İSRAİLOĞULLARI'NIN DÜNÜ ve BUGÜNÜ
İbraniler, -İsrailoğulları- insanlığın maddi ve manevi gelişimine önemli katkılar sağlamış bir millettir. İsrailoğulları'nın tarihi (Yahudi tarihi) M.Ô. 1650 de Hz. İbrahim'le başlar.
Hz. İbrahim ve oğulları Mezopotamya ve Filistin civarında bir dönem yaşadıktan sonra, kıtlık yıllarının başlaması üzerine, İbrahim (a.s.)'ın torunu, Hz. Yakub'un oğlu Hz. Yusuf döneminde Mısır'a yerleşirler. Hz. Yakub'un diğer bir adı da İsrail olduğundan, bu dönemden itibaren İbraniler “İsrailoğulları” diye anılmaya başlanır.
Semavi ilk büyük din olan Museviliğe bağlı İbraniler'in Mısır serüveni 430 yıl devam eder. Mısır'ın yönetimi yerli Firavun hanedanının eline geçtikten sonra İsrailoğulları baskı ve aşağılanmaya maruz kalırlar. Hz. Musa liderliğinde Firavun'un zulüm ve baskılarına karşı büyük bir direniş içerisinde oldukça çalkantılı bir hayat sürdürürler. Hz. Musa, mağdur ve mazlum İsrailoğulları'nı Firavunun şiddetli eziyetlerinden kurtarmak için onları Mısırdan çıkarır. Nihayet İbraniler Firavunun Kızıldenizde boğulmasından sonra, önce Sina'ya sonra da Kenan ülkesi diye bilinen mukaddes Filistin topraklarına yönelirler.
İSRAİLOGULLARI'NIN FİLİSTİN'E YERLEŞMESİ
İsrailoğulları'nın, bölgede yaşayan Aramiler, Maablılar ve daha önce deniz yoluyla Filistine gelip yerleşen Filistlerin tüm engellemelerine rağmen M.Ö. XI. yüzyılda Filistin'e yerleşmeye başladıkları kabul edilir. Zamanla dünya tarihinin en çetin ve kritik çekişmelerine sahne olan bu topraklara yerleşmeyi başaran İsrailoğulları, önceleri kabileler halinde dağınık bir şekilde yaşamakta ve birbirlerine karşı husumet içerisinde bulunmaktaydılar. İçlerinden bir grup diğer bir grubu yurtlarından çıkarmaktaydı. Ayrıca bölgede yaşayan yerli halklarla da çekişme içerisindeydiler. Kısa bir süre sonra bölgedeki güç dengelerine karşı daha kuvvetli bir siyasi oluşum içerisine girme ihtiyacını hisseden İbrani kabileleri, M.Ö. 1075'te Samuel'in (İsmail) emri altına girdiler. Filistler'e karşı birleşerek başarılı mücadeleler veren İsrailoğulları, Saul'ü (Talut) kral seçtiler.
Yeni kral, Maablılar başta olmak üzere Filistler, Aramiler ve diğer topluluklarla yorucu bir mücadeleye girişir. Nihayet Saul, Filistlerle yapmış olduğu Gelboe Savaşı'nda ölünce, İsrailoğulları'nın başına damadı Hz. Davud geçer.
HZ. DAVUD DÖNEMİ
Hz. Davud döneminde İsrailoğulları birçok askeri fetihte bulunurlar. Peygamberlik ve hükümdarlık vazifelerini birlikte yerine getiren Hz. Davud, güçlü ve adil bir yönetim kurmayı başarır. Peygamber olarak gönderildiği İsrailoğulları'nı iyiye, güzele ve doğruya davet eder; kendisi de tevhid ve adaleti öne çıkararak hakimiyetini askeri yönden de güçlendirir. Nitekim hükümdar olarak zırhlı gömlek yapıp giyen ilk insan olması yanında, peygamberlik vasfıyla da insanların ruhi güzelliklerini geliştirme yönünde adımlar atan içli bir nebidir. Hz. Davud, Kudüs Kalesi'ni alarak orayı İsrailoğulları'nın yönetim merkezi haline getirir. Önem verdiği adil bir siyasi teşkilatlanmayı başarıyla tamamlar. Böylece düzenli bir ordu, sağlam bir vergilendirme ve adil bir hukuk sistemi üzerinde Hz. Musa'nın şeriatına uygun bir kamu yönetimi oluşturur. Öte yandan Hz. Davud, nebevi görevinin bir gereği olarak İsrailoğulları'na hayatlarını tevhid inancı ve Allah sevgisi doğrultusunda sürdürebilmeleri için gönüllerine inşirah verecek olan Mezmurlar'ı (ilahiler) öğretir.
HZ. SÜLEYMAN DÖNEMİ
Hz. Davud’dan sonra İsrailoğulları'nın başına Hz. Süleyman geçer. Kırk yıl devam eden hükümdarlığı boyunca otoritesini sadece İsrailoğulları üzerinde kabul ettirmekle kalmaz, Suriye ve Irak'ta yaşayan diğer topluluklara da kabul ettirir. Peygamber/hükümdar Hz. Süleyman, siyasi üstünlüğünü Saba Melikesi Belkıs'ın ülkesi Yemene kadar uzatmayı başarır. Hz. Süleyman siyasi güç ve otoritesini tevhidi dünya görüşünü yayma yönünde kullanarak bu yönde adımlar atar. Döneminde siyasi ve dini etkisi Orta Asya, Afganistan, Hindistan ve Çine kadar uzandığı gibi, kutsi kaynaklarda da manevi yönden önemli destekler aldığı, cinlerin ve rüzgarın emrine verildiği, kuşlar aleminin sultanı olduğu kaydedilir. Hz. Süleyman'ın yaptığı en önemli işlerden biri de mukaddes Kudüs'te Mescid-i Aksa'yı (Beytü'l-Makdis) inşa etmiş olmasıdır.
BÖLÜNME ve İSRAİLOĞULLARI'NIN SÜKUTU
Hz. Süleyman'ın ölümünden sonra devleti, İsrail ve Yahudi Devleti olmak üzere parçalanarak ikiye ayrılır. M.Ô. 721 de Asurlular, İsrail Devleti'ni ortadan kaldırarak, Yahudi Devleti'ni de vergiye bağlarlar. Bir süre sonra Asur Devleti, Babilliler tarafından yıkılır ve bu defa Babilliler Filistin'e girerek onlarca kez yakılıp, yıkılmış ve daha sonra da yıkılacak olan, bütün semavi dinlerin mukaddes kabul ettiği Kudüs'ü tahrip ederek İsrailoğullarını kılıçtan geçirirler. Sağ kalanlar ise Babil kralı Nebukadnezar tarafından M.Ö. 587 yılında zincirlenerek Babile sürgüne götürülür. Yaklaşık elli yıl orada kalan yahudiler, Babil'i fetheden Pers kralı Keyhüsrev tarafından esaretten kurtarılır. Böylece İbraniler M.Ö. 539'da yeniden ülkelerine dönmeyi başarırlar.
Yahudiler, Makedonyalı Büyük İskender'in Filistin istilasına kadar (M.Ö. 330) Perslere bağlı, içişlerinde serbest bir satraplık (valilik) şeklinde yönetilirler ve nispeten rahat bir hayat yaşarlar. Büyük İskender döneminde çıkardıkları isyanlar sebebiyle köleleştirilen ve kıyımlara uğrayan İsrailoğulları/Yahudiler, baskıcı Roma idaresinde de isyanlarını sürdürünce, M.Ö. 70 yılında Kudüs'ten çıkarılarak yaklaşık 2000 yıl sürecek olan sürgün hayatına maruz kalırlar. Bu dönemle beraber varlıklarını devam ettirebilmek için yeryüzünün bütün bölgelerine dağılırlar. Nitekim Kur'an-ı Kerimde de İsrailoğulları'nın sürgüne gönderilişi şöyle anlatılır:
"Ve onları ayrı topluluklar halinde yeryüzüne dağıttık; onlardan bazıları dürüst ve faziletli kimselerdi, bazıları ise böyle değildi. Bu sonrakileri hem bağış ve bolluk ile hem de darlık ve sıkıntı ile sınadık ki, belki doğru yola dönerler." (el-Araf, 168)
SÜRGÜN YILLARINDA İSRAİLOGULLARI
Yahudiler, ilkçağlardan itibaren yeryüzünün paraya en yakın toplulukları olarak bilinirler. Gittikleri ve yaşadıkları yerlerde ticarette ileri giderek zenginleşirler. Mukaddes metinlerde: "Peygamberlerine itaat etmeme, hatta onları öldürme, birbirlerini yurtlarından çıkarma, Tevrat'ın hükümlerine ve on emre uymama, Cumartesi gününün ibadetlerle geçirilmesi emrini dinlememe, birbirlerinin kanlarını dökme ..." gibi cürümleri işlemekle anılan Yahudiler, bu davranış biçimlerini sürgün yıllarında da devam ettirdiler. Yaşadıkları toplumlarla kaynaşmayı bir türlü başaramayan İsrailoğulları, diğer toplulukların da nefretlerini Üzerlerine çektiler.
Yahudiler, 1492 yılında Müslümanlarla birlikte İspanya'dan çıkarıldılar. Benzer sürgün ve tecritleri değişik aralıklarla Fransa, İngiltere, Almanya, Rusya ve orta Avrupa ülkeleri başta olmak üzere, diğer bütün ülkelerde de yaşadılar. Bunun tek istisnası Osmanlı yönetiminde yaşadıkları huzur ve güven dolu dönemdir.
Yahudilerin maruz kaldığı insanlık dışı muamele, kendilerinden olmayan insanlara tepeden bakmaları, kendilerini yeryüzünde Allah'ın özel ve seçilmiş kulları olarak görmeleri, menfaatleri için her türlü hile ve desiseye başvurmaktan çekinmemeleri gibi tarihi yanlış bakış ve hareketlerinden kaynaklanmıştır. Halbuki Hz. Musa'nın getirdiği ve diğer mukaddes kitapların da muhteva olarak benimsediği «On Emir» İsrailoğulları'nın ve tüm insanlığın baş üstünde tutacağı umdelerden oluşmaktadır.
ON EMİR
1-Benden başka tanrın olmayacak.
2-Put yapmayacaksın. Putların önünde eğilmeyecek, onlara tapmayacaksın.
3-Tanrı Rabbin adını boş yere ağzına almayacaksın.
4-Altı gün çalışacak, bütün işlerini yapacaksın. Ama yedinci gün bana, Tanrın Rabbe Şabat Günü olarak adanmıştır.
5-Annene-babana saygı göstereceksin.
6-Adam öldürmeyeceksin.
7-Zina etmeyeceksin.
8-Çalmayacaksın.
9-Komşuna karşı yalan yere şahitlik etmeyeceksin.
10-Komşunun hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.
YAHUDİLER GÜNAH KEÇİSİ MİDİR?
Şüphesiz Tevrat'ın hükümlerine uyanlar olmakla birlikte, tarih boyunca İsrailoğulları'nın temel davranış karakteristiği daha çok olumsuz öğelerden oluşmuştur. Yahudilerin bütün milletler tarafından dışlanmasına yol açan tavırlarından yola çıkılarak bu olumsuzlukların tarihte sadece İsrailoğulları tarafından işlendiği ve şayet Yahudiler olmasaydı dünyanın barış ve esenlik içinde olacağı şeklinde bir yoruma gidilemez. Arap aydınlarının çoğunun, Filistin meselesini eksen alan yakın dönemdeki siyasi çekişmelerin de etkisiyle, Yahudilere dair mevcut olumsuzlukları İsrailoğulları'nın cibilliyetlerine bağladıkları görülmektedir. Oysa Kur'an ve diğer mukaddes metinlerde tenkit konusu yapılan şey, Yahudilerin fıtrat ve cibilliyetleri değildir. İsrailoğulları'nın şahsında peygamber mesajlarını dinlemeyen, onu ardına atan, halkı fırkalara ayıran, çıkarları için her türlü hileyi mubah gören, kendilerini üstün sayan her topluluk aynı kategoride kabul edilmelidir.
Zaten İsrailoğulları bu temel hatalarının bedelini sayısız kıyım ve sürgünler yaşayarak ödemişlerdir. Şüphesiz Yahudilerin halen sürdürdükleri temel yanlışlardan biri de dinlerini ırkileştirme konusundaki tutumlarıdır. Yahudilerin; "Seçilmiş milletten olunmaz, seçilmiş doğulur şeklindeki yanlış anlayışları kimi toplumlara şovence duygular ilham etmiş, yeryüzünü cehenneme çeviren ırkçı siyasi hareketlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Günümüzde tesirini arttırarak siyasi üstünlüğü ele geçiren Milliyetçi Yahudilik Hareketi (Siyonizm), tarihten gerekli dersleri çıkarıp özeleştiri yapmadığı takdirde, İsrailoğulları'nın yeni felaketler yaşamasına yol açabilecek vahim bir süreci tetikleme ihtimali taşımaktadır. Yahudi aydınlarının bu ihtimali dikkate alarak, Museviliği siyasi bir ideoloji şeklinde algılamaktan vazgeçip yeniden bir dini arınma yolu olarak değerlendirmeleri dünya barışı için büyük ve hayati bir önem taşımaktadır.
Ahmet Meral’in Kısa Dünya Tarihi adlı kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder