HAVÂLE:
Borçlunun, alacaklıya, borcumu falan kimseden al
deyip, alacaklının, bu teklife, sözleşme yerinde râzı olması. Ciro etme.
Havâle, havâleyi yapan ile kabûl eden arasında
yapılabilir. Bir kimse birine benim falanda olan şu kadar kuruş alacağımı
havâle yoluyla sen üzerine al dese, o kimse de bu havâleyi kabûl etse, bu
havâle sahîh (doğru) olur. Veyâ filândan şu kadar alacağı benim üzerime havâle
et dese, o kimse de kabûl etse, havâle sahîh olur; kendisine havâle olunan
kimse pişman dahî olsa fayda vermez. (Ali
Haydar Efendi)
HAVÂRÎ:
Yardımcı.
Îsâ aleyhisselâma îmân eden on iki kişiden her biri.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Hani havârîlere; "Bana ve Resûlüme îmân
edin" diye ilhâm etmiştim. "Îmân ettik, hakîki müslümanlar olduğumuza
sen de şâhid ol" demişlerdi. O vakit havârîler; "Ey Meryem oğlu Îsâ!
Rabbin bizim üstümüze gökten bir sofra indirebilir mi?" demişlerdi. O (da) Eğer inanmış (adam)larsanız Allah(ın kudretinden ve
peygamberliğimden şüpheye sapmak)tan korkun" demişti. (Mâide sûresi: 111-112)
Ey îmân edenler! Allah'ın yardımcıları olun.
Nitekim Meryem oğlu Îsâ (da) havârîlerine; "Allah'a
(yönelmiş olarak) benim yardımcılarım kim (olacak) demiş, havârîler de;
"Allah'ın yardımcı (kul)ları biziz (diye) söylemişlerdi.
İşte İsrâiloğullarından bir zümre (ona) îmân etmiş, bir zümre de küfürde
kalmıştı. Nihâyet biz îmân edenleri düşmanlarına karşı destekledik de bu
sûretle gâlib (olarak) çıktılar. (Sâf sûresi: 14)
Îsâ aleyhisselâm otuz yaşında peygamber oldu. Otuz
üç yaşında diri olarak göğe kaldırılınca, havârîler dağılıp bu yeni dîni
yaymaya çalıştılar. Sonra İncîl diye çeşitli kitaplar yazıldı. Bunlar Îsâ
aleyhisselâmı anlatan târih kitaplarına benzer idi. Asıl İncîl, ele
geçmemiştir. Îsâ aleyhisselâmdan sonra dînini yayan ve Havârî adı verilen bu
kimseler; Şem'un (Petrus), Yuhanna(Jahannes), Büyük Yâkûb, Petrus'un kardeşi
olan Andreas, Filip (Philippus), Toma(Thomas), Bartalomi (Bartalomaus), Metiyya
(Matthaus), Küçük Yâkûb, Barnabas, Yehûda (Judas) idi. (Yehûda mürted oldu
(dinden çıktı ). Yerine Matyes seçildi). Havârîlerin reisleri Petrus idi. (Nişâncızâde, Harputlu İshâk Efendi,
Abdullah Dağıstânî)
Bolüs adında bir yahûdî, hazret-i Îsâ'ya inandığını
söyleyerek ve Îsevîliği yaymaya çalışıyor görünerek gökten inen İncîl'i yok
etti. Dört kişi ortaya çıkıp, on iki havârîden işittiklerini yazarak İncîl
adında dört kitab meydana geldi ise de Bolüs'ün yalanları bunlara da karıştı.
Barnabas adındaki havârî, Îsâ aleyhisselâmdan görüp işittiklerini en doğru
şekilde yazdı ise de, Barnabas İncîli de yok edildi. (Harputlu İshak Efendi, Nişâncızâde)
HAVÂSS:
Seçilmişler.
İlimde ve tasavvuf yolunda yüksek dereceye ulaşmış olan zâtlar.
Sultanlar, milletin malını zâlimler ve haydutlardan
korudukları gibi; havâss da, avâmın (dînî ilimlerden haberi olmayan câhillerin)
îtikâdını (inancını) bid'atçilerin (sapıkların) şerrinden korurlar. (İmâm-ı Gazâlî)
Üç çeşit oruç vardır: Birincisi avâmın yâni
câhillerin orucudur. Bunların orucu; yimek, içmek gibi şeylerle bozulur. İkinci
derece, havâssın orucudur. Bunların orucu, fıkh kitaplarında bildirilen
şeylerle bozulduğu gibi gıybet (başkasının dedi-kodusunu yapmak), yalan
söylemek, söz taşımak ve harâma bakmakla bozulur. Üçüncü derecede de Ehass-ül
-havâssın (cenâb-ı Hakk'a yakınlık kazananların en hâlisi olanların) orucudur
ki, bunların orucu, Allahü teâlâdan başka bir şeyin kalbe girmesi ile bozulur. (İmâm-ı Gazâlî)
Avâmın tövbesi günâhtan; havâssın tövbesi gafletten
Allahü teâlâyı unutmaktandır. (Zünnûn-i
Mısrî)
Havâss, iyi amelleri (güzel işleri) kendilerinden
değil, Allahü teâlâdan bilir. (Ebû Osman
Mağribî)
HAVÂTIR:
İnsanın
kalbine gelen düşünceler. (Hâtır)
Havâtır, bâzan Allahü teâlânın insanın kalbinde
meydana getirdiği şeyler olur. Bunlara hak, doğru havâtır denir. Bâzan melekler
vâsıtasıyla gelir. Buna ilhâm denir. Bâzan, şeytan onları insanın kalbine atar,
buna vesvese denir. Bâzan da nefsin kendi kendine çıkardığı şeyler olur ki,
buna hevâcis denir. (Hâdimî)
Melek tarafından olan havâtırın doğruluğuna alâmet,
dîne uygun olmasıdır. Dîne uygun olmayan havâtır bâtıldır, bozuktur,
denilmiştir. Şeytan tarafından gelen havâtırın çoğu günahlara dâvet eder. Bâzan
şeytandan gelen havâtır, tâat ve ibâdet gibi görünürse de yine o gizli bir
günâha, isyâna dâvettir. Bunlar şeytanın gizli tuzaklarındandır. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Havâtır ve niyetlerimi önce kitap ve sünnet ile
karşılaştırıyorum. Bu iki âdil şâhide uygun olanları söylüyor ve yapıyorum. (Ebû Süleymân Dârânî)
Havâtır nefse acı gelirse, hayr olduğu; tatlı gelir
hemen yapmak isterse şer (kötü) olduğu anlaşılır. Bunu anlamak için İslâmiyet'e
uygun olup olmadığına bakılır. Anlaşılmazsa, sâlih (günâh işlemeyen) bir âlime
sorulur. (M. Hâdimî)
HAVÂYİC-İ ASLİYYE:
İhtiyaç eşyâları. Temel ihtiyâçlar. Bir kimsenin
yiyecek giyecek ve ev gibi ihtiyaç duyduğu lüzumlu maddeler ve evde kullanılan
eşyâ ve âletler, hizmetçiler, binecek vâsıtası, meslek kitapları (din
kitapları) ve ödeyeceği borçları.
Zekât için bir senelik, kurban ve fıtra için bir
aylık yiyecek veya parası havâyic-i asliyyeden sayılır. Daha fazla olanı ve din
ve meslek kitaplarından başka kitapların hepsi, hac parası ve kurban ve fıtra
nisâbına katılır. Eğer ticâret niyeti olursa, zekât nisâbına da katılır. (Hâdimî, İbn-i Âbidîn)
Havâyic-i
asliyye, zekât ve fıtra vermek ve kurban kesebilmek için lüzûmlu olan nisaba (dînen zengin sayılma miktârına) katılmazlar. (İbn-i Âbidîn)
HAVELÂN-I HAVL:
Zekâtı
verilecek bir malın üzerinden bir kamerî yılın geçmesi.
Zekât
verilecek mallarda aranan şartlardan birisi havelân-ı havldır. (Molla Hüsrev)
Toprak mahsûllerinin
zekâtı (öşr), hasad
mevsimi (mahsûl topraktan
alındığında)
verildiğinden, havelân-ı havl
şartı aranmaz. (İbn-i Âbidîn)
HAVF VERECÂ:
Allahü
teâlâdan korkmak (havf) ve rahmetini ümid etmek (recâ).
Havf
gençlikte, recâ yaşlılıkta çok olmalıdır. (Muhammed
bin Hasen Can)
Havf ve recâ, kul itâat hâlini bırakıp benlik
sevdâsına düşmesin diye nefsi bağlayan iki yulardır. (Ebû Bekr Vâsitî)
Kalb de dâimâ havf bulunmalıdır. Havf azalır da
recâ çoğalırsa, kalb bozulur. Çünkü havf, kalbdeki arzûları yakar, dünyâ
sevgisini çıkarır. (Ebû Süleymân Dârânî)
Hazret-i Ömer buyurdu ki: Bütün insanların
Cehennem'e, bir kişinin Cennet'e gireceğini söyleseler, umarım ki o bir kişi
ben olurum; aksine bütün insanların Cennet'e, bir tek kişinin Cehennem'e
gideceğini söyleseler, korkarım ki o kişi ben olurum. İşte havf ve recâ böyle
olmalıdır. (İmâm-ı Gazâlî)
HÂVİYE:
Cehennem'in yedinci tabakası. Burada inanmadıkları
hâlde inanmış görünen münâfıklar ile müslüman iken İslâm dînini terk eden
mürtedler azâb görecektir.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Ameli hafîf olana (yâni iyilikleri hafif, günâhları ağır gelene) gelince; artık onun yeri
hâviyedir. Bildin mi hâviye nedir? O, yakıcı bir ateştir. (Kâria sûresi: 8-11)
HAVL:
Hareket,
kuvvet.
Bir insan, havlin kendinden olmayıp, Allahü
teâlânın yaratmasiyle olduğunu bilirse, her şeyi O'ndan bekler. İşlerin meydana
gelmesinde sebepleri arada görmeyen kimse, Allahü teâlâdan başka kimseden bir
şey beklemez. (İmâm-ı Gazâlî)
HAVRA:
Yahûdî
mâbedi, sinagog.
Havra ve kilisedeki küfür alâmetleri kaldırılırsa,
namaz kılmak mekruh olmaz. (İbn-i Âbidîn)
HAVZ:
Sıvı
maddelerin toplandığı yer, büyük su birikintisi, göl.
Bir gün Mevlânâ Celâleddîn Rûmî havz kenarındaydı. Yanında
kitaplar vardı. Şems-i Tebrîzî gelip kitapları sordu. "Sen bunları
anlamazsın." dedi. Şems-i Tebrîzî kitapları suya attı. Mevlânâ, âh babamın
bulunmaz yazıları gitti, diyerek çok üzüldü. Şems-i Tebrîzî elini uzatıp
herbirini aldı . Hiçbiri ıslanmamış görüldü. Mevlânâ; "Bu nasıl
iştir?" dedi. Şems-i Tebrîzî; "Bu zevk ve hâldir. Sen
anlamazsın." buyurdu. (Molla Câmî,
Ahmed Eflâkî)
Havz-ı Kebîr:
Eni ve
boyu yaklaşık beşer metre (onar zrâ') olup, alanı yirmi beş metrekare olan
havuz.
Derinliğin
az veya çok olmasının bir te'siri yoktur.
Havz-ı Kevser:
Kıyâmet günü mahşerde veyâ Cennet'te Peygamber
efendimize tahsîs edilmiş olan ve bir kere içenin bir daha susamayacağı havuz. (Kevser Havuzu)
Havz-ı Sagîr:
Alanı
yirmi beş metrekareden küçük havuz.
Havz-ı Sagîre, necâset (pislik) düşse ve suyun, üç
sıfatı değişmese de, necs (pis) olur. İnsan içemez ve temizlikte kullanılmaz.
Üç sıfatı değişirse, idrâr gibi olup, hiçbir şeyde kullanılamaz. Suyun üç
sıfatı: Rengi, kokusu ve tadıdır. (İbn-i
Âbidîn)
İçine devamlı su akan ve devamlı taşan veya içinden
devâmlı su alıp, iki alış arası su hareketsiz kalacak kadar uzamayan havz-ı
sagîr ve hamam kurnası, akar su demektir. (İbn-i
Âbidîn)
HAYÂ:
Utanma, âr, nâmus. Çirkin şeylerden sıkılma veya
edebe uymayan bir şeyin meydana gelmesinden dolayı kalbde meydana gelen
rahatsızlık.
Hayâ îmândandır. Îmânı olan Cennet'tedir. Fuhuş
kötülüktür. Kötüler Cehennem'dedir. (Hadîs-i şerîf-Et-Tergîb vet-Terhîb, Buhârî)
Hayâ ile îmân, berâberdirler. Biri gidince, diğeri onu tâkib eder. (Hadîs-i şerîf-Nisâb-ül-Ahbâr)
Allahü teâlâdan hayâ ediniz! Hakîkî mânâda Allahü
teâlâdan hayâ etmek, kötü düşüncelerden uzak durmak, helâl lokma yemek ve ölümü
hatırlamaktır. Âhireti isteyenler dünyânın zînetinden süsünden uzaklaşır. İşte
bunları yapmak, Allahü teâlâdan hakkıyla korkmak demektir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî,
Taberânî)
Cennet'e gitmek isteyen uzun emel sâhibi olmasın.
Dünyâ işleri ile uğraşması ölümü unutturmasın. Harâm işlemekte Allah'tan hayâ
etsin. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Hayâsız
insan, halk içinde çıplak oturan kimse gibidir. (Hazret-i Ebû Bekr)
Cebrâil aleyhisselâm, aklı, hayâyı ve îmânı Âdem
aleyhisselâma getirdi ve dedi ki: "Yâ Âdem! Allahü teâlâ hazretleri selâm
eder, sana getirdiğim şu üç hediyenin birini kabûl etsin" dedi. "Âdem
aleyhisselâm aklı kabûl eyledi. Cebrâil aleyhisselâm, îmân ile hayâya;
"Siz gidin" deyince, îmân dedi ki: "Allahü teâlâ bana emreyledi
ki, akıl nerede ise, sen de orada ol!" Ondan sonra hayâ da aynı şekilde,
Allahü teâlâ tarafından emrolunduğunu beyân ederek, her ikisi de akıl ile
berâber Âdem aleyhisselâmda kaldı. Allahü teâlâ kime akıl verirse, hayâ ile
îmân da onunla berâberdir. Aklı olmayanın ne hayâsı, ne de îmânı vardır. (Süleymân bin Cezâ)
Kul hayâ sâhibi olduğu zaman, hayır ve iyi işlere
yapışır. Hayâ kalbe yerleştiğinde, nefsin arzû ve istekleri ondan uzaklaşır. (Ebû Süleymân-ı Dârânî)
Allahü
teâlâdan hayâ etmeyen kimse, insanlardan da hayâ etmez. (Zeyd bin Sâbit)
Âfetlerin evveli, cehâlet, bilgisizlik, sonra
nefsin arzû ve isteklerine meyletmek, sonra hayâyı terk etmektir. (Sehl-i Tüsterî)
Hayânın en kıymetlisi, Allahü teâlâdan utanmaktır.
Ondan sonra Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) hayâdır. Daha sonra
insanlardan hayâ etmek gelir. (Muhammed
Hâdimî)
HAYÂL:
Bir şeyi
gördükten sonra veya görmeden önce zihinde şekillendirme. Hâfızanın yardımıyla zihinde bir şeyler canlandırma.
Bir cisme bakınca, bu cisim, beyindeki ortak his
merkezinde duyulur. Bu cisim göz önünden çekilince, ortak his merkezi, onu
hissedemez olur. Fakat, hayâle gelen etkisi uzun zaman kalır. Hayâl kuvveti
olmasaydı, herkes birbirini unutur, kimse kimseyi tanımazdı. (Ali bin Emrullah)
Hayâl büyüklerin yolunda çok işe yarar. Hayâl
olmasaydı hâl olmazdı, vehim olmasa fehim (anlayış) olmazdı. (Seyyid Fehim)
Karşımdaki hayâlin biraz daha kal diyor.
Kalbini benim gibi, bu sevdâya
sal diyor,
Öp elimi hasretle ve duâmı al diyor,
En derin sevgilerle, azîz yâra el vedâ
(M. Sıddîk bin Saîd)
HAYÂT:
Diri
olmak, dirilik.
1. Allahü teâlâ hakkında bilmemiz vâcib olan
sıfât-ı subûtiyye'den biri. Allahü teâlânın diri olması.
Allahü teâlânın kâmil (noksan olmayan) sıfatları
vardır. Bunlar, hayât (diri olmak), sem' (işitmek), basar (görmek), kudret
(gücü yetmek), irâde (istemek), kelâm (söylemek) ve tekvîn (yaratmak)tır. Bu
sekiz sıfata, sıfât-ı sübûtiyye ve sıfât-ı hakîkiyye denir. Bu sıfatları da
kadîmdir. Yâni sonradan olma değildir. Kendinden ayrı olarak ayrıca vardır.
Ehl-i sünnet âlimleri böyle bildirmektedir. (İmâm-ı
Rabbânî)
2. Bir insanın doğumundan ölümüne kadar geçen zaman. Kur'ân-ı kerîmde
meâlen buyruldu ki:
Mal ve dünyâdan size verilen şey, yalnız hayatta
bulunduğunuz müddetçe, onunla geçinmektir. Îmân edip Rablerine tevekkül edenler
için âhirette Allahü teâlânın indinde dünyâ nîmetinden hayırlı ve dâimî çok
sevâb vardır. (Şûrâ sûresi: 36)
Öldükten
sonra da, hayâtta olduğum gibi bilirim. (Hadîs-i şerîf-Deylemî)
3. Bir insanın ölümünden sonra başlayan ebedî (sonsuz) hayat. Kur'ân-ı
kerîmde meâlen buyruldu ki:
Dünyâ hayâtı, oyun ve boş şeylerdir. Allah'tan
korkanlar için âhiret hayâtı elbette hayırlıdır. Böyle olduğunu niçin
anlamıyorsunuz? (En'âm sûresi: 32)
Berzâh hayâtı, yâni kabir hayâtı, dünyâ hayâtının
yarısı gibidir. Kabirde rûhun bedene bağlanması, diri iken olan bağlanmasının
yarısı kadardır. Gömülmemiş ölüler de, berzâh hayâtında oldukları için, azâbı
ve elemi duyarlar ve hiç hareket etmez, kıpırdayamazlar. (İmâm-ı Rabbânî)
Kabirdeki hayât, bir bakımdan dünyâ hayâtına
benzediği için, meyyit terakkî eder, derecesi yükselir. Kabir hayâtı insanlara
göre değişir. "Peygamberler (aleyhimüsselâm) kabirlerinde namaz kılar."
buyruldu. (İmâm-ı Rabbânî)
HAYDAR:
Arslan.
Hazret-i Ali'nin lakablarından biri.
Hayber'in fethinde bulunup büyük kahramanlıklar
gösteren hazret-i Ali, yahûdîlerin meşhûr pehlivanı Merhab ile karşılaştı.
Merhab kendini medheden sözler söyledikten sonra hazet-i Ali; "Ben oyum
ki, anam bana Haydar adını takmıştır. Ben ormanların heybetli görünüşlü
arslanı gibiyimdir. Seni bir hamlede yere serecek er kişiyimdir" diye
şiirler söyleyerek Merhab'ın karşısına dikildi. Bu şiir Merhab'a o gece
kendisini bir arslanın parçaladığı şeklindeki rüyâsını hatırlattı. Haydar,
indirdiği bir kılıç darbesiyle Merhab'ın başını ikiye böldü. (İbn-i Hişâm)
Hüdâyî n'oldu bu kadar peygamber,
Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Haydar,
Hani Habîbullah Sıddîk-i Ekber,
Bunda gelen gider bir can eğlenmez.
(Azîz Mahmûd Hüdâyî)
HAYR:
İyilik.
Dînin ve aklın beğendiği, güzel ve faydalı gördüğü şey.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Kim zerre miktârı bir hayır işlerse, onun
mükâfâtını (karşılığını) görecek.
Kim de zerre miktârı şer (bir kötülük) işlerse, onun cezâsını
görecektir. (Zilzâl sûresi: 7-8)
Hayra yol
gösteren (sebeb olan), o hayrı yapan gibidir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
Müslüman hayırlı olur. Hased (başkasını çekememezlik) edince hayr kalmaz. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Yumuşak
davranmayan hayr yapmamış olur. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
En
hayırlınız, Kur'ân-ı kerîmi öğrenip öğreteninizdir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)
Ya hayr
söyle, ya sükût et (sus). (Hadîs-i
şerîf-Edeb-ül-Müfred)
İnsanların
hayırlısı, insanlara faydalı olandır. (Hadîs-i şerîf-Künûz-ül-Hakâyık)
Müslümanların hayırlısı müslümanların elinden ve
dilinden emin olduğu (zarar görmediği) kimsedir. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Malı, mevkîi (makâmı) hayır için istiyen ve hayır
işlerinde kullanan; râhata, huzûra kavuşmuştur. Mal-mevkî gâye olmamalı, hayra
vâsıta olmalıdır. (M. Hâdimî)
Hayr-ül-Beşer:
İnsanların en hayırlısı, her bakımdan en iyisi
mânâsına. Peygamber efendimizin lakablarından biri.
Hayr-ül-beşerin ağlaması da, gülmesi gibi hafîf
idi. Kahkaha ile gülmediği gibi, yüksek sesle de ağlamazdı, amma mübârek
gözlerinden yaş akar, mübârek göğsünün sesi işitilirdi. Ümmetinin günâhlarını
düşünüp ağlardı. (Ahmed Kastalânî)
Ol gece kim doğdu ol hayr-ül-beşer,
Ânesi anda neler gördü neler.
Dedi gördüm ol Habîbin ânesi,
Bir aceb nûr kim, güneş
pervânesi.
(Süleymân Çelebi)
Hayr-ül-Enâm:
Mahlûkâtın, yaratılmışların en hayırlısı, iyisi mânâsına Peygamber
efendimizin lakablarından.
Âmine eydür çü vakt oldu tamâm,
Kim vücûda gele ol hayr-ül enâm.
(Süleymân Çelebi)
HAYRÂT:
Sevâb
kazanmak için yapılan Allahü teâlânın beğendiği iyi işler, bütün iyilikler,
hayırlar.
Allahü teâlâ insanın yeni, temiz elbisesine, hayrât
ve hasenâtına, malına, rütbesine bakarak sevâb vermez. Bunları ne düşünce ve ne
niyetle yaptığına bakarak sevâb verir veya azâb eder. (Hamevî)
Dünyâda yapılan hayrât ve hasenât, Peygamber
efendimizin yolunda bulunmak şartı ile âhirette işe yarar. Yoksa, Allahü
teâlânın peygamberine tâbî olmayanların yaptığı her iyilik, dünyâda kalır ve
âhiretin harâb olmasına sebeb olur. (Ahmed
Fârûkî)
Allahü teâlâ hangi işlerin hayrât, hangi işlerin de
seyyiât (kötü işler) olduklarını bildirdi. Hayrât yapanlara sevâb vereceğini
vâd eyledi (söz verdi). Allahü teâlâ vâdinde sâdıktır (sözünü yerine getirir).
Sözünden hiç dönmez. O hâlde kıyâmet günü (âhirette tekrar dirildikten sonra)
nîmet ve azâb olarak başka yerden bir şey getirilmeyecek, dünyâda yapılanların
karşılıklarına kavuşulacaktır. (İmâm-ı
Gazâlî)
HAYRET:
Taaccüb,
şaşkınlık. Şuuru yerinde olmama hâli.
Sûfî yâni tasavvuf yolunda bulunan bir kimse,
başlangıçta kendi makâmından bahseder, hâli ile ilgili şeyleri anlatır. Fakat
kalb gözü açılınca, hayrette kalarak sükût eder, susar. (Ebû Abdullah Nebâcî)
Şükrün sonu hayrettir. Çünkü şükür de Allahü
teâlânın şükredilmesi icâbeden bir nîmetidir. Bu ise, sonsuza kadar, böyle
gider. (Yahyâ bin Muâz)
Geldi hûrîler bölük bölük buğur
Yüzleri nûrundan evim doldu nur
Hem havâ
üzre döşendi bir döşek
Adı sündüs
döşeyen anı melek
Çün göründü bana bu işler ayân
Hayret içre kalmış idim ben hemân
(Süleymân Çelebi)
HAYRHAHLIK:
Başkasının iyiliğini istemek. Allahü teâlânın
nîmetinin bir kimsenin elinde devamlı kalmasını veya onun böyle bir nîmete
kavuşmasını dilemek. Hasedin, kıskançlık ve çekememezliğin zıddı.
Hayrhahlık; güzel ahlâkın aynası durumunda bir
haslet (huy) olup, ekseriyetle içi dışına uyan fazîlet sâhibi kimselerde olur.
Böyle kimseler hep iyilik düşünüp cemiyetin ve insanların faydasına hizmet ve yardım
ederler. Dargınları barıştırırlar, sertlik gösterenleri yumuşatırlar.
Hayrhahlık, dostluğu devâm ettiren bir bağdır. Dostluk, hayrhahlık ile
kuvvetlendirilir ve devâm ettirilir. (Ahmed
Rıfat)
HAYSİYYET (Haysiyet):
Şeref,
îtibâr.
Haysiyetsiz kimse, kendisine karşı yapılan zulüm,
işkence ve hakâretleri kabûl eder. (Ali
bin Emrullah)
İyi huylu kimse, kendisine darılana iyilik yapar.
İhsânda bulunur. Malına, haysiyetine, bedenine zarar vereni affeder. (Hâdimî)
HAYVÂNÎ RÛH:
İnsanda
istekli hareketleri yaptıran kuvvet. (Rûh)
Hayvanlarda ve insanlarda hayvânî rûh vardır. Bunun
yeri yürektir. Bedenî faâliyetleri düzenleyen bu rûhtur. İnsanların hayvanlara
benzeyen tarafları, hayvânî rûhtan ileri gelen şehvet, gadab ve hırs gibi
kuvvetlerdir. Bu kuvvetler, hayvanlarda da vardır. Hattâ hayvanlarda, insandan
daha kuvvetlidir. (Ali bin Emrullah)
HAYY (El-Hayyü):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel
isimlerinden). Dâimâ hayât sâhibi ve diri olan, hep var, varlığı ezelî ve ebedî
(sonsuz) olan.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O, Hayy ve kayyûmdur. (Bütün mahlûkâtın idâresini yürüten, hepsini hesâba çekendir.) (Bakara sûresi: 255)
Hayy ve kayyûm olan Allah'tan başka ilâh yoktur. (Âl-i
İmrân sûresi: 2)
O hayydir. O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde
dinde ihlâs sâhibi (her şeyi Allahü teâlânın
rızâsına uygun yapan kimse) olarak duâ edin. Hamd (övgü) âlemlerin
Rabbi olan Allah'a mahsûstur.
(Mü'min sûresi: 65)
Sehl bin Abdullah-ı Tüsterî'ye, gıdân nedir diye
sordular. Hayy ve kayyûm olanı yâni Allahü teâlâyı zikrdir (anmaktır) dedi. (İmâm-ı Gazâlî)
Hastalanan kimse, el-Hayyü ism-i şerîfini bir
tabağa yazar ve ona su koyar ve ondan üç gün içerse, Allahü teâlânın izniyle
şifâ bulur. (Yûsuf Nebhânî)
HAYYEALES-SALÂH-HAYYEALEL-FELÂH:
Ezân ve ikâmet okunurken söylenen "Haydin
namaza" ve "Haydin kurtuluşa" mânâsına mü'minleri kurtuluşa,
seâdete sebeb olan namaza çağıran iki mübârek söz.
Sünnete uygun olarak okunan ezânı duyan kimsenin,
işittiğini yavaşça söylemesi sünnettir. Yalnız, Hayye ales-salâh ve Hayye
alel-felâh kelimelerini duyunca bunları söylemeyip; "Lâ havle velâ kuvvete
illâ billah" demelidir. Ezândan sonra salevât getirmeli ve sonra ezân
duâsını okumalıdır. (Alâüddîn Haskefî,
İbn-i Âbidîn)
Ezân okurken Hayye ales-salâh derken vücûdu
kıbleden biraz sağa, Hayye alel-felâh derken de biraz sola çevirmelidir. (Zeylaî)
HAYZ (Hayız):
Sıhhatli bir kızın veya âdet zamânı son
dakikasından îtibâren tam temizlik (hiç kan gelmeden en az on beş gün) geçmiş
olan kadının önünden çıkan ve Hanefî mezhebine göre en az üç gün (ilk
görülmesinden îtibâren yetmiş iki saat), en çok on gün devâm eden kan.
Hayzın başladığını ve bittiğini kocasından saklayan
kadın mel'ûndur. (Hadîs-i şerîf-Cevhere)
Hayız ve nifas (lohusa) günlerinde namaz kılmak,
oruç tutmak, câmi içine girmek, Kur'ân-ı kerîmi (ezberden veya yüzünden) okumak
ve tutmak, Kâbe'yi muazzamayı tavâf etmek ve cimâ haram olur. Oruçları sonra
kazâ eder. Namazları kazâ etmez. Namazları affolur. Her namaz vaktinde abdest
alıp, o namazı kılacak kadar zaman oturup; Allahü teâlâyı zikr eder (anar),
tesbih okursa en iyi namazın sevâbını kazanır. (İbn-i Âbidîn)
Kız çocuğuna anasının, anası yoksa ninelerinin,
ablalarının, hala ve teyzelerinin hayz ve nifâs ilmini bildirmeleri
(öğretmeleri) farzdır. Bildirmezlerse, kendileri büyük günâha girerler. (İmâm-ı Birgivî, İbn-i Âbidîn)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder