "magaribe" (batılılar) adını vermişti. Böylece, kendisine destekçi olmak üzere, Semerkant, Üşrusana ve Fergana halkından da özel birlikler oluşturarak bunlara da "Feragine" adını vermişti. Mu'tasım'dan sonra gelen halifeler, işi daha da ileri götürerek, bu kabileler arasından, özel maiyetleri ve askerlikte görevlendirmek amacıyla çok sayıda adam getirtmişlerdir. Bunun üzerine hükumet işlerinde devlet aleyhine olarak, yabancı unsurların etkinliği artmış ve bu durum halifelerin iktidarlarının zayıflaması ve zamanla yok olmasına kadar giden sonuçlar doğurmuştur. Uzak bölgelerde görev yapan valiler, zamanla hilafet merkezinin emirlerini dinlemeyerek, yavaş yavaş bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Halifelerin yönetimlerini sürdürebildikleri ve sözlerini geçirebildikleri yerler, bir valinin idaresi olmaksızın, kendilerine doğrudan bağlı olan Fırat ile Dicle arasındaki bölgeyle sınırlı kalmıştı. Hicret'in 4. yüzyılı başlarında halifelerin otoritesi Bağdat duvarlarının ötesine bile geçmez hale gelmişti. Üstelik Bağdat'ta bile tam anlamıyla hükümlerini yürütemiyorlardı. Söz konusu yüzyılın ilk çeyreğinde halife Razibillah (H. 322-329/934-940) zamanında İslam Ülkesi'nin genel durumu şu şekildeydi:
Vilayetler ve valileri (tavüif-i mülük);
Basra vilayeti: İbn Raif'in elinde,
Huzistan vilayeti: Beridi'nin elinde,
İran vilayeti: İmadüddin b. Büveyhin elinde
Kirman vilayeti: Ebü Ali Muhammed b. İlyas'ın,
Rey vilayeti, İsfehan, Cebel bölgeleri: Rüknü'd-devle b. Buveyh vs.'nin,
Musul vilayeti, Diyarbekir, Muzar, Rebia: Hamdan Oğulları'nın,
Mısır ve Şam bölgesi: İhşidliler'in,
Horasan ve Maveraünnehir vilayetleri: Samaniler'in,
Taberistan ve Cürcan vilayetleri: Deylemliler'in,
Bahreyn ve Yemame vilayetleri: Karmatiler'in elindeydi. Varolan bu kötü durumu daha da güçleştiren ve tehlikeli biçime döndüren işlerden biri de, saray hizmetlileri ile askerin halife saraylarında mutlak güce sahip olarak, devlet işlerinde istedikleri gibi hareket ve halifeler hakkında her çeşit hakaret, eziyet ve işkence yapmaya cüret etmeleridir. Nitekim Magribliler ve Memlükluların 255 yılında (869) kendilerine arzu ettikleri miktarda maaş vermediğinden dolayı tahttan indirdikleri 14. Abbasi halifesi Ebü Abdullah Muhammed el-Mu'tezz'e yaptıkları vahşi muamele gibi. Söz konusu olayda, Megaribe ve Memlüklular halifenin odasına girerek, ayağından tutup kapıya sürüklemişlerdi. Topuzlarla döverek, gömleğini yırtıp, bin bir hakaretten sonra, kendisini kızgın güneşin altında tutmuşlardı. Öyle ki, talihsiz halife güneşin hararetinden ayakta duramadığından bir ayağını kaldırıp diğerini indiriyordu. Bu durumdayken bile, saldırganlardan bazıları ona vurmaya devam ediyorlardı. Zavallı halife bu sillelere karşı ellerini siper yapmaya çalışıyordu. Daha sonra kendisini bir odaya koyup, Kadı İbn Ebü'ş-Şurab'ı bir toplulukla beraber bu odaya getirerek, tahttan indirilmesini hukuksal olarak da kaydettirdikten sonra, zavallı halifeyi kendisine daha da fazla işkence edecek kişilerin eline teslim ettiler. Üç gün üç gece boyunca, talihsiz halife Mu'tezz'e su ve yemek vermediler. Bu işkenceler bitince de yeraltında bir bodruma hapsedip girişi kireçle sağlam bir şekilde kapattılar. Burası, halifenin hem diri hem ölüyken mezarı oldu.
Bununla birlikte, halifelerin içine düştükleri bunca düşkünlük ve aşağılanmaya rağmen halifeliği Abbasilerin elinden almayı ne İranlılar ne Türkler ne Magribliler ne Ferganalılar ne de Kureyş Araplarından olmayan diğer kabileler akıllarına getirmişlerdi. Abbasilerin Bağdat'ta hilafetleri, Moğolların Çin çöllerinden halifelik merkezini ele geçirmelerine kadar devam etti. Söz konusu Tatarlar, Bağdat'a ulaşınca şehri ele geçirerek, yakıp yıktılar, halifeyi de öldürdüler ve Bağdat'taki Abbasi halifeliğine son verdiler (H. 656/10 Şubat 1258). Halifenin akraba ve yakınlarından sağ kalanlar Mısır'a kaçarak Mısır hükümdarları olan Memluklere sığınmışlardır. Memlukler bunları saygıyla kabul ettiler. Osmanlı Sultanı Yavuz Selim 923 (1517) yılında Mısır'ı fethedince, halifelik sıfatını kendi üzerine almıştır. Abbasilerden toplam 50 halife gelip geçmiştir. Bunlardan ilk 37'si, birincileri Saffah ve sonuncuları Musta'sım olmak üzere, lrak'ta halifelik yapmışlardır. Diğerlerinin halifeliği ise Mısır'da olmuştur.
Corci Zeydan’ın İslam Uygarlıkları Tarihi Kitabından Alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder