28 Ocak 2023 Cumartesi

İslam Devletlerinde Askeri Teşkilat-1

 


Askerlik ve Askerlik Tarihi


İnsanlar uygarlığın ilk yıllarından beri, kendilerinin de asker olduğu birtakım kabilelerden oluşuyorlardı. Savaşa gerek duyulunca, hiçbir düzen ve eğitime girmeden toplanırlar ve savaşırlardı. Savaşlardan elde edilen mal ve ganimetlerden herkes güç, cesaret ve savaşçılığına göre bir pay alırdı. İnsanlar daha sonra bu durumdan daha uygar ve daha gelişmiş bir devreye çıkmışlar, görev dağılımı yaparak devletler kurunca, en eski sanatlardan olan kahinlik ve askerlik ortaya çıktı. Dünyada ilk önce asker düzenleyen devlet, Mısır firavunları devletiydi. Söz konusu devlet Hz. İsa'nın doğumundan 20 asır önce Sudanlılar ve Habeşlerden düzenli askeri birlikler oluşturarak, bu orduyla Kızıldeniz kıyılarında bulunan halkı itaat altına aldı. Daha sonra askerlik Asur, Babil, Fenike, Yunan vs. eski devletlerde, onları takiben de Romalılarda ve daha sonra da Araplar arasında yayıldı.


Firavunlar devrinde savaşta geçerli olan savaş taktiği ve asker düzeni, birbirlerini takip edecek şekilde sıralanmış saflardı. O günden günümüze ulaşmış tarihi kalıntılar üzerinde bu safların birçok resmi görülmektedir. Yunanlılar bu usulü bazı değişikliklerle beraber firavunlardan almışlar ve kendi dillerinde "Phalanx" kelimesiyle belirttikleri taburları oluşturmuşlardır. Tabur yöntemi askeri birbiri arkasında sıkı saflar, yani sıralar şeklinde yerleştirmekten ibarettir. Her tabur 4 bölük askerden oluşuyordu. Taburları oluşturan askerler birbirinden ancak birkaç ayak uzaklıkta durarak, birbirinin arkasında düzenli sıralar oluşturuyorlardı. Büyük lskender'in babası Filip zamanında bir taburun sayısı iki kat daha fazlaydı. Büyük lskender devrinde ise dört katına çıkmıştır. Ayrıca asker arasındaki boşluklar, omuzlar birbirine değecek dereceye kadar yaklaştırıldı. Bunun dışında lskender bazıları 24 ayak boyunda mızraklarla askeri silahlandırdı. Ordunun ilk safında mızrak boyları daha kısaydı. Arkada daha uzun, üçüncü safta birinci ve ikinci saflardan daha uzun bulunuyordu. Beşinci safa gelindiğinde bu safın taşıdığı mızrakların uzunluğu ilk saftan üç arşın ileri gelecek boydaydı. Filip hayattayken süvari birlikleri de kurmuştu. Oğlu lskender bu birliğe verdiği silahlara mancınığı da eklemiştir. Büyük lskender'in Hz. lsa'nın doğumundan 400 yıl önce savaş dünyasında elde ettiği dünya çapındaki başarılar, bu askeri düzen ve yapılanmadan kaynaklanıyordu.


Roma Askerleri ve Ordu Yapısı


Roma devleti kurulduğu zaman ordudaki tabur sistemini Yunanlılardan alarak kendi ordularında uyguladılar. Roma devletinin yükselme döneminde ordu her biri 6 bin askerden oluşan bölüklerden teşkil edilmişti. Bu bölükleri oluşturan askerler 3 sınıftı:


Savaş zamanında taburun ilk sırasını oluşturan delikanlılar,

Daha yaşlı adamlar,

Güngörmüş deneyimli askerler.


Piyadenin her bölüğüne bir süvari müfrezesi eşlik ederdi ki bu müfreze ok, sapan, kargılar atarak düşmanın piyadeyle savaşmasına engel olurlardı.


Daha sonra Romalılar söz konusu bölükleri sıraya koymaksızın ayırarak her grubu 10 bölük, her bölüğü üç kısım ve her kısmı da iki takıma böldüler. Takımlardan her biri 100 kişiden oluşuyordu. Bu askeri düzen yukarıda belirtilen tabur düzenine aykırıydı. Çünkü bu son usulde askerler bir sıra veya tabur yapılmaksızın ileride detaylarıyla yazacağımız gibi birkaç taburdan oluşan birer grup şeklindeydiler. Romalıların savaş zamanındaki ordu düzeni lslam fetihlerine kadar bu şekilde devam etti.


lslamiyet'in ortaya çıkışı döneminde Rumların askeri kuvveti 120 bin askerden oluşuyordu. Bunlardan her 10 bin asker, çoğunlukla soylulardan "patrik" adı altında bir kumandanın emri ve idaresi altındaydı. Komutanın yanında daha küçük rutbede iki subay vardı. Bunlardan her biri 5 bin askere komuta ederdi. Yine onun emri altında her biri bin kişiye komuta eden "drungri" adıyla 5 subay bulunurdu. Bunun altında daha küçük rütbede olmak üzere her biri 200 kişiye komuta eden "comes" adında 5 subay bulunurdu. Comes'den sonra "centurione" ve bundan daha küçük rütbede "damrah" adında çavuşlar ve onbaşılar bulunuyordu. Bunlardan damrah, 10 kişiye komuta ederdi. Rumların sözünü ettiğimiz askeri yapısı ile günümüzde geçerli olan askeri usul arasında büyük bir benzerlik vardır.


İranlılara gelince bunların ordu teşkilatı da sınıflardan oluşuyordu. Birincisi, büyük komuta sınıfıydı. Bunlara "mir-i miran" (beylerbeyi) denilirdi. Her beylerbeyinin emrinde "isfehbez" adıyla 4 subay bulunurdu. Bu dört subayın komutasında 4 "merziban", bunların her birinin emrinde 4 "salar", her saların emrinde 10 süvari ve 5 meşat vardı.


Araplarda Askeri Teşkilat ve Ordu


Araplar lslam'dan önce bedevi bir hayat yaşadıklarından düzenli bir ordu ve teşkilatları da yoktu. Kabilelerden biri savaş yapmak zorunda kaldığında, kabilede eli silah tutanlar toplanır, bir kısmı süvari, diğerleri piyade asker halinde ok, mızrak, kılıç vs. silahlarla savaşa giderlerdi. Himyer kralları ve Hire padişahları gibi lslamiyet'ten önce uygarlıktan nasip almış Arap devletleri bu söylediklerimizin dışındadır. Bunlar düzenli ordulara sahiplerdi. Daha sonra lslamiyet doğunca Müslümanlar diğer Araplardan ayrılarak kendilerine karşı gelenlerle din birlikteliği altında tek vücut olarak müdafa da bulunmaya ve savaşmaya başladılar. llk lslam'a giren kişiler büyük küçük hepsi askerdi. Muhacirler lslam'ın ilk asker ve ordusu kabul edilirler. Daha sonra Müslümanlar Medine'ye göç ederek ensarla birleşince gerek muhacirler gerek ensar birlikte bir askeri birlik oluşturmuşlardır. Savaşan bu birliğin komutanı Hz. Peygamber'di. Askerlerin arasındaki birlik ve beraberlik bağlarını da kardeşlik ve sevgi oluşturuyordu. Bununla birlikte bu ordunun asker sayısı çok azdı.


Müslümanlar gerek Hz. Peygamber, gerek Hz. Ebubekir zamanında yapılan fetihlerde ele geçirilen Hicaz, Yemen, Necid ve Yemame kabileleriyle çoğalmaya başlamışlar ve din kardeşliği altında birleşerek Şam, Irak ve Mısır'ı ele geçirmişlerdir. Buraları ele geçiren lslam orduları birtakım bölüklere ayrılmıştı. Her yerde bulunan asker bağlı olduğu kabile ve boya göre ayrılıyordu. Örneğin; Basra vilayeti "ahmas" adıyla 5'e bölünmüştü. Her kısımda lslam kabilelerinden biri oturuyordu. Bu 5 kısımda ikamet eden 5 Müslüman kabilesi Ezd, Temim, Bekr, Abdülkays ve Aliye halkıydı. Aliye ve Küfe halkına kent halkı adı verilirdi. Sözü edilen her "hums" (beş bölükten biri) üzerinde o kabileden bir emir bulunurdu. Müslümanların kurdukları yerlerden Küfe ve Füstat'da, Irak Şam ve Mısır'ın diğer yerlerinde bulunan lslam askerlerini bununla karşılaştırabilirsiniz. lslam askerleri her yerde bu şekilde bölümlere ayrılmıştı.


Müslümanlar lslam'ın ilk yayılma yıllarında tamamen askerdiler. Askerlikten başka bir şeyle meşgul olmazlardı. Hz. Ömer fetihle uğraşan bu Müslümanları tarımla uğraşmaktan men etmişti. Büyük ihtimalle Hz. Ömer Müslümanların lslam fetihlerinden sonra, ele geçirilen bölgelerde gördükleri bolluktan dolayı, rahat ve rehavete kapılarak, cihadı ihmal gibi, bir gevşeklik oluşmaya başladığını hissettiğinden bu yasağı koymuş olmalıdır. O cihadı savsaklatacak herhangi bir duruma fırsat vermemek için, lslam dünyasının her köşesine görevliler göndererek, ordu komutanları, askerlerin ailelerinin maaşlarının ve diğer masraflarının her zaman düzenli olarak ödeneceğini, bu nedenle tarımla uğraşmalarına gerek olmadığını bildiriyor ve ilan ettiriyordu. Büyük olasılıkla, Hz. Ömer bu çabalarıyla, Müslümanların kentlerde yerleşmemelerini amaçlamıştı. Öyle ki, diğer yerlerde bulunan dindaşlarına yardım veya bazı lslam beldelerine dışardan yapılacak saldırılardan korumak zorunluluğu ortaya çıkınca, söz konusu bölgelere gönderilmeleri veya kaydırılmaları zor olmasın.


Müslümanlar arasında seçilmiş askerlerden oluşan düzenli ordu kurulması ilk kez, Hz. Ömer zamanında hükumet divanı oluşturulduğu tarihte başlamış ve Emeviler devrinde tamamlanmıştır. Gelişmelerden anlaşılıyor ki zorunlu askerlik görevi Emeviler devri ortalarına doğru başlamıştır. Önceki yıllarda askerler, din yolunda cihada çıkmak ve ele geçen ganimetlerden pay sahibi olmak üzere gönüllü olarak savaşa giderlerdi. Hz. Osman'ın (H. 35/656) yılında ortaya çıkan karışıklıklar sırasında şehit edilmesinden sonra ortaya çıkan fitne sırasında Müslümanlar kendi aralarında bir süre savaştılar. Bu fitne sırasında tüm lslami gruplar yalnızca hakkı savunduklarına inanarak fitneye alet oluyor ve savaşıyorlardı. Halifelik Emevilerin eline geçip de Müslümanlar tek bir devlet haline gelince, çeşitli fırkaların (grup, hizip, parti) etkileri azalmıştı. Artık halk gönüllü olarak savaşa gitmek için bir neden göremiyordu. Halifeler bu durumu görünce, zorunlu olarak düzenli askeri birlikler oluşturdular. Müslümanlar arasında askerliği ilk kez zorunlu hale getiren büyük olasılıkla, Abdülmelik b. Mervan'ın valisi Haccac b. Yusuf'tu. 

Emevi Devleti, bu dönemde en uzak noktalara kadar ulaşmış, Müslümanların sayısı ve lslam ülkesinin yüzölçümü genişlemişti. Bunun bir sonucu olarak Müslümanlardan bir kısmı tarımla uğraşmaya başlamıştı. Muaviye zamanında bile, Müslümanlar arasında rahat yaşam arzuları oluşmaya başlamıştı. Ancak Muaviye bu durumu çabuk fark etmiş ve kendilerine maaşlar bağlayarak onları tarımla uğraşmaktan vazgeçirmişti. Muaviye'nin oğlu Yezid, daha sonra ikinci Muaviye, ondan sonra Mervan b. el-Hakem birbirini takip ederek hilafet makamına geçip de bunlardan her biri halkın kalbini kazanıp kendilerine bağlamayı beceremeyince, asker de görevinde tembellik yapmaya başlamıştı. Abdülmelik hilafete geçtiği tarihlerde askeri teşkilat oldukça bozulmuştu. Halifenin emrine uyarak kimse savaşa gitmiyordu. Bu itaatsizlik olayından etkilenen ve üzülen halife, polis teşkilatı başkanı olan Ruh b. Zenba ile bu konuyu görüşmüştü. Ruh b. Zenba emri altında bulunan Haccac b. Yusuf'u tavsiye etti: "Onu başkomutanlığa tayin ederseniz askeri istediğiniz gibi itaat altına alır." Bunun üzerine Abdülmelik onun tavsiyesine uyarak Haccac'ı başkomutan yaptı. Haccac çok sert ve zalim bir adam olduğundan, gösterdiği şiddet ve zorbalıktan korkan ve Ruh b. Zenba'ın emrinde bulunan askerden hiçbir kimse onun emrinden dışarı çıkamadı. Orduda asayiş ve düzen sağlandı. Ancak Haccac o maiyyet adamlarının öyle ayrı bir konumda kalmalarını da hazmedemiyordu. Bir gün asker savaş için hareket etmişti. Ruh'un adamları ise yerlerinden kımıldamamışlardı. Onlar yemek yemekle meşgulken Haccac yanlarına gitti ve "Müminlerin Emiri hareket etmişken siz nasıl burada duruyorsunuz?" dedi. Öteden beri gördükleri müsamaha ve gevşeklikten oldukça şımarmış olan askerler Haccac'a "Be adam ne uzatıyorsun? Sen de gel beraber yiyelim" cevabını verirler. Haccac "Ne yazık ki, o eski günler geçti" diyerek onlara güzel bir dayak attırıp asker içinde teşhir ettirip azarladıktan sonra, Ruh b. Zenba'ın çadırlarını da yaktırır. Ruh bu durumdan fena halde etkilenmiş bir şekilde, ağlayarak halife Abdülmelik'in huzuruna gider. Abdülmelik üzüntüsünün nedenini sorunca, o da: "Ey müminlerin emiri! Bir zaman maiyetimde bulundurduğum Haccac b. Yusuf adamlarıma dayak atıp çadırlarımı yıktı." Abdülmelik, Haccac'ı huzuruna çağırıp sebebini sorunca Haccac "Ey müminlerin emiri! Bunu yapan ben değilim" cevabını verir. Abdülmelik "O halde kim yaptı?" diye sorar. Haccac bunun üzerine "Efendim bunu yapan sizsiniz, çünkü benim elim sizin elinizdir. Kırbacım da sizin kırbacınızdır. Müminlerin Emiri Ruh b. Zenba'a bir çadır yerine iki çadır ve bir adam yerine iki adam vererek kalbini ve zararını tamir edebilir. Ancak kendi hizmetinde kendisinin halifeliğini güçlendirmek ve otoritesi uğrunda yapılan uygulamalarımdan dolayı beni kırmamalıdır" cevabını verir. Abdülmelik Haccac'ın cevabını uygun görür ve Ruh'ın zararını ödettirir. Bu olay Haccac'ın otoritesini gösteren ilk örnektir. Bu olaydan sonra Haccac'ın halife yanındaki konumu daha da güçlenmiştir.


Haccac'ın bu uygulaması, lslam devlet teşkilatında düzenli ordu ve askerlik teşkilatı tarihinin başlangıcı olarak kabul edilebilir. Sonraki yıllarda bu düzenli ordu sistemi bir gelenek haline gelmiştir. lslam askerleri biri "mürtezika" (maaşlı) diyeri "mütetavvia" (gönüllü) olarak iki çeşit asker şekline dönmüştür. Bununla birlikte gerek maaşlı, gerekse gönüllü olsun, askerler; Yemen, Hicaz ve Necd halkından (Kahtaniler ve Adnaniler) Arap idiler. Bunların içinde az bir miktar "mevali" ve köle de vardı.


İslami Devirde Arap Olmayan Askerler


Yukarıda açıklandığı üzere, Abbasiler kendi adlarına halifeliklerini güçlendirmek ve egemenlik kurmak için Arap olmayanların yardımına ihtiyaç duymuşlardı. Bu durum, Arap olmayanlardan birkaç bölüğün Abbasilerin askerlik hizmetine girmesine neden oldu. lslam hizmetine ilk giren yabancı askerler, Ebu Müslim Horasani'nin yanında bulunan ve halifeliği Abbasilere teslim eden Horasan halkıydı. Bu yüzden II. Abbasi halifesi Mansur zamanında lslam askerleri Yemenli (Kahtaniyye), Hicaz ve Necdli (Adnaniyye), Horasanlı (İranlı) fırkalardan oluşuyordu. Daha sonra bu bölüklere, halife tarafından kendi makamlarını koruma ve karışıklıkları bastırma için özel askeri birlikler haline getirilen bir dördüncü grup eklendi. Ancak garip olan nokta şu ki, halifelerin kendi egemenliklerini sürdürmek için kullandıkları aynı araçlar kontrolün kendi ellerinden çıkmasına da neden olmuştur. H. 218/833 yılında 8. Abbasi halifesi Mu'tasımbillah'a geçtiği zaman Arap olmayan unsurlar devlet işlerinde büyük bir güç elde etmişlerdi. Halifeler artık hayatlarından emin değildiler. Mu'tasım da kendi hayatından korktuğu için Mısır'da özel bir birlik kurdurarak kendi yanında görevlendirmiş ve bu birliğe "megaribe" adını vermiştir. Bu bölük içinde muhtemelen Mağrib halkından da askerler bulunmuş olmalıdır ki, bu isim verilmiştir. Mu'tasım, daha öce de belirttiğimiz üzere, Türkistan'da bulunan Üşrusene, Semerkant, Fergana halkından olup Bağdat esir pazarlarından satın aldığı kölelerden, başka bir askeri birlik oluşturarak kendi muhafız birliğini kurdurmuştu. Bu askere önceleri "ferganalılar" (Feragana) sonraları Türkler (Elrak) adı verilmişlir. Bunlar diğer askeri birliklerden daha çok Abbasi Devleti için tehlikeli olmuşlardır. Zamanla kontrolden çıkarak devlet adamlarına karşı gurur ve zorbalıkla hareket etmeye ve Arap askerlerini aşağılamaya, küçük görmeye ve Bağdat halkını rahatsız etmeye başladılar. Üstelik çok kere bindikleri atları Bağdat sokaklarında koştururlar, halkı ve çoluk çocuğu korkuturlardı. Halk rahatsız edici bu durumdan dolayı halife Mu'tasım'a yoğun şikayetlerde bulundu. Mu'tasım sonunda bu özel birliklerini Bağdat'tan çıkarmaktan başka bir çare bulamadı. Bu nedenle H. 221/836 yılında bu askerlerin yerleşmesi için Samarra şehrini kurdurup, kendisi de askeriyle beraber oraya taşındı.


Mu'tasım'ın hilafeti, Arapların kendi halifelerinden nefret ve şikayet etmelerinin başlangıcı oldu. O devirde Arapların dışından olan askere cünd (asker) ve Arap askerine harbiyye adını verirlerdi. Bunların hepsi de piyadeydi. "Mutatavvia" denilen "gönüllü askere" gelince; bunlar kendi arzularıyla askerliğe girmiş olduklarından çoğunlukla lslam toprakları dışında savaşla uğraşırlardı. Halifelerin yanında bulunan orduda okçu "tirendaz", "neftci" "mancınıkçı" ve "taşçı" bölükleri vardı. Okçular savaşta ok kullanırlar. Neftçiler düşman kalelerini yakmak için neft atarlar, mancınıkçılar (o günkü topçular) düşmanı mancınığa tutarlar. Ve taşçılar da taş ile taşlayan bölüktü. Günümüz uygar devletlerinde olduğu gibi, o günlerde de savaş veya barışta, askerlerle beraber tabipler ve eczacılar da bulundurulurdu.

Daha sonra söz konusu Türk askeri bölüğünden başka bölükler de kuruldu. Bunlar devletin idaresini ele geçirme konusunda birbirlerine rakip oldular. Abbasi halifelerinin on dördüncüsü olan Mühtedi zamanında kurulan "şakiriyye fırkası" bunlardan biridir. Bu bölük veya fırka Mustainbillah zamanında korkunç bir görünüm almıştı. Bu sırada halife saraylarında "gılman" adı verilen bir çeşit özel muhafızlar da oluşturulmuştu. Mısır'daki Fatımiler'de de bu çeşit özel birlikler vardı. Abbasiler'de Arap piyade askerinden de büyük bir kısım "mesafiye" adını alan bir bölüğe dönüştü. Daha sonra Muktedirbillah'ın valilerinden biri olan lbn Sac'ın adından dolayı "Fırka-i Saciyye" adıyla bir bölük daha oluşturuldu. Gerek Türklerden, gerek vs.'den olarak Arapça kaynaklarda dikkatimizi çeken "bilaliye", "sadiye" vs. gibi diğer bölükler de türemişti. Söz konusu bölüklerden her biri kuvveti ölçüsünde devlet işlerinde etkinliklerini artırmaya çalışıyorlardı. Çoğunlukla bu bölükler birbirleri ile veya özel birliklerle karışıklık çıkarırlardı. Bu etkilerden dolayı, fiili egemenlik Arapların elinden çıktı. Kureyşliler ve Arapların eski önemi kalmadı. Bütün güç ve etkinlik Türklere ve diğer unsurların eline geçti. Neticede ünlü "tavaif-i mülük" (küçük devletler veya beylikler) ortaya çıktı.


Divanü'l-Cünd (Ordu Divanı)


"Daire-i Harbiyye veya Askeriyye" demek olan bu divan, lslam askerlerinin isimleri, maaş ve tayinatlarının kayıt ve düzenlenmesi amacıyla, Hz. Ömer tarafından Medine'de kurulmuştu. Bununla birlikte söz konusu divan o dönemde "divanü'I cünd" adıyla bilinmiyor ve sadece "divan" deniliyordu. Bu divanda Mekkeli ve Medineli Müslümanlardan ve tabiün'dan (sahabeden sonraki nesil) olan Müslümanların, Hz. Peygamber'e olan yakınlıklarına ve lslamiyet'teki önceliklerine göre, isimleri ve kendilerine ayrılan maaş miktarları kaydediliyordu.

Her Müslümanın, kendisine, ailesine ve çocuklarına verilen maaşlar ayrı ayrı yazılmıştı. Söz konusu dönemde Müslümanların tamamı, asker oldukları için kurulan divan da askeri divandan daha çok "Müslümanların divanı" anlamına geliyordu. Sözü edilen soy ve kıdem sahipleri ölünceye kadar maaş ve tayinatlar soy ve lslam'a giriş önceliğine göre veriliyordu. Bunlardan kimse kalmayınca lslam askerleri teşkilatında yalnız cesaret ve beceri aranılarak ona göre düzenleme yapılmış ve maaşlar tayin edilmiştir.


Bir adamın askerliğe kabulü bazı şartlara bağlıydı. Bir kimse askerlik mesleğine girmek isterse divan başkanına bir dilekçe sunmak zorundaydı. Başkan, isteklinin kabiliyetini veya yeterliliğini araştırırdı. Askerlik için yeterlilik şartları hür, ergen ve Müslüman olmanın yanında, vücut sağlamlığı, cesaret ve atılganlık gibi özelliklerdi. lsteklide bu özellikler bulunursa, askeri kayıtlara (sicillere) adıyla beraber soyu, boyu, rengi ve diğer ayırt edici özellikleri yazılırdı. Böylece adayın başkasıyla karıştırılması da engellenmiş oluyordu.


Divan kayıtlarının tutulmasında, Hz. Ömer tarafından konulan metot üzere soy ve önceliğe dikkat etme kuralına devam edilmiştir. Askerler defterlere kabile ve cinslerine göre kaydedilirdi. Böylece bir kabile ve ırk diğeriyle karışmamış oluyordu. Kaydedilen asker Arap'tan ise bağlı oldukları kabileler Hz. Peygamber'e olan yakınlık sırasına göre kaydedilirdi. Öncelikle Peygamber'in asıl soyundan başlanılır ve devam edilirdi. Adnan ve Kahtan'dan olan Araplar arasında kayıt yapılırken Adnan Arapları, Peygamber'in soylarından geldiği için Kahtan Araplarından önce yazılırdı. Adnan kabilesi aslında Rebia ve Mudar kabilelerini kapsıyordu. Bu iki kabilenin yazımında da Mudar diğerinden önce gelirdi. Çünkü onlar Peygamber'e daha yakındılar. Muzar kabilesi Kureyş vs. boylara ayrılıyordu. Kureyş kabilesi Peygamber'in kabilesi olduğundan diğerlerinin hepsinden önce gelirdi. Kureyş kabilesi ise, Haşimoğulları, Ümeyye Oğulları vs. kabileleri içine alıyordu. Peygamber kendileri arasından çıktığı için, Haşimiler diğer kabilelerden önce gelirdi. Şu durumda Haşimiler protokol listesinin başını çekiyordu.

Bunlardan sonra diğer boylar, soy ve nesep sırasıyla kaydolunurdu. Arap olmayan askerlerin kaydı yapılırken nesep kuralı gözetilmezdi. Bunların Türk, Hintli gibi cinsleri veya Horasanlılar ve Ferganalılar (megaribe) gibi ülkeleri göz önüne alınıyordu. Ancak bunların içinde lslamiyet'i kabul açısından kıdemliler varsa kıdemlerine göre dtvan kayıtlarında özel bir şekilde kaydolurlardı. Böyle bir özellikleri yoksa, halifeye veya valiye olan yakınlık dereceleri ve makamlarına bakılarak düzenleme yapılırdı. Aralarında eşitlik olursa, o durumda halifeye hangileri daha itaatliyse onlar öne geçirilirdi.


Askeri divanın biri haberleşmelere, diğeri maaşların ödenmesine, bir diğeri savaş giderlerine, diğerleri de öbür işlere ait olarak, zaman ve yere göre değişen farklı şekilleri ve bölümleri vardı.


Asker Maaşları


Ayda veya yılda belli zamanlarda belli miktarda askere verilen paraya maaş denir. Hz. Peygamber zamanında lslam askerlerinin maaşları belli ve sınırlı değildi. Ele geçen ganimet ve haraç çoksa çok, azsa az verilirdi. Hz. Peygamber söz konusu mallardan 1/5'ini ayırdıktan sonra geri kalanı sahabeye öncelik ve soya bakmaksızın eşit olarak pay ederdi. Hz. Ebubekir de böyle hareket etti. Ancak Hz. Ömer halife olup divan oluşturunca aşağıdaki bölümde görüleceği üzere, Müslümanları soy ve lslam'a girişteki önceliğine göre sıralayarak birtakım sınıflara bölmüş ve her sınıfa Hz. Peygamber'e olan yakınlığına ve lslam'daki önceliğine vs. gerekli nedenlere göre ayn ölçülerde maaşlar tayin etti. Aşağıdaki cetvelde görülen rakamlar lslamiyet'in ilk yıllarında yıllık olarak belirlenen maaşları göstermektedir.


Hz. Ömer Devrinde Asker Maaşları


Bedir Savaşı'na katılan muhacir ve ensardan

(Mekkeli ve Medineli Müslümanlar) her birine 5.000

Bedir Savaşı'nda bulunmayan Mekkeli ve

Medineli Müslümanların her birine 4.000

Hz. Peygamber'in her bir eşine 12.000

Peygamber'in amcası Hz. Abbas'a 12.000

Hz. Hasan ve Hüseyin'e 5.000

Hz. ômer'in oğlu Abdullah'a (Halifenin oğlu) 3.000

Muhacir ve ensarın oğullarından her birine 2.000

Mekke halkından her birine 800

Müslümanlardan her birine 300-500

Muhacir ve ensar kadınlarına 300-600


Hz. Ömer zamanında askere ve diğer halka verilen maaşlar (bazı rivayetlerde küçük farklar olmakla birlikte) yukarıda gösterilen miktarlardaydı. Bu maaşlar günümüzde verilen maaşlarla karşılaştırılırsa büyük fark görülür. Bir dirhemi bir frank kabul edersek -ki yaklaşık o kadardır- lslam'da en önemli kişiye verilen yıllık maaş toplamının 5.000 frank veya 200 lngiliz lirasını geçmediği anlaşılır. Ayrıca o günkü tüm Müslümanları asker kabul edersek, muhacir ve ensar ve özellikle Hz. Ömer'in o askerlerin subayları gibi düşünülmesi gerekir.


Yukarıdaki tabloda "Müslümanlardan her biri" tabiriyle belirttiklerimiz erlerdir. Bunlara verilen maaşlar diğerlerine göre oldukça azdır. Erin veya neferin maaşı, bağlı olduğu kabilenin konumu, savaştaki gayreti veya lslamiyet'e hizmeti gibi bazı değerlendirmelere bakılarak 300'den 500 dirheme kadar değişiyordu. Hz. Ömer zamanında subayların yıllık maaşları 4.000'le 5.000, erlerin maaşı 300-500 arasında demektir. Bunların eşlerine ve çocuklarına ayrıca tahsisat verilmesinden başka kendilerine de ayda 2 cerib buğday veriliyordu. Cerib 600 zira kare büyüklüğündeki arazi parçasına denilir. Buradaki ceribden maksat söz konusu toprakta yetişen üründür. Kısaca söylemek gerekirse lslam'ın ilk yıllarında asker erlerine verilen maaşlar günümüzdekine oranla fazlaydı. Subaylarınki ise bunun tam tersidir.


lslam askerlerinin maaş ve tahsisatı Hulefa-i Raşidin devri boyunca sözü edilen ölçülerde devam etti. Daha sonra Emeviler halifeliği ele geçirmek için büyük mücadeleler yapmışlardır. Buna bağlı olarak, llk halife Muaviye amacına ulaşmak için, Arapların desteğine muhtaç olduğundan, ölçüsüzce para dağıtarak yandaş toplamaya çalışmıştır. Muaviye'nin yanında 60.000 asker vardı ve bunlara yılda 60.000.000 dirhem harcıyordu. Şu durumda askerin her birine yılda 1000 dirhem veriliyordu. Bu miktar Hz. Ömer devrinde verilen maaşın iki katından çoktu.


Muaviye'ye destek veren ve kendisi için savaşan, idaresini güçlendiren kabileler arasında Yemen kabilelerinin özel bir yeri vardır. Bunlar bu hizmeti aldıkları yüksek maaş ve tayinattan dolayı yapıyorlardı. Bu vakte kadar Raşidin devri denilen ilk halifelerin duygu ve düşüncelerinden uzaklaşılmış, Peygamber ve Raşidin devrindeki ilahi hava zayıflamış ve yalnızca "cihad" düşüncesi ile savaşa gitme duyguları körelmeye ve sönmeye başlamıştı. Muaviye, sayıları 2.000 e ulaşan bu Yemenlileri diğerleriyle karıştırmaz ayrı bir askeri bölük halinde tutarak bunlara iki kat maaş verirdi. Komutanlarını da yakınında tutar ve onlarla en önemli işler konusunda görüş alışverişinde bulunurdu. Yemenliler böyle üstün konuma çıkınca üstünlük ve öncelik duyguları nedeniyle şımarmaya başladılar. Emevi Devleti'nin kendileri sayesinde kurulduğunu ve isterlerse Hicaz ve Necd Araplarını vs. Arapları Şam'dan çıkarmaya güçleri olduğunu söyleyerek böbürleniyorlardı. Zamanla Muaviye bunlara bu kadar yüz verdiğinden dolayı pişman oldu. Hatasını telafi ederek İnsanların kalplerini kazanmak için Kays gaylan kabilesinden seçme birlikler oluşturup onlara da o oranda fazla maaş bağlayarak bir denge kurdu. Halife Muaviye deniz savaşlarına Yemenlileri ve kara savaşlarına Kayslı askerleri gönderiyordu. Bu duruma Yemenliler dayanamayıp karşı çıkınca, iki bölüğü birleştirerek ikisini birlikte göndermeye başladı.


Muaviye, paranın gücünü yalnız askeri ve orduyu kendine bağlamak için kullanmıyordu. Kendisine yandaş toplamak ve aleyhinde bulunanların kin ve nefretini söndürmek için de kullanıyor ve bu amaçla bol miktarda para dağıtıyordu. Çoğu kez bazı kişilerin, kendisinin rakibi olan Hz. Ali'yi desteklediklerini bildiği halde bunlara da maaş bağlardı. Diğer taraftan valiler akıllarının kısalığından ve Muaviye'nin asıl amacını bilemediklerinden dolayı, emri yerine getirmek istemezlerdi.

Örneğin Küfe halkı Hz. Ali'nin en ateşli ve gayretli yandaşlarıydılar. Muaviye ve orada bulunan valisi Numan b. Beşir'e, Küfe halkına ayrılmış bütçeye onar dinar zam yapmasını buyurdu. Vali emri uygulamak istemedi ancak engel de olamadı.


Daha sonra Emevi halifelerinden Yezit, Mervan, Abdülmelik zamanlarında da maaş, hediye ve bahşişler bu durumda devam etti. Abdülmelik kendi zamanında kendisine muhalefet edenlerle mücadele için yandaş kazanma işinde oldukça ileri gitmişti. Haccac, Abdülmelik'in emriyle Reibil'e gönderdiği askere 2.000.000 dirhem sarf etmişti (maaşlar ve komutanlara verilen bahşiş ve hediyeler dışında). 10. Emevi halifesi Velid b. Yezid halifelik makamına geçince culus günü askerin maaşına onar dirhem artış sağladı. Muhtemelen bununla kendisinde bulunan eğrilik ve savurganlığı göz önüne alarak askerin gözünü kapatmak ve sevgilerini kazanmayı amaçlamıştı. Bununla birlikte Emeviler'in son günlerine doğru maaşlar azalmış ve 500 dirheme kadar inmiştir.


İlk Abbasi halifesi Saffah askerin aylık maaşını 80 dirheme çıkardı. Böylece askerin maaşını Emevilerin ilk dönemlerindeki orana yükseltmek istiyordu. Süvariye de yarısı hayvanın masrafına karşılık olarak, piyadeye verilenin iki katı veriliyordu. Durumdan anlaşıldığına göre, Abbasiler devrinde askerin maaşı devletin yükselmesi ve ilerlemesine paralel oranda artmadı. Tam aksine devlet güçlendikçe maaşların miktarı o ölçüde azalıyordu. Me'mün devrinde piyade askerinin maaşı 20 ve süvarininki 40 dirheme indirildi. H. 201 yılında Isa b. Muhammed'in maiyeti bulunan ordu 125 bin piyade ve süvariden oluşuyordu. Piyadelere 20'şer ve süvarilere kırk dirhem maaş ödeniyordu. Ek olarak Abbasiler devrinde altın fiyatı daha da yükselmişti. Bir dinar Hz. Ömer zamanında 10 dirhemken Me'mün zamanında 15 dirheme yükselmişti.


Yukarıdaki bilgilerden anlaşıldığına göre, maaşlar Emeviler devrinde Raşid Halifeler devrindekinden daha yukarı çıkmış, Abbasiler devrinde daha da azalmıştır. Bunun sebebi Emeviler devrinde yandaş kazanmak zorunluluğuydu. Emeviler egemenliklerini desteklemek için Arapları para vs.'yle kendilerine yaklaştırdılar. Bu yüzden maaşlar bol miktarda veriliyordu. Oysa Abbasiler devrinde bu zorunluluk neredeyse ortadan kalkmıştı. Çünkü Araplar o vakte kadar diğer milletlerle karışarak iş güçle uğraşmaya başlamışlardı. Bunun dışında Abbasiler, iktidar konusunda kendilerine yardım ettiklerinden dolayı Arap olmayanlardan da birçok kişi görevlendirmişlerdi. Ayrıca Arap olmayanlar Araplardan daha az bir maaşa razı oluyorlardı. lbn Hurdazbih'in rivayeti doğruysa, lslam askerlerine verilen en küçük maaş o tarihlerde Rumların kendi askerlerine verdikleri maaşın birkaç katıydı. Onun verdiği bilgilere göre, Rumlarda askere verilen yıllık maaş on iki ile on sekiz dinar arasında değişiyordu. Ayrıca bu maaş 3 veya 4 yılda bir ödenirdi. Oysa Arap askerinin maaşları yıllık, aylık veya birkaç aylık olmak üzere taksit şeklinde belli zamanlarda düzenli ödenirdi. Ödemeler yalnızca Abbasilerin son devirlerine doğru sekteye uğradı. Yalnız bu dönemde maaşlarının ödenmesinde sıkıntı çekilmeye başlandı. Her devletin kriz zamanlarında olduğu gibi, askeri her kim daha çok memnun edebiliyorsa halife de o oluyordu.


Asker maaşları Selçuklular zamanında nakden ödeniyordu. Bu devirden itibaren maaş yerine toprak verilmeye başlanmıştır (ikta veya timar sistemi). Bunu ilk uygulayan Selçuklu vezirlerinden olup (H. 485/1092) yılında vefat eden Nizamülmülk idi. Büyük devlet adamları arasında sayılan bu kişi, Selçukluların veziri olarak birçok ıslahat yaptı. Bağdat'taki medreseleri (darü'l-fünunlar) ilk kuran kendisiydi. Bağdat'ta "Nizamiye Medresesi" adıyla kurulan o ünlü büyük medrese bu kişinin eseriydi. Nizamülmülk, Alparslan'a daha sonra oğlu Melikşah'a da vezirlik yapmıştır. Yirmi sene süren vezirliğinde devletin tüm işleri kendisinin elindeydi. Hükümdar; taht sahibi olmaktan ve avla uğraşmaktan başka bir iş yapmazdı. Akıllı ve iyi niyet sahibi olan bu dirayetli vezir, kendi zamanında Selçuklu devletinin genişlemesine paralel olarak, ülke topraklarının mukataa suretiyle korunmasını arzu ettiğinden, toprakları mukataalara dönüştürüp askere dağıttı. Nizamülmülk toprakların bu şekilde askere verilmesi (tefvizi) ile bir kat daha mamur olacağını düşünmüştü. Çünkü toprak böyle birçok elde bulunursa bu eller kendi menfaatleri gereğince toprağın işlenmesine gayret ederler. Tam tersine toprak yalnız devletin elinde kalırsa o kadar mamur olamazdı. Nizamülmülk'ün bu teşebbüsü iyi sonuçlar verdi ve ülke bayındır bir hale geldi. Ürünler arttı. Nizamülmülk'ten sonra gelen melik ve sultanlar da geçen yüzyılın başlarına kadar bu usul üzerine hareket ettiler.


Asker Sayısı


Daha önce belirttiğimiz gibi lslamiyet'in ilk yıllarında tüm Müslümanlar askerdi. Bu durumda onların sayısı o devirdeki lslam askerlerinin sayısı demektir. H. 1. yılda lslam askerlerinin sayısı yüzlerle ifade ediliyordu. Oturdukları yer de Medine'ydi. Daha sonra bu askerin sayısı yeni Müslümanlarla arttı. Ünlü hadis kitabı Buhari'de geçen bir hadis-i şeriften anlaşıldığına göre Hz. Peygamber lslamiyet'i kabul edenlerin sayılıp yazılmalarını arzu buyurmuş, 1500 kişilik bir nüfus ortaya çıkmıştı.


Savaşların sonuncu olarak H. 9. yılda yapılan Tebük Savaşı sırasında Müslümanların sayısı 30 bin piyade ve 10 bin süvariden oluşuyordu. Hz. Peygamber devrinin sonlarına doğru Arap askerinin sayısı bu kadardı. Daha sonra Hz. Ebubekir ve Ömer zamanlarında lslam askerlerinin sayısı 150 bini aştı. Raşid Halifelerin son dönemlerinde ise bu sayı bir kat daha artmıştı.


Emevilerin hilafetlerinin ilk yıllarında Basra ve Küfe'de bulunan asker sayısı 140 bine ulaşmıştı. Bunlardan 80 bini Basra'da, 60 bini Kufe'de bulunuyordu. Eş, çoluk çocuk da eklenince 200 bin nüfusa ulaşıyorlardı. Mısır'da da aile bireyleri sayılmaksızın yalnız erkek olarak 40 bin Müslüman vardı. Şam bölgesinde bulunan lslam askerleri de bu sayıdaydı. Iran topraklarında vs. bölgelerde bulunan lslam askerleri bu sayıya dahil değildir.


lslamiyet'in ilk yıllarında hilafet makamına geçen halifeler Hz. Peygamber'in izini takip ederek Müslümanların nüfus sayımına büyük önem veriyorlardı. Bu nedenle bu görevi yapmaları için her kabile üzerine bir kişi tayin etmişlerdi. Bu kişiler her gün kabileler içinde "Dün gece kimsenin çocuğu doğmuş mu, kimsenin misafiri gelmiş mi?"diyerek dolaşırlar yeni doğan çocukları ve gelen misafirleri yazarak hükumet divanına haber verir ve kaydettirirlerdi.


Bu nüfus sayımı zaman zaman her vilayette yenileniyordu. lslami devirde Mısır'da ilk nüfus sayımı Amr b. el-As tarafından yapıldı. Daha sonra (H. 65/M. 684) yılından (H. 86/M.705) yılına kadar Mısır valiliğinde bulunan Abdülaziz b. Mervan, daha sonra Kurra b. Şerik (H. 90-96/M. 709-715) ve (H. 101/M. 720) yılında bu valilikte bulunan Beşir b. Saffan zamanlarında da Mısır'da nüfus sayımı yapıldı. Arapların lslam topraklarında yaptığı en son nüfus sayımı Hişam b. Abdülmelik (H. 105-127/M. 724-744) zamanındaydı. Ancak bu sayımla ilgili bilgiler günümüze ulaşmamıştır. Bunlar da Emevilerin kaybolan diğer eserleri arasındadır.


Abbasilere gelince; bunlar daha önceden belirtildiği gibi Araplardan çok, lranlı ve Türklere önem veriyorlar ve görevlendiriyorlardı. Üstelik Mu'tasım H.218'de hilafet makamına geçince bütün vilayetlere bir emir göndererek devlet dairelerinde görevli Arapların kayıtlarının silinmesi ve maaşlarının kesilmesini emretti. Bu durumu hazmedemeyen Araplar emre karşı gelmek istedilerse de direnişleri bir yarar sağlamadı. Bu tarihten başlayarak Arapların güç ve ağırlıkları azalmaya başlamıştır. Devletin askeri sürekli lran, Türk vs. unsurlardan oluşmaya başladı. Arapların Abbasi halifelerine karşı ne kadar kırgın olduklarına aşağıdaki olay örnek sayılabilir. Mu'tasım'ın ölümünden sonra yerine geçen Vasık halifelik makamına oturduğu sırada, ünlü şair Da'bel Huzai, Samire'de bulunuyordu. Mu'tasım'ın vefatı ve Vasık'ın halife olduğu kendisine haber verilince şair "Hamd olsun bu duruma ki, fani insanlar ebedi uykuya daldıkça bunlar için hüzün, elem ve üzüntüye gerek kalmıyor. Bir halife ölüyor diğeri yerine oturuyor. Ancak hiçbir kimse ne öncekinin ölümünden üzülüyor ne de diğerinin halife olmasından sevinç duyuyor" anlamında beytler söylemişti. Gerek Emeviler gerek Abbasiler zamanında savaş veya barış döneminde görevlendirilen askerin sayısını kesin olarak tesbit etmek imkansızdır. Şu kadar ki savaşa gönderdikleri askerin sayısını göz önüne alırsak oldukça çok askere sahip oldukları anlaşılır. Yezit b. Mühelleb, Cürcan ve Taberistan üzerine hareket ettiği zaman emrinde Arap olmayanlardan ve gönüllülerden başka 120.000 maaşlı asker bulunuyordu. Abbasi halifelerinden Harünürreşid maiyet adamları, hizmetliler ve gönüllüler dışında 135 bin askerle Rum ülkesinde bulunan Hirakl şehri üzerine hareket etmişti. Mısır'da lhşidliler devletinin kurucusu olan Mehmet b. Togaçın ordusu 400 bin asker ve 8 bin memlükten oluşuyordu. Her akşam bu memlükten 2.000'i kendisini koruyordu. lbn Haldun, Abbasi halifelerinden Mu'tasım'ın Anadolu'daki Umuriyye şehrinin fethine 900 bin asker gönderdiğini yazıyor. Arap asıllı olmayan askerle özel askerleri vs.'yi hesaba katmayarak doğu ve batıdan, yakın uzak bütün lslam sınırları üzerinde bulunan ordu konaklarındaki muhafız birliklerinin ne kadar olması gerekeceğini göz önüne alırsak, yukarıda kaydolunan sayıları doğal görmek gerekir. Abbasilerden Me'mun'un yalnız özel birliklerindeki asker sayısının 33.000'e ulaştığı görülmüştü.


Rütbeler ve Askerlik Çeşitleri


Cahiliye döneminde Arapların askeri ve ordusu yoktu. Bununla birlikte gerektiğinde kabile emiri komutan kabul edilirdi. Kabile reisi yağma veya başka bir konuda göndereceği bir askeri birliğe kendisine vekil olarak bir komutan tayininine gerek görürse, o dönemde "menkib" adı verilen birini tayin ederdi. Ondan daha aşağı rütbede "arif' gelirdi. Menkib beş, arif ona kadar veya daha fazla ere komuta ederdi.


Araplar lslam'ın ilk yıllarında Cahiliye döneminin sözünü ettiğimiz yöntemini devam ettirerek, askeri her biri on kişiye komuta eden ariflere taksim etmişler ve kumandanlığı da kıdemli ve tecrübeli kişilere vermişlerdi. llk lslam fetihlerinde askerler böyle düzenlenmişti. Daha sonra arifler yedişer yedişer bölünerek bunların sayısı 100'e ulaşmış ve her arifin maiyetine kıdem ve tecrübeye göre sıralanan askerin sınıflarına göre 30-40 ve bazılarının emrine 20 er verilmiştir. Ariflerin üzerine "ümerai'l esba"' adıyla komutanlar bulunurdu. Ariflere maaş dağıtımını komutanlar, erlere ise arifler yapardı.


Emeviler devrinde asker düzeninde çok az değişiklik yapılmıştı. Devlet Abbasilere geçince askeri düzenlemede her on kişiye komuta etmeye "arif', her 50 kişiye "halife", her 100 askere "kaid" adı verilen komutanlar tayin olundu. Daha sonra başka bir düzenleme yapıldı: Her 10 kişiye "arif', her 10 arife "nakib", her on nakibe (1000 kişiye) kaid, her on kaide (her on bin kişiye) "emir" komuta ediyordu. Diğer lslam devletlerinde bazı farklarla beraber bu düzene göre hareket ettiler.


Yukarıda sözünü ettiğimiz askeri rütbeleri taşıyan kişiler, hiç kuşkusuz günümüz subaylarının taşıdığı askeri rütbe ve üniforma gibi, rütbelerini gösteren ve sınıflarını gösteren özel işaretler taşıyan elbiseler giyerlerdi. Ancak o elbiselerin şekil ve işaretlerine ait hiçbir yerde açık bir bilgiye ulaşamadık. Elbiseler hakkında bulabildiğimiz bilgileri daha önce tıraz konusunda yazdık. Bunun dışında bilgiye sahip değiliz. Bununla ilgili olarak, her devletin atlarını diğer devletin atlarından ayırmak için üzerlerine "dağ"(damga) vurulurdu. Her devletin kendine ait bir dağı vardı. Emevilerin kullandığı dağ (adeh) kelimesini taşıyordu. Nitekim Araplar Cahiliye zamanında develerini bu şekilde dağlardı. Yine her kabilenin kendine ait bir dağı vardı. Hayvanları dağlamak günümüzdeki uygar devletlerde bile hala geçerlidir.



Corci Zeydan’ın İslam Uygarlıkları Tarihi Kitabından Alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak