21 Ocak 2023 Cumartesi

Türk Soylu Halklarda Tabiat ve Tabiat Unsurları-2

 


Rüzgâr


Sibirya halkları efsanelerinde gökyüzünün dört köşesinden esen dört rüzgârdan bahsedilir. Bu dört köşe, dört ana yöne tekabül etmekte ve rüzgârların evlerinin dağlarda olduğuna inanılmaktadır. Bu yoldan olmak üzere Yakutlar, rüzgârların dağlarda uyuduklarına ve ihtiyaç duyulduğunda bir ıslık ile çağrılabileceklerine inanırlar. Yakutlar ve Lamutlar yüksek bir dağın yakınındayken yüksek sesle konuşmazlar, zira “Dağın efendisi” öfkelenip, üzerlerine fırtına yollayabilir. Goldeler, rüzgârların dağların uçurumlarında, “rüzgâr cini/ruhu”nun yaşadığı yerde bulundukları inancıyla, rüzgâra ihtiyaç olup olmamasına bağlı olarak, şaman bu rüzgâr cini/ruhu ile konuşup, onu uçurumun kapılarını açmaya veya kapatmaya ikna edebilir. Moğollar, fırtınalı günlere “koşturma günü” adı verirler, zira dağ cinlerinin bir dağdan diğerine koştuklarını ve bu yüzden fırtına çıktığına inanırlar.


Simkevits, Goldelerin rüzgâr cinine “Namboa adoni” adını verdiklerini naklettiği intibalarını şöyle aktarır: “Şaman, yolculuğa çıkacak biri için elverişli bir rüzgâr dileyecekse, rüzgârın uğultusunu taklit ederek ilâhi söyler”


Golde ve Oroçon inançlarında “Bučču” isimli bir rüzgâr cini vardır. Resimlerde bu, rüzgârın dizginlerini tutan bir varlık olarak resmedilir ki, meselâ tekneyle akıntıya karşı gidilmesi gerekirken, karşıdan ters bir rüzgâr estiğinde şaman, Bučču’nun küçük bir ikonunu yapar ve bunu bir ok ve yayla beraber teknenin ön tarafına yerleştirir. Okun ucu rüzgara karşı durması gerekmektedir. Eğer tam ters yönde, yâni akıntı yönünde rüzgâra ihtiyaç olursa, yine Bučču ikonu yerleştirilir, ama bu sefer yanında ok ve yay bulunmaz.

Schrenk, Gilyakların iş veya seyahâtlerine engel teşkil ettiği takdirde, rüzgârı “öldürmeye” çalıştıklarından bahseder. Kreinowitsch bunun icra tarzını ise şu şekilde tarif edecektir: Ucu yanan bir ok, hortumun tam ortasına atılır ve oku atan kişi atıştan sonra “öldürdüm” diye haykırır. Ondan sonra arkasına hiç bakmadan evine geri döner. Bu oka artık kimse bir daha elini süremez. İnanca göre okun hortumun içinde değdiği yerde kan görülür.


Bu son ritüelden de anlaşılacağı üzere hortum, insanî vasıflara sahip bir varlık olarak tasavvur edilmektedir. Aynı inanca çeşitli Sibirya halkları arasında da rastlarız ki, hortum suretindeki bir yaratığın var olduğuna inanılır. Yakutlar bu yaratığa “Hollorak iččitä” (hortum cini) adını verirler.


Bazı Türk halkları arasında rüzgârı boz bir boğanın soluk alıp verişinin yarattığı inancı hâkimdir. Hâlen yaşayan inançlardan birisi de Teleütlerin rüzgârın hastalık getirdiğine olan inançdır.

Buryat inançlarında, “Zada” adını verdikleri rüzgârın, diğer rüzgârlardan ayrı bir yeri vardır. Bu rüzgâr, yağmur ve kar getiren ve kısa aralıklarla tekrar eden rüzgâra verdikleri isimdir. Bir gün içerisinde defalarca gelebileceğine inanılan “Zada Sagan Tengri” adıyla anılan bu rüzgârın, özel bir cini/ruhu vardır ve genellikle ilkbahar ve sonbaharda eser. Zada rüzgârını bir çeşit ağaç kökü vasıtasıyla bir insan da çağırabilir. Buryatlar, topraktan böyle bir kökün çıkartılması durumunda, havanın hemen soğuyup rüzgârın esmeye başlayacağına inanırlar. Ava çıkmadan önce bu şekilde “Zada” çağıran avcılar dışında, kaz ve kuğu gibi bazı kuşlar da “Zada” çağırabilirler. Bu kuşlar Zada’yı, sonbaharda Güneye göç ederken kullanırlar ve kuşların başlattığı Zada’ya “Kuş zadası” (šobuni-zada) adı verilir. Bunun yanında, geyiklerin sebep olduğu “Boğa zada”sı (bughan zada) vardır. Bir çeşit kırmızı taş (Zadan ulan šulun) da bir ağaç kökü gibi Zada başlatabilir. Zada’ya sebep olabilecekler arasında “şeytan minaresi” de var ki, inanca göre, eğer suya düşecek olursa dokuz gün boyunca Zada eser. 

Moğollar rüzgâr ve yağmur, kar ve buz getirebilecek bir taştan “dzada veya džada” şeklinde bahsederler. Moğol inançlarına göre bu taş, ya dağlarda, ya bir geyiğin, ya bir su kuşunun veya bir yılanın başında, bazen de bir ineğin karnında olabilir. Bir yumruk büyüklüğündeki bu taş, koyu renkli ve çizgili olup, bu taşı bulan kişi, dzada (Yada) taşını bulduğunu bir anda üzerine bastıran üşüme hissinden ve yanına yaklaşan birinin kulağından uğultular duymasından anlayabilir. Bu taşın gücünü üç yıl boyunca koruduğuna ve sonra da “öldüğüne” inanılır. Taşın daha etkili olabilmesi için bu taş, hangi hayvanda bulundu ise, o hayvan cinsinin derisi veya tüyleri içinde muhafaza edilmesi gerekir. Aynı cinsten bir hayvan öldürülüp son nefesini verirken, nefesini bu taşın üzerine vermesi sağlanırsa, ölüyü bir taş bile diriltilebilir. Taşın yardımına ihtiyaç olduğunda, taş su dolu bir kabın içerisine konarak ıslatılır. Eğer çok fazla yağmur yağacak olursa, bu sefer taş kurutularak kaldırılır. Rivayete göre, avcılar bu taş sayesinde kar yağdırıp, vahşi hayvanların izini takip edebildikleri gibi, bir nehrin donmasını sağlayarak nehrin karşı tarafına geçebilirler.


Yakutlar da “Sata” adını verdikleri böylesi bir taşın varlığına inanırlar, ama onlara göre bu taş, belli bazı hayvanların iç organlarında bulunur. Bu taşın sihirli gücü o kadar kuvvetlidir ki, açık alanda güneşin altına konulduğu anda soğuk ve sert bir rüzgâr esmeye başlar.


Altay Tatarlarının da “yada taš” adını verdikleri sihirli bir taşları vardır. Granö, Fince kaleme aldığı seyahâtnamesinde, bu bölgede yaşayan dağlıların bu taş yardımıyla havayı istedikleri gibi değiştirebileceklerine ve Yimen ormanlarında bu taşlardan bulunabileceğine inandıklarından bahseder. Aynı bölgedeki inançlar üzerine araştırmalar yapan Verbitskij de, “yadači” (Yadacı) adı verilen özel bazı büyücülerin bu “Yada” taşını rüzgarlı dağlarda bulduktan sonra onu kuru ve sıcak bir yerde, kimi zaman da koltuk altlarında saklayıp, rüzgâra ihtiyaç duyulduğunda taşları getirip ayin düzenlediklerini, bazı büyücülerin sıcak yaz günlerinde atın sıcaktan etkilenmemesi için bu taşı atın yelelerine bağladıklarını, yağmur yağdırmak içinse, taşın bir gün ve bir gece soğuk suyun içinde bırakıldığını, taşın etkisini yitirdiğindeyse, bir hayvanın veya kuşun karnı yarılarak oraya saklanması gerektiğine olan inançtan bahseder. Bu uygulama, taşın bir hayvanın karnında meydana geldiğine inanıldığının da göstergesidir. Keza aynı şekilde Doğu Türkistan’da da vazifesi yağmur yağdırmak ve diğer hava hadiseleriyle uğraşmak olan yadači (Yadacı) denilen büyücüler vardır.


“Yada” kelimesi (zada, džada, sata v.b.) Volga Tatarlarının diline “Yadu” ve “žadu” (cadu/büyü ve büyücü) olarak geçmiş ve muhtemelen Pers kökenli olup, (Avestada, yãtu, yeni Persçede de žãdũ) Pers inançları arasında da yağmur getiren bir büyülü taş inancı mevcuttur.



Uno Harva'nın Altay Panteonu adlı kitabında alıntılanmıştır.

Çeviren: Erol Cihangir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak