18 Ocak 2023 Çarşamba

İslam Devletlerinde Yönetim-2


Nükud-ı İslamiyye (İslam Paraları)


Araplar İslamiyet'in doğuşuna kadar Rum ve İran paralarını kullandılar. Daha sonra ülkeler fethedilip devlet kurulunca, bir uygarlık oluşturmaya başlamışlar ve bunun bir parçası olarak sikke bastırmışlardır. Ancak bu sikkeyi önceleri Rumlar ve İranlılarla ortak bastırmışlardır. Halit b. Velid tarafından Hicret'in 15. yılında "Tabriye"de bastırılan sikke bu tür paralardan biridir.


Bu para, üzerinde haç, tac ve saltanat asası vs.'yi taşıması noktasından tıpkı Rum dinarı şeklindedir. Bir tarafına Yunan harfleri ile Halid'in ismi Xaved ve Bou kelimeleri kazılmıştır. Bu resmi nakleden alman tarihçi Dr. Müller, söz konusu harflerin Halid b. Velid'in künyesi olan "Ebu Süleymanı"nın kısaltılmış şekli olduğu görüşündedir.


Muaviye adına basılmış diğer bir sikke vardır ki, bu lran dinarı şeklindedir. Yalnız üzerinde Muaviye'nin adı yazılıdır.


Demiri, "bagliyye" adında bir çeşit paradan söz ederek, bunun "Re'sü'l-bagl" adında bir kişi tarafından Hz. Ömer adına lran sikkesi damgasıyla basılmış olduğunu veya bu sikke üzerinde padişahın resmi ve şahın tahtı altında Farsça (nüşhor) kelimesinin konduğunu rivayet ediyor.


Merhum Cevdet Paşa da Raşit Halifeler zamanında, beyler ve valiler tarafından bastırılmış sikkeler gördüğünü ve bunların en eskisinin Taberistan'da Hertek kasabasında Hicret'in 27. yılında bastırılan sikke olduğunu, üzerinde "Kufi yazı ile "bismillah rabbi" ibaresi bulunduğunu belirtiyor. Yine Cevdet Paşa, H. 38 yılında bastırılmış diğer bir para üzerinde de yukarıdaki ibarenin kazılmış olduğunu söyledikten sonra üzerinde Pehlevice "Abdullah b. Zübeyr" isminin yazılı olduğunu, H. 40 yılında Yezd'de bastırılmış diğer bir sikke daha gördüğünü söylemiştir. Bununla beraber belittiğimiz sikkeler, lslam devletlerince resmen tanınmıyordu. İşlemlerin çoğu Rum ve lran paralarıyla yapılıyordu. Emevilerden Abdülmelik zamanında ortaya çıkan bir olay, lslam paralarının kullanılmasına neden olmuştu. Halife Abdülmelik trazı (kaftan, cüppe vs. diğer elbiselerin yakalarına işlenen süslü yazı) Rumca'dan Arapça'ya çevirmek istemişti. Halifenin bu teşebbüsü Rum hükümdarınca hoş karşılanmamıştı. Bu yüzden dinarlar üzerine Peygamber'e hakareti içeren kelimeler işleteceğinden söz ederek Abdülmelik'i tehdit etmişti. Bu tehdit Abdülmelik'in onuruna dokunmuş ve hemen Müslümanların ileri gelenlerini toplayarak kendileriyle konuyu görüşmüştü. Toplantıya katılanlardan biri bu konuda on iki imamdan biri olan ve Medine'de yaşayan Muhammed Bakır'ın görüşüne uyulmasının iyi olacağını söylemişti. Abdülmelik halifelik mücadelesinde rakibi olan Haşimoğulları'ndan birine muhtaç olmak istemiyordu. Ancak sonunda çaresiz ona başvurmaktan başka bir yol bulamadı. Medine'deki valisine "Muhammet Bakır"ın Şam'a gönderilmesi için şöyle bir emir gönderdi: "Muhammet b. Ali b. Hüseyin'e harçlık olarak yüz bin ve yol masrafı için de otuz bin dirhem vererek kendisini saygı ve refah içinde Şam'a gönder. Gerek kendisinin gerekse beraberindeki arkadaşlarının rahatı için ne gerekiyorsa hepsini yaptır." Muhammet Bakır Şam'a ulaştığında Abdülmelik Rum imparatorunun İslamiyet hakkında yapmak istediği hakaret ve ihanete karşı ne gibi tedbirler alınması gerektiği konusunda kendisiyle bir görüşme yaptı.



Muhammet Bakır, Abdülmelik'e şu öneride bulunmuştur: "Bizans imparatorunun tehdidine karşı telaş etmeye gerek yok. Derhal birkaç sanatkarı yanına al onlara altın ve gümüşten para bastırıp paranın bir yüzüne 'kelime-i tevhid'i, diğer yüzüne de 'Peygamberin ismini' koyarsın. Dirhem veya dinarın kenarına da basıldığı yılı ve şehri eklersin. Dirhemi on, dinarı yedi miskal ağırlığında bastırmalısın."


Abdülmelik bu öneriyi yerinde bulup uygun görerek bastırdığı sikkeleri İslam yurtlarının her tarafına göndermiş ve gerek dirhem gerek dinar olsun söz konusu paralardan başka paraları kullananları da idam cezasıyla tehdit etmiş, daha önce tedavülde bulunan yabancı paraları İslam paralarına çevirtmiştir.


İbn el-Esir, Abdülmelik'e sözü edilen öneriyi yapan kişinin, Demiri'nin yukarıdaki rivayetine aykırı olarak Halid b. Yezid b. Muaviye olduğunu iddia ediyor. Diğer bazı tarihçiler ise, Demiri ve lbn el-Esir'in verdiği bilgilerden farklı şeyler de söylemişlerdir. Abdülmelik'in bastırdığı dinarlara Şam altınları adı verilmişti. Bundan başka Abdülmelik Irak valisi Haccac'a da dinar basımında kullanılan kırat ölçüsü üzere 15 kırat ağırlığında dirhemler bastırıp tedavüle çıkarmasını emretmiştir. Bu tarihten itibaren Irak'ta valilik veya emirlik yapanlar çoğunlukla Emeviler adına sikke bastırmaya başlamışlardır. Emeviler'in bastırdığı sikkelerin bir yüzüne "la ilahe illallahu vahde­hu la şerike leh" (Allah'dan başka ilah yoktur. O birdir ve eşi yoktur) ve bunun kenarına "bismillah, duribe haza el dirhemu fi beled-i keza sene keza (Allah'ın adıyla bu dirhem falan şehrinde filan yılda basılmıştır) ve diğer yüzüne de ihlas suresi ve bunun etrafına da "Muhammedun Rasulullah erselehü bi'l-hu­ da ve din-i'l-hakkı liyuzhirahu ale'd-dini kullih velev kerihe'l müşrikun" (Muhammed Allah'ın elçisidir. Allah O'nu hidayet ve hak dinle gönderendir. Çünkü O, bunu (dini) diğer bütün dinlerden üstün kılacaktır, müşriklerin hoşuna gitmese de) ayeti işlenmişti. Bu yazılar hem dinar hem de dirhemlere aynı şekilde yazılırdı.


Söz konusu tarihten itibaren Müslümanlar Rum ve Iran parasını tamamen tedavülden kaldırdılar. Emevilerin bastırdığı en iyi para Ömer b. Hübeyre tarafından Emeviler adına bastırılan "Hübeyriye" adındaki sikkelerle Halid b. Abdullah'ın bastırdığı "Halidiye" ve Yusuf b. Ömer'in bastırdığı "Yusufiye" adındaki paralardır. Bunların üçü de Irak'ta görev yapmış Emevi valilerindendir.

Daha sonra hilafet Abbasilere geçince halife Mansur haraç bedeli olarak Emevi paralarından olmak üzere üç çeşit paradan başkasını kabul etmemiştir.


İslam madeni paraları Irak, Şam, Endülüs, Horasan, Hindistan vs. bölgelerde, başkentlerde ve ünlü kentlerde bastırılmıştır. Söz konusu madeni paralar devletler ve yüzyılların farklılaşmasına göre hacim olarak ve üzerindeki yazılar açısından birbirinden ayrıydı.


Bu paralarda kullanılan yazı önceleri "Kufi yazısı"yken daha sonra H. 631 yılında Selahaddin Eyyübi'nin oğlu Aziz Muhammed zamanında "basit nesih" yazısına çevrilmişti. Gelişmelerden anlaşıldığına göre, Müslümanlar H. 2. yüzyılın başlarına kadar sikkeler üzerine sikkenin basıldığı şehrin adını koymuyorlardı. Basım tarihini belirttiklerinde ise ondan önce "sene" kelimesini kullanırlardı. Daha sonra aynı anlama gelen "am" kelimesini kabul ettiler. Çok kere sikkelere "fülan senenin aylarında veya fülanın hükumeti zamanında gibi şeyler de yazıyorlardı. İlk zamanlarda tarih, cümle (ebced) harfleriyle ifade olunurken daha sonra rakamlar ile yazılmaya başlanmıştır. Rakam ile yazılmış elimize ulaşan en eski sikke H. 614/M. 1217 yılına aittir.


Darphane


Araplarca "darü'd-darb" adı verilen "darphane" bu yüzyılda devletler için nasıl zaruri ise o dönemde de öyleydi. Dünyanın hiçbir yerinde darphanesi olmayan uygar bir devlet bulunamaz. İhtiyaç gereği lslam devletleri her devirde başkentlerinde ve önemli kentlerinde birçok darphaneler kurmuşlardır. Bağdat, Kahire, Şam, Basra, Kurtuba vs. ünlü lslam kentlerinde birçok darphane vardı. Darphaneler, bastıkları sikkeler için odun bedeli ve baskı ücreti adıyla her 100 dirhem için bir dirhem ücret alırlardı. Bazı kentlerde bu ücret daha az veya daha çok olabiliyordu. Ancak her durumda devlet buradan önemli bir gelir sağlıyordu.


İslam devletlerinin vaktiyle ne kadar sikke bastırdığını doğru bir şekilde tesbit ve tayin etmek oldukça güçtür. Çünkü birçok kez bir lslam devleti yıllarca diğer bir devletin parasını kullanmakla yetinir ve ayrı darphane kurmazdı. Bazen de bir hükumet kendi adına sikke bastırdığı halde, kendisinden daha önce başka devletlerin bastırdığı sikkeleri kullanırdı. Bununla birlikte bu konuda elimize geçen bilgileri bir örnek olması için aşağıda kaydediyoruz.


Nejhu't-Tib kitabında "Endülüs'teki darphane idaresinin Hicret'in 4. yüzyılında Mervan oğullarının zamanında altın sikke basımından yıllık gelirleri 200.000 dinara ulaşmıştır" deniliyor. Bir dinar 17 dirhem tutuyordu. Söz konusu gelir basılan paraların yüzde biri kabul edilirse Islam ülkelerinden yalnız Endülüs'te her yıl 20 milyon dinar veya 10 milyon İngiliz lirası basıldığı ortaya çıkar oysa bu miktar günümüz İngiltere hükumetinin en güçlü zamanında, yılda bastırdığı madeni paraların iki katına eşittir. Şimdi bu miktara Fatımi devletinin başkenti olan Kahire'de, Abbasilerin başkenti olan Bağdat'ta vs. ünlü Islam kentlerinde o tarihlerde basılan miktarları da eklersek Islam ülkelerinde o zamanlarda bastırılan madeni paraların oldukça büyük bir yekune ulaşacağı görülür.

 

O zamanlar sikke basma sanatı, bu sanatın geçirmiş olduğu en basit devirlerdeydi. Paraya yazılması istenilen sözcük, demirden bir damgaya ters olarak kazınırdı. Altın ve gümüş dinar veya dirhem ağırlığında parça parça yapılırdı. Söz konusu damga veya kalıp bu parçalar üzerine konularak kalıbın resmi çıkıncaya kadar ağır bir çekiçle vurulurdu. İşte sikke bu şekilde yapılırdı. Sikke kelimesi önceleri kalıbın bulunduğu bu demir parçasına denirken daha sonra demirin eseri olan nakşa ve daha sonra sikke basımı sanatına da denmiştir.


Tıraz


Halifelere ait alametlerden sayılan tıraz, Rum ve İran devletlerinde egemenliği göstermek için kullanılan eski alametlerden biridir. Hükümdarlar kendi isimlerini veya birtakım özel işaretlerini ipekten yapılan elbiselerine kumaş dokunurken koydururlardı. Bu yazılar veya özel işaretler (alametler) ya altın sırmayla ya da kumaşın renginin dışında ipekle yapılırdı. Işte bu yazılara ve özel alametlere "tıraz" adı veriliyordu. Tıraz, makam ve rütbeye göre gerek halifelerin gerekse diğer devlet adamlarının resmi elbisesiydi. Bugün devletlerin kullandığı resmi elbiseler ve askeri üniformalar yerine o günlerde tıraz kullanılıyordu. Bundan amaç günümüzde olduğu gibi onu giyen kişinin devlet görevlilerinden olduğu halka bildirmekti.


Iran ve Rum hükümdarları tıraz üzerine kendi resimlerini, egemenliklerini işaret eden birtakım resim ve şekilleri taşır biçimde imal ettirirlerdi. Müslümanlar Kayser ve Kisraların hakim olduğu toprakları ele geçirip hüküm sürmeye başlayınca adet ve geleneklerinde Rum ve Iran hükümdarlarına özendiler. Resim kullanılması, Peygamber'in sözleriyle yasaklandığından tırazdaki resimler yerine isim, uğurlu saydıkları bazı şekil, yazı veya duayı içeren ibareler yazılmasını uygun görmüşlerdi.


Islam halifelerinden tırazı Arapça diline ilk değiştiren Emevi halifesi Abdülmelik b. Mervan'dı. Raşid Halifeler daha önce de belirttiğimiz gibi, oldukça sade bir ömür sürmüşler, bunun gibi gösterişli şeylere önem vermemişlerdi. Hilafet Emevilere geçince, zamanla Rumlarla karşılaşmaları sonucunda onların devlet kültüründen etkilenmişler ve birçok konuda onlara özenmişlerdir. Tırazlı elbise, tırazlı ev perdeleri ve tırazlı bohçalar, mendiller bu özenmelerin sonucudur.


Müslümanlar tırazı ilk önce Rumlarda olduğu gibi, Rumca yazılı olarak kabul etmişler ve Abdülmelik devrine kadar öylece kullanmışlardır. Halife Abdülmelik tırazı Arapçalaştırma emrini verince, bu işe öncelikle Mısır'da üretilen bohça ve mendillerden başlanmıştır.


Mısır halkı o sırada çoğunlukla Hıristiyan olduğundan, bohçalara ve mendillere Rumca tıraz koyarlardı. Bu tıraz ise "baba, oğul, Ruhulkudüs adına" duasından oluşuyordu. Müslümanlar Mısır ve Şam'ı ele geçirdiklerinde tırazı böylece almışlardı. Nihayet bir gün Abdülmelik kendi meclisinde otururken bir bohça görür ve üzerinde yazılı olan Rumca ibareyi anlamak ister. Yazılar Arapça'ya tercüme edilir. Kelimelerin anlamını ve hangi makamda kullanıldığını anlayınca tırazın o şekilde devam etmesini çirkin görmüş ve "Bu durum lslam dinine göre ne kadar çirkindir! bohçalardaki nakışlar böyle olsun da bunlar lslam ülkelerinin her tarafında kullanılsını Ne ayıp!" demiştir. Hemen Mısır valisi olan kardeşi Abdülaziz'e emir gönderdi. Tüm kumaşlar vs.'de kullanılan Rumca tırazın tamamen terk edilip yerine "la ilahe illa hu" (Ondan başka ilah yoktur) yazılmasını emretti. Halifenin emrine göre hareket edildi ve tırazların hepsi lslam tırazı şekline çevrildi. Daha sonraki lslam devletlerinde de bu şekilde devam etti. Abdülmelik diğer bölgelere de aynı emri göndererek Rum tırazı imal etmeye devam edenler olursa bunların dayak ve hapis cezasıyla cezalandırılmalarını emretti.


Söz konusu emirden sonra lslam ülkelerinde üretilen kumaş ve bohçalar, Rum imparatoru tarafından görülüp tercüme edilince, imparator çok öfkelenmiş ve Abdülmelik'e "Mısır'da üretilen mendil, bohça vs.'nin üretimi Rumlara aittir. Şimdiye kadar onların tırazı kullanılıyordu. Senden öncekiler buna itiraz etmediler. Ya onlar doğruyu yaptılar veya sen. İkisinden birini kabul et" anlamında bir mektup yazıp gönderdi ve tekrar Rum tırazının kullanılması için bazı hediyeler yolladı. Abdülmelik hediyelerin hepsini geri göndermekle kalmayıp, elçisine de imparatora cevap yazmaya gerek olmadığını söyledi. İmparator ikinci kez yine birçok hediye göndererek cevap beklemişse de cevap alamayınca, öfkelenip Rum parası üzerine Peygamber'e hakaret içeren kelimeler yazacağı tehdidinde bulunmuştu. Bu tehditler Abdülmelik'in -yukarıda belirttiği­ miz şekilde- lslami madeni paralar basması konusunda uyarıcı ve yönlendirici olmuştur.


Durumdan anlaşıldığına göre, elbise üzerinde bulunan tıraz bu olaydan sonra Müslümanların dikkatini çekmiş ve devlet adamları ve askeri üniformalar üzerine halifelik işaret ve sembolleri konulmaya başlanmıştır. Bu işaretler halifenin adı, lakabı vs.'den oluşuyordu. Böylece devletin diğer işlerinde, elbiselerde, bayraklarda bu yeni tıraz kullanıldı. Tıraz devletin egemenliğini gösteren en önemli alametten sayılıyordu. Üstelik valilerden biri hükümetin aleyhine isyan etmek istese halife adına okuttuğu hutbeyi kestiği gibi tırazdan da adını çıkarırdı. Nitekim Me'mün Horasan'da valiyken kardeşi Emin'in kendisini veliahdlıktan çıkardığını işitince onun adına hutbe okunmasını ve tıraz kullanılması geleneğini kaldırarak isyan ettiğini göstermiş ve ilan etmişti.


Halifeler, tıraz imaline mahsus kendi saraylarında "tıraz imalathaneleri" adıyla daireler kurdular. Buralarda dokunan elbise halifenin tırazı ile süsleniyordu. İmalathaneleri kontrol ve teftiş eden memura "sahib-i tıraz" adı verilirdi. Söz konusu memurlar bu imalathanelerde çalışan kuyumcuları ve onların alet ve takımlarını, dokuyucuları denetler ve aylıklarını verirlerdi. Emeviler ve Abbasilerde bu imalathaneler en parlak dönemlerini yaşamışlardır. Halifeler buraları kontrol etme işini en güvendikleri memurlara verirlerdi. Endülüs'teki Emevi Devleti ile Mısır'daki Fatımiler ve çağdaşları olan yabancı devletler bu tür imalathanelere büyük önem verirlerdi.


Fatımiler zamanında "darü'l-kisve" adı verilen bu imalatahaneler de aynı şeyler olup, buralarda da her çeşit elbise biçilip dikilirdi. Her yıl bu imalathanelerde dikilen elbisenin değeri 600.000 dinara ulaşıyordu. Fatımi halifeleri emirlere bağışladıkları hilatlar, altın sırmalı elbiseler, altın sırmalı sarıklardan oluşuyordu. Bu gibi sırmalı bir elbiseyle sırmalı bir sarık 500.000 dinardı. Fatımi halifeleri biri kışlık biri yazlık olmak üzere bütün hükumet adamlarına ve kendi saray görevlilerine vs.'ye sarıktan şalvarlara varıncaya kadar yılda iki kez elbise dağıtırlardı. H. 516'da bu şekilde dağıtılan elbisenin sayısı 14.305 parçaya ulaşmıştır. Makrizi'de o sıralarda dağıtılan elbisenin çeşit ve biçimleri hakkında ayrı bir bölüm ayrılmıştır.

İslam devletlerinin duraklama ve gerileme devirlerine kadar bu tıraz imalathaneleri, söylediğimiz şekilde parlak devirler geçirdikten sonra tabi oldukları devletler gibi yıkılışa doğru giderken bile elbise ve tıraz kullanımından vazgeçilmemiştir. İmalathanelerin olmadığı yerlerde elbise ve tıraz ihtiyaçları özel sanatkarlardan satın alınarak karşılanmıştır. Mısır'daki Memluk beyleri böyle yapmışlardır. Kısacası söz konusu tıraz o eski devletlere göre günümüzde Osmanlı Devleti'nde kullanılan arma, hükumet adamları ve subayların resmi elbiseleri ve diğer devletlerde kullanılan benzeri resmi alametlerin benzeri olarak özel ve resmi elbise yerindeydi.


Belirtilen halifeler zamanında, -bayrakların rengi ve her devletin bir renk ile ayrılmasından başka­ bayraklarda Osmanlı devletinde kullanılan ay ve yıldız yerine geçmiş bir şeye rastlayamadık. Durumdan anlaşılan, söz konusu halifeler kendi isim veya lakaplarını sikke üzerine kazdırdıkları gibi bayraklar ve silahlar üzerine de işletirlerdi. Bu nakışlar devlet ve hükümdarların özel alametleri yerine geçerdi. İbn Hallikan Fatımi halifelerinden el-Azizbillah'ın hayatını anlatırken onun ülkeyi genişlettiğini Hıms, Hama, Şizer, Halep fetholunarak onun ülkesine ilhak edildiğini, Musul emiri Mukallid b. Müseyyeb tarafından söz konusu halife adına Musul'da hutbe okunduğu gibi halifenin adı sikkeye ve bayraklara işlendiğini açıklıyor. Ebu'l-Fida da Abbasi halifeleri zamanında "emiru'l ümera" lakabını alan Beckem'in Bağdat'ı istilasından söz ettiği sırada onun daha önceki emirlerden lbn Raik'in hizmetine girdiğini, üstelik taşıdığı bayrağa Raik'in adını koyduğunu söylemektedir. Bundan anlaşılıyor ki, lslam devletlerinde bayraklar üzerine isim koymak lslam'ın ilk dönemlerinde yalnız halifelere mahsus bir şeyken, daha sonra emirlere ve egemenlik makamına geçen her idarecinin uyguladığı bir gelenek olmuştur.


Serir, minber, taht ve kürsü de egemenlik alametlerinden sayılıyordu. Aynı şekilde; sancak, bayrak ve musiki aletleri de halifelik alametleri arasında belirtilmiştir. 



Corci Zeydan’ın İslam Uygarlıkları Tarihi Kitabından Alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak