29 Ocak 2023 Pazar

ESKİ TÜRK HAKANLIKLARINDA TEŞKİLAT

 


Eski Türk Devlet/Hakanlık (İl) Teşkilatı


Eski Türkler devlet oluşumunu gerçekleştirmeleri için dört önemli unsuru içlerinde barındırmaları gerektiğine inanmışlardır. Bunlar: 1. Bağımsızlık (Oksızlık), 2. Ulke (Uluş), 3. Halk (kün), 4. Kanun (Töre)’dir. Bu dört unsur bir araya geldiğinde hükümdarlık (Erlik), kut, cihan hakimiyeti ülküsü ile birleşerek büyük bir devlet kurulmuştur. Devletleşmeye giden süreçte aşağıda açıklayacağımız hakimiyet anlayışı etkili olduğu kadar kurumlar olarak meclis, hükümdar, hükümet, hatun, veliaht, ikili teşkilat, diplomasi (elçilik), ordu ve adli teşkilatta etkili olmuştur.


Türklerde Hakimiyet Anlayışı


Hükümdara İdare Etme Hakkının Tanrı Tarafından Verilmesi


Eski Türk hükümdarlık anlayışı karizmatik (hükümranlık yetki ve kuvveti Tanrı tarafından bağışlanan) bir tip olarak kabul edilmiştir ki ön Türkler hakkında bilgi veren vesikalarda idare etme hakkının Türk hükümdarlarına Tanrı tarafından verildiği (kut: siyasi hakimiyetin bağışlandığını) açıkça görülmektedir. Asya Hun hükümdarı Mete'un unvanı "Gök-Tanrı'nın (güneş ve ay'ın) tahta çıkardığı Tanrı Kut'u Tan-hu"idi. Hsia Hun Devleti Tan-hu'su He-lien Po-Po (5.yy ilk çeyreği) şöyle diyordu: "Benim hükümdar olmam Tanrı tarafından kararlaştırıldı."


Bu hususta Bizans tarihçisi Priskos şu delili zikretmektedir: "Priskos, Roma elçisi Contantiolus'tan Roma'dan bir unvan alma hususunda münakaşaya giriştiği zaman Attila'nın kendisine yalnız -reis, başbuğ- unvanı verilmesine son derece kızdığı ve hiddetlendiğini duymuştur".


Bu hiddetinde Attila'nın Tanrı tarafından kendisine dünya üzerindeki hakimiyetin bahşedilmiş olduğu kanaatini beslemiş olmasının da hissesi olsa gerektir. Zira bu hadiseler akabinde Roma elçisi Priskos'a "Bir zamanlar İskit krallarının mukaddes bir eşya saydıkları ve orduları teftiş eden kimseye ayrılmış bulunan Tanrı Ares’in kılıcının Attila'nın elinde bulunduğunu" söylemektedir. Attila ise bunu Tanrı tarafından dünya hakimiyetinin kendi eline tevdi edilmiş olduğuna alamet saymıştır.


IX. yüzyıl Tuna Bulgarlarından kalma ve Omurtag Hakan (814-831) tarafından babası Krum Hakan (803-814) adına yaptırdığı Madara Kaya Kabartmasının sağ tarafındaki kitabede Tuna Bulgarlarında da Tanrı tarafından tahta çıkarıldıkları düşüncesi çok açıktır: "Tanrı tarafından gönderilen kişi".


Kök-Türk Hakanları da bu düşünceydiler "Tanrı'ya benzer, Tanrı'da olmuş Türk Bilge Kağan"; "Babam Kağan ile anam Hatunu Tanrı tahta oturttu"; "Tanrı irade ettiği için, kut'um olduğu için Kağan oldum". Kök-Türk Kağanı İşbara (582-587) yazdığı mektuplarında "Tanrı tarafından kurulan Kök-Türk Hakanlığı" ibaresini kullanmak idi.


747 yılında Uygur Kağanı olan Moyen-Çor'un (747-749) unvanı "Tengri'de bolmış il imiş Bilge Kağan: Gökte doğmuş, memleket idare etmiş Bilge Kağan idi. Üçüncü Uygur yazıtında başa geçen hakanların unvanlarında hep Tengri kelimesinin mevcut olduğunu görüyoruz. Mesela: Tengride Alp Külüg Bilge Kağan, bunun yerine Tengride Kut Bulmuş Alp Bilge Kağan, bunun yerine de Tengride Kut Bulmuş Küçlüg Bilge Kağan geçti.


Destanlarda da Oğuz Kağan hakimiyetini ilahi bir menşeden almış, Uygur hakanları semavi bir nurdan doğan peri kızının tavsiyesiyle bu ilahi menşeye sahip olmuşlardır. Bu anlayış Müslümanlığı kabul eden Selçuklu ve Osmanlı Türk devletlerinde de mevcudiyetini devam ettirmiştir.


Divan'da Kaşgarlı Mahmud kendi ifadesi ile bu anlayışın derinliğine olan inancını İslamiyetteki anlayışla yoğurarak vermektedir: "Tanrı'nın devlet güneşini Türk buçlarında doğurmuş olduğunu ve onların mülkleri üzerinde göklerin bütün teğlerini döndürmüş olduğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi ve onları yeryüzünün itbayı kıldı. Zamanımızın Hakanlarını onlardan çıkardı, dünya milletlerinin idare yularını onların eline verdi; onları herkese üstün eyledi, kendilerini hak üzere kuvvetlendirdi. Onlarla birlikte çalışanı, onlardan yana olanı aziz kıldı ve Türkler yeryüzünden onları her dilediklerine eriştirdi; bu kimseleri kötülerin-ayak takımının- şerrinden korudu. Okları dokunmaktan korunabilmek için aklı olana düşen şey, bu adamların tuttuğu yolu tutmak oldu. Derdini dinletebilmek ve Türklerin gönlünü almak için onların dilleriyle konuşmaktan başka yol yoktur. Bir kimse kendi takımından ayrılıp da onlara sığınacak olursa, o takımın korkusundan kurtulur, bu adamla birlikte başkaları da sığınabilir.


Ant içerek söylüyorum ben Buhara'nın -sözüne güvenilir- imamlarından birinden ve başkaca Nişaburlu bir imamdan işittim. İkisi de senetleriyle bildiriyorlardı ki Yalvacımız(Peygamberimiz) kıyamet belgelerini, ahir zaman karışıklıklarını ve Oğuz Türklerinin ortaya çıkacaklarını söylediği sırada: "Türk dilini öğreniniz, çünkü onlar için uzun sürecek egemenlikleri vardır" buyurmuştur. Bu söz (hadis) doğru ise sorgusu kendilerinin üzerine olsun. Türk dilini öğrenmek çok gerekli(vacib) bir iş olur; yok bu söz doğru değilse, akıl bunu emreder."


Eski Türk hakanlıklarında görüldüğü üzere hakimiyet anlayışı karizmatik bir mahiyet arz etmiş, Türk hükümdarları ilahî bir kudretle donatıldıklarına inanmışlardır. Kut yüzyıllar içerisinde gelişerek yüksek bir devlet kurma düşüncesini ve felsefesinin doğmasına sebep olmuştur.


Hakan/Kağan/ Hükümdar


Eski Türk hakanlıklarında sosyal, dini ve hukuki alanlarda varlığını açık bir şekilde gördüğümüz Türk Hükümdarı boydan devlete giden süreçte boyunun başında bey olarak görev aldığında hükmetme hakkını da almıştır ki bu bir anlamda tahta çıkmak demektir. Bununla birlikte veliaht tayin edilmek suretiyle, iç mücadeleler neticesinde ve devlet ileri gelenleri tarafından yapılan seçim suretiyle tahta çıkma yöntemlerinin de uygulandığını görüyoruz.


Eski Türk hükümdarları semavi (ilahi) menşe ve cihan hakimiyetine sahip bulunmak inancı ile milletin ve tebaanın bir baba gibi koruyucusu olduklarına inanıyorlardı. Nitekim Orhun Yazıtlarında milleti koruyan, iktisadi ve sosyal yönden yönlendiren kağandır. "... töre mucibince amcan hakan (tahta) oturdu. Amcam Hakan (tahta) oturarak Türk milletini yüce etti; doğrulttu. Fakiri zengin kıldı, azı çok eyledi..."; "Türk milletinin adı sanı yok olmasın diye beni o Tanrı Hakan olarak (tahta) oturttu. Muhteşem bir kavim üzerine Hakan olmadım. İçte aşsız, dışta elbisesiz korkak ve zavallı bir kavim üzerine hükümdar oldum. Küçük kardeşim Kül-Tegin ile sözleştik. Babamızın ve amcamızın kazandığı milletin adı sanı yok olmasın diye Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Küçük kardeşim Kül-Tegin ile iki şad ölesiye çalıştım..."; "...Tanrı buyurduğu (ve) kut'um olduğu için, ölecek milleti diriltip, doğrulttum, çıplak kavmi elbiseli, fakir halkı(kavmi) zengin kıldım. Dört yandaki kavmi hep muti kıldım. Düşmansız kıldım (bunlar) bana hep itaat etti" ifadeleri bu duyguların ve görevlerin en belirgin ispatıdır.


Türk Hükümdarlarının Taşıması Gereken Özellikler


Kaynaklar incelendiğinde Türk milletinin hükümdarından istediği vasıflar, açık bir şekilde belirtilmiştir. Bu vasıfları taşıyan hakanlar başarılı, bu vasıfları taşımayan hakanlar ise başarısız kabul edilmiştir. Nitekim vasıfsız hakanlar millet veya meclis eliyle görevden uzaklaştırılmışlardır. Bu vasıfları maddeler halinde şu şekilde verebiliriz:


1- Akıllı, Bilge ve Bilgili olmalıdır

2- Cesaretli, kuvvetli ve kahraman olmalıdır

3- Asil soydan gelmelidir.

4- Dürüst olmalı, doğruluktan ayrılmamalıdır

5- Fazilet sahibi olmalıdır

6- Sözünde duracak ve verdiği sözden dönmemelidir

7- Hasîs değil, eli açık olmalıdır

8- Yumuşak huylu, alçak gönüllü, himmet ve hayâ sahibi olmalıdır

9- İhtiyatlı olup, gafil olmamalıdır

10- Uyanık olmalıdır

11- İhmâlkâr olmamalıdır

12- Aceleci değil, sabırlı olmalıdır

13- Zalim olmamalıdır

14- Merhametli ve şefkatli olmalıdır

15- Yalan söylememeli ve yalandan hoşlanmamalıdır

16- Siyasette mahir olmalıdır

17- Yerine göre suçluları affetmelidir

18- İnatçı olmamalıdır

19- Temiz olmalıdır

20- Takva sahibi olmalıdır

21- Dili yumuşak (Tatlı dilli) olmalıdır

22- Mağrur ve kibirli olmamalıdır

23- Tok gözlü olmalıdır

24- Gönlü temiz ve kalbi doğru olmalıdır

25- Anlayışlı olmalıdır

26- Misafirperver olmalıdır

27- Nefsine hâkim olmalıdır

28- Harama el uzatmamalıdır

29- Tanır’ya ibadet etmel (Allah’a kulluk-ibadet etmelidir)

30- İçki içmemeli, kumar oynamamalı ve fesattan uzak durmalıdır

31- Kan dökmemeli, düşmanlık besleyip kin gütmemelidir

32- Kılıcını elden hiçbir zaman bırakmamalıdır

33- Dünya  malına  değer  vermemeli,  dünyaya  kanmayıp  kendisinin  fani  olduğunu bilmelidir.

34- Güler yüzlü, yakışıklı, saçı-sakalı düzgün ve orta boylu olmalıdır.


Türk Hükümdarlarının Vazifeleri


Türk hakanlıklarında hakanın vasıfları olduğu gibi vazifeleri de belli başlıklar altında toplanmştır. Bu akidelerin bir yönetmelik gibi düşünülmesi doğru değildir. Daha önce de ifade edildiği gibi Türk devlet ve sosyal hayatını düzenleyen töre; bu görev, vazife ve yetkileri sözlü veya yazılı olarak belirlemiştir. Hükümdarların vazifelerini 15 başlık altında toplayabiliriz:


1- Barış ve sükûnu sağlamalı, bunu dünya çapında gerçekleştirmelidir

2- Milleti için gündüz oturmadan, gece uyumadan hizmet etmeli ve vatanı savunmalıdır.

3- Memleketi tanzim ve idare etmeli, halkı düzene koymalıdır

4- İyi kanunlar yapmalı, adaletle uygulamalı ve halkı korumalıdır

5- Dağınık boyları toplayıp nüfusu çoğaltmalıdır

6- Halkı çıplak ise giydirmeli, aç ise doyurmalıdır

7- Yiyecek, içecek vermeli ve mal dağıtmalıdır

8- Kuldan “fakir” adını kaldırmalıdır

9- Halkın menfaatini düşünmeli ve onlara şefkatle muamele etmelidir.

10- Devlet idaresinde sâdık, seçkin ve bilge idare adamlarına görev vermelidir

11- Âlimleri himaye etmelidir

12- Kumandan olmalıdır

13- Asker toplamalı ve onları memnun etmelidir

14- Kötüleri cezalandırmalı, iyileri korumalıdır

15- Meclisi toplamalıdır




Halkın Hükümdardan İstekleri


Eski Türk toplumunda halkın hükümdardan istekleri, hükümdarın da halkına karşı vazifeleri vardı. Bunları en iyi şekilde bize aktaran Kutadgu Bilig’in yazarı Yusuf Has Hacib’dir. Yaklaşık 1000 yıl önce yazılan bu istek ve vazifeler günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Kanaatimiz, Türkiye Cumhuriyetini yönetenlerin ve yönetmeye talip olanların bu eseri mutlaka okumalarıdır. Yusuf Has Hacib’in tespitleri ile bu istekler ve vazilefeler şunlardır:


Ekonomi: “Memlekette gümüşün temiz tutulması” (para ayarının korunması, iktisadi istikrar).

Hukuk: “Adil kanunlarla idare olunmak, birinin diğerine tahakküm etmesine fırsat verilmemesi” (adil kanun).

Güvenlik: “Bütün yolların emin tutulması, yol kesici ve haydutların ortadan kaldırılması” (asayişin sağlanması).



 

Halkın Hükümdara Karşı Vazifeleri


Ön Türklerde, halk ilahi bir güçle tahta geçen hükümdara ve kendisini yönetenlere karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirmekle mükellef tutulmuştur. Yönetenler yasaları koyup, uygulanmasını denetlerken, halka da konulan bu yasalara uyarak toplumun rahat bir şekilde yaşamasını sağlamıştır.


Hukuka riayet etmek: “Hükümdarın emrine hürmet etmeli, verilen emri yerine getirmeli”.

Vergi ödemek: “Hazine hakkını gözetmeli ve vergisini vaktinde ödemeli”.

İhanet etmemek: “Dostuna dost, düşmanına düşman olmak, hıyanette ve nankörlükte bulunmamak”.


Hakimiyet ve Hükümdarlık Sembolleri


Eski Türklerde hükümdarın hakimiyet kaynağı yukarıda da ifade ettiğimiz gibi ilahi temellere dayanmaktadır. Hükümdar bir anlamda Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olarak kabul edilmiştir. Bu yüzden de hükümdarın kut, ülüg veya ülüş (yani pay, kısmet) ve Küç (yani güç) sahibi olması hükümranlığının ve meşruluğunun onaylanıp kabul edilmesi anlamına gelmekteydi.

Hakimiyet ve hükümdarlık sembollerinden biri de alınan unvanlar ve lakaplardır. Hükümdar taşıdığı unvanla bütünleşmiştir zira bir unvan almak veya bir unvanı taşımak boy beyliğinden hakanlığa giden süreci göstermiştir. Şanyü, Kağan, Yabgu, Han gibi unvanlar kullanılırken, Alp, İlteber, Alp Saçı, Kutluk, bilge, Kapgan, Böri Şad gibi sıfatlar da kullanmışlardır. Kağan kelimesinin Türk tarihinde kullanılması M.250’lerde görülmektedir ve bu kelime Asya Hunlarında hükümdarı ifade etmek üzere kullanılan Şanyü (Tanhu) kelimesine denk gelmektedir. Kağan ordunun başkomutanıdır, adaletin koruyucusu ve uygulayıcısıdır. Hükümdarlar kağan olarak tahta çıkmadan önce şadlık görevinde bulunurlar, tahta çıktıktan sonra kağan unvanını alırlardı. Ancak kağan unvanını da tek başına kullanmamışlardır. Alp, İl, İlig, bilge, Kutluk, İlteriş, Külüg, Kür gibi Türklerin kahramanlıklarını ifade eden sıfatlar kullanmışlardır. Nitekim unvanın önündeki sıfat hükümdarın kahramanlığı, cesurluğu, kutsiyeti ve adaleti ile ilgilidir.


Diğer hakimiyet ve hükümdarlık sembolleri ise şunlardır.


Ordu (devlet merkezi, başkent)’ya sahip olmak

Otağ

Kağanlık Otağı

Taht ve Taç (Kağanın devleti yönetirken oturduğu değerli madenler ve taşlar ile süslenmiş koltuk tahtı ifade ederken, yine kağanın başına taktığı değerli madenler ile işlenmiş gösterişli takılar da taç’ı ifade etmiştir).

Kotuz (Sorguç) (Kotuz, hükümdarın elbisesinde veya başında taşıdığı simgedir ki bu simge genelde tüy’dür).

Kemer (Kur), (Kağan, tahta çıktıktan sonra özel yapılmış bir kemer kuşanırdı ve bu kemerin tokası çeşitli figürler ile süslenirdi).

Kılıç

Hançer (Bükte)

Kamçı (Berge)

Ok ve yay

Bayrak ve Tuğ

Toy (şölen, şenlik)

Orun ve Ülüş (Mevki ve Pay)

Toy (meclis)

Elçi gönderme ve kabul etme

Anıt mezar yaptırma




Hatun


Eski Türk devlet teşkilatında kağandan sonra ikinci sırada hatun gelmektedir. Hükümdar törenle "Kağan" unvanını alırken, zevcesi (veya hatun olmak üzere saraya gelen gelinin) törenle "Katun (hatun)” unvanını almıştır. Nitekim Divân'da "Tarım" kelimesi karşılığında "Tekinlere ve Afrasiyab soyundan olan hatunlara ve bunların küçük-büyük çocuklarına karşı söylenen bir kelime" şekli verilmekte "Altın Tarım" da "büyük kadınların lakabı" olarak geçmektedir. Yine Divân'da Terken unvanı için; vilayet üzerinde vali olan kimseye karşı hakanların aytasıdır, kendisine itaat edilen demektir. Hakanlık makamında oturmayanlara bu söz söylenmez ifadesi geçmektedir.


Kağan'ın derece itibari ile ilk zevcesine katun veya hatun denilmiştir ve bu hanımın Türk olması şarttır. İleride hükümdar olacaklarda Türk bir hatundan doğma şartı aranmıştır. Bu yüzden de evlenmelerde ilk eş boy içerisinden alınmıştır. Daha sonraki dönemde siyasi evlenmeler yapılmıştır. Eski Türkçede hatun kelimesini Orhun Yazıtlarında Bilge Kağan'ın sözlerinde görebilmekteyiz: "Tanrı Türk milleti yok olmasın diye babam İl-teriş Kağan ile anam İl-bilge Hatun'u yükseltti.". Bu sözler aynı zamanda kadının siyasi ve içtimai mevkiinin ne derece ileri olduğunu da göstermektedir. Hatun'un önemini, tarihi seyir içinde oynadıkları rollere ve yaptıkları icraatlara bakarak belirtmeye çalışalım.


M.Ö. 200 yılında Mete'un Çin'i kuşatması sırasında Çin İmparatoru kuşatmadan kurtulmak için bir yol aradı. Sonra Mete'un Hatununa armağan ile birlikte (aracılığını istemek için) elçi gönderdi. Mete'un hatunu bunun üzerine Mete'a şöyle dedi: "iki büyük hakan böyle dar bir yerde ve durumda karşı karşıya kalmamalıdır. Şimdi Çin toprakları senin eline düşmüş gibidir. Ancak bu onur (ve kazanç) sana hiçbir zaman büyük bir güç kazandırmayacaktır. Onun hepsini almış olsan bile Çin İmparatorunun kendi halkı arasında ilahi bir güce sahip olduğunu unutmamalısın… Ey (Hun) Hakanı ne yapacağını düşün ve (ona göre) planını yap". Hatunun böyle konuşması ve yol göstermesi dünya tarihinde pek görülmüş ve duyulmuş bir şey değildir. Nitekim durumun münasebetsizliği karşısında şüphelenen Mete hanımının sözlerini dinledi ve kuşatmanın bir tarafını kaldırdı. Bu durum bize hatunların Türk devletlerinde söz sahibi olduklarını göstermektedir.


Attila'nın Arı-kan'ın yanında başka birçok zevcesi mevcut idiyse de; tahta çıkışta (bu ilk hanımından) dünyaya gelen üç oğlu hesaba katılmıştır. Arı-kan'ın ayrı bir saraya sahip bulunması, müstakil gelirinin olması kadınlara verilen değeri ve yeri gösterir. Yine hükümdar Bleda'nın dul karısı hakkında Bizanslı tarihçi Priskos ve dahil bulunduğu elçilik heyetinin üyelerinin geceledikleri köyün sahibinin bu kadın olduğunu Priskos'tan öğreniyoruz.


Kök-Türk Hakanlığı zamanında (532-582) İl-Kağan bizzat ordusuna kumanda ederek Ma-i'ye taarruz ediyordu. İl-Kağan Çin İmparatoruna bir elçi göndererek Çinli bir prensesle evlendirilmesini rica etti. İmparator "Mai şehrini kuşatmadan vazgeçerseniz evlenme teklifini görüşebiliriz" diye cevap verdi. İl-Kağan muhasaradan vazgeçmek istedi fakat karısı İ-Ch'en Konçuy şehre yapılan baskınlara devam edilmesinde ısrar etti ve Çinliler Kök-Türklere teslim oldular.


Tabgaç Hükümdarı Ta'po Kiao (499-515)'un ölümünden sonra dul karısı kraliçe Hu, 515'den 528'e kadar Tapo İmparatorluğunu yönetmiştir.


585 ve 726 yıllarında Çin elçilerinin kabulünde Kök-Türk Hatunları hazır bulunmuşlardı.


Uygurlarda Tengriken (prenses) Kara-Kurum'da Pieh-li Po-Li Ta adı verilen yerde oturuyordu. Bu sözün manası "Hatunun oturduğu dağ" demekti. Yine Uygurlarda "Katun Bulav (hatun pınarı/kaynağı)" olarak adlandırılan sıcak su kaynakları bulunmakta idi. Bu Hatun Pınarı bir Uygur Tenrikeninin yaşadığı şehrin civarında idi.


Çin İmparatorunun emriyle 988 yılında yaptığı büyük seyahatinde Wang Yen-Te'yi Uygur hakanı (Turfan Uygurları) yanında hatunu bulunduğu halde karşılamıştı.


Uygurlar VII. yüzyılda henüz devletlerini kurmadan önce boylar topluluğu halinde bulunurlarken bu boyun başbuğu Pu-sa (Alp-İlteber) savaşlarda meşgul olduğu için, anası Uluğ Hatun ihtilaflara ve davalar bakıyor; kanunlara tecavüz edenleri şiddetle fakat adaletle cezalandırıyordu. Bu sayede Uygular arasında nizam kurulmuş oluyordu.


Arap İstilası karşısında Tuğ-şad küçük olduğundan, anası Hatun Buhara hükümdarı bulunuyordu. 15 yıl tahtta kalan Hatun, Araplarla uzun müddet savaş ve barış halinde bulundu. O Çinliler ile de münasebette olup, İmparatora 719'da elçi gönderip Araplara karşı yardım istemiştir.


İbn Fadlan İtil Bulgar Hükümdarının huzuruna çıktıklarında, Hatunun hükümdarın yanında olduğunu belirterek: "Halifenin mektubu okunması tamamlanınca, adamları hükümdarın üzerine çok miktarda gümüş para saçtılar. Bundan sonra ona ve karısına getirdiğimiz ıtr, elbise, inci gibi kıymetli hediyeleri çıkardım. Bunları birer birer ona ve karısına takdim ediyordum. Nihayet bu işi de bitirince halkın huzurunda hükümdarın karısına hil'at giydirdim. Hatun hükümdarın yanında oturuyordu. Bu onların adetidir. Hatuna hil'at giydirince kadınlar onun üzerine gümüş para saçtılar" demektedir.


Efsane ve destanlarımızda da hatunun yüksek değerini görebiliyoruz.


Farsça Oğuzname'de Buğra Han'ın Boyra (Baber-Babur) adlı bir hatunu vardır. Bu hatun çok akıllı, ermiş, çok temiz ve her bakımdan mükemmel bir kadındı. Devleti daha ziyade o idare ederdi. Bayra Hatun bir gün ansızın öldü. Buğra Han sevgili karısının ölümüne pek üzüldü, kedere kapıldı. Büyük bir yas tutarak bir sene müddetle hiç kimse ile konuşmadı. Evinden (çadırından) çıkmadı.


Ebulgazi Bahadır Han'ın eseri şecere-i Terâkime'de Oğuz elinde beylik yapan bazı kadınlar hakkında rivayetler vardır. Türkmenlerin tarih bilen bahşilerine göre yedi kız bütün Oğuz elini "ağızlarına baktırıp" çok yıllar beylik etmişlerdir. Bunlardan birincisi Altun Köngülüş Bey'in kızı ve Salur Kazan'ın karısı "boyu uzun Burla Hatun"idi.


Amme velayeti hakan ve hatunun her ikisinde ortak olarak tecelli ettiği için bir emirname yazıldığı zaman, hakan emrediyor ki ibaresi ile başlarsa ona boyun eğmezlerdi. Bu emrin kabul edilmesi için mutlaka hakan ve hatun emrediyor ki, sözü ile başlaması lazımdı. Hakan bir elçiyi huzura tek başına kabul edemezdi. Elçiler ancak sağda hakan, solda hatun oturdukları bir zamanda ikisinin birden huzuruna çıkarlardı. Şölenlerde, kurultaylarda, ibadetlerde, harp ve sulh meclislerinde hatunda mutlaka hakanla beraber bulunurdu. Hakanın hürmette ortağı bulunan hatuna "Terken" unvanı verilirdi. Hatun, hakan sülalesine mensup bütün tengrikenlerin ortak unvanı idi.


Tegin- Tigin- Veliaht- Şehzade


Eski Türk devletlerinde hükümdar, kendisinden sonra devleti yönetecek olan veliahtını kendisi tayin edebilirdi ama bu bir zorunluluk değildi. Yine en büyük evladın mutlaka tahta çıkması prensibi de geçerli olmamıştır. Tahta çıkmada liyakat esas alınmıştır ki bu usul Osmanlılara kadar bütün Türk devletlerinde geçerli olmuştur. Sebebi kut ile ilgilidir. Tanrı tarafından kendisine kut verilen hükümdarın bu kut’u oğluna devretmesi için bir mecburiyet yoktu, Tanrı ondan alıp başkasına verebilirdi.


Hükümdarlık anlayışının yukarıda da ifade ettiğimiz gibi karizmatik yapıda olması devlet idaresinin hükümdar ailesinden en dirayetlisine verilmesini sağlamıştır. Ancak bu anlayış zaman zaman ailede veliahtlar arasında bir taht mücalesinin yaşanmasına da sebep olmuştur. Diğer taraftan veliahtlar küçük yaşta iseler amcalarının tahta geçmeleri töreye göre uygun sayılmıştır. Nitekim II. Köktürk hükümdarı İlteriş öldüğünde çocukları Bilge ve Kültegin küçük oldukları için tahta amcaları kapgan geçmiştir.


Sadece Peçeneklerde görüp, diğer Türk devletlerinde görmediğimiz bir usul ise, başbuğun ölümünden sonra çocuklarının değil, kardeş veya kardeş çocuklarının tahta çıkmasıdır.


İkili Teşkilat


Eski Türk devletlerinde ülke genellikle iki bölüm veya kanat halinde idare edilmiş ve bu sisteme ikili teşkilat denilmiştir. Doğu-batı (Asya-Avrupa Hunları, Tabgaçlar, Kök-Türkler); Kuzey-güney: yönlere göre sağ-sol (Asya Hunları, Ak- Hunlar, Kök-Türkler); Büyük-küçük (Bulgarlar, Wusunlar); İç-dış (Oğuzlar, Karluklar, Bulgarlar); Bozok-Üçok (Oğuzlar). Bu bölümlerde yaşayan halk da ak (sarı) veya kara sıfatları ile birbirlerinden ayırt edilmişlerdir. Ak Hun-Kara Hun, Ak Hazar-Kara Hazar, Ak Kuman-Kara Kuman, Sarı Uygur gibi.


Bu bölünmede daima bir tarafın üstünlüğü kabul edilmiştir. Başta hakan bulunur, ülke sağ ve sol kanatlar halinde teşkilatlandırılırdı. Her iki kanat da merkeze bağlı olarak kağanın kontrolü altında tutulurdu. Kanatların başındaki idareciler, kağanın hakimiyeti altında töre hükümlerini yürütür, kendi bölgelerini ilgilendiren hususlarda dış münasebetlere girer, ancak il yani devlet ile ilgili bütün meselelerde toplanırlardı. Ordular birleştiğinde herkes ait olduğu yöne göre sağ ve sol kanatta yerini alırdı.


Kağan ileride devleti yönetecek olan tegini sağ kanata idareci olarak atayarak burada tecrübe kazanmasını sağlardı. Diğer teginler ise genelde sol kanata atanırlardı.



Toy (Meclis-Kurultay)


Toy; Türklerde meclise verilen addır ve bütün Türk lehçelerinde doğrudan doğruya “meclis, toplantı” manasına gelmektedir. Devlette bir müessese adı olarak sonraki asırlarda ortaya çıkıp zamanla dilimize yerleşen Moğolca “kurultay” sözünün Türkçe karşılığıdır.


Türk Kağanları, devlete ait işlerde kararları tek başına almazlardı. Eski Türk devletlerinde siyasî, askerî, ekonomik, sosyal ve kültürel konulardaki meselelerin görüşüldüğü, tartışıldığı ve karara bağlandığı yer meclislerdir.


Mete (M.Ö. 209-174) devrinden beri Türklerde meclisin var olduğu bilinmektedir. Bu meclislere “toy”, “kengeş”, “térnek”, ve “kurultay” (moğ.: khuriltai) gibi adlar verilmekteydi. Meclis üyelerine de “toygun” denmekteydi.


Devlet meclisine kağan başkanlık ederdi. Kağan bulunmadığı zamanlarda meclis, “aygucı” veya “üge” unvanıyla anılan devlet danışmanlarının başkanlığında toplanırlardı. Hükümdarın meclise teklif vermeye yetkisi vardı ancak buna karşılık yapacağı işlerde meclisin onayını almak zorunda idi.


Başta “hatun” ve “şad” olmak üzere “yabgu, tigin, il-teber, erkin, kül-çor, apa, tudun, tarkan” gibi askerî ve idarî yüksek görevliler, devlet meclisinin tabiî üyeleri idiler. Bu duruma göre, devlet meclisindeki üyelerin bir kısmı hanedandan, bir kısmı da hanedan dışından seçilmekteydi.


Asya Hun hakanlığında Mete (M.Ö. 209-174) devrinden beri devlet işleri ve dini törenlerle ilgili toplantılar yapılmaktaydı. Bunlardan biri daha çok dini mahiyette olup senenin ilk ayında Tan-hu'nun sarayında yapılıyordu. Diğer iki toplantının biri ilkbaharda 5. ayda Lung-Ç'eng'de, diğeri sonbaharda hayvan mevcudu, devletin insan ve askeri gücünü tesbit etmek üzere Ma-i bölgesinde yapılmakta idi. Bunlar arasında en büyük ve mühim olanı ilkbaharda yapılan toplantı idi. Bu toplantıda Gök'e (Tanrı), yere, atalara ve tabiat kuvvetlerine kurbanlar sunulur, değişik spor yarışları düzenlenirdi. Bu toplantılarda hükümdarlıklar tasdik edilir veya yeni bir Tan-hu seçimi yapılır, gerektiğinde de idareye geniş yetkiler verilir ve bütün meseleler üzerinde umumi müzakereler açılarak, görüşülüp karara bağlanırdı. Bu toplantıya Tan-hu'nun başkanlığında, hatun, hükümet üyeleri, askeri ve sivil bütün görevli başbuğların, yüksek makam sahiplerinin, tabi Hun boyları ve yabancı zümreler temsilcilerinin katılmaları mecburi idi. Çünkü bu meclis ve toplantı dolayısı ile Tan-hu tarafından verilen yemekte hazır bulunmak devlete sadakat işareti sayılıyor, aksi ise itaatsizlik yani isyan kabul ediliyordu. Mesela O-yen-t'e'nin (M.Ö. 85-68) tahta çıkışı sırasında hanedan üyeleri arasındaki anlaşmazlıklar yüzünden sağ kanat elig'leri protesto gösterisi olarak bu toplantıya gelmemişlerdi.


Yukarıda bahsettiğimiz (vatan sevgisi bahsinde) Mete'un komşu T'ung-hu'larının isteklerinin görüşüldüğü meclis böyle bir meclis olmalıdır.


Attila'nın bir "seçkinler meclisi"nin olduğunu Bizans elçilik heyetine dahil olarak Hun başkentine gelen tarihçi Priskos ifade etmektedir.


Kök-Türk Hakanı T'a-po kendisinden sonra tahta T'a-lo-pi-en'in geçirilmesini tavsiye etmişti. Durumu töreye uymadığı için (annesi asil değildir), devlet adamları ve halk toy'da tartışarak: "Dört kağan oğlundan en bilgilisi, en layığı She-tur'dur (İşbara)". Beraber onu çağırıp, davet etiler. İşbara'nın kuvvetli, cesur ve kahraman bir şahsiyet olması diğer devlet adamları üzerinde etkili oldu. Meclis ortaklaşa aldığı bir kararla onu kağan ilan etti.


Peçeneklerde de mühim işlerde bütün Peçenek zümresinin birlikte hüküm vermesi gerekiyordu. Mesela herhangi bir yere gidilip-gidilmemesi gibi meseleler, Peçenek Heyeti Umumiyesinde tartışıldıktan sonra karara bağlanıyordu.


İbn Fadlan'ın bulunduğu elçilik heyeti İtil-Bulgarları ülkesine gitmek için Oğuz Devleti erkanından olan Sü-başı'dan izin istediler. Bunun üzerine Sü-başı emrindeki devlet erkanını meseleyi müzakere etmek üzere toplantıya çağırdı. Hiç şüphesiz bu bir kurultay (toy:meclis) idi. Muhtelif oturumlar halinde yedi gün süren toplantı tartışmalı geçmiş, çeşitli görüşler ileri sürülmüş, elçilik heyetinin yoluna devam eylemesi için izin verilmesi noktasında birleşilmiştir. Bu olay gösteriyor ki, devlet idare yetkisi hükümdar dahil, hiç kimsenin tek başına elinde bulunmamaktadır. "Ortak


Sorumluluk" sistemi bütün devlet yapısına hakimdir. Oğuzlar'ın demokratik esaslara göre idare edildiğini gösteren bu prensibin siyasi hayat alanı içinde kalmadığı, toplum hayatını da içine aldığı, aynı İbn Fadlan'ın şüphesiz Kurultay'da oy birliği ile alınan kararların bazen "en basit Oğuz vatandaşı" tarafından bile bozulabileceğini söylemesinden anlaşılmaktadır.


Hükümdarı denetleyen bir mekanizma görevini üstlenen meclislerde her türlü siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel meseleler konuşulup karara bağlanırdı. Meclis isterse hükümdarın istediği ve onayladığı bir konuyu onaylamayabilirdi. Mesela ünlü Tabgaç hükümdarı T'a-i-wu, ülkesinde


Budizm propagandasını yasaklama kararını, vezirinin (devlet başkanının) yardımı ile devlet meclisinden aldırtmıştı. Kök-Türk devletinde Hakan Bilge Kağan'ın (716-734) ileri sürdüğü iki teklif (Kök-Türk şehirlerinin surlarla çevrilmesi ve Budizm ile Taoizm'in ülkede propaganda edilmesi) meclis tarafından kabul edilmemişti.


Eski Türk geleneklerini özlü bir şekilde yansıtan Oğuz Kağan Destanında, Oğuz düzenlediği büyük Toy'a "il"i (devlet sorumluları) ve "Gün"ü (halk) davet etmişti. Halk temsilcilerinin kendi aralarında "Kengeş"likten (müzakere) sonra katıldıkları Toy'da Hakanlığı kabul ve gelecekle ilgili kararlar tesbit olunarak, sonuç Hakan tarafından ilan edilmişti.


Oğuzlar, Kurultay ve şölen gibi kudsî ve umumi günlerde Hakan'ın huzurunda daima sağ-sol olmak üzere 12 boydan her biri, ananevi boy hukukunun kendisine tayin ettiği muayyen yerlerde otururdu ve her boy kesilen hayvanın evvelce yine bu ananenin kendisine tayin ettiği muayyen hisseyi almakla mükelleftir.


Dede Korkut Hikayelerinde beylerin sık sık toy yani büyük ziyafetler verdiklerini görüyoruz. Doğum, bey oğlunun ilk avı, herhangi bir dilekte bulunma, bir işin görülmesi ve bir felaketten kurtulması kısaca herhangi bir sevinç vesilesi ile toy veriyorlardı. Birde metbuların tabilerine verdikleri resmi mahiyete haiz toylar vardı. Bu resmi toylarda veya onlardan birinde tabiler, metbularının müsaadesi üzerine toy'un verildiği yerdeki eşyaları ziyafetten sonra yağmalarlardı. Mesela Beyler Beyi Salur Kazan, Üçok ve Bozok beylerine toyunu yağmalatmıştı.


Yine Dede Korkut hikayelerinde toy'un dini mahiyeti henüz zail olmamıştı. Dirse Han karısına çocuklarının niçin olmadığını sorduğunda hanımı ona:

"Ala çadır diktir,

Attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kırdır,

İç Oğuzun, Dış Oğuzun beylerini üstüne yığınak et

Aç görsen doyur,

Yalıncak görsen donat,

Borçluyu borcundan kurtar,

Tepe gibi et yığ,

Göl gibi kımız sağdır,

Ulu Toy eyle hacet dile

Olaki bir ağzı duâlının bereketiyle Tanrı bize erdemli bir çocuk vere"dedi.

"...ki bunların işleri aralarında müşavere iledir..."


Diğer milletlerdeki meclisler ile Türklerdeki meclisi kısaca karşılaştıracak olursak;


Çin Meclisi: Çin kaynağı der ki “Bu müşavirler meclisinin imparatorun yanında hiçbir önemi yoktu.” Bununla beraber halkı temsil eden kimsenin o meclise katılma hakkı da yoktu.


Roma: Birden fazla meclis vardır. Asillerin meclisi ön plandadır. Krallık döneminde ise “İhtiyarlık Meclisi” ortaya çıkmıştır ve sonradan “Senato” adını almıştır. İhtiyarlar meclisi Patrikiler ve Plebler sınıfından oluşuyordu. Kayd-ı hayatla kral tarafından seçilirlerdi.


Eski Yunan: Birden fazla meclis vardır. Beşler, Beş Yüzler, Arhonlar, Drakonlar vs… gibi meclisleri vardır. Bunlar sınıfların meclisleridir ve vatandaş sınıfının meclisi kralı bağlamazdı.


İran Meclisi: Bu meclisin kralı kontrol yetkisi olmadığından, kralın ağzından çıkan kanun olarak yorumlanmıştır.


Moğol: Kurultay adlı meclisleri vardı. Yalnız Cengiz Han ile ailesi meclise katılır ve çıkan karar Moğol hanını bağlamazdı.


Tabilik (Vassallık) Yükümlülükleri ve Sembolleri


Eski Türk devletlerinde hem kendilerinin tabiyeti altına gireceklerden hem de başka bir devlete kendileri tabi olduklarında uyacakları esaslar töre ile belirlenmiş ve belirli sembollerle resmi hale getirilmiştir. Bu itaat ve vassallık sembolleri ve uygulamaları şunlardır:

Rehin Verme

Ok alma

Tuğ ve Davul Alma

Kemer Alma (İtaat Kemeri)

Kurultay ve Toy Davetine icabet etme

Vergi verme

Unvan Alma

İl Olma




PROF. DR. MUALLÂ UYDU YÜCEL’in TÜRK TARİHİNE GİRİŞ Adlı Kitabından Alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak