17 Ocak 2023 Salı

BÜYÜNÜN TARİHÇESİ

 


Büyü, bir fenomen olarak, tarihin bütün dönemlerinde, bilinen bütün dinî sistemlerin bir parçası olarak, şu ya da bu şekilde var olmuştur. İnsanlık tarihinin en eski dönemlerinden beri var olan ve uygulanan bir faaliyet olan büyü, dinî ve din dışı düşüncelerle yakın veya uzak bir ilişki içerisinde olmuştur.


Yazıdan önceki dönemlerde, büyüye ilişkin bilgiler, güvenilir verilerin eksikliği nedeniyle sınırlı kalmaktadır. Mağara duvarlarındaki resimlerle oymaların, av için yapılan büyüye ilişkin figürler içerdiği öne sürülmekle birlikte, bu bir varsayımdan öteye gitmemektedir. Antik çağdaki Ortadoğu ve Yunan-Roma kültürleri, Hıristiyan Avrupa, Türk- İslâm kültürleri ve çağdaş yazısız toplumlarda büyüye ilişkin bilgiler daha da kesindir.


Büyüdeki, “Benzer benzeri meydana getirir” şeklindeki büyüsel anlayışla çizilmiş kargı saplanmış hayvan resimlerinin, çok eski dönemlerden kalma mağara duvarlarında bulunması, büyünün tarihinin çok eski zamanlardan beri var olduğunu göstermektedir. Ayrıca o dönemlerden kalma, mumyalı cesetlerin, kırmızı boya ile kaplandığı görülmektedir. Benzer benzeri meydana getirir inanışına uygun olarak, kana benzeyen kırmızı rengin ölü için bir hayat özü şeklinde düşünüldüğü, böylece kırmızıya boyanarak büyülenmiş cesedin yeniden dirileceğine inanıldığı sanılmaktadır.


Tarihin çeşitli dönemlerinde bazı dinlerde din adamlarının aynı zamanda kâhinlik yaptıkları da bilinmektedir. M.Ö. 4000 yıllarında Mısır’da, Çin’de, Babil’de ve Kalde’de falcılık ve kâhinlik yapıldığını bu gün bazı belgeler ortaya koymaktadır. Eski Mezopotamya ve Mısır’da, tılsımlı sözler ve büyülü formülleri ihtiva eden çok sayıda metin günümüze kadar gelmiştir.


O toplulukların törenlerinin çoğunun büyüyle ilgili olduğu ifade edilmektedir. M.S. I-IV. yüzyıllara ait Mısır papirüslerinde hayvanlar ve insanlarla ilgili büyü formülleri, büyü törenleri ve büyünün tutması için malzeme usullerini içinde bulunduran büyü örnekleri bulunmaktadır. Mezopotamya bölgesinde rahipler aynı zamanda büyü ile ilgili törenleri yürütmekteydi. Babilliler ve Asurlular’da kötü cinlerden korunmak için muskalar kullanılmaktaydı. Özellikle Babilliler’de toplum hayatı büyü üzerine kurulmuştu. Sanat, ticaret, savaş, din, av, v.b. faaliyetler hep büyü ile iç içeydi. Eski Mısırlılar büyü yoluyla hayat ve ölümü etkileyebileceklerini sanıyorlardı. Mısır tanrıları aldatılabilir, zorlanabilir, itaat altına alınabilirdi. Büyücülerin, çeşitli ayinlerle ölülere, iyi davranmayan tanrılara ceza verebileceğine inanıyorlardı.


Romalılar büyüyü boş ve anlamsız, büyücüleri de hilekâr ve yalancı saymakla beraber, onlarda da büyücülük geniş çapta yer almaktadır. Mısırlılar’la, Kaldeliler’in büyülerinden etkilenmiş olan Eski Roma’nın, büyücülerin merkezi haline geldiği bilinmektedir. İmparatorlar da sık sık büyücülere başvurmakta ve onlardan medet beklemektedir.


Eski Yunan’da, Haketa adındaki şahsın sırlı bir kişiliğe sahip olduğuna inanılıyordu. Bununla birlikte büyü ilâhesi olarak da benimsenmekteydi. Hatta içlerinde Parphyrius gibi kendini büyüye adayanlar da bulunmaktaydı. Büyücüler Pisagor’un rakamlarından faydalanarak, sayıları büyülü daireler içinde kullanmaktaydı. Pisagorcuların büyü nazariyeleri yanında büyü uygulamaları da yaptığı ifade edilmekteydi.


Eski Çin’de büyü, Taoizm’le özdeşleşmişti. Konfüçyüsçülük genelde büyüye karşı çıkınca eski büyücülerin işlerini Taoist ve Budist rahipler sürdürdüler. Çin’de büyü, insanı hayatta ve ölüm ötesinde güçlendirmeyi, böylece ruhları, hatta tanrıları bile kontrol altına almayı gaye edinmişti. Bunun için büyü, hayatı sarmış, halk dinini istila etmişti. Bu nedenle halk kültürü, büyüsel temalar ve ruhlarla ilgili alışılmışın dışındaki maceralarla dolup taşmıştı.


Hinduizm’de, büyücülük geniş bir yer tutar. Vedalar’da büyü ile ilgili olanı ve ilgili olmayanı ayırmak zordur. Sonraki Vedik dönemde büyüye ilginin daha da arttığı göze çarpar. Hindistan’da tıp ile ilgili uygulamalar büyü ile yakından ilgiliydi. Bu yüzden büyü hayatı sarmıştı. Zengin olsun, fakir olsun, herkes adak adayarak hastalıktan kurtulmak için büyüsel veya yarı büyüsel uygulamalara kadar bir çok büyü çeşidine ilgi duyuyordu.


Eski İran’da, din ve büyü başka hiçbir yerde görülmemiş ölçüde birbirine karıştırılmıştı. Zerdüşt sadece tevhidi yerleştirmekle kalmamış, aynı zamanda başta büyü olmak üzere çeşitli batıl inançlarla da mücadele etmişti. Zerdüşt’ten sonra Avesta’nın Videvdat bölümünde, şeytanlara karşı tılsımlar ve temizlenme kuralları öğretilmiş, büyücüler ve cadılar lanetlenmiş ise de, zamanla oluşan yeni dini yapıda Zerdüşt’den kalma telkinlerle halkın sürdürdüğü ve içinde büyü ile ilgili elemanların da yoğun olarak yer aldığı inançlar bir araya gelmiştir. Daha sonraki safhada da Mecusi diye bildiğimiz dini sentez ortaya çıkmıştır. İyiliğin kötülüğe galip gelmesi şeklindeki esas gayeye uygun olarak, iyi cin ve ruhların yardımıyla, kötü cin ve ruhların zararlı etkileri giderilmek ve büyücülerin kötülükleri önlenmek istenmiştir. Zerdüşt devrinin melekleri, ateş, sığır ve yer cinlerine dönüşmüştür. Kurbanlar büyü ayinine, dualar da efsunlara çevrilmiştir. Böylece hastalıklardan ve kötü varlıklardan kurtulmak için, afsunlar ve büyüler yapılmıştır.


Eski Türklerde de büyü ve büyücülük mevcuttu. Eski Türklerde, göz değmesine, cinlerin etkilerine ve kötü ruhlara karşı bağ, bostan ve bahçelere korkuluk (abalcı) ve nazarlık (kösgük) dikilirdi. Cin çarptığı sanılan kişinin yüzüne soğuk su serpilir, sonra da kaç kaç (Kavuç, kavuç) denilerek üzerlik ve öd ağacı yakılarak tütsülenirdi. İslam’dan önceki Türk boylarında büyü, kehanet, falcılık ve cincilik vardı. Büyü işiyle uğraşanlar genelde şamanlardı. Şaman Türklerde kam kelimesiyle ifade edilirdi. Kamlar; ruhlar ve cinlerle ilişki kurabildiğine inanılan kişilerdi. Kamlar, büyü yapar, afsunlu sözler söyler ve kâhinlik yoluyla insanın içinden geçeni bilirlerdi. Aynı zamanda gaipten haber verir, cin çarpmasını ve hastalıkları tedavi ederdi. Anlaşılmayan sözler söyler, üfürür, davul döver, kendinden geçerek görünmeyen varlıklarla ilişkiye girerdi.


Eski Türk kültüründe her türlü bela ve afetlere karşı koruyucu etkisine inanılan muska ve tılsım adeti yaygındı. VIII – XIV. yüzyıllar arasında Doğu Türkistan’da, aralarında Budist ve Maniheist Türklerin de yaşadığı bölgede yapılan arkeolojik kazılarda, tılsımlar, muskalar, üzerinde afsunlu formüller yazılı levhalar ve tahta materyaller bulunmuştur.


X. yüzyılda Türk boylarının büyük kitleler halinde müslümanlığı kabul etmelerinden sonra da, İslam şiddetle yasaklamasına rağmen büyü, İslam’dan önceki dönemden kalan adetlerle devam etmiştir. Aynı zamanda, Eski İran, Mezopotamya, Mısır ve nihayet Anadolu kültüründeki katkılarla günümüze kadar varlığını sürdürebilmiştir. Büyü geleneği, günümüzde de ülkemizin çeşitli yörelerinde değişik uygulamalarla varlığını sürdürmektedir. Hunlar’dan günümüz Türk topluluklarına kadar uzanan ve uzun bir gelişme çizgisi takip eden büyü, bugün Türkiye’de genellikle kötü niyetle yapılmaktadır. Karı koca veya başka kişilerin arasını açmak, insanın bazı kabiliyetlerini, dilini, bahtını, cinsel gücünü, idrarını bağlamak, sakatlamak, uyutmamak, malına canına, hayvanına zarar vermek v.b. gibi kötü niyetli kara büyüler yapılmaktadır. Bunun yanında kişinin kendisini, ailesini, malını ve mülkünü koruma gayesine yönelik ak büyü örnekleri de görülmektedir.


TÜRK HALK İNANÇLARINDA BÜYÜ VE BÜYÜ İLE İLGİLİ UYGULAMALAR

Yüksek Lisans Tezi

Abdulkadir Sipahi


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak