HUBB-I DÜNYÂ:
Dünyâ sevgisi. Ölümden sonra işe yaramayacak olan
şeylere düşkün olmak. Dünyâ; haramlar, mekruhlar ve Allahü teâlâyı unutturan
her şeydir.
Hubb-ı dünyâ arttıkça, âhirete olan zarar da artar.
Âhiret sevgisi arttıkça, dünyânın ona zararı azalır. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı
Rabbânî)
Hubb-ı
dünyâ, günahların başıdır. (Hadîs-i
şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
HUBB-I FİLLÂH VE BUĞD-I FİLLÂH:
Allahü
teâlâ için sevmek ve Allahü teâlâ için düşmanlık etmek.
Allahü teâlâya Cebrâil aleyhisselâm gibi ibâdet
etseniz; hubb-ı fillâh ve buğd-ı fillâh yapmadıkça, hiçbirisi kabûl olmaz! (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı
Ma'sûmiyye)
Amellerin, ibâdetlerin en kıymetlisi, hubb-ı fillâh
ve buğd-ı fillâhtır. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Allahü
teâlâ, Mûsâ aleyhisselâma; "Yalnız benim için ne yaptın" buyurdu.
"Yâ
Rabbî! Senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim ve zikr yaptım
(Seni andım)" cevâbını verince; "Kıldığın namazlar seni Cennet'e
kavuşturacak yoldur, kulluk vazîfendir. Oruçların seni Cehennem'den korur.
Verdiğin zekâtlar, kıyâmet günü sana gölgelik olur. Zikirlerin de o günün
karanlığında sana ışık olur. Benim için ne yaptın?" buyurdu. "Yâ
Rabbî! Senin için olan şeyi bana bildir" deyince, Allahü teâlâ; "Yâ
Mûsâ! Sevdiklerimi sevdin mi ve düşmanlarıma düşmanlık ettin mi?" buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm, Allahü teâlâ
için olan en kıymetli şeyin Hubb-ı fillâh buğd-ı fillah olduğunu anladı. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı
Ma'sûmiyye)
Allahü teâlânın en çok sevdiği ibâdet, hubb-ı
fillâh ve buğd-ı fillâhtır. (Süleymân bin
Cezâ)
HUBB-I RİYÂSET:
Makam ve
mevki sevgisi.
Hubb-ı riyâsetin insana yapacağı zarar, iki aç
kurdun, bir koyun sürüsüne girdiği zaman, yaptıkları zarardan daha çoktur. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Hubb-ı riyâset insanlarda üç şeyden hâsıl olur.
Birincisi, nefsin arzûlarına kavuşmak arzusu. Nefs, arzûlarının, haram
yollardan elde edilmesini ister. İkincisi, kendinin ve başkalarının haklarını
zâlimlerden kurtarmak, müstehâb (dinde güzel görülen) ve mübâh (dînen izin
verilen) işleri yapmak içindir. Bu niyet ile mevkiye kavuşurken, riyâ (gösteriş)
ve hakkı bâtıl ile karıştırmak gibi, İslâmiyet'in yasak ettiği şeyleri yapmamak
ve vâcibleri, sünnetleri terk etmemek lâzımdır. Üçüncüsü nefsi eğlendirmektir. (Muhammed Hâdimî)
HUBB-ISİVÂ:
Allahü
teâlâdan başka şeylerin sevgisi. (Mâsivâ)
Olup nâdim elim çektim hevâdan,
Pâk ettim kalbimi hubb-ı sivâdan.
Yüzüm dergâhına döndüm ilâhî,
Kapundan etme red, bu pür günâhı.
(Muhammed bin Receb)
HUCCET:
1. Senet,
vesîka, delîl, burhân. (Delîl)
Temizliğini tam yapıp, vakitlerine uyarak beş vakit
namaza devâm eden kimseye o namaz kıyâmet gününde nûr, huccet ve delîl olur.
Kim namazı zâyi ederse, Fir'avn ve Hâmân ile haşrolur. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed
bin Hanbel)
Elli dört farzdan biri de Kur'ân-ı azîm-üş-şânı
huccet, tutmak, O'nun hükmüne râzı olmaktır. (Muhammed bin Kutbüddîn İznikî)
2.
Şer'î mahkemelerde bir dâvânın
şâhitlerini dinledikten sonra kâdının verdiği hükmün yazıldığı îlâm, belge.
Huccet-ül-İslâm:
1. Üç yüz bin hadîs-i şerîfi, senetleri (rivâyet edenleri)
ile birlikte ezberden bilen büyük İslâm âlimi.
Hüccet-ül-İslâm
İmâm-ı Gazâlî buyurdu ki:
Peygamberimiz
sallallahü aleyhi ve sellemin dünyâya yayılan nasîhatlerinden biri şudur:
Allahü teâlânın, bir kuluna rahmet etmeyeceğine, ona gazâb ve azâb edeceğine
alâmet, dünyâya ve âhirete faydası olmayan şeylerle meşgûl olması, zamanlarını
lüzumsuz şeylerle öldürmesidir. Bir kimsenin ömründen bir saati, Allahü
teâlânın beğenmediği bir şeyde geçerse, ne kadar çok pişmân olsa, üzülse
yeridir. Bir kimse kırk yaşını geçtiği hâlde onun hayırlı işleri yâni sevâbları,
kötü işlerinden, yâni günâhlarından ziyâde olmadı ise, Cehennem'e
hazırlansın." Bu hadîs-i şerîfin mânâsını iyi
anlayanlara, bu nasîhat yetişir.
2. Dinde söz
sâhibi mânâsına İmâm-ı Gazalî hazretlerinin lakabı.
Kur'ân-ı kerîmin kırk dokuzuncu
sûresi.
Hucurât sûresi Medîne'de nâzil oldu (indi). On
sekiz âyet-i kerîmedir. Dördüncü âyet-i kerîmede geçen Hucurât kelimesinden
dolayı sûreye bu isim verilmiştir. Sûrede, bir kısım ahlâk kuralları ile
Peygamber efendimize ve insanların birbirlerine karşı nasıl davranacakları
bildirilmektedir.
Allahü
teâlâ Hucurât sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Ey îmân etmekle şereflenenler! Sesinizi,
Nebiyyullah'ın (Allahü teâlânın peygamberinin) sesinden
yukarı çıkarmayınız. O'na karşı, birbirinize bağırdığınız gibi seslenmeyiniz!
O'na saygısızlık gösterenin ibâdetleri yok olur. (Âyet: 2)
Kim Hucurât sûresini okursa, Allahü teâlâya itâat
edenlerin sevâbı kadar sevâb verilir. (Hadîs-i şerîf-Kâdı Beydâvî Tefsîri)
HÛD ALEYHİSSELÂM:
Kur'ân-ı
kerîmde ismi geçen peygamberlerden.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Âd kavmine kardeşleri Hûd'u (peygamber olarak) gönderdik. Hûd (aleyhisselâm)
onlara; "Ey kavmim! Allahü teâlâya ibâdet edin. İbâdet edilecek O'ndan
başkası yoktur. Hâlâ O'nun azâbından korkmayacak mısınız?" dedi. (A'râf sûresi: 65)
Hûd'u
(aleyhisselâm) ve dinde ona tâbi olanları rahmetimizle kurtardık. Bizim âyetlerimizi
yalanlayıp mü'min olmayanların ise silsile ve köklerini kestik. (A'râf sûresi: 72)
Hud aleyhisselâm Yemen'de bulunan Âd kavmine
peygamber olarak gönderildi. Nuh aleyhisselâm'ın oğlu Sâm'ın neslindendir. Hûd
aleyhisselâm, Yemen'de Aden ile Umman arasında bulunan Ahkâf diyârında doğup
yetişti. Çocukluğundan îtibâren Allahü teâlâya ibâdet etmekle meşgûl oldu. Ara
sıra ticâretle de meşgûl olan Hûd aleyhisselâm, gâyet şefkatli ve çok cömert
idi.
Bolluk, bereket içinde ve gösterişli binâlar
yaparak yaşayan Âd kavmi zamanla bozuldu. Bütün nîmetleri kendilerine veren
Allahü teâlâyı unutan Âd kavmi putlara tapmaya başladılar. Kendilerine Hûd
aleyhisselâm peygamber olarak gönderildi. Nûh aleyhisselâmın bildirdiği dînin
esaslarını onlara anlattı. Allahü teâlâya inanmalarını ve ibâdet etmelerini
söyledi. Dâvetini kabûl etmeyen Âd kavmi ona karşı çıktılar. Hûd aleyhisselâm
onları Allahü teâlânın azâbı ile korkuttu. Pek az kimse îmân etti. Hûd
aleyhisselâm kavmini îmâna dâvet etmeye devâm etti. Kavmi ona hakâret ettiler,
kendinden geçinceye kadar dövdüler. Hûd aleyhisselâm, kavminin ıslâh
olmayacağını anlayınca; "Yâ Rabbî! Sen her şeyi biliyorsun. Ben onlara
peygamberliğimi bildirdim. Ey Rabbim! Onlara, ders almalarına vesîle olacak bir
musîbet ver" diye bedduâda bulundu. Hûd aleyhisselâmın duâsını kabûl buyuran
Allahü teâlâ, Âd kavmine önce kuraklık, kıtlık musîbetini verdi. Üç sene
müddetle hiç yağmur yağmadı. Akan pınarlar kuruyup ağaçlar meyveler sararıp
soldu. Hayvanlar susuzluktan telef oldu. Hûd aleyhisselâm yılmadan onları îmâna
dâvete devâm etti ise de git-gide azgınlaştılar. Hûd aleyhisselâma daha çok eziyet
ettiler. Hûd aleyhisselâm mûcizeler gösterdi fakat yine inanmadılar. Allahü
teâlâ, Âd kavmi üzerine azâb yüklü bulutu göndererek, buluttan esen bir
rüzgârla onları helâk etti. Âd kavmi üzerine çok şiddetli gelen bu rüzgâr, Hûd
aleyhisselâm ve ona tâbi olanların yüzlerine gâyet serinletici ve tatlı olarak
esti. Hûd aleyhisselâm, Âd kavmi helâk olduktan sonra, kendine inananlarla
birlikte Mekke-i mükerremeye gitti. Kâbe-i muazzamanın bulunduğu yerde ibâdet
ve tâatla meşgûl oldu ve orada vefât etti. Kabrinin Harem-i şerîf (Kâbe-i
muazzamanın etrâfındaki mescid)de Hicr denilen yerde bulunduğu rivâyet
edilmektedir. (Taberî, Nişancızâde Mehmed
Efendi)
HÛD SÛRESİ:
Kur'ân-ı kerîmin on birinci sûresi. Mekke-i
mükerremede indi. Yüz yirmi üç âyet-i kerîmedir.
Hûd
sûresi on beşinci ve on altıncı âyet-i kerîmelerinde meâlen buyruldu ki:
Kim dünyâ hayâtını ve onun zînet (ve ihtişâmını) isterse, onların yaptıklarının (çalıştıklarının)
karşılığını
burada tamâmen öderiz. Onlar bu hususta bir eksikliğe de uğratılmazlar.
Onlar öyle kimselerdir ki, âhirette kendilerine ateşten başkası yoktur. (Dünyâda)
işledikleri
şeyler (hattâ iyilikler) orada boşa gitmiştir. Zâten yapageldikleri
hep boştur.
Hûd
sûresi beni ihtiyârlattı. (Hadîs-i
şerîf-Mektûbât-ı Ma'sûmiyye)
HUDÂ:
Varlığı
kendinden olup, başkasına muhtâc olmayan Allahü teâlâ.
Niçin küfrân eder insan, Hudâ nîmet verir iken,
Utanmayıp eder isyân, kâmûyu ol
görür iken,
Beher an hamd ü şükretmez, dahi insanı fikretmez,
Her gün hakkı zikretmez, bedende can durur iken.
(Niyâzi Mısrî)
Hâşâ zulmetmez kuluna Hüdâsı
Herkesin çektiği, kendi cezâsı.
(Muhammed Sıddîk bin Saîd)
Hudâ dostlarının huzûrunda tevâzu eyleyiniz (alçak
gönüllü olunuz), yalvarınız da sizin için duâ etsinler ve kabûl olsun. (Ali Râmitenî)
HUDÛ':
Boyun eğmek, alçak gönüllülük. Kalbde devamlı olan
Allah korkusu. Allahü teâlâya itâat etmek.
Namazın kusûrsuz olması; dînî hükümleri bildiren
fıkıh kitaplarında geniş olarak yazılmış olan farzlarını, vâciblerini,
sünnetlerini ve müstehâblarını yerlerine getirmekle olur. Namazı tamamlamak
için, bu dört şeyden başka yapılacak bir şey yoktur. Namazda huşû' yâni her
uzvun (organın) tevâzû göstermesi, bu dört şeyi yapmakla hâsıl olur. Kalbin
hudû'u da, yine bunları tamam yapmakla olur. (Ahmed Fârûkî)
HUDÛD:
Miktârı,
dinde kesin ve açıkça bildirilmiş cezâlar. (Had)
HUDÛR:
Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyin kalbde
bulunmaması. Allahü teâlâ ile berâber olmak, O'nu unutmamak. (Huzûr)
HUKEMÂ:
Din
bilgilerini, fen bilgileri ile isbat eden mü'minler. (Hakîm)
HUKÛK-UL-IBÂD:
İnsanlara
âit haklar. (Kul Hakkı)
HUKÛKULLAH:
Allahü teâlânın emri ve kulluk borcu olarak
yapılan, kimsenin tasarrufta bulunamıyacağı, değiştiremeyeceği şeyler.
Îmân, namaz, oruc, hac, cihâd, zekât, öşür,
sadaka-i fıtr; hırsızlık ve yol kesicilik gibi suçlara verilecek cezâlar,
kâtilin öldürdüğü akrabâsının mîrâsından mahrûm olması, kasten orucunu bozanın
ve hac esnâsında av hayvanı öldürenlerin mükellef olduğu keffâretler hep
hukûkullahtandır. Bunlara hukûkullah denmesi, Allahü teâlâdan başkasının bu
çeşit işlerde tasarruf edemiyeceği, beşerî hayâtın devâmının ve isikrârının
temel şartlarından olması bakımından ehemmiyetini ifâde etmek içindir. Erkek
ile kadının nikahsız berâber olmaları, zinâ işinin haramlığını kaldırmaz. Kadın
ile erkek bu yetkiye sâhib değildir. Çünkü bunlar, hukûkullahtandır. İnsanlara
âit haklardan değildir. Haramlığını kimse değiştiremez. (Serahsî, Teftâzânî)
HUL':
Zevceyi
mal karşılığında boşamak.
Hul' ile boşanmada nikâhta anlaşılan mehirden çok
istemek mekrûhtur. (Ebü'l-Leys-i
Semerkandî)
HULD CENNETİ:
Sekiz
Cennet'in dördüncüsü.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
(Ey Resûlüm!) de ki: Acabâ bu Cehenem mi hayırlı, yoksa
takvâ sâhiplerine (Allahü teâlâdan korkup haramlardan kaçan kimselere) vâd
olunan Huld Cenneti mi? Ki bu onlar için bir mükâfât, bir merci'dir
(dönüş yeridir). Orada devâmlı kaldıkları hâlde, o takvâ sâhiblerinin her diledikleri
vardır." (Furkân sûresi:
15-16)
Yâ Rabbî! Senden Îmân, tükenmeyen nîmetler, Huld
Cenneti'nde Muhammed aleyhisselâma arkadaş olmayı isterim. (İmâm-ı Gazâlî)
HULEFÂ-İ ERBEA:
Dört
büyük halîfe. (Hulefâ-i Râşidîn)
Hulefâ-i
erbeanın birbirinden üstünlüğü hilâfetleri sırası iledir. (İmâm-ı Rabbânî)
HULEFÂ-İ RÂŞİDÎN:
Her bakımdan olgun ve Resûlullah Efendimize uyan
yüksek halîfeler mânâsına, Resûl-i ekremden (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra
sırasıyla halîfe olan hazret-i Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Ali (radıyallahü anhüm)
için kullanılan tâbir.
Allahü teâlâdan korkunuz. Başınızdaki emir, Habeşî
köle olsa bile, itâat ediniz! Benden sonra müslümanlar arasında ayrılıklar
olacaktır. O karışıklık zamanlarında benim sünnetime ve Hulefâ-i Râşidîn'in
sünnetlerine sarılınız. Benim halîfelerim doğru yolu gösterirler. Onların
gösterdiği yolda olunuz! Sonradan çıkarılan şeylerden sakınınız! (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
Hulefâ-i Râşidîn'i sevmemek sûretiyle Peygamber
efendimizi incitmek, hazret-i Hasen ve Hüseyn'i sevmemek sûretiyle incitmek
gibidir. (İmâm-ı Rabbânî)
Hutbede, Hulefâ-i Râşidîn'in isimlerini zikretmek, Ehl-i sünnetin şiârı (alâmeti)dır.
(İmâm-ı Rabbânî).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder