29 Kasım 2023 Çarşamba

Türk Soylu Halklarda Şaman ve Şamanlar-10

 


Şamanın İcraatları



Normal şartlar altında, ruhlar âlemiyle bağlantıya geçmeden çözülemeyeceğine inanılan durumlarda, şamanın yardımına başvurulur. Şaman bu yardımı iki şekilde yapar. Ya ruhunu bedeninden ayırıp, ruhlar âlemine yolculuk yaparak, orada soruların cevaplarını öğrenir, veya ruhlar onun bedenine girerek onun ağzından konuşurlar. Kendinden geçmiş olan şaman aracılığıyla konuşan ruh, şamanın kendisinin de bilmediği şeyleri anlatırken, şamanın yanında bulunan bir kişi şamanın konuşmalarından anlam çıkartmaya çalışır. Şamanlar aracılığıyla ruhlar âlemiyle doğrudan temas kurmak mümkün olduğu için, sihir veya büyülerden medet ummaya ihtiyaç duyulmaz.

Bazı kaynaklarda, şamanın aslında birçok görevi üstlenmiş olduğu anlatılır ki, meselâ koyunun omuz kemiğine bakarak kehanette bulunmak, hastaları iyileştirmek, kurban ve sunu ayinlerini yönetmek gibi işler şamanın iştigâl alanına girmektedir. Şaman kelimesi sıklıkla yanlış kullanılır. Yukarıda adı geçen faaliyetlerin hepsini, kabile içinde güvenilir bir kişi olduğu müddetçe, gerçek anlamda şaman olmayan biri de yerine getirebilir. Hayatın her alanında şamanın yardımına ihtiyaç duyulduğu düşüncesi kesinlikle yanıltıcıdır. Radloff’un da özellikle belirtmiş olduğu gibi, beklenmedik, olağanüstü bir gelişme olmadığı taktirde, doğum, evlenme ve cenaze gibi durumlarla şamanın hiçbir ilgisi yoktur. Şamanın yardımına ancak doğumun gerçekleşememesi, zor olması veya çiftin çocuklarının olmaması gibi hâllerde başvurulur. Turuhansk Tunguzları, çocuğa isim verilmesi sırasında şamanın bulunmasının gerekli olmadığını anlatmışlardı. Hildén ise, Lebed Tatarlarının şamanının doğumdan birkaç gün sonra gelip doğan çocuk ve lohusanın sağlığı için ayin yaptığını, doğumdan iki veya üç hafta sonra çocuğa isim verilirken tekrar geldiğini anlatır. Buryat geleneklerine göre doğumdan sonra şaman gelir ve çocuğun “ağlamaması ve hızlı büyümesi” için bir demet ot veya yaprağı suya batırılarak çocuğa vurur. Bu ot demetinin ıslatıldığı suya ardıç yaprakları ve kokulu otlar atılıp, sonra da çocuğun mutluluğu için koyun veya keçi kurban edilir. Turhansk Tunguzları ile bu konuyu konuştuğumda bana; kendilerinin ancak belli durumlarda şamanın yardımına başvurduklarını, böylesi durumların; meselâ ölen kişini ruhu, ölümünden bir sene sonra hâlâ eski evinde kalmaya devam ediyorsa, ruhu ölüler ülkesine göndermek için veya yurtsuz bir ruhu kendisi için yapılmış bir tahta resmin içine hapsedebilmek için veya bilinmeyen bir sebeple avdaki şanslarının kaybolması olduğunu, bunun dışında sonbaharda av mevsimi başladığında veya aileden biri ağır bir hastalık geçirdiğinde de şamana başvurulduğunu anlatmışlardı. Diğer Sibirya halkları da benzeri sebeplerden şamanın yardımına başvurdukları olur.

Altay Tatarları ve Golde şamanlarının öldükten sonra evde kalmaya devam eden ruhları yakalayıp, ölüler ülkesine götürmelerine dair ayinleri anma merasimlerini anlattığımız bölümlerde görmüştük. Serbest dolaşan bir ruhun sebep olduğu zararları önlemek maksadıyla bir resmin içine hapsedilişi hakkında ise daha az bilgi vardır. Ruhun resme hapsedilmek istenmesinin sebebi, resmin içerisinde duran ruhu, ikramlar yoluyla sakinleştirmenin çok daha kolay olması ve bu iş de önce şamanın ayin düzenleyerek söz konusu ruhu arayıp bulması ile başlar. Ruh yakalandıktan sonra, ona ilk ikramı şaman yapar, daha sonra aile bunu devam ettirir.

Ava gidilmeden önce şaman ayini yapılması geleneği günümüzde sadece Jukagirler gibi bazı kuzey kabileleri arasında devam etmektedir. Bu ayinde şamanlar ruhlardan ormandaki hayvanların gölgelerini yakalamalarını isterler. İnanışlarına göre, ancak gölgeleri yakalanmış olan hayvanlar, avcılar tarafından avlanır. Tunguz şamanı, bu ayin esnasında avın yakalanışını canlandırır. Eğer ren geyiği avına çıkılmışsa, şamanın geyiklerin bulundukları yerleri bulması da gerekir. Tabiatüstü yetenekleri sayesinde gaipten haberler alabilen şaman, gerekli durumlarda çok önemli bilgiler de verebilir, meselâ düşmanın gücü veya nerede pusu kurmuş olduğu, çalınan eşyaların veya gömülerin yeri, uzak diyarlardaki bilinmeyen gizemler gibi konularda da bilgi verir. Ancak, Sibirya halklarının şamana en çok başvurdukları konu hastalıklardır. Altay bölgesinde özellikle sıtma, çiçek, frengi veya zekâ geriliği gibi konularda şamana başvurulur. Anohin, Altay Tatarlarının, Moğollarda olduğu gibi şifalı bitkiler veya ilaçlar kullanılmadıklarını, şaman aracılığıyla hastalığa sebep olan “körmös”ün hangisi olduğu ve nasıl sakinleştirileceğinin öğrenildiğini aktarır. Hastalığın sebebinin, hastanın ruhunun bedenden ayrılması ve dış dünyadaki kötülüklere maruz kalması olduğuna inanılması sebebiyle, şamandan beklenen kaybolan ruhu bulup geri getirerek, hastayı sağlığına kavuşturmasıdır. Buryat efsanelerine göre bu, ruhu getirmek ilk şamandan itibaren şamanların vazifesidir. Efsaneye göre, ilk şaman olan Morgon-Kara (bazı anlatımlarda da Bokoli-Kara) çok zeki ve becerikli bir şamandır ve yeraltı ülkesinin efendisi “Ärlen kan”ın yeraltına aldığı ruhlarını bile ordan çıkartıp dünyaya geri getirebilmektedir. “Ärlen kan”, bu durumu Gök Tanrı “äsägä malan tengri” ye şikayet eder, Tanrı da şamanın yeteneklerini bir de kendisi denemeye karar verir. Bunun için bir insanın ruhunu alır, bir şişeye koyar ve şişenin ağzını parmağı ile kapatır. Ruhun sahibi olan insan hastalandığında, akrabaları Morgon Kara’ya gider ve yardım isterler. Şaman hemen işe başlar ve kayıp ruhu ormanlarda, göllerde, dağlarda ve hâtta ölüler ülkesinde bile arar ama bulamaz ve davuluna binerek göklere çıkar. Orada da uzun süre aradıktan sonra, nihayet aradığı ruhun aslında bir şişeye tıkılmış olduğunu ve Tanrının şişenin ağzını parmağıyla kapattığını fark eder. Kurnaz şaman, bir yaban arısı suretine bürünür ve tanrıyı alnından sokar, Tanrı da acıyla elini şişenin ağzından çekip alnına götürdüğünde, şaman fırsattan istifade ederek, zavallı ruhu kurtarır. Şaman, yanında kurtardığı ruhla beraber davulunun üstüne binip yeryüzüne geri döndüğünü gören Tanrı buna çok sinirlenir ve şamanın davulunu ikiye parçalayarak, şamanın güçlerini azaltır. Buryat inançlarına göre, eskiden hem altı, hem de üst tarafı deri kaplı vurma yüzeyi olan şaman davulu, o zamandan beri tek taraflıdır. 

Bu konuda hastalıkların tek sebebi kişinin ruhunun “kaybolması” değildir. Bazen, kişinin bedenine giren bir-veya bazen daha fazla- ruhun kişiye acı çektirerek hastalığa sebep olduğuna inanılır. İlk durumdaki görevi hastanın kayıp ruhu aramak olan şaman, bu ikinci durumda da bedene giren kötü ruh veya ruhları çıkartmak zorundadır. Ama, ruhun geri çağırılması veya kötü ruhların kaçırılması kesinlikle şaman tarafından gerçekleştirilmesi gereken ayinler değildir. Şaman yakınlarda değilse, hastanın akrabalarının da kendi başlarına kayıp ruhu geri çağırdıkları veya gürültü yaparak hastanın bedenine giren kötü ruhu kovmaya çalıştıklarına dair bir çok örnekler vardır. Meselâ, Goldeler bunun için samandan bir kukla yapıp, ruhu içine hapseder ve kuklayı da dışarı atarlar, ancak akrabaların ruhu geri çağırmak veya kötü ruhu kovma konusundaki çabaları yetersiz kalırsa, şamanın yardımına başvurulur.

Yaygın inançlardan birisi de, öncelikle ruhu kaçmış olan hastanın bedenine giren yabancı ruhun kovulması gerektiğidir. Bu sebeple, Tunguz şamanının ayini birkaç değişik aşamadan oluşur. Şiri-kogorov, bu aşamaları şu şekilde sıralar:

Şaman, kendi koruyucu ruhlarına müracaat eder ve bunlardan biri şamanın hizmetine gelir.

Bu koruyucu ruhun yardımıyla hastalığın sebebini ve hastanın kayıp ruhunun nerede olduğunu öğrenir.

Şaman, tekrar ruhlarını yardıma çağırır ve onların yardımıyla hastanın ruhunu yakalar.

Şaman, yardıma gelen ruhlarının yardımıyla hastanın bedenine giren ruhu yakalar ve onu ait olduğu yere geri götürür.

Şaman, hastanın ruhunu tekrar bedenine yerleştirir.

Şaman, koruyucu ruhlarına yardımları için teşekkür eder.

Schirikogorov, bazı ruhların bütün bu çabaları boşa çıkartıp, tedaviyi engelleyebileceklerini, şamanın başarılı olabilmek için iyi niyetli ruhları koruması altında olması gerektiğini anlatır. Şamanın koruyucu ruhlarının her birinin kendine has becerileri, özellikleri dilleri ve karakterleri vardır ve ayin esnasında şaman bunların hepsini canlandırır.

Yakut ve Dolgan şamanlarının da en önemli vazifeleri, hastanın bedeninden kötü ruhları uzaklaştırmak ve kayıp ruhu geri getirmektedir. Bu halkların şaman ayinlerinde belli bir sıraya göre hareket edilir ve başlangıç adımı daima ruhların çağrılmasıdır. Bu konudaki kaynaklardan birisinde anlatıldığına göre şaman, çadırın ocağının yanında yere oturur ve ruhlara müracaat eder. Yardımını istediği ruhlar; “ateşin ruhu”, “çadırın ruhu”, köyün ruhu”, kendi koruyucu ruhları, ölmüş akrabaların ruhları ve hâtta muhtemelen hastalığın sebebi olan “Abasy” gibi ruhlardır. Bundan sonra sıra, şamanın hastanın ruhunu çalan kötü ruhun nerede saklandığını bulmaya gelmiştir ve şaman davulunu çalmaya başlar. Davulunu çalarken bazen durur, ayağa kalkar ve sanki uzaklarda bir şeyler görmüş gibi davranır. Bu esnada bazen bir at kişnemesi veya bir kuşun ötüşünü taklit ettiği de olur. Ayinin üçüncü aşamasında şaman, hastanın bedenine girmiş olan bütün “Abasy”leri yakalar. Onları hastanın bedeninden çıkartmak için mızrağa benzer bir kayın dalı kullanır. Bu dalın üç yerinde enine bir şerit hâlinde kabuğu çepeçevre soyulmuş ve üç-kimi zaman da yedi- yerine at kılları bağlanmıştır. Bu gizemli silahı yüksek sesle tehditler yağdırarak hastaya yöneltir. Daha sonra şaman, kötü ruhu mağlûp etmeyi başardığını ve kendisine teslim olduğunu gösteren bir jest yapar ve orada bulunan diğerleri mızraklarını kötü ruha saplamaya çalışırlar. Bunu takiben şaman davul çalıp, ilâhiler söyleyerek ruhu ait olduğu yere geri götürür, bu esnada bazen kendinden geçer. Eğer hastanın bedenine birden fazla ruh girmişse, şaman bu yaptıklarını her ruh için tekrar yapar. Şamanın hastanın bedeninden çıkarttığı bu ruhlar arasında meselâ, “kafa kesici yör” gibi tehlikeli ruhlar varsa, şaman bir anda öfkeye kapılır, orada bulunanlardan bir bıçak ister, davulun tokmağı ile sanki kendi boğazını kesecekmiş gibi hareketler yapar, kendi bedenini ısırır, onu engellemeye çalışanların ellerini ısırmaya çalışır. Ayinin dördüncü aşamasını, şamanın gökyüzüne seyahâti oluşturur. Şaman bunun için kulübenin Güneye bakan penceresine dönerek durur. Pencerenin olduğu duvarın dışına, ortadaki kayın, diğer ikisi karaçam olmak üzere dalları kesilmiş üç ağaç dikilidir ve kayın ağacının üzerine gagası Güneye bakacak şekilde ölü bir martı, kayının Doğusunda kalan ağaca ise bir at kafatası konmuştur ve ağaçların üçü de at kılları ve kumaş parçalarıyla donatılmıştır. Ağaçlar at kılından yapılma bir iple birbirlerine bağlı, ağaçlar ve evin duvarı arasına da üzerinde bir tas içki olan bir masa yerleştirilmiştir. Şaman, bedenini eğip bükerek ve tokmağı tuttuğu sağ elini sallayarak bir kuşun uçuşunu canlandırmaya başlar. Göğe çıktığında, göğün dokuz katına (olokh makam) uğraması gereken şamanın, her kattaki ruhlara hediyeler götürmesi gerekir. Şaman yukarı çıkarken gözleriyle hem yukarıyı, hem de aşağıyı tarar, aşağı inerken öne eğilir ve orta dünyaya, yâni insanların yaşadığı yere geldiğinde kendinden geçmiş bir haldedir. Onu kendine getirmek için ateş yakılması gerekir. Ateş yakmanın ne ifade ettiği bilinmemekle birlikte, Kai Donner, Samoyed şamanlarının ayin sonrasında kor hâlindeki kömürler ve alevlerle “arındıklarından” bahseder. Görevin yerine getirilip, ayinin sona ermesinden sonra şaman bir süre ocağın yanında oturmaya devam eder ve bu esnada ocağa sunu olarak at kılı ve tereyağı atılır.


Yukarıda aktarmış olduğumuz ayine şahit olanlar, kayın ağacının tepesine dikilen martının, gökteki ruhlara verilmiş bir kurban olduğuna ve gökyüzüne yaptığı seyahâtte şamanın önünden uçarak ona yol gösterdiğine inanıldığını anlatmışlardır. Aynı kaynak, söz konusu köyde daha sonra bir başka şamanın aynı ayini yaptığında, her üç ağacın tepesine kuş resimleri yerleştirilmiş olduğunu anlatır. Ağaçlardan Batıdakinin üzerinde “Öksökö kyl” (iki başlı efsanevî bir kuş), ortadakinde “Käi kyl” (bir başka efsanevî kuş) ve sonuncusunda da “Suor” (kuzgun) resmi vardır. Bu hayvan resimlerinin şamanın ruhuna eşlik ettiklerine inanılır.

Yakut şamanlarının ayinlerinde ise-her ne kadar bölgelere göre değişiklikler gösterse de-çoğu zaman ağaç kullanılır. Priklonskij, bir hastayı iyileştirmek için yapılan bir ayin için çadırın dışına bir karaçam, bir kayın ve bu kayın ağacının Güneyinde uzakça bir yere tek sıra hâlinde dalları yontulmuş dokuz tane karaçam dikilip, bir iple birbirlerine bağlanmış olduklarını aktarır. Anlattığına göre, çadırın dışındaki ilk karaçam ağacının gövdesine dokuz tane oyuk kazınır ve kurban edilecek hayvan bu ağaca bağlanır. Seroschevskij’de, şaman kurban keseceği zaman çok sayıda ağacın sıra hâlinde dikildiğinden bahseder ki, anlattığına göre bu ağaç sırasının en sonuna kurban edilecek hayvanın bağlandığı bir kazık, onun da gerisine her birinin üzerinde bir ahşap kuş figürü bulunan üç tane kazık dikilir. Bu kuş figürlerinden ilki efsanelerdeki iki başlı kuşu, ikincisi bir martı veya kuzgunu, üçüncüsü de guguk kuşunu temsil eder. Kuşların gagaları Güneye bakar. Kuş figürlerinin takılı olduğu direklerin bir buçuk metre kadar ilerisinde dalları kopartılmış dokuz tane çam ağacı bulunur. Çam ağaçlarının sadece tepelerinde bir miktar dal ve yaprak bırakılmıştır. Kuşların olduğu direklerden başlayarak, bütün ağaçlar boyunca at kılından yapılma bir ip çekilir, her iki ağaç veya direk arasında ipe bir tutam beyaz at kılı asılır. Ağaçtan ağaca hep biraz daha yükselerek geçen bu ip, Seroschevskij’ye göre şamanın kurban ettiği hayvanla beraber göğe yükseldiği yolu temsil etmektedir.

Yakutça konuşan Dolganların ayin ve törenleri Yakutlarınkini andırır. Kuzey bölge halklarının şamanları da, bir hastayı iyileştirmek için dokuz gök katını dolaşmak zorundadırlar. Her katta, görevleri şamanı korumak ve kötü büyücülerin göğe çıkmalarına engel olmak olan ruhlar vardır. Dolganlar, hiçbir kötü yaratığın göğün ilk katından daha yukarı çıkamayacağına inanırlar, iyi varlıklarsa her durakta kısa bir süre oyalandıktan sonra yukarıya yolculuklarına devam edebilirler. Bu seyahâtin en zor bölümleri ilk üç kattır, ondan sonraki katları aşmak gittikçe daha kolaylaşır. Yukarıda bahsi geçen bu dokuz adet ağaç, hiç şüphesiz bu durakları (olokh), yâni göğün katlarını temsil ederler. Dolganların geleneklerinde, sıra hâlinde dikilmiş olan dokuz adet direk şamanın göğe yolculuğunu ifade eder. Bu direklerin her birinin tepesine hepsi aynı yöne bakan ahşap kuş figürleri yerleştirilmiş olup, direkler kısadan uzuna sıra hâlinde dikilmiş olduğu için, kuş figürleri de gittikçe daha yükselir.

Yakut ve Dolgan şamanlarının bu seyahâtin her durağında, yâni her katta bulunan ruha bir sunu yapmaları gerekir. Bu sebeple bir çok yerde, sunak yerinde ayrıca tek bacaklı bir “masa” bulunur. Bu “masa”nın yüzeyi basit, bir tahta plâkadan oluşur ve üzerine dokuz (bazı yerlerde yedi) küçük kâse oyulmuştur. Şaman gökyüzünde her bir üst kata çıktıkça, sırayla bu kâselere süt doldurur. Bazı yerlerde bu kâselerin yanına ayrıca küçük bir et parçaları konurken, bazı yerlerde de bu tören, ağaçların altında değil, “dünya sütunu”nun (tyspät turũ – asla devrilmeyen sütun) altında gerçekleştirilir. Aynı şekilde bu sütunlarda da, çatısını oluşturan plâkanın kenarında içine süt doldurulan dokuz küçük kâse bulunur.

Bu ayinleri takibederken, akla şamanın neden hastaları iyileştirmek için göğün dokuzuncu katına kadar seyahât etmesi gerektiği sorusu gelmektedir. Witaschevskij, şamanın göğe hastanın ruhunu (kut) aramak için çıktığını ileri sürer. Bu cevabı doğru kabûl ettiğimiz takdirde, bu sefer şu soruyla karşılaşırız; kötü bir ruhun (Abasy) ele geçirmiş olduğu bir ruh, nasıl olur da göğün en üst katına çıkabilir? Sonuçta genel inanca göre kötü ruhlar, gökyüzünde özellikle de Tanrının bulunduğu katta olamazlar. Şamanın gökyüzünden getirdiği ruh da, hastanın kayıp ruhunun yerine geçecek yeni bir ruh değil, hastanın kendi ruhudur. Bu duruma V. N. Vasiljev; “Kötü bir ruhun çalmış olduğu ruhu kurtaran şamanın, kurtardığı bu ruhu hemen hastanın bedenine geri götürmeyip, ruhu sakinleştirip tedavi etmek ve arındırmak için önce göğün dokuzuncu katına götürüp, kötü bir ruhun eline düşerek, şaşkın ve harap bir halde olan ruhun, kolaylıkla tekrar kaybolabileceğinden, bazen de gördüğü kötü muamele sebebiyle, hastalanmış veya kötü ruh tarafından yaralanmış olacağından, önce göğün dokuzuncu katında arınması ve tekrar sağlığına kavuşması gerektiği” biçiminde açıklamaktadır. Vasilyev’in halk inançlarından derlemiş olduğu bu açıklama bizi başka bir soruya yöneltir; eski dönemlerdeki şamanizm açısından bu gökyüzü seyahâtleri ne anlama gelmekteydi? Troschtschanskij her ne kadar kendi ulaşabildiği kaynaklardan hiç birinde Yakut şamanlarının yeraltına seyahât ettiklerine ilişkin bir anlatıma rastlamadığını ve şaman efsanelerinin çoğunluğunun göğe çıkış üzerine olmasına rağmen, şamanın yeraltına seyahât etmesinin de mümkün olduğunu anlatır. Troschtschanskij’nin görüşüne göre dalıcı kuşların “şamanlara ruhlar âlemine giderken yol gösterdikleri” inancı ve şaman kıyafetlerinde yeralan ve “yer altına iniş deliği”ni temsil eden figürler buna işaret etmektedir (Bu yeraltına iniş deliği/boşluğuna “ruh deliği”-“abasy oibono” adı verilir). Troschtschanskij’nin tezine göre, yeraltına seyahât, Yakut inançlarına sonraki dönemlerde, şu anda yaşadıkları bölgelere göçmelerinden sonra girmiş ve şamanlar da nadiren yer altı ruhlarının yardımına başvurmuşlardır. Ruhların gökyüzünde olduklarına dair bu tasavvur, Troschtschanskij’ye göre Yakutların eski anavatanlarından kalmadır. Ne var ki, durum Troschtschanskij’nin anlattığı kadar basit görünmemektedir. Meselâ, elimizdeki kaynaklarda Yakutların, ruhları çalan veya hastalık yaratan ruhların gökyüzünde yaşadıklarına inandıklarına dair bir örnek olmadığı gibi, hâtta V. N. Vasilyev’in bahsettiği üzre, bir insanın bedeninden ayrılan ruhun, kolaylıkla ruh avına çıkmış bir başka ruhun eline düşüp, yeraltı ülkesine götürülebileceğine dair inancın olması da dikkât çekmektedir. Bu durumda tabii olarak şamanın bu ruhu aramak için yeraltına seyahât etmesi gerekmektedir. Gözönüne alınması gereken bir başka husus ise, sonraki dönem kaynaklarında açıkça ortaya konduğu gibi Yakutların, şamanların faaliyetlerini ikiye ayırıyor olmalarıdır: “Allara kyrar” ve “Üsä kyrar”. Bunların ilki, şamanların yeraltındaki ruhlardan, ikincisi de göklerdeki ruhlardan yardım aldıkları törenleri ifade etmesidir. Herhangi bir olaya müdahale edecekleri zaman şamanların öncelikle yer altı ruhlarına başvurmaları, yer altı ruhları inanışının daha eski olduğuna delil teşkil etmektedir.

Witaschevskij, şamanın kötü ruhu hastanın bedeninden çıkardıktan sonra onu “Güneye” götürdüğünü anlatır ki, bu bilgi muhtemelen bir yanlış anlamadan kaynaklanmaktadır, zira “hastalığa sebep olan ruhların Güneyden, Yakutların eski vatanlarından geldiklerine” dair inançlarıdır. V. N. Vasilyev, bu hususta hastadan çıkarttığı kötü ruhu, yeraltı ülkesine götürmek için şamanın suya dalar gibi yapıp yere yattığını anlatmasıdır. Tunguzlar, Çukçeler ve Laponlar da, şamanın uykuyu andıran bir duruma geçmesini “suya dalmak” olarak tanımlamaktadırlar ki, verdiğimiz bu örnekler hiç şüphesiz öte dünyanın su altında bir yerlerde tasavvur edildiğine işaret etmektedir.

Şaman ayinlerinin genellikle geceleri yapılması veya şaman kıyafetinin kendisi de şamanizm ile yeraltı ruhlarının yakın ilişkisine delil teşkil eder ki, Stadling de, Yakutların şaman ayinlerinin geceleri yapıldığını anlatır. V. N. Vasilyev de aynı şeyi Yakutlar ve Dolganlar için aktarır. Turuhansk Tunguzları bana; şamanın ancak karanlık çöktükten sonra ayine başladığını anlatmışlardı. Keza, Schrikogorov’da doğu Tunguz şamanlarının ayinlerini anlatırken “geceleyin, yarı karanlık bir evde başlar” diye bahsetmektedir. Ayin için gece karanlığının seçilmesi sadece Kuzey enlemlerinde yaşayan halklara has bir durum olmayıp, Altay halkları arasında oldukça yaygındır. 13.yy’da yazdığı seyahâtnamesinde eski Türk büyücülerinin (kam) ayinlerinden bahseden Ruysbroeck, “şeytandan haber bekleyenler, geceleri kulübelerinde toplanırlar” diye anlatır. Durum böyleyken, “allara kyrar”ın Troschtschanskij’nin anlattığı gibi sonraki dönemlerde Yakut inanç sistemine dahil olan bir ilâve olmayıp, kökeninde Sibirya şamanizminin en eski tasavvurlarından biri olduğu oldukça açıktır. Sorulabilecek bir başka soru ise, şamanın göğe çıkmasının, günümüzde yaşadıkları bölgelere göç ettikleri dönemlerde de Yakut inançlarında olup olmadığıdır. Bu ayinin, Altay ve Baykal bölgelerinde çok eskiye dayanan bir geçmişi olduğunu düşündüğümüzde, Yakutların da hiç şüphesiz Kuzeye göçmelerinden çok önce bu geleneği benimsemiş olduklarını söyleyebiliriz.

Altay Tatarları hakkındaki kaynaklarda, hastayı iyileştirebilmek için şamanın gökyüzüne çıkmasıyla ilgili elimizde herhangi bir bilgi mevcut değildir. Bu kaynaklarda şamanın sadece kurban merasimlerinde Gök Tanrı için kesilen kurbanı gökyüzüne götürmesinden bahsedilir. Altay bölgesi Heiden misyon arşivinde bulunan, geçen yüzyılın ortalarından kalma eski bir el yazması metinde, şamanın göğe seyahâti çok ilgi çekici bir şekilde tasvir edilmiştir. Üç gün süren bir şenliği anlatan bu elyazması Radloff ve Werbitskij tarafından da kaynak olarak kullanılmıştır ki, bu elyazmasında anlatıldığına göre şenlik şu şekilde gerçekleşmektedir:

İlk akşam, güneş dağların ardında battığında şenlik hazırlıklarına başlanır. Şaman, kurban kesimi için bir tarafında kayın ağaçları olan uygun bir yer seçer ve buraya kapısı Doğuya bakacak şekilde keçe bir çadır kurulur. Çadırın ortasına tepesindekiler dışında diğer dalları temizlenmiş genç bir kayın ağacı dikilir, ağacın yeşil yapraklı tepesi, çadırın baca deliğinden dışarı çıkartılır. Ağacın tepesine bir nevi flama niyetine bir bez parçası asılır ve çadırın içinde kalan gövde bölümüne balta ile yukarı doğru sıralanan dokuz gedik veya basamak (tapty) açılır. Daha sonra şaman, kabilenin at sürüleri içinden Gök Tanrıya kurban edilmeye uygun bir at seçer. Gök Tanrıya kurban edileceği için, atın açık renkli olması gerekir. Atın kurban edilmesinden önce, şaman atın kurban için uygun olup olmadığını kontrol eder, atın ruhunu çıkartır ve ona göğün dokuzuncu katına çıkmaya ve orada Gök Tanrının beyaz çadırının yanında yaşamayı teklif eder. Bunun ardından hayvan kurban edilir.

Ertesi gün, şamanın çadırında ateş yakıldığında şenlik tekrar başlar ve doruk noktası da bu ikinci gündür. Şaman ilk olarak, eline içinde bir gün önce pişirilen kurban etinin olduğu bir kap alır ve bu etten sırasıyla “Davulun efendisi”ne, “Ateş ana”ya ve çadırın içinde bulunan gözle görünen ve görünmeyen bütün misafirlere ikram eder. Sonra çadırın önünde gerili duran ipten (söltü), dokuz tane elbise alır. Elbiseler pamuktan veya çuhadan veya ipekten olabilir. Bu elbiseleri ardıç odunuyla tütsüleyerek arındırırken, bir yandan da bu “hiç bir atın taşıyamayacağı kadar değerli” hediyeleri över. Sırada davulun arındırılması vardır ve bundan sonra şaman ayin kıyafetini giyer. Davulunu tekrar ateşte tütsüledikten sonra ilâhi söyleyip davul çalmaya ve ruhları belli bir sıraya göre yanına çağırmaya başlar. Her bir ruhun gelişinde “ӑ kam ai” diye bağırır ve gelen ruhu bir el hareketi ile yakalayıp davulun içine sokar. Ayinin başarılı olması için yardımı gereken ve her birine ayrı ayrı dil dökülüp hoş tutulması gereken bir çok ruh vardır. Toplanan ruhların sayısı arttıkça, şaman davulunu daha kuvvetli çalmaya başlar. Çadırın etrafına dikilen kayın ağaçlarının çevresinde birkaç defa dolandıktan sonar “Kapı efendisi”ne (evin/çadırın kapısında yaşayan ruh) danışır ve ona başka hangi ruhlardan yardım istemesi gerektiğini sorar. “Kapı bekçisi”nin cevabını aldıktan sonra ondan ayrıca; bakırdan yapılma kılıcını eline alıp kapıda muhafızlık yapmasını ve düzenleyeceği ayini bozmaya çalışan bir “Aina” veya başka bir kötü ruhun içeri sokmamasını rica eder. Ondan sonra kurbanı bağışlayan kişiyi, ailesini ve akrabalarını arındırır ve çadırdaki bütün kötü ruhları dışarı kovar. Her ne kadar şaman ayinde yay kullanmasa da, şamanın şarkısında “ok atmak”tan bahsedilir ve bu da, bu silahın bir zamanlar kötü ruhları kovmak için kullanıldığına delâlet eder.

Bu hazırlık ritüelleri tamamlandıktan sonra, şaman nihayet yorucu gökyüzü seyahâtine başlamaya hazırdır. Bu seyahâtin bütün aşamalarını; ilâhileri, konuşmaları, mimik ve hareketleri hazır bulunanlara da canlandıracaktır. Bu göğe çıkış esnasında göğün hangi katında olduğunun anlaşılabilmesi için, göğe çıkışını temsilen çadırın içindeki kayın ağacına tırmanır ve ayağını bulunduğu gök katına tekabül eden basamakta tutar. Her yeni kata çıkışta bir gürültü duyulur ve şaman “bakın, içinden geçtim” diye bağırır. Daha sonra kayının ve ateşin etrafında dolaşır, daha bir kendinden geçmiş halde şarkı söyleyip, davul çalmaya devam eder. Göğün üçüncü katına geldiğinde, o zamana kadar onu taşımış olan kurban edilen at (pura) artık yorulmaya başlamıştır ve o yüzden onu “baš tutkan”a (Baş tutucu; kurban ayinlerinde görev alan şaman yardımcılarından biri) emanet eder. Atın ruhunun göğe yolculuğunun kalan bölümünü “Baš tutkan”ın ruhu eşlik edecektir. Şaman, bir kazın sesini taklit ederek, kendi yanına çağırır ve onun sırtına binerek seyahâtine devam eder. Bu esnada el ve kol hareketleri ile kazın uçuşunu canlandırır. Kaz göğün üçüncü katındaki “Süt gölü”nden içer ve “Sürö dağı”nda karnını doyurur. Bu arada şamanın ağzından konuşarak, yolculuğun zorluklarından şikayet eden ve geri dönmek isteyen “Baš tutkan” da biraz dinlenir ve sonra yola devam edilir. Durakladıkları yerlerde şaman, izleyicilere o sırada neler görüp yaşadıklarını, meselâ kötü hava şartlarını, geçirdikleri hastalık veya atlattıkları kazaları anlatılır. Bazen başka bir şaman ile karşılaşır ve ondan duyduklarını da katılanlara aktarır. Her çıktığı gök katına ilişkin buna benzer olaylar anlatır. Meselâ, dördüncü gök katında “kara kuš”un (kartal) nasıl bir guguk kuşunu kovaladığını veya beşinci gök katında karşılaştığı güçlü “Jajuči”den bahseder. Altıncı katta ayı, yedinci katta ise güneşi selâmlar. Uzun ve meşakkâtli bir yoldan sonra, sekizinci ve nihayet dokuzuncu kata ulaşır ve orada baş Tanrıya (Ülgen) kendisine sunulan kurbanı kabûl edip etmediğini sorar. Bunun dışında Baş Tanrıdan hava şartlarının nasıl olacağını, uğursuz yıllar ve benzeri konularda bilgiler alır, onun yeni kurbanlar isteyip istemediğini, istiyorsa neler istediğini öğrenir. Baş Tanrı “Ülgen” ile konuştuktan sonra, vecd hâlinin doruk noktasına ulaşarak, bitap halde yere yığılır. Çadırı bir müddet sessizlik kaplar, şaman kendine gelip gözlerini ovuşturup, gerinmeye ve gömleğindeki teri sıkmaya başlayana kadar kimse bir şey konuşmaz. Sonra uzun bir yolculuktan dönmüşçesine çadırda bulunanları selâmlar.

Şenlik, üçüncü akşam da devam eder, özellikle zenginler içecek getirir ve bunları çadırdaki ayin kayınının dibine dökerler. Bu ayinler elbette ki Altay bölgesinin her yerinde bütün detaylarıyla aynı değildir, kabilelere göre bazı farklılıklar gösterir. Bu farklılıklarda her ne kadar söz konusu bölgeye has gelenek ve inançların tesiri olsa da, farklılıkların asıl kaynağı şamanın bilgi ve beceri seviyesiyle ilgilidir. A. V. Anohin’in etnografya koleksiyonundan alınma olan bu ilginç ayinler hakkında önemli bazı detaylar vermektedir. Resimde gördüğümüz ince çizgi, “Ülgen’in yolu”nu temsil eder, yâni şamanın kurbanla beraber, baş Tanrının yanına yaptığı yolculuğu. Çizgi, yâni yol; kurbanı bağışlayan kişinin çadırından başlar (resimde burada bir ateş yanmaktadır) ve yolun kenarında kurbanla, onun bağlandığı kazığı görürüz. Hayvanın yanında üç tane içecek kabı vardır. Bunlardan ilki “bogdygan”, ikincisi “Kökysch” ve üçüncüsü de “Ülgen” içindir. Bunların ilerisinde gördüğümüz eğik olarak duran direkse, kurban edilen hayvanın derisinin asıldığı sırıktır. Göğe çıkan yol, asıl olarak kayın ağacından başlamakta ve üzerine dokuz tane basamak (tapty) oyulmuştur. Kayının üzerinde; “Bogdygan”ın evi, onun önünde de bir başka efsanevî yaratık olan “Bobyrgan”ı görürüz. Hatyol- boyunca devam ettiğimizde, dokuz adet küçük enine çizgi görürüz ki, bunlar şamanın geçeceği yoldaki “sallanan” yerlerdir. Buralardan geçen şaman, yolda “Ülgene giden yolda duran Kökysch”e rastlar. Burayı da geçtikten sonra, yuvarlak olarak işaretlenmiş yerlere ulaşır; bunların ilki sulak, ıslak bir yerdir ve mavi kumlar, ikincisinde beyaz kumlar vardır, üçüncüsü ise o kadar yüksektir ki, bulutlar bile oraya erişemezler. Bütün bunların yukarısında da etrafında ışık hareleri ile Baş Tanrı, “Ak Ülgen”, yanında da ulağı vardır. Bu yolda şamanın karşısına çıkan varlıklar arasında en önemli olanlar, elbette kendileri için içecek sunusu yapılanlardır.

Eğer bir hastalığın sebebinin, “ärlik”in hizmetkarlarının hastanın ruhunu ele geçirmesi olduğuna inanıyorsa, şaman ayini esnasında şamanın yer altına gidip, kayıp ruhu oradan getirmesi gerekir. Bu iş için şamanın yine üstesinden gelmesi zor engellerle (pudak) dolu bir meşakkatli yolculuk yapacak demektir. Karanlık ormanlar ve yüksek dağları geride bıraktıktan sonra, en nihayetinde “yeryüzü deliği”ne ulaşır. Bu yolculuk esnasında bazen ölmüş şamanların ve onların atlarının kemiklerine de rastlar. Yolculuğun en zor bölümü, yer altına indikten sonra başlar. Şaman orada karşılaştığı bütün bu olağanüstü şeyleri ayin esnasında sözleri ve hareketleriyle izleyicilere aktarır. Özellikle dikkâtini çeken yerler, günahkâların ruhlarının azap çektiği yerlerdir. Yoluna devam edebilmek için ölüler ülkesinin muhafızlarını ikna ettikten ve bu arada bir çok tehlike atlattıktan sonra, “ärlik”in karşısına çıkar. “ärlik” ilk başta öfkelidir ve şamana karşı sert davranır, ama zeki ve işbilir bir şaman “ärlik”i kurban ve sunular vaadederek ikna eder. “ärlik” ile konuşma bölümü, ayinin en heyecanlı bölümünü oluşturur ve sonrasında şaman kendinden geçer. Bazı bölgelerde şamanın yeraltına yolculuğunu göğe çıkarken yaptığı gibi, bir kazın sırtında yaptığına inanılır. Hastanın ruhu ile beraber geri dönüş yolculuğuna çıkan şaman, yavaş yavaş sakinleşmeye başlar ve sanki bir uykudan uyanıyormuşçasına gözlerini açar ve hazır bulunanlara yolculuk esnasında yaşadıklarını anlatır.

Yukarıda aktardığımız yeraltı yolculuğunda yer alan ölüler ülkesi tasvirleri hiç şüphesiz sonraki dönemlerde ve yabancı tesirlerle Altay inançları arasına girmiş unsurlar olmasına rağmen, bu şamanların yer altına yolculuklarının şamanizme sonradan dahil olduğu anlamına gelmez. Şamanların kayıp ruhları bulup, serbest bırakmak veya meydana gelen talihsizliklerin sebebini araştırmak için yer altına yolculuk yapmaları, Sibirya şamanizminin karakteristik özelliklerinden biridir. Gerek şamanın yeraltı seyahâtine çıktığı ayinler, gerekse ayin sonrası verilen kurbanlar, kendi içlerinde bir bütün teşkil eder ve bunlara ilişkin gelenekler göğe çıkış ayinlerine dair geleneklerden çok daha farklıdırlar. Bu sebeple benim kendi kanaatime göre, asıl göğe çıkış ayinlerinin şamanizmin orijinal hâline ait olmadıkları ve sonradan dahil oldukları üzerinedir.

Ölüler ülkesinde “zamanın” bizim dünyamızın tam tersi olması sebebiyle, şaman ruhlarıyla sadece geceleri iletişim kurabilmektedir. Bu sebeple şaman ayinleri gece karanlık bastıktan sonra başlar ve bazen bütün gece boyunca devam eder. Bölgelere göre- hâtta bazen kişilere göre-değişebilen bazı farklılıklar olsa da, bunlar genelde teferruata yönelik olmakla, şaman ayinleri ana hatlarıyla aynıdır. Yenisey nehrinin aşağı havzasında şahit olduğum bir şaman ayininde; şamanın hareketlerine ve mimiklerine özel olarak dikkât etmiştim. Şaman, dans ederken öne eğildiğinde, bedenini de uyumlu bir şekilde titretiyor ve kıyafetindeki metal aksamın ses çıkartmasını sağlıyor, bazen de bir anda kendi etrafında dönüp, sıçramaya başlıyordu. Seyirci gözüyle bakıldığında, sanki belirli bir hayvanı canlandırmaktaydı. Seyredenlerden biri bana, şamanın “bir ayı gibi yürüdüğünü” açıkladı. Ayin boyunca iki defa bir öfke buhranına kapılmışçasına yüzü değişti, terli suratında ürkütücü ve korkunç bir ifade belirdi, sonra sakinleşip, bitkin bir şekilde yere yığıldı. Bütün bunları yaparken, bir yandan da devamlı olarak şarkılar söyleyip, çadırdaki ruhlarla konuşup veya ölüler ülkesinde yaşadıklarını katılanlara aktarıyordu. Şarkı söylerken, birkaç dize söyledikten sonra her seferinde yardımcısı söylenen dizeleri tekrarlamaktaydı. Şarkının tekdüze akışını arada şamanın konuşmaları veya yaptığı tabiat sesi taklitleri bozmaktaydı. Gmelin, “şamanın şarkısı ayının böğürtüsünü, aslanın kükremesini, köpeğin havlamasını ve kedinin miyavlamasını andırır” diye yazarken, muhtemelen bunları kastediyor olmalıydı.

Şamanın hareketleri ve çıkarttığı sesler, özellikle de taklit ettiği hayvanın üzerinde taşıdığı sembolik kıyafet dışarıdan görünüm olarak tam bir uyum arz eder. Şamanın taklit ettiği hayvanlar elbette çok çeşitlidir ve o sırada içine girmiş olan ruh hangi surete büründüyse, o hayvanı canlandırır.

Tunguzlar ve Jukagir şamanları da ayin esnasında değişik hayvan ve kuşların seslerini taklit ederler. Priklonskij, Yakut şamanlarının çoğunlukla kuş seslerini taklit ettiklerini anlatır. Lehtisalo da şahit olduğu bir Samoyed ayininde, ayin boyunca şamanın kekelemeye benzer sesler çıkarttığını, bu seslerin “a a a avlık” şeklinde ses çıkartan deniz papağanının (Fratercula arctica) taklidi olduğunu anlatır. Buryat şamanı, ayin esnasında “boğa efendi”yi (Bugha noyon) canlandırması gerektiğinde, boğanın sesini taklit eder, dört ayak üzerinde yürür, yeri eşeler ve seyredenleri boynuzlarmış gibi yapar. Bu ayinleri izleyen birinin dikkâti, sadece şamanın hareketlerine değil, ister istemez seyircilere de kayar. Sessiz bir coşku içinde şamanın ayinini izlerken kendilerini kaptırmış oldukları esrarlı atmosfer, seyircileri daha da heyecanlandırır. Bazı bölgelerdeki şamanlar, ayinin sonunda tek tek her izleyicinin ayaklarının dibine davulun tokmağını atar ki, tokmağın vurma yüzeyi yukarı gelecek şekilde düşmesi, şamanın görevini başarıyla ifa ettiğinin ve sözlerinin doğru olduğunun teyidi sayılır.






Uno Harva'nın Altay Panteonu adlı kitabında alıntılanmıştır.


Çeviren: Erol Cihangir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak