Ömer b. Abdilaziz ile III. Leon Arasındaki Mektuplaşma
Emevi halifelerinden Ömer b. Abdilaziz (99-101/717-720) ile Bizans imparatoru III. Leon (717-7 41) arasında gerçekleştiği kaydedilen dini muhtevalı bir mektuplaşma, hilafet ve imparatorluk merkezlerinin konuya ilgisini göstermesi bakımından önem taşımaktadır. Bu mektuplaşma ile ilgili detaylı bilgiler Ermeni tarihçisi Ghevond (Levond/Leontius) tarafından kaydedilmiştir. Diğer Ermeni tarihçileri Thomas Ardzruni, Kirakos (ö. 1272) ve Vardan (ö. 1272) da Ghevond'a dayanarak eserlerinde bu mektuplaşmaya kısmen yer vermişlerdir.
Mektuplaşma ile ilgili olarak yukarıda zikredilen Ermeni kaynakları daha geniş bilgiler vermekle birlikte, diğer kaynaklarda da rivayeti destekleyen nakiller bulunmaktadır. Theophanes, hiçbir detay vermeden Ömer b. Abdilaziz'in, III. Leon'u lslam'a davet amacıyla dini içerikli bir mektup gönderdiğini belirtir. Agapios el-Menbici, bu bilgiye ek olarak halifenin mektupta bazı dini hususlarda imparatorla tartıştığını ifade eder. Ayrıca imparatorun da halifeye cevap mektubu yazarak onun iddialarını kesin delillerle çürüttüğünü, akli delillerle birlikte Kitab-ı Mukaddes ve Kuran'dan yaptığı alıntılarla "Hıristiyanlık nurunu beyan ettiğini" kaydeder. İslam kaynakları içerisinde Müberred, Ebu'l-Ferec lbnü'l Cevzi ve lbn Kesir, Ömer b. Abdilaziz'in, imparatoru İslam'a davet amacıyla elçiler gönderdiğini naklederler. Müberred ayrıca, elçilerle imparator arasında Hz. lsa'nın şahsiyeti gibi bazı temel dini konular etrafında geçtiği anlaşılan tartışmaya değinir ve imparatorun, halifenin mektubuna cevap verdiğini belirtir.
Ömer b. Abdilaziz'in dindarlığı, lslam'ı tebliğ amaçlı gayretleri ile III. Leon'un Hıristiyanlığı yayma yolundaki faaliyetleri dikkate alındığında, her iki devlet başkanının kendi dinlerini savunma ve karşı tarafa tebliğ etme amacıyla böyle bir mektuplaşmayı gerçekleştirdiklerini kabul etmek mümkün gözükmektedir. Jeffery ve Gero da mektupların asılları kaybolmuş olmakla birlikte halife ile imparator arasında böyle bir mektuplaşmanın gerçekleştiğini kabul etmektedirler.
Besmeleden sonra "Müslümanların halifesi ömer'den Bizans imparatoru Leon'a" şeklinde başlayan mektupta halife, Hıristiyanlığın temel öğretileri ve inançları ile ilgili öteden beri bilgi sahibi olmak istediği halde, o güne kadar bu niyetini gerçekleştirmeye fırsat bulamadığını belirterek giriş yapmaktadır. Bundan sonra imparatora dua etmekte ve merak ettiği soruları peşpeşe sıralamaktadır. Halifenin imparatordan cevaplamasını istediği belirtilen sorulardan bazıları şunlardır:
"Hz. Isa ve Havarileri bu dünyaya niçin çıplak (aç-açık) olarak geldiler ve yine aynı şekilde çıplak olarak göçtüler? Niçin Hz. lsa'nın beşer olduğuna dair kendi ifadesini kabul etmek istemiyorsunuz da, peygamberlerin kitap ve mezmurlarından Hz. lsa'nın enkarnasyonunu gösteren deliller aramayı tercih ediyorsunuz? Bu durum sizin şüpheler içinde olduğunuzu ve Hz. lsa'nın, beşer olduğuna dair kendi beyanını yeterli bulmadığınızı gösterir. Madem peygamberlerin sözlerine itimad ediyorsunuz -ki söyledikleri doğrudur- bizzat Hz. lsa'nın kendisi itimad edilmeye daha layık değil midir? Hakikaten siz bu Kutsal Kitapları kendiniz nasıl değerlendirmeye tabi tutabiliyor ve arzularınıza göre onlara uyuyorsunuz? Siz Eski Ahid'in İsrailoğulları tarafından okunup anlaşıldığını ve birden fazla kişi tarafından yazıldığını, ancak daha sonra uzun yıllar kaybolduğunu, insanların elinde ondan hiçbir parçanın kalmadığını, fakat çok sonraları bazı insanların onu hafızalarından yazıya geçirdiklerini ifade ediyorsunuz. Yine siz onun unutkanlıkla malul, hata edebilen ve belki de Şeytanın etkisiyle düşmanca tavırlar takınabilen beden sahibi Ademoğulları tarafından nesilden nesile, dilden dile aktarılmış olduğunu kabul ediyorsunuz. Ahd-i Atik'te niçin Cennet, Cehennem, yeniden dirilme ve hesap konularıyla ilgili açık bir ifadeye rastlanmamaktadır? Bu hususlardan İncil yazarları Matta, Markos, Luka ve Yuhanna, kendi vehbi kabiliyetleri doğrultusunda bahsetmişlerdir. Hz. lsa'nın İncil'de Hz. Muhammed'i kastederek bir peygamber (Paraclete) geleceğini haber verdiği doğru değil midir? Hz. İsa'nın Havarileri öldükten sonra niçin hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldı? Onlar niçin İsa'yı Kadir-i Mutlak olan Allah'la beraber, O'na denk ve bir tuttular? Onlar niçin üç ilahtan bahsediyorlar ve niçin bütün kanunları/kuralları kendi heva ve heveslerine göre değiştirdiler; mesela sünnet yerine vaftizi, kurban yerine ekmek ve şarap ayinini ve Cumartesi yerine Pazar'ı koydular? Tanrı'nın ete-kemiğe bürünmesi ve temiz olmayan ana rahminde bulunması düşünülebilir mi? Niçin peygamberlerin ve Havarilerin kemiklerini ve resimlerini taparcasına seviyorsunuz ve niçin bir zamanlar işkence aleti olarak kullanılmış olan haçı kutsuyorsunuz? Peygamber İşaya kendisine eşek ve deve üzerinde seyahat eden iki kişinin Tanrı tarafından haber verildiğinden bahsederken, bizim de inandığımız gibi İsa'ya denk ve onun benzeri olduğunu göstermiş olmaktadır. Buna niçin inanmıyorsunuz? Bütün bu hususlarla ilgili açıklamalarınızı bana gönderirsen, dini inanç ve düşüncelerinizi bilmiş olurum."
İmparator III. Leon tarafından, Ömer b. Abdilaziz'e gönderildiği söylenen cevabi mektup oldukça uzundur. Bu mektuplaşma Müslümanlarla Bizanslılar veya daha genel olarak hıristiyanlar arasında daha sonra da devam edecek olan dini tartışmaların hangi noktalarda yoğunlaştığını göstermesi ve bir çerçeve çizmiş olması açısından önemlidir. Bu sebeple sorulmuş olan sorulara cevap teşkil eden bazı temel noktaların nisbeten geniş olarak sunulması tercih edilmektedir. "lsa'nın Hizmetçisi ve Onu Tanıyanların Efendisi İmparator Leon'dan Müslümanların Emiri Ömer'e" şeklindeki hitap cümlesiyle başlayan mektup, imparatorun kendi inançlarına oldukça bağlı ve muhatabına karşı müstağni bir tavır içerisinde olduğunu gösteren giriş cümleleriyle devam etmektedir. Yine mektubun giriş kısmından, imparatorla halifenin daha önce de birkaç defa mektuplaştıkları ve dini bazı meseleleri tartıştıkları anlaşılmaktadır.
Halifeyi, daha önce de yazışmak suretiyle tartışmış olmalarına rağmen, Hıristiyanlıkla ilgili bilgilerini doğru bir şekilde geliştirememiş olmakla itham eden imparator, kendi takındığı tavrı şu prensiple izah etmektedir: ''Aslında hiç bir şey bizi inanç ve ibadet esaslarımızı sizinle tartışmaya ikna edemez. Çünkü, bizim Rabbimiz ve Efendimiz, alaya alınır endişesiyle, biricik ilahı doktrinimizi heretiklere ve kendilerine peygamberlerin haberleri ile Havarilerin şehadetleri herhangi bir şekilde garip gelebilecek insanlara açıklamaktan kaçınmamızı emretmektedir. Bizim dışımızdakilere karşı tutumumuz bu şekildedir. ( ...) Ancak Kutsal Kitap bize soru soranlara cevap vermemizi, sormayanların yanında ise sessiz kalmamızı istemektedir."
Müslümanların inançları hakkında önceden bilgi sahibi olduklarını belirten imparator, Hz. Muhammed'in çağdaşı hıristiyan din adamları tarafından yazılmış eserlerin ellerinde bulunduğunu, dolayısıyla lslam dini hakkında bilgi almak için bunların yeterli olduğunu ifade etmektedir.
Hz. lsa'nın ölüme hazırlıklı olmayı sürekli telkin etmiş olduğu halde, onun aç-açık olarak dünyaya geldiğine ve aynı şekilde burdan göçedeceğine dair bir ifadesine lncil'de rastlanmadığını belirten imparator, böyle bir sözün Şeytanın iğvası sonucu Eyüp peygamber tarafından söylenmiş olduğunu hatırlatarak halifeyi, Kutsal Kitab'ı okumadığı gibi okumayacak olmakla, ayrıca ondan sadece kendi görüşlerini destekler mahiyette gözükenleri seçmekle tenkid etmektedir.
İmparator, Hz. lsa'nın şahsiyeti ve bu arada renkarnasyonu ile ilgili bilgilerin Kitab-ı Mukaddes'te, hıristiyanların inandıkları doğrultuda olduğunu, bu hususta Eski ve Yeni Ahit arasında herhangi bir ihtilaf bulunmadığını ifade etmekte ve müslümanların arzusu hilafına, onların görüşlerini destekleyecek bir malumata rastlanmadığını yazmaktadır.
Doğru sözlü insanın, bir şeyin ne olduğunu kabul ettiği gibi ne olmadığını da bildiğini, buna karşılık yalancıların sadece görünen eşyayı değil, Yaratıcı'yı da inkar edebileceklerini, dolayısıyla yalancı birinin Kitab-ı Mukaddes'in varlığını inkar etmiş olmasını veya tahrif edildiğini söylemesini yadırgamadığını kaydeden imparator, bu şekilde halifeyi yalancılıkla itham etmektedir.
Mektupta Hz. İsa tam bir beşer ve tam bir tanrı olduğu gibi, Allah kelamı olmaları dolayısıyla Eski ve Yeni Ahit arasında herhangi bir çelişki bulunmadığı belirtilmektedir. Kuran-ı Kerim'de bu kitaplara yapılmış olan müsbet atıflar hatırlatılarak, böyle bir vakıa karşısında Müslümanların Kitab-ı Mukaddes'e yönelik tahrif iddialarının bir çelişki olduğu vurgulanmaktadır.
İmparator, Eski Ahid'den Hz. İsa'nın misyonuyla ilgili nakiller yaptıktan sonra, Hz. Muhammed'in de kendilerini ''Allah'ın salih kulları" olarak vasıflandırdığı birçok peygamber ile Havariler aracılığıyla Tanrı'nın Hz. İsa hakkında verdikleri bilgileri kabul etmemenin bir çelişki olacağını söylemektedir. Bu arada Hz. Muhammed'in ve Müslümanların ayrılıkçı, heteredoks ve yalancı olduklarını ayrıca çifte standartlı davrandıklarını ima eden ifadeler kullanmaktadır.
Eski Ahid'in başlangıçta İsrailoğullarından birçok kişi tarafından yazılmış olduğu halde sonra kaybolup insanların elinde yazılı metin kalmadığı, daha sonra hafızalardan yazıya geçirildiği, dolayısıyla bu kitaba güvenilemeyeceği şeklindeki görüşün asla kabul edilemeyeceğini belirten imparator, bunun Müslümanların bir iddiası olduğunu ifade etmektedir. Hz. Muhammed'in Müslümanların da kabul ettikleri gibi bir beşer olduğunu hatırlatan imparator, onun bir beyanına dayanmak suretiyle bunca salih kulların verdiği bilgi ve haberlerin dikkate alınmamasını yadırgamaktadır.
İmparatorun halifeyi tenkid ettiği hususlardan biri, Kitab-ı Mukaddes'ten veya hıristiyan düşüncelerinden özellikle kendi kanaatlerini destekleyici mahiyette olanları kabul edip diğerlerini inkar etmektir. "Eğer bizim düşüncelerimize inanıyorsanız hepsine tamamen inanmalısınız" demekte ve aksi bir davranışın dürüst olmayacağını belirtmektedir.
Eski Ahid'de cennet, cehennem, yeniden diriliş ve hesaptan bahsedilmemesinin insanlığın tekamülüne göre Tanrı'nın uyguladığı tedricilik prensibiyle ilgili olduğunu, nitekim bazı peygamberlere bildirilen şeriatın, başka peygamperlere bildirilmediğini örneklerle açıklayan imparator, bununla birlikte Eski Ahid'de mezkur konularla ilgili bazı işaretlerin varlığına dikkat çekerek bir kısmını sıralamaktadır.
Müslümanları kendi "yalanlarını" destekleyici deliller aramakla itham eden III. Leon, Matta, Markos, Luka ve Yuhanna'nın İncil'i yazmış olmalarının onun ilahi kaynaklı olmasını engellemediğini belirtmekte ve durumu Kuran'la (Furkan) kıyas etmektedir: imparatora göre "Kuran da Ömer, Ebu Turab (Hz. Ali) ve Selman-ı Farisi tarafından yazıldığı halde Allah tarafından indirildiği kabul edilmektedir."
Yeni Ahid'de geleceği müjdelenen Paraclete'in, Ahmed/Muhammed isimleriyle aynı anlama gelmediğini, Müslümanların Paraclete'le ilgili açıklamalarının bir hakaret ve iftira olduğunu, "Kutsal Ruh'a hakaretin ise hiçbir zaman bağışlanamayacağını" belirten imparator, geleceği müjdelenen Paraclete'in Hz. İsa ile aynı ismi taşıyacağının belirtildiğini hatırlatmaktadır. İmparator ayrıca, Havarilerinin ölümünden sonra ortaya çıkacak herhangi bir peygamber veya elçinin yolundan gitmemeleri hususunda Hz. Isa tarafından sık sık uyarıldıklarını da eklemektedir. İmparator, Hz. Musa'dan sonra lsrailoğullarının arasından gönderileceği müjdelenen peygamberin de Hz. Isa olduğunu belirtmekte ve Ahd-i Atik'ten birçok örnek sıralamaktadır.
Havarilerin ölümünden sonra Hıristiyanların yetmiş iki fırkaya ayrıldıkları iddiasının yalandan ibaret olduğunu belirten imparator, İslam'ın doğuşundan itibaren henüz yüz yıl geçmiş olduğu halde aynı ırka mensup aynı dili konuşan Müslümanların da fırkalara ayrıldıklarını hatırlatmakta ve Hz. İsa'dan itibaren sekiz asırlık süre içerisinde farklı etnik kökene mensup, farklı dilleri konuşan geniş bir coğrafyaya yayılmış olan Hıristiyanlıkta da birçok mezhebin çıkmış olmasının yadırganmaması gerektiğini belirtmektedir.
"Müslümanların ellerine düşenler" dahil Hıristiyanların, Bizans toprakları dahilinde ve haricinde çok farklı coğrafyalara dağılmış olduklarını, müntesiplerinin birçok dili konuştuklarını, ancak ellerindeki İncil'in aynı olduğunu, binaenaleyh Müslümanların iddia ettikleri gibi bunlardan birkaç kişinin kitaplarda değişiklikler yapması farzedilse bile, bunun diğer bölgelerdekiler ile karşılaştırılarak kolaylıkla farkedilebileceğini belirten imparator, Kuran'la ilgili şu örneği vermektedir: "Çevresinde eski kitaplara sahip insanlar bulunan İran valisi Haccac, Kitab'ı kendi arzusuna göre derlemiş ve ülkenizin her tarafında diğerlerinin yerine bunu yerleştirmiştir. Çünkü aynı dili konuşan insanlar arasında bu tür faaliyetler daha kolay olmaktadır. Bununla beraber bu tahribattan Ebu Turab'ın birkaç eseri kurtulmuş ve Haccac onları ortadan kaldırmayı başaramamıştır." İmparator Kuranla ilgili böyle bir durumun kendi kitapları için hayal edilmesinin dahi mümkün olmadığını ifade etmektedir.
Hıristiyanların üç ilaha inandıklarının Müslümanlar tarafından yöneltilen bir itham olduğunu belirten İmparator, Hz. İsa ile Kutsal Ruh'un Tanrı ile ilişkisinin, Güneş ışınlarının Güneş'le ilişkisine benzediğini, dolayısıyla kimsenin Güneş ışınlarını Güneş'ten tamamen bağımsız düşünerek iki güneş var diyemeyeceğini ifade etmektedir. III. Leon Allah'ın birliğiyle ilgili inançlarını şu cümleyle özetlemektedir: "Biz sadece Tek Tanrı'ya inanırız. O yerin ve göğün yaratıcısıdır. 'Kelimesi' kutsal ve mantık dolu olup hikmet sahibidir. Herşeyi yaratan ve yöneten O'dur."
Müslümanların, meleklerin Hz. Adem'e secde etmekle emrolunduklarına dair inançlarına da atıfta bulunarak, Allah katında en değerli varlığın insan olduğunu belirten III. Leon, insanın bedeniyle değil, ruh, akıl ve söz sahibi olmakla Allah'ın "suretinde" olup bu şerefi kazandığını, ancak daha sonra Şeytan'ın isteklerine uyarak dile gelmez kötülükler işlemek suretiyle değerini kaybetmiş olduğunu, binaenaleyh tek kurtuluş yolunun Şeytanı bırakıp Yaratıcı'yı tanımaktan geçtiğini ifade etmektedir.
Hz. Muhammed'in "hakaret" niteliğindeki kifayetsiz açıklamalarına dayanarak peygamberlerin Kutsal Ruh'la ilgili sözlerinden oluşan birçok delili bir tarafa bırakmaya kalkışmanın utanç verici olduğunu tekrarlayan III. Leon, Hz. Muhammed'e göre Hz. Meryem' in İmran'ın kızı ve Harun'un da kızkardeşi olduğunu, halbuki Hz. Meryem'le adı geçenler arasında 1.370 yıl ve 32 kuşaklık bir zaman farkı bulunduğunu belirterek "bu temelsiz yanıltıcı bilgi karşısında eğer taş değil de hisli bir yüz taşımış olsaydınız yüzünüzün kızarması gerekirdi" demektedir.
İmparatora göre, ibadetleri esnasında Tevrat'ta belirtilen bölgeye doğru dönmediklerine dair Müslümanların hıristiyanlara yönelttiği suçlama temelsizdir. Bir kere peygamberlerin ibadet sırasında hangi tarafa döndükleri bilinmemektedir. Hz. İbrahim'in makamı (Kabe/Makam-ı İbrahim) dedikleri yerde, putperestlerin, önünde kurban kestikleri putu kaldıran Müslümanlardan başkası değildi. Hz. İbrahim'in, daha sonra Hz. Muhammed tarafından dinin merkezi haline getirilen bu yere gitmiş olduğuna dair Kutsal Kitap'ta hiçbir ifade bulunmamaktadır.
Hz. İsa'nın şahsiyeti ve Tanrı ile ilişkisi hususlarında Kitab-ı Mukaddes'ten nakiller yapan İmparator, Hz. İsa'nın hem ilahi hem de beşeri yönünün bulunduğunu, birçok sözleriyle Tanrı'ya olan ihtiyacını dile getirdiğini, Baba'nın katından dünyaya gelmiş olup dünyadan ayrıldıktan sonra tekrar Baba'nın yanına varacağını bildirdiğini belirterek Müslümanların düşüncelerini tenkid etmektedir.
Hıristiyanlar tarafından sünnet yerine vaftizin, kurban yerine de ekmek ve şarap ayinlerinin konulduğu iddiasını da reddeden imparator, bu değişikliklerin Eski Ahid'de de belirtildiği gibi bizzat Rab tarafından yapıldığını ve böylece doğru şeriatın yerleştirildiğini ifade ederek ilgili cümleleri alıntılamaktadır. Hz. İbrahim'in kendisini Tanrı'ya yakınlaştırmak için sünnet olduğunu, kendilerinin sünnetle ilgili herhangi bir emir almadıklarını ifade eden imparator Müslümanları, herhangi bir yaş sınırı tanımadan sadece erkekleri değil, kadınları da sünnet etmek suretiyle, bu "utanç verici" uygulamayı yaygınlaştırmış olmakla tenkid etmektedir. İmparator ayrıca, tercih edilmeyi gerektirecek makul bir sebep bulunmaksızın Müslümanların Cuma gününü bayram kabul ettiklerini görmezlikten gelen halifenin, Cumartesi yerine Pazarın kutsal sayılmasını tenkidini anlayamadığını da belirtmekte ve Pazar gününün önemini açıklamaktadır.
Peygamberler ve Hz. Isa hakkında o derece şüpheler içerisinde olan Müslümanların, hıristiyanların köklü gelenekleri üzerinde bu kadar durmalarına bir anlam veremeyen III. Leon, Eski Ahid'de geçen bir ifadeye atıfta bulunarak burada belirtilen "başlarına inanılmaz olaylar gelecek olan saldırgan kavmin" Müslümanlar veya onların benzerleri olacağını söylemektedir.
Tanrının kan ve etten müteşekkil, temiz olmayan ana karnında nasıl durduğu sorusunu cevaplarken imparator, bu ifadeyi küçültücü bulduğunu, çünkü Yaratıcı'nın kutsal eliyle yaratılan insanın onun temsilcisi olması dolayısıyla mahlukatın en şereflisi olduğunu, Tanrı tarafından yaratılan hiçbir şeyin onun gözünde kirli olamayacağını, insanda kirli olan şeyin sadece günah olduğunu, ancak onun da Tanrı tarafından yaratılmadığı gibi, aynı zamanda yasaklandığını ifade etmekte ve Tanrının insanda yerleşeceğini göstermek üzere Kitab-ı Mukaddes'ten deliller zikretmektedir.
Halifeyi, azizlerin ve Tanrının içerisine yerleştiğini bildirdiği kemiklerinin karşısında olmakla tenkit eden imparator umumi diriliş için bütün insan cinsinin kemiklerini koruyan Tanrının, haklarında oldukça güzel sözler söylediği ve üstelik onun yolunda canlarını vermekten çekinmeyen azizlerin kemiklerine ayrı bir önem verdiğini, ancak halifenin bunu anlayabilecek durumda olmadığını belirtmektedir. Halifeyi ancak bir putperestten beklenebilecek şekilde fanatizm içinde Tanrı'nın imanlı kullarını din değiştirmeye zorlamak ve karşı çıkanları öldürmek suretiyle zulüm yapmakla itham eden III. Leon, böyle bir insandan azizlere saygı beklemenin zaten anlamsız olacağını belirterek, Hz. lsa'nın "Öyle bir zaman gelecek ki, sizi ölüme mahkum eden herkes, bunu Allah rızası için yaptığını sanacaktır" sözünün tecelli ettiğini ifade etmektedir. İmparator bundan sonra Allah'ın kelimesi olan Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesini hatırlatarak hıristiyanların haçı niçin kutsal saydıkları sorusunu cevaplamakta ve haçın onun beşeri tabiatı gereği çektiği acıların bir anısı olduğuna işaret etmektedir."
Halifenin iddia ettiği gibi resimlere tapmalarının sözkonusu olmadığını ve zaten Kitab-ı Mukaddes'te de bu konuda hiçbir emir bulunmadığını belirten imparator, geçmişten intikal eden bu resimleri kendilerini büyüleyen bir hatıra mahiyetinde muhafaza edip tazim gösterdiklerini açıkladıktan sonra Müslümanların da İbrahim'e ait olduğu söylenen, gerçekte ise onun asla görmediği, hatta hayal bile etmediği Kabe'ye taptıklarını belirtmekte ve tenkit etmektedir. İmparatora göre Haceru'l-Esved'i selamlayıp öpmekle Müslümanlar şeytan tarafından aldatılmakta, şeytan taşlama, sa'y yapma, saçları traş etme ve benzeri "gülünç" şeyleri yapmakla da yine aynı tuzağa düşmektedirler.
Kadınların ekin tarlasına benzetilmesini, aynı şekilde Hz. Muhammed'in Zeynep binti Cahş'la evlenmesini ağır bir dille tenkid eden III. Leon, bütün bunların Tanrı kaynaklı olduğunu söylemenin iftira olduğunu söylemektedir. Müslümanların kadınlara karşı bazı tavırlarını tenkid etmeye devam eden imparator, cariye uygulamasına da değinerek bunun ayrı bir "fısk" olduğunu, erkeklerin arzularını karşıladıktan sonra cariyelerin satıldıklarını ifade etmektedir.
İmparator III. Leon'a göre Müslümanların gelecekle ilgili ve cehennem azabına götüren Şeytan hakkındaki bilgi ve haberleri putperestlerinki ile aynıdır. Müslümanların "Allah yolunda" yaptıklarını söyledikleri amansız akınlar, bütün insanlığa ölüm ve esaret getirmektedir. İşte "İslam dini ve onun mükafatı budur. Melekler gibi yaşamaya özenen Müslümanların şan ve şerefi bu kadardır". Günahlardan uzak durmaları emredilen ve öyle bir hayat yaşamaya çalışan hıristiyanlar ise İncil'in yolunu takip ettikleri için, öldükten sonra yeniden diriltildiklerinde semavi krallıkta yaşamanın tadını çıkarmak ve "hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, Allah'ın sadece kendisini sevenlere hazırladığı" mutluluğu tatmak için beklemektedirler.
İmparatora göre hıristiyanlar Müslümanlar gibi öldükten sonraki hayatlarında şaraptan, baldan veya sütten nehirler görme hayalinde değildirler. Yine şehevi duygularını kontrol edemeyen Müslümanlar gibi hurilerle birlikte olmaya yönelik cehalet ve putperestlik eseri düşler de kurmamaktadırlar.
Kendi sarsılmaz ve bozulmaz imanları uğruna Müslümanların elinden çok acılar çektiklerini ve halen de çekmekte olduklarını belirten imparator, bu uğurda gerekirse canlarını dahi vermekten çekinmeyeceklerini, çünkü böylece o eşsiz ve müstesna "aziz"lik şerefine ulaşacaklarını ifade etmekte ve Kitab-ı Mukaddes'ten konuyla ilgili nakiller yapmaktadır. İmparatora göre bu amaçtan dolayıdır ki, Müslümanların sürekli tehditlerine ve ölümcül saldırılarına hıristiyanlar sabırla karşılık vermekte, kendilerini korumak için bilek ve kılıç gücüne başvurmaksızın Tanrı'ya sığınmaktadırlar. öteki dünyada mükafatlarını almak için bu dünyada daha çok acı çekmeye de hazırdırlar.
Müslümanların zulüm ve haksızlıkları sürdürürken, bir taraftan da dinlerine ve kendilerine semavi destek geldiğini iddia ettiklerini belirten III. Leon, Sasanilerin de zulümle dörtyüz yıl hükmetmiş olduklarını hatırlatarak bu kadar uzun süre hakimiyeti elinde bulundurmanın onların dininin doğruluğunu göstermediğine işaret etmektedir.
İmparatorun mektubunu nakleden Ghevond: mektubun halife üzerindeki etkisi hakkında birkaç cümle yazmayı da ihmal etmemiştir. Kaynağa göre imparatorun yakın bir danışmanı tarafından getirilen bu cevap mektubunu okuyan Ömer b. Abdilaziz'in kafası oldukça karıştı. Mektubun halife üzerinde "çok sevindirici" sonuçları oldu. O andan itibaren hıristiyanlara daha iyi ve nazik muamele yapılmasını emretti. Onların konumlarını iyileştirdi, onlara daha çok ilgi göstermeye başladı. Hiçbir fidye ve karşılık beklemeden esirleri serbest bıraktı. Kendi vatandaşlarına da daha öncekilerin yapmadığı şekilde iyi muamele etti, cömert davrandı ve hazineden askerlere daha fazla para dağıttı. Bütün bu hayırlı faaliyetlerden sonra da vefat etti.
Diğer Ermeni tarihçisi Thomas ise mektubun halife üzerindeki etkisini şu mübalağalı uslupla anlatır: "imparatorun cevabi mektubu karşısında Halife, Kuran'dan birçok şeyi açık bir şekilde inkar etti. Çünkü İmparatorun argümanlarının daha güçlü olduğunu görmüştü."
Genel olarak Müslümanlarla hıristiyanlar ve bu arada Bizanslılar arasındaki dini içerikli tartışmaların, karşılıklı eleştirilerin ve merakların hangi noktalarda yoğunlaştığını göstermesi bakımından, nisbeten detaylı sunulan bu mektupların orijinal olmadığı tekrar belirtilmelidir. Dolayısıyla mektuba eserinde yer vermiş olan tarih yazarının ve daha sonra onun nakillerinin gerek bilgi, gerekse usluba müdahele edip bazı eklemeler yapmış olmaları ihtimalini gözden uzak tutmamak gerekmektedir.
Casim Avcı’nın İslam Bizans İlişkileri Adlı Kitabından Alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder