5 Aralık 2022 Pazartesi

Hulefa-i Raşidin (Raşid Halifeler Dönemi) (H. 11-40/M. 632-661) -2

 


Yermük Olayı (Mart 634)


Hicret'in 13. yılında hazreti Ebu Bekir hayattayken ünlü Yermük olayı gerçekleşmiştir. Yermük, Şam bölgesinde Basra yakınında bir vadidir. içinden bir su akar. Bu su Taberiye Gölü'ne dökülür. Yermük'ün Yunanca adı Hieramax'dır. Araplar bu ismi Araplaştırarak Yermük şekline çevirmişlerdir. Bahsettiğimiz bu dehşetli savaş işte bu su kenarında olmuştur. Bu olayın Şam bölgesinde gerçekleştirilen diğer İslam fetihleri arasında çok büyük bir önemi vardır. Çünkü Müslümanların bu savaşta elde ettikleri başarı ve galebe, fetihleri sürdürmelerine, gayret ve himmetlerini artırmaya, Rumların zayıflayıp bozguna uğramalarına neden olmuştur.


Söz konusu savaşın gidişi ve sonuçları iyice incelenirse, başarı ve zaferin Amr b. el-As'ın isabetli görüşü ve tedbiriyle Halit b. Velidin yiğitlik ve cesaretinin sebebiyle elde edildiği görülür. Şöyle ki: "Rumlar, Şam bölgesinde Arapların sürekli hücumlarına maruz kaldıklarını görünce ellerinde bulunan tüm kuvvetlerini toplayarak güçlü bir darbe ve vuruşla Arapları perişan etmeye karar verdiler. O sırada İslam orduları Şam ile Irak arasındaki bölgede dağınık bir haldeydiler. Yeni gelişmeler üzerine birbirleriyle haberleştiler. Amr b. el-As "Benim düşüncem şudur: Hepimiz bir yerde toplanmalıyız. Böyle toplu savaşırsak azlıktan dolayı mağlup olmayız. Dağınık bir halde bulunursak düşmanın üstün askeri gücüne karşı mağlup oluruz" görüşünü ileri sürdü. Eyleme geçmeden önce, Halife Hz. Ebu Bekir'den düşüncesini sordular. O da aynı görüşte olduğunu söyledi. Bunun üzerine İslam askerleri lrak'tan ve diğer bölgelerden gelip bir yerde toplandılar. Rumlar lbn Esir'in rivayetine göre 230 bin asker oldukları halde, Yermük'te Halit b. Velid'in kumandası altında 50 bin askerden oluşan Müslümanlarla karşılaştılar. Halit askere karşı, savaşta sabır, sebat ve dayanıklı olmanın gereğini vurgulayan bir nutuk attıktan sonra askerleri gruplara ayırarak her gruba bir kumandan tayin etmiştir. Orduyu böyle bölüklere ayırmak, aşağıda görüleceği üzere Araplarca o güne kadar bilinen bir metot değildi. Anlaşılan o ki, Halit, güçlü Bizans ordusuna karşı durabilmek için, Rumların yaptığı gibi belli bir düzen ve intizamla orduyu yerleştirmenin daha uygun olacağına karar vermişti.


Halit b. Velid Müslüman askerlerin Rumların çokluğundan korktuklarını hissetmişti. Üstelik bir İslam askerinin "Rumlar ne kadar çok, Müslümanlar ne kadar az" dediğini işitince, o kişiye dönerek; "Rumlar ne kadar az Müslümanlar ne kadar çokturlar. Askerin çokluğu ancak zaferi kazanmasıyla, azlığı da bozguna uğramasıyla anlaşılır" şeklinde yiğitçe bir cevap vermiştir. Müslümanlar burada savaşla meşgul oldukları sırada Hz. Ebu Bekir'in vefat haberi orduya ulaşmıştı. Komutanlar durumu askerden gizlediler, her halleriyle kahramanlık gösterdiler. Çünkü bu savaşta mağlup olmanın bugüne kadar yaptıkları bütün işlerin yok olması anlamına geldiğini çok iyi biliyorlardı. Bu nedenle müthiş bir kahramanlık, cesaret ve güçle savaştılar. Hatta kadınlar bile ellerindeki sopalarla savaşıyorlardı. Savaşın sonunda Müslümanlar zafer kazandı. lrak'ta kazanılan Kadisiye Savaşı (H. 14/M. 635) İranlılara karşı kazanılan zaferlerin nasıl başlangıç ve dönüm noktasını oluşturmuşsa, Yermük zaferi de Arapların Şam bölgesinde kazandığı tüm başarıların temelini oluşturmuştur. Uzun süren bu savaş boyunca Müslümanların gösterdiği dayanıklılık, sabır ve sebat gerçekten hayret vericiydi.


Rum ve İranlıların, daha önce de belirttiğimiz gibi, dini yapılanma veya mezhep çatışmaları nedeniyle ülkelerindeki iç karışıklıkları, aralarındaki ayrılık ve gruplaşmalar, sosyal yapılarının zayıflamasını doğurmuştu. Bunların sonucunda toplum arasında yayılan ahlak bozukluğu da, Müslümanların başarılarına yardımcı sebeplerden bir başkasını oluşturmuştur. Asıl halktan olan reaya (özellikle Mısır ve Şam bölgelerinde) ile yöneticileri arasında yerleşmiş olan düşmanlığı da bu çerçevede ele alabiliriz. Mısır'ın yerli halkı olan Kıptiler yüzyıllar boyunca yabancıların (İranlı, Yunan ve Rumların) yönetimi altında bulunduklarından, karşılaştıkları haksızlık ve baskılardan kurtulmak amacıyla bir mahkumiyetten diğer bir mahkumiyete geçmeyi kolayca kabullenebiliyorlardı. Aynı şekilde, Aramilerden Süryanilerden Nebatilerden, Musevilerden, vs.'den oluşan Şam bölgesi halkı da komşuları olan Mısırlılar ile aynı durumda olduklarından, onlar gibi bağımsızlıktan ümitlerini büsbütün kesmişlerdi. Bunların da aynı şekilde yöneticilerinin Rum veya Arap olduğuna çok dikkat etmiyorlardı. Yöneticileri her kim olursa olsun onun emri altında biraz daha rahat yaşamaktan başka bir şey düşünecek halde değildiler. Belki de bunlar mezhep ve ahlak yönüyle kendilerine daha yakın bulunan Arapları diğerlerine yeğliyorlardı.


Bu nedenlerin dışında bir gerçek de şudur: İnsan yaratılışı gereği menfaati, kendisine yakın bulunanlardan daha çok kendisinden uzak olanlardan bekler. Kendisine ulaşacak olan hayır ve yardım, yakınlarından daha çok tanımadığı kimselerden gelir. Özellikle Rumlarla Araplar arasında ilk bakışta görülebilen ayrım gibi, iki şey arasında büyük bir ayrım bulunursa, çünkü Rumlar o sıralarda gerileme dönemlerindeydiler, yönetici sınıfın ahlaki terbiyesi çok bozulmuştu. Oysa Araplar büyüme, gelişme ve uyanış dönemlerinin başlangıcında bulunuyorlardı. Adalet ve eşitliği kendilerine gaye ve amaç edinmişlerdi. Söz konusu iki bölgede, yani Mısır ve Şam halkı ile yöneticileri olan Rumlar arasında daha önce söylediğimiz dini bölünmüşlük sürüp gitmekteydi. Bu bölünmüşlük iki bölge halkına, diğer hangi devlet olursa olsun ona itaat ve yöneticileri aleyhine olarak ona yardım eylemeyi çok doğal gösterecek kadar kötü bir etki yapmıştı.


Rum ülkesinde Musevilerin bulunması da İslam fetihlerine yardımcı olan sebeplerden biridir. Rumlar, kendi aralarında çok sayıda grup ve cemaatlere ayrılmış olsalar bile, Musevilere şiddet ve baskı uygulama konusunda her zaman birleşiyorlardı. Müslümanlar Şam bölgesinin fethine geldiklerinde, Musevilerle Rumlar arasındaki nefret ve düşmanlık son derece artmıştı. Öyle ki, Museviler Rumlardan öç almak için canlarını mallarını bile vermeye hazırdılar. Bu yüzden bunlar çoğunlukla İslam fetihleri sırasında Müslümanlara yardım ve destekçi olmuşlardır. Kayseriye'nin fethinde olduğu gibi, kimi kez de Rumların zayıf noktaları ve şehrin giriş yerlerini Müslümanlara bildirerek rehberlik yapmışlardır. Müslümanlar Kayseriye şehrini yedi yıl kuşatma altında tuttukları halde, içeride bulunan askerlerin çokluğu ve şehrin savunma sisteminin sağlamlığı nedeniyle fetih bir türlü gerçekleşmemişti. Surları her gece yüz bin Rum askeri bekliyordu. O sıra İslam ordusunun komutanlığı Muaviye b. Ebü Süfyan'ın elindeydi. Kent halkından Yusuf adında bir Musevi Muaviye'ye başvurdu. Kendisi, akraba ve yakınlarının korunması koşuluyla Müslümanlara yeraltında gizli bir su yolunu gösterdi. Müslüman askerler Yahudi'nin gösterdiği bu yoldan içeri girerek şehri ele geçirdiler.


Aynı şekilde Ebü Ubeyde, Musevi olan Samire halkıyla, Müslümanlara yol göstermek ve Rumların hareketlerini gözetlemek ve haber vermek karşılığında kendilerinden kişisel vergi (cizye) almamak ve topraklarının ürünleri kendilerine kalmak şartıyla barış yapmışlardı. Museviler Rumlardan intikam almak için birçok kentin fethinde Müslümanlara buna benzer hizmet ve yardımlarda bulunmuşlardır.


Müslümanların gösterdiği adalet, merhametli ve hoşgörülü idare, zühdü takva bu büyük başarılarının en önemli nedeniydi. Bu güzel ahlak ve hoşgörü, vaktiyle Rum veya İranlılar devletleri idaresindeyken İslam egemenliğine girmiş olan halklar üzerinde olumlu bir etki yapıyordu.

Hz. Ebubekir, İslam ordusunun başında Şam'a doğru hareket edecek olan Üsame'ye ilk önce şu tavsiyelerde bulunmuştu: "Fetihler sırasında kimseye ihanet, zulüm, haksızlık ve zorbalık etmeyiniz. Esirlerin kollarını bağlamayınız. Kimseyi işkence yaparak öldürmeyiniz. Çocukları, yaşlıları ve kadınları öldürmeyiniz. Hurma ağaçlarını kesip yakmayınız. Meyve ağaçlarını kesmeyiniz. Allah için olmaksızın koyun, sığır ve deve kesmeyiniz. Yolunuz üzerinde manastırlara çekilmiş, ibadetle uğraşan kişiler göreceksiniz, bunları kendi hallerinde bırakınız ve kendilerine dokunmayınız."


Müslümanlar arasında eşitlik kuralının ölçü olarak kabul edilmesi ve uygulanması da İslam egemenliği altına girmiş halklar üzerinde oldukça olumlu bir etki yapıyordu. Gassan hükümdarı olan Cebele'ye gösterilen davranış biçimi o dönemde eşitliğe ne kadar önem verildiğini gösteren güzel bir örnektir. Söz konusu Gassan Emiri Hz. Ömer zamanında İslam dinini kabul etmiş olarak, başında çok kıymetli taşlarla süslenmiş bir taçla birlikte, gösterişli ve debdebeli bir biçimde Medine'ye gitmişti. Hz. Ömer onun İslam’a geçmesinden memnun olmuştu. Ancak emirin statüsü ve toplum içindeki üstün konumu, Hz. Ömer'in İslam kurallarını uygulamasına engel olmamıştır. Emir, Kabe'yi tavaf ederken Fezare oğulları kabilesinden bir adam yanlışlıkla onun eteğine basar. Bunun üzerine hiddetlenen Cebele adama bir yumruk atarak burnunu kırar. Adam da Hz. Ömer'e gidip şikayette bulunur. Hz. Ömer Emir Cebele'yi yanına çağırır ve olayı sorar. Cebele "Ey müminlerin Emiri! O adam eteğime bastı. Kabe'ye saygım olmasaydı kılıçla başını iki gözü ortasından yaracaktım" cevabı­ nı verince Hz. Ömer; "Yaptığın şey itirafınla kanıtlanmış oldu. Şimdi o adamı razı etmen gerekir, aksi takdirde ona yaptığın gibi onun da sana aynı eylemi yapması, yani burnunu kırması için emir veririm" der. Cebele "Ey müminlerin Emiri! Ben bir Emir'im, o ise sıradan bir adamdır. Böyle şey olur mu?" diye itiraz edince Hz. Ömer "İslamiyet ikinizi eşit tutuyor. Bir Müslüman, diğerinden takva ve sıhhatten başka hiçbir şeyle daha üstün bir konum kazanamaz" cevabını verir. Bunun üzerine Cebele Hz. Ömer'in kararından kurtuluş olmadığını anladığından İstanbul’a kaçıp sığınmış ve bir daha Irak bölgesine de ayak basmamıştır.


Amr b. el-As'ın oğlu tarafından dövülen Kıpti'nin olayı da bir başka örnektir. Dayak yiyen kişi Hz. Ömer'e giderek şikayette bulundu. Hz. Ömer de Amr'ın oğlunu Mısır'dan yanına çağırdı. Amr ve oğlu Ömer'in huzuruna geldiklerinde Hz. Ömer, Kıpti'ye bir değnek vererek Amr'ın oğluna vurmasını emreder. O da vurur. Hz. Ömer Amr'a da vurmasını istediyse de Amr "Ona vuran yalnız oğlumdu diyerek kendini kurtarmıştır." Hz. Ömer Amr b. el-As'ı uyarmak için "Ey Amr, halk anasından hür doğduğu halde siz ne hakla onu köle yapıyorsunuz?" demiştir.


Bu gibi yüce özelliklerin ve yaşam tarzının İslam fetihlerinin kolaylaşması ve hızla yayılması konusunda ne derece etkili olduğu ilk bakışta kolayca anlaşılabilir. Özellikle Şam, Irak, Mısır bölgeleri halkı, kendi yöneticilerinin zulüm ve zorbalıklarından, kendilerine yaptıkları kötü muamele ve aşağılamadan şikayetçiydiler.


İslam egemenliğine giren halkın diyanet, tören vs. sosyal ilişkilerine dokunulmaması, eski hallerinde kalmalarına izin verilmesi, yani din, vicdan ve yaşam özgürlüğünün garanti altına alınması da bu zaferlerin bir başka nedenidir. Müslümanlar bir ülkeyi ele geçirdiklerinde, orada yaşayan halkın dini inançlarına, sosyal ilişkilerine, kanunlarına vs. durumlarına dokunmaz ve onları bu konuda serbest bırakırlardı. Amr b. el­As tarafından Mısır kalesi fethedildiğinde böyle yapılmıştı. Amr b. el-As burada Kıptileri kendi iş ve muamelelerinde, kendi yöneticilerinin emri altında yaşamlarını sürdürmelerini güvence altına almıştı. Müslümanlar, ele geçirdikleri diğer ülkelerin çoğunda da bu şekilde hareket etmişlerdir. 


Ayrıca, aşağıda görüleceği üzere Müslümanların başlangıçtaki fetihleri birer askeri işgal biçimindeydi. Cizye olarak aldıkları mallar halkı başkalarının tecavüzlerinden korumak içindi. Daha önce de Rumlar, Şam bölgesi sınırında yaşayan Araplara İranlılara karşı desteklerini sağlamak için, para vermeye alışmışlardı. İranlılar da, Irak bölgesinde bulunan Rumlara karşı, kendilerine destek olmaları için para vererek yandaş yapmışlardı. Bu yüzyılda bile, hala bazı büyük devletler kendi ülkelerine komşu müttefiklerine, buna benzer yardımlar yapmaktadırlar. Ancak Müslümanlar cizyeyi yalnızca halkı itaat altına aldıktan sonra kabul ediyorlardı. Bununla beraber halkın ırz, can ve malını korumayı da üzerlerine alıyorlardı.


Ubade b. Samit, Mısır valisi Mukavkıs ile diğer Kıptileri İslam’a davet ettiği sırada kendilerine hitaben yaptığı şu konuşma, o devirde cizye, himaye ve siyanetin (koruma) ne şekilde anlaşıldığını açıkça göstermektedir: "Cizyeden başka şey ile razı olmazsanız o halde her yıl aramızda yapılacak anlaşmayla verilmesi kararlaştırılacak miktarda cizyeyi ödeyiniz. Bu durum biz ve siz yaşadıkça devam etsin. Ona karşılık size; can, mal ve topraklarınıza saldırıda bulunacaklara karşı sizin yerinize savaşmaya söz veriyoruz. Siz himayemiz altında bulundukça ve üzerimizde öyle bir ahid sahibi oldukça biz bu görevi yerine getirmekte tereddüt etmeyiz ..." Halid b. Velid'in lrak'ta lbn Nastuna'ya verdiği ahid ile ehl-i zimmete, yani Müslümanların himayesi altına giren halka verdiği sözleri içeren diğer ahidnameler de aynı içeriktedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu tür ahidnamelerin örnekleri çoktur.


Müslümanların kendilerine tabi olan halkın himayesini bilfiil yerine getirmeksizin, cizye almayı kabul etmediklerini şu olay da teyit etmektedir: Müslümanlar Yermük Savaşı'nda söz konusu bölgede toplanmaya davet edildikleri zaman, Hınıs halkı kendilerinin himayelerindeydi. Müslümanlar söz konusu savaşla meşgul olduklarından bu halkı himaye edemeyeceklerini anladılar ve kendilerinden aldıkları cizyeyi geri vererek "Şimdi başka bir savaşla meşgulüz size yardım edemeyecek ve koruyamayacağız. Başınızın çaresine bakınız" demişlerdi. Hınıs halkı o vakte kadar Müslümanların bu yüce yaşam tarzını, huylarını ve vefakarlıklarını anladıkları için "Sizin egemenliğiniz, adalet anlayışınız, daha önce bağlı bulunduğumuz zalim ve baskıcı idareye karşı kat kat tercih edilir. Valiniz bizde kalsın. Rum askeri eğer şehre girerse valinizle biz onları kovarız" diyerek, iyilik ve kadir bilir olduklarını göstermişlerdi. Müslümanlar, kendi egemenlikleri altına giren gayri Müslim halk kendileriyle beraber düşmana karşı savaşmaya söz verirse onları çoğunlukla cizye ödemekten muaf tutarlardı. Bu durum çoğunlukla Hıristiyan Araplar için de geçerliydi. Bununla birlikte diğer bir yerde sözü edildiği gibi, Ceracime vs. gibi Arap olmayanların cizyeden hariç tutulmaları da birkaç kez gerçekleşmişti. Yukarıda açıkladığımız nedenlerden dolayı Müslümanların yayılma ve egemenliği yerli halka ağır gelmek şöyle dursun, tam aksine Müslümanları zulüm ve baskıları akında yaşadıkları önceki yöneticilerine tercih ediyorlardı. Diğer yönden, Müslümanlara ödemeyi kabul ellikleri cizye de Rum ve İranlılara verdikleri vergilerin toplamına oranla oldukça azdı.


Özet: İslam ordularının fetihlerinin başarıyla gelişmesinin sebepleri ve Müslümanları bu konuda cesaretlendiren ve yardım eden etkenler, yukarıda maddeler halinde açıklandığı gibi; dinlerine sıkı sıkıya bağlanmalarıyla birlikte, zafer kazanacaklarına kesin olarak inanmaları, ata binme ve ok atmadaki ustalıkları, sahip oldukları beden gücü, bedevilik içinde yaşamanın getirdiği çabukluk ve zindelik, savaşlarda düşmanı küçük çarpışmalarla taciz ve bu şekilde zayıflatmak için uyguladıkları metot ve içlerinden zeka, gayret ve çaba sahibi çalışkan, karizmatik büyük adamlar yetişmesi, fethettikleri yerlerde halka doğruluk, adalet, yumuşaklık ve hoşgörüyle davranmaları, gerek Rum ve gerek Iran devletinin o tarihlerde içinde bulundukları karışıklık ve perişanlıktır. Müslümanlar bu nedenlerden dolayı 10 sene geçmeden Hz. Ömer zamanında Şam, Filistin, Mısır, Irak ve Iran bölgelerini ele geçirmeyi başarmışlardı. İslam fetihleri Hz. Osman b. Affan ile daha sonra gelen halifeler zamanlarında da artarak devam etmiştir.



Corci Zeydan’ın İslam Uygarlıkları Tarihi Kitabından Alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak