26 Aralık 2022 Pazartesi

Türk’ün İnsan Boyutu

 


Türk İnsanı ve Fizikî Özellikleri


Kendilerine Türk adı verilenler acaba kendileri veya komşuları tarafından nasıl tanınmakta ve nasıl bilinmektedir? Türk’ün kendisine mahsus bir tipi, konuşması, edası veya giyimi var mıdır? Mesela X. yüzyılın Arap coğrafyacısı İstahrî (951 m.), Halaç/Kalaçlar hakkında, onların Türk tipinde olduklarını, Türkçe konuştuklarını ve Türkler gibi yaşadıklarını belirtmiştir. X. yüzyılın bu gerçeği, öncesinde ve sonrasındaki olup bitenlerle de birlikte düşünülebilir. Şu halde Türk için, öncelikle tipi, sonrasında dili ve en sonunda hayat tarzı söz konusu edilebilir. Ancak burada biz, konuyla dolaylı ilgisi sebebiyle bunlardan kısaca söz etmek durumundayız.


1. Türk’ün Tipi


Türk, X-XI. yüzyıllarda, komşularınca artık belirli bir tipe ve fiziki özelliklere sahip insanlar kabul edilmişlerdir. Böylesine fizikî özelliklere sahip oluş, muhtemelen Türk adının yaygınlaşmasında da en önemli etkendir.


Kendilerinde ortak özellikler görülen kimselere onlar kendilerine, özlerine kişi grup veya devlet adı olarak neyi benimserse benimsesinler komşuları tarafından Türk olarak adlandırılmışlardır. İlk Osmanlı döneminin tarihlerinde, devlet hayatıyla ilgili olarak hiç Türk geçmediği halde, komşularıyla, özellikle Avrupalılarla ilişkilerde temas edilen Osmanlı insanları hep Türk olarak bilinmektedir.


Türk, böylece aynı özellikler içeren insanların ortak bir adı olmuştur. Peki bu ortak özelliklerin fizikî yanı ve yönü neler olabilir?


Türk öncelikle yüzüyle dikkati çeker ve Türk’ün yüzü komşularına göre daha çıkık elmacık kemikli ve çekik gözlüdür. Burada dikkati çekmek istediğimiz husus, bu türden özelliklerin “komşularına göre” belirlenmiş ve tespit edilmiş olmasıdır. Çünkü yukarda saydığımız çıkık elmacık kemikli ve çekik gözlü oluş, Çinlilere göre geçerli olmayıp, batıdaki komşularına İranlılara veya Yunan- Romalılara göredir. Aslında Türk’ün dış görünüşü Çinlilerden ve Moğollardan da farklıdır. Batıdan bakılınca ilk anda bunlar arasında bir fark yokmuş gibi görünse de Türk kendisine mahsus özellikler içerir.


Bu arada Türkleri etkileyen ve şaşırtan, Türk’ün ilk görenlerin kendi etraflarına göre hayli farklı olduklarından Türkleri abartarak tasvir etmeleridir. “Basık burunlu, geniş yüzlü, nerede ise hiç yokmuş gibi küçük gözlü” tasvirlerin gerçeği tam aksettirmediği açıktır. Oysa daha erken devir Arap kaynaklarında “basık burunlu, küçük gözlü, geniş ve örsle dövülmüş kalkan gibi kırmızı yüzlü, yapışık kulaklı Türkler” tasvirleri vardı. Şüphesiz bütün bu tasvirler, olumsuz bir bakış açısının etkisiyle kaleme alınmışlardır.


Günümüzde, Türk’ün gerçek fizikî özelliklerini çok daha sıhhatle belirleyebiliriz. Çünkü devrinden kalmış ve yazıya değil, doğrudan resmedilmiş veya kazınmış göze hitap eden bilgi imkânlarımız vardır. Öncelikle, daha önceki yüz ve hatta bin yıldan kalmış olanlar da dahil olmak üzere, özellikle VI. yüzyıldan sonraki Göktürk çağından yüzlerce heykel bilinmektedir. Bir tür mezar taşı, mezarda yatan kişinin kendi tasviri kabul edilebilecek bu eski Türk mezar heykelleri, Türk insanının, öyle tasvir edildiği kadar çekik gözlü veya “mongoloit” olmadığını açıkça göstermektedir.


Göktürk çağı heykellerinin en güzel örneğini Köl-tigin’e ait kabul edilen baş heykeli göstermektedir. Bu heykelin gösterdiği Türk, başka örneklerine daha geç zamanlarda mesela XIII. yüzyılda Türkiye Selçuklu Sultanlarının, mesela Alaeddin Keykubad’ın (ö. 1237) çinilerdeki resimlerine benzemektedir. Burada, yukardaki yazılı tasvirlerin belirttiği bir aşırı özellik yoktur. Aksine, belirli bir tenâsüb, uyumlu ve ahenkli bir görünüş etkendir.


Türkler, VIII. yüzyıldan sonra, her türlü faaliyetine katıldıkları İslam Devleti’nin, özellikle Abbasi Halifeleri devletinin görsel kaynaklarında açık olarak tasvir edilmektedir. Minyatürlerdeki tasvirler, şüphesiz yapan ressamın çevresinde çok bulunan tipleri de yansıtmış olabilir. Bunu en iyi şekilde Oğuz Han Destanı’nın Reşideddin Fazlullah’ın ünlü eseri Cami üt-Tevârih nüshalarındaki Oğuz Han ile ilgili minyatürlerin, yazmalardaki ayrılığında görebiliriz.


Türk, bugün kesinlikle bin yılı aşkın bir süredir fizikî çehresiyle de kesin olarak takib edilebilmektedir. Bu fiziki çehredeki özellikler, iklim, coğrafya şartları ve öteki insan unsurları ile her yerde aynı özellikler göstermeyebilir. Bunun için, uygun coğrafyalardaki uygun mekânlar, aslî özelliklerin yaşamasında daha etkin olmuşlardır.


Türkler, kadınıyla, erkeğiyle kendilerine mahsus özellikleri olan, daha da önemlisi hemen bütün komşularının güzel buldukları insanlardır. Türk’ün "güzel” oluşunun veya "güzel” sayılmasının kaynaklara bakınca abartılı bir yanı yoktur. XI. yüzyıl insanı Kaşgarlı Mahmud Türk’ün özellikleri arasında en başta "güzelliğini, sevimliliğini ve tatlılığını” saymaktadır.


XII. yüzyıl kaynağı Mücmel üt- Tevârih, Türk ün güzel, fakat kan dökücü özelliğinin yıldızına ait bir talihlilik olduğunu belirtiyor. Türklerin "güzel” insanlar oluşu, Orta Çağ İran edebiyatında çok etkilidir. Yağma ve Çiğil Türk boylarının güzel insanları yanında Hıta ve Hoten Türkleri de güzel özellikleri ile ünlüdürler. Bu etkilerin izleri Osmanlı-Türk edebiyatında açık olarak görülür. 


Türk’ün kendisine mahsus hemen bütün özelliklerini, yakın yüzyıllarda en açık olarak gösteren Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarındaki, Beğ ve Sultanlarının tanımları, Türk tanımı için önemli sayılabilir: XVI. yüzyılda kaleme alınmış olan Kıyâfet’ül-İnsâniyye fî Şemâili’l-Osmaniyye mesela 1389’da Kosova’da şehid olan Murad Beğ’i şöyle tanımlıyor:


"Orta boylu, değirmi suretlü, mübarek yüzü etlü, kırmızı ak benizlü, şehla gözlü, mülâyim ve lâtif sözlü, çatma kaşlu, iri incü dişlü, şahin bakışlu, koç burunlu, mübârek sakalı seyrek, kird (yuvarlak) ve mevzun, sebeleti (bıyıkları) bahadırâne, çenesi uzun, gerdeni (boynu) bülend (yüksek), sînesi basit (geniş), kolları kavi (güçlü) ve tavil (uzun), özengiliği bî-misl..., barmakları etlü, mehib selâbetlü”.


Osman Gazi, yukardakilerden de daha sade olarak tanımlanır: "Orta-uzun boylu, yassı yağrınlu... kaşı siyah ve çatma, elâ gözlü, koç burunlu, değirmi yaraşık seyrek sakallu, iri dişlü, kaba avazlu, arslan betimlü” veya Orhan Gazi; "kaşları hilal gibi çatma. ela gözlü, koç burunlu, tatlu sözlü, sinesi yassı, alnı açuk.... pençesi arslana benzer, yaraşuk sakallu, bahadırâne bıyıklu” idiler. Yıldırım Bayezid’e "koç burunlu, koy heykellü”, Çelebi Sultan Mehmed’e "ince uzun boylu” denmektedir. II Murad Han’ın burnu "rast” yani düz imiş, Fatih Sultan Mehmed de "uzun boylu” olarak tanımlanıyor.


Türk’ün fizikî özellikleriyle ilgili olarak, Çin kaynaklarındaki resimlere, Saka/Skit ve sonraki devrin arkeolojik bakiyelerine, heykel ve kabartmalarına da bakabiliriz. XI. yüzyıldan sonra giderek artan münyatürler de Türk insanının görünüşünü belirlemek için yararlı olabilecektir.


Türk’ün görünüşü, onun yaşadığı yerden, coğrafyasından ve ikliminden büyük ölçüde etkilenmiştir. Bu etkilenmeyi, coğrafya ve iklimin, hava ve suyun Türklerin şekillerini etkilediğini XIV. yüzyılın başlarında Reşideddin de açık olarak belirtmektedir.


2. Türk’ün Temel Özellikleri


İlk bakışta etkili olan fizikî özelliklerinin yanında, dışardan görülmeyen, fakat onu Türk yapan özellikleri vardır. Bu türden özellikleri, Türk’ü yakından tanıdıktan sonra herkes kabul ve teslim edecektir.


Arap müellifi Cahiz’den (ö. 869) itibaren, Türk’e verilen ve yüklenilen özelliklerin başlıcaları şunlardır:


1. Türk, edepli, terbiyeli, akıllı ve temiz kalplidir, hazimlidir; hoşgörülüdür; tedbir sahibidir.


2. Türk yerini, yurdunu çok sever. Ondan ayrı düştüğünde orasını her zaman özler.


3. Türk, sağlam yapılıdır, cesurdur, kahramandır. İyi savaşır. Türk ancak korkulması gerekenden korkar. Türkler iyi savaşçı oluşları sebebiyle, bütün Orta Çağlar boyunca, dünyanın da en seçkin askerlerinden sayılmışlardır.


4. Türk temiz kalplidir, açık sözlü ve açık yüreklidir. Onun bazen “saf” ve “sade-dil” olarak ifade edilen bu güzel özelliği, zamanla yadırganacak, adeta ‘ahmak’ gibi bir anlama kadar gidecektir. 

5. Türk namusludur, güvenilir insandır.


6. Türk, teşkilatçıdır; dolayısıyla itaatin, emir-komutanın ne olduğunu bilir. O yalnız olduğunda iyi bir önder olduğu halde, başında kendisinden daha üstün yetenekli birisi olduğunda ona severek itaat eder.


7. Türk zayıf ve acizleri korur; savaş zamanlarında korkunç bir muharip görünümünde ise de o barış zamanlarında en sâkin insandır. Bu zamanlarda gelene gidene yemek yedirir-içirir, yardım eder.


8.Türk tabiatın içinden geldiğinden, küçük yaşlarından itibaren hayat kavgasına alışmıştır. Hayatın ve yaşamanın zorluklarını bilir ve onları çözmeye yatkındır. Cahiz’in dediğine göre “Türk, eli kolu bağlı olarak bir kuyuya atılsa, mutlaka bir çaresini bulup kurtulur”. Belki bu sebepten daha doğuştan iyi mücadeleci ve kavgacıdır.


9. Türk gerçi kimi zaman rahata kavuşunca gevşer, hatta bazen komşularının etkisinde kalır. Ama çok geçmeden kendi özelliklerine dönmesini bilir.


10. Türk, çoğunlukla et yemekle birlikte sağlık bakımından bunu dengelemesini bilmiştir.


11. Türk, tabiata karşı çok tahammüllüdür. Hayatın güçlüklerini güler yüzle karşılar. Türk atı da aynı zamanda çok tahammüllüdür.


12. Türk, hem çoban, hem seyis, hem cambaz, hem bir baytar hem bir süvaridir. Cahiz’in dediği gibi “hulasa Türk başlı başına bir milletdir”.


Türkler, dünya coğrafyasında sayıca çok kalabalık bir millet olmamakla birlikte, komşularına göre üstün özellikleri sebebiyle Cihan tarihinde seçkin ve çok önemli bir yer tutmuşlardır. Bunun belli başları sebeplerini de şöyle sıralayabiliriz:


13. Türk, teşkilatçıdır; teşkilatçı özelliği onun sadece halkını değil, özellikle silahlı kuvvetlerini seçkin bir hale sokar.


b. Türk, durmak nedir bilmez; o her zaman çalışır. Hepsinden önemlisi durmaksızın kendisini aşmak ve yenilemek ister.


c. Türk, “sade” insandır: O kısa ve öz konuşur; uzun ve boş sözlerden nefret eder. Bu sebeple “sadelik, açık ve yalın” olmak onun en belirgin vasıflarındandır.


d. Türk, ata erken zamanlarda sahip olduğundan, atın sürati ve hareketli oluşu sebebiyle komşularına büyük üstünlük sağlamıştır. Bu sebeple olsa gerek Cahiz şöyle diyordu: “Türk’ün ömrünün at üzerinde geçen günlerinin, yer üzerinde oturarak geçirdiği günlerden daha çok olduğunu görürsün”.


e. Türk, bir maden olarak “demir”i erken bir zamanda bilmiş, demiri çelik haline sokarak güçlü silahlara sahip olmuştur. Böylesine üstün silahları ve yukarda sözünü ettiğimiz “at”ı ile komşularına karşı başarılı olmuştur.

 

Türk böylece kendisine mahsus özellikleriyle, dünya üzerinde ve komşuları arasında seçkin bir yere sahip olmuştur.


Türk ile ilgili olarak Afrasiyab’dan (yani Alp Er Tunga) nakledilen bir söz varmış: “Türk, sedef içinde deryada bulunan bir inci gibidir. Kendi yerinde (yurdunda) bulunduğu zaman kadir ve kıymeti bilinmez. Lakin oradan çıkınca, denizden ve sedeften çıkmış bir inci gibi kıymetlenir”. 



Prof.Dr. M. Taner Tarhan’ın Ön Asya Dünyasında İlk Türkler Kimmerler ve İskitler Kitabından Alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak