7 Ocak 2023 Cumartesi

İslam Devletlerinde Yönetim

 




İslam Devletinde Memuriyetler ve Hükumet Daireleri


1.yılda Medine'de, sayıları onlarla ifade edilen muhacir ve ensar tarafından oluşturulan İslam devleti eşitlik, kardeşlik ve yardımlaşma temelleri üzerine kurulmuştur. Hz. Peygamber'in "Kim; yetim ve bakmakla yükümlü olduğu kimseleri arkasında bırakırsa bize, kim mal terk ederse mirasçısına kalır" anlamındaki hadis-i şerifinden anlaşıldığı üzere, Müslümanlar arasında mal ve mülkleri, işleri vs. diğer konuları birleştirmek suretiyle kendilerini kardeş yapmıştı. Menfaatte bu şekilde ortak olma, Müslümanlar arasında birliğin iyice kuvvetlenmesine neden olmuştur. O dönemde dini, siyasi ve idari işlerden ibaret bulunan devlet görevlerinin hepsi Peygamber'in şahsında toplanıyordu. Biz bu konulara dini bir bakışla değil ancak devletin kuruluşunda taşıdığı önemden dolayı bahsedeceğiz.


Cemaatle namaz kılmak, dünyada birlik ve imama (devlet başkanına) itaat etme yararını sağlamıştır.

Zekata gelince; devletin ayakta durmasının ve düzeninin sebebi zekattır. Zekat kurumu günümüzde maliye bakanlığı dediğimiz Beytülmalin aslı, kaynağı ve temelidir.


Bilindiği üzere devletler, saltanat veya cumhuriyet, sınırlı (mukayyet) veya sınırsız (mutlak) bir idare olsun, her ne şekilde olursa olsun, diğerlerinden farklı ve sayılması mümkün olmayan bazı kanun ve nizamlara bağlıdırlar. Ancak iki şeyde birleşirler: Para ve asker. Bir devlet yönetim şekli ne olursa olsun parasız ve askersiz olamaz ve yaşayamaz. Muhtemelen normal zamanlardan daha çok, -özellikle kuruluş döneminde­ devletin para ve askere ihtiyacı daha büyük olur. İlk İslam devletinde namaz, Müslümanlar ve askerler arasında kardeşlik, birlik ve düzeni, zekat da askere gerekli olan malları oluşturuyordu.


İslam devletinin esas temeli: "Namazı kılınız, zekatı veriniz ve rükü edenlerle beraber rükü ediniz." Ayet-i kerimesinde belirtildiği üzere: "namaz (salat), zekat ve rüküya varanlarla rükü oluşturur. Zekattan maksat; zengin Müslümanların mallarından artan fazladan, belli bir miktar alıp fakir Müslümanlara vererek İslam dininin esası olan birliği güçlendirmek ve sağlamlaştırmaktır. Bu fazla, zekat olarak alınır, sadaka olarak verilir. Hz. Peygamber sahabenin büyüklerinden Muaz b. Cebel'i, Yemen'e vali olarak göndereceği zaman kendisine verdiği şu öğütler, sözünü ettiğimiz noktayı veciz bir şekilde gösterir: "Ehl-i kitap olan bir halka varıyorsun. Kendilerini Allah'ın varlığına ve birliğine, Muhammed'in Peygamber olduğunu kabule davet et. İtaat ederlerse, Cenab-ı Hakk'ın günde beş vakit namazı farz buyurduğunu kendilerine bildir. Buna itaat ederlerse, zenginlerden alınıp fakirlere verilen, üzerlerine Cenab-ı Hakk tarafından bir sadaka farz olunduğunu anlat. Buna itaat ederlerse sakın onların asıl mallarına dokunma. Zulme uğrayanın bedduasından kaçın. Çünkü zulme uğrayanın şikayetiyle Cenab-ı Hakk arasında bir perde ve engel olmaz."


Zekatın zenginler üzerine farz kılınıp fakirlere verilmesinde büyük hikmet vardır. Bu metot, özellikle baskı ve zorbalıkla tanınan ilkel çağlarda, halkın çoğunluğunu oluşturan fakirleri hoşnut eder. İslamiyet, zayıfa yardım etmek ve zayıfla kuvvetliyi eşit kılmak için gönderilmiştir. Bu yüzdendir ki, Hz. Muhammed'e düşman olanlar, fakirleri kendi mallarına ortak etmek istemeyen ve onlarla eşit bir halde bulunmaya tenezzül etmeyen, Mekke'nin ileri gelen büyükleri ve zenginleriydi.


(H. 2/M. 624) yılında Bedir Savaşı'ndan sonra, ganimet ve cizye gelirleri Medine'ye gelmeye başladı. Bunun üzerine gerek Hz. Muhammed gerek Hz. Ebubekir zamanlarında devlet gelirleri, biri zekat, öbürü ganimet, üçüncüsü de cizye olmak üzere üç kısma ayrılıyordu.

Zekat Müslümanların zenginlerinden toplanıp fakirlerine veriliyordu. Ganimetler, savaşlarda düşmandan ele geçen mallar olup mücahitler arasında pay ediliyordu. Cizye ise, Arap Yarımadası vs.'de yaşayan Yahudi ve Hıristiyanlardan, Müslümanların himayeleri altına giren halklardan alınan bir çeşit vergiydi. Bu malların toplanıp dağıtılmasını gözetmek, önceleri Hz. Peygamber daha sonra halifelerin görevleri arasındaydı. Medine'ye, herhangi bir bölgeden zekat geliri vs. bir mal gelince, önce mescide götürülür, Hz. Peygamber yahut halifesi tarafından hiçbir şey kalmayıncaya kadar, hepsi Müslümanlara dağıtılırdı. Bu dağıtımda, büyük -küçük, hür köle, erkek kadın arasında herhangi bir ayırım yapılmazdı.


Hz. Ömer'in halifeliğinde ülkeler fethedilip Araplar, Rum ve İranlılar ile karışıp İslam egemenliği kökleşip yayılınca, gelir kaynakları da çoğaldı. Bu yüzden gelirleri bir kayıt altında tutmaya ve korumaya, gelir ve masrafların belirlenmesine gerek duyuldu. Hz. Ömer gelirlerin bir deftere kayıt edilmesini ve bu gelirlerden hükumet adamlarına, -herkesin hakkına ve kabiliyetine göre- yıllık belli maaşlar verildikten sonra gelir fazlasının gereğinde kullanmak üzere korunmasını uygun buldu. Hz. Ömer'in bu teşebbüsü Hicret'in 15. veya 20. yılında olmuştur. Kurulan bu daire veya kurum, İranlılarda o dönemde mevcut olan dairelere benzetildiğinden divan adıyla biliniyordu.


Hz. Ömer, çevresinde bulunan Müslümanların, İslam devletinin kurulması ve genişlemesi işinde, yararlılıklarını göz önüne alarak, Müslümanları bulundukları konum ve güçlerini de değerlendirerek, her birine hizmetinin derecesine göre, belli miktarda maaşlar vermeyi uygun buldu. Bununla birlikte, Hz. Peygamber'e olan soy yakınlığını da göz önüne alarak; özel bir konum ve ayrıcalık verdi. Devlete ait bu gelir ve giderlerin kayıt ve zaptı işi için de özel bir katib görevlendirildi.


Ancak daha sonra gelir kaynakları iyice artınca, Medine'ye her taraftan para ve mallar yağmaya başladığından, Hz. Ömer gelen malların korunması için bir hazine veya bir ev kurarak buna da Beytülmal adını vermişti. Halifeler içinde beytülmali ilk kuran Hz. Ömer'dir. Daha önce Hz. Ebubekir zamanında da beytülmalin adı geçiyordu ancak o devirde gelen mallardan korunması gereken bir şey kalmadığından fiili olarak beytülmal mevcut değildi.


Hulefa-i Raşidin devrinin bittiği tarihte (H. 40/M. 661) hükumet memurlukları şöyleydi:


Halife

Vilayetlerde valiler

Haberleşme, gelir ve gider kayıtlarına bakmak üzere halifenin katibi

Halife için hacib adı verilen özel hizmetçi

Beytülmal yöneticisi olarak hazinedar

Davalara bakmak için kadı.


Daha sonraki dönemde, Halifelik Emevilere geçince hilafet makamı padişahlık veya saltanat şeklini aldı. Müslümanlar aslen Arap olmayan unsurlar ve halklarla karışmaya başladılar ve ilişkileri her geçen gün artarak devam etti. Buna bağlı olarak hükumet işleri de -büyüme ve gelişme kanununa uygun olarak- daha da genişledi ve dallara ayrıldı. Emeviler, idari işlerle ilgili birçok şeyi Rum ve İranlılardan alarak kendi devlet sistemlerinde kullandılar. Gösterişli ve debdebeli bir yönetimi gerekli görmeleri sonucu, çok sayıda hizmetçi, maiyet memuru, yaver ve muhafız görevlendirdiklerinden daha önce devlet kurumlarında yer almayan bazı memuriyetler kurmak zorunda kaldılar. Emeviler kendi devletlerinde "hırs-hırz" (koruma) adıyla maiyet muhafızlarını, "divan el hatem" (mühür dairesi), berid dairesini (haberleşme ve istihbarat divanı), haraç dairesini (divan el harac) kurmuşlardır.


Hilafet Abbasilerin eline geçince, yabancılarla karışma ve kaynaşma daha da yoğunlaşmış ve halifelerin savurganlık, rahat ve refaha meyilleri daha da artmıştır. Rahatlarını daha da artırmak isteyen halifeler, kendi taraftarından, kendileri adına; devlet işlerini idare edecek adamlar görevlendirmeye başladılar. işte bu nedenle vezirlik ve hisbe kurum ve memurluklarını, zamanla da diğer memurlukları kurdular. Hükumet işlerinin gelişme ve yoğunlaşmasına paralel olarak, memuriyet ve görevler de, doğal olarak o oranda çoğalıp çeşitlenmiştir. İslam devletlerinde söz konusu bu memuriyet ve görevler her devlette, konum ve yerine göre bazı farklılıklar göstermiştir. Bu nedenle Bağdat'taki kurum, hükumet memurlukları veya devlet görevleri, Endülüs'teki devlet kurum, makam ve mansıplarından farklıdır. Kahire'de de kurumlar ve idari yapı daha çok Endülüs modeline benziyordu.


Hükumet Dairelerinin Çoğalması ve Gelişmesi


İslam devleti, oldukça sade bir yapı ve görünümde bulunduğu ilk devirlerde, hükumet işlerini ve kurumlarını halife bizzat denetlerdi. O dönemde, valiler dindar, zühd ve takva sahibi olduklarından, onların durum ve hareketlerini teftiş etmeye de çok gerek duyulmazdı. Halife de, katib ve defter kullanılmasına ihtiyaç duyulacak derecede gelir ve mala da malik değildi. Halife, valilerden birine bir mektup yazdığı zaman, o mektubu kendi eliyle mühürlerdi. Kimi kez de mektubunu kendisi yazardı. Ancak zamanla İslam toprakları genişleyip, halifelik makamı dini yapıdan padişahlığa dönüşünce, halifeler de çoğalan işlerinin arasında boğulmamak ve rahat edebilmek düşüncesinin yanı sıra, devlet işlerinde Rum ve İran padişahlarına özenmeye başlayınca; ülkenin büyümesi ve gelişmesinin doğal sonucu olarak hükumet işlerini düzenlemek için çeşitli yeni daire ve mansıbların kurulmasına gerek duyulmuştur. Bu yüzden halifeler, devlet işlerini idare etmek üzere; vezirlik, vilayetlerdeki valilerin durumlarını ve yönetimlerini teftiş ve kontrol için beril divanı eminliği ve nazırlığı, hilafet divanından yazılan ve gönderilen emirleri mühürlemek ve kaydetmek için "evamir-i sultaniyye ve mühür" eminliği veya nazırlığı, halifelerin emlak ve çiftliklerine bakmak için, çiftlikler divanı emirliği; halifenin maiyetinde bulunan hizmetçiler, memur vs.'nin maaşlarına bakmak için de "divan-ı hass" idaresi gibi daireler ve memurluklar kurmuştur. Devletin içinde bulunduğu uygarlaşma hızına paralel olarak, sikke basılmasına, uraz (sırmalı ve nakışlı elbise) kullanılmasına da gerek görüldüğünden sikke basımı için darphane, tıraz imalatı için de "tıraz divanı" kurulmuştur. Bunun dışında "divan el tertib", "divan el aziz" adı verilen daireler gibi, yazışmaların sunulmasına, diğerleri başka işler ve konulara bakmak üzere bazı daire ve memuriyetler de kurulmuştu. Divan el-aziz, günümüzdeki "Bab-ı Ali" ye benziyordu.


Raşid Halifeler zamanında Hz. Ömer tarafından oluşturulan divanda, kendisinin kurdurduğu usul üzere, haraç, cizye vs.'den gelen malları askere, valilere, kadılara vs.'ye verilen maaşları kayıt ve zapt eden ve valilerle haberleşmeleri yazan yalnız halifenin katibiydi. Zamanla bürokrasinin işleri çoğalıp yoğunlaşınca, söz konusu daire de birçok şubeye ayrılmıştır. Haraç ve cizye işlerine bakmak için "haraç divanı", askere vs.'ye verilen maaşların hesabına bakmak için "zimam ve nafaka divanı" adıyla birer daire kurulduğu gibi, diğer konulara bakmak için de "ikta'-mukataat dairesi", "maadin dairesi" gibi bazı daireler daha oluşturulmuştur. Askerin isimleri, rütbe ve maaşlarının kaydını tutan "divanü'l-cünd" (askeri daire) de söz konusu ilk divandan ayrılan dairelerden biridir. Bu askeri daireden "esalil" donanmalar ve serhatler divanları vs. doğmuştur. Valiler vs. idarecilerle haberleşmek üzere "divanü'r-resail" veya "divanü'l-inşa"adıyla kurulan haberleşme dairesi de bu nedenle oluşturulmuştu.

Bundan daha önce, vergi, ganimet vs. devlet mallarını korumak için kurulan ve bir mahzen veya depo şeklinde bulunan Beytülmal de Abbasiler zamanında; biri sadaka mallarına, diğeri ise emval-i mezalime (zulüm yapanların el konulan malları) bir diğeri, miras mallarına, diğerleri de başka işlere ait olarak çeşitli dairelere bölünmüştü. Böylece diğer devlet işleri de gittikçe çoğalmış ve çeşitlenmiştir. Bu nedenle kazadan şikayetler, hisbe, zabıta idareleri gibi birçok yeni kurum da oluşturulmuştur.



Corci Zeydan’ın İslam Uygarlıkları Tarihi Kitabından Alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak