ZAFER (1146 - 1187)
Allah'ım, zaferi Mahmut’a değil, İslam'a ver. Mahmut kopuğu zafere lâyık adam mıdır?
NUREDDİN MAHMUT
Arap Doğu aleminin birleştiricisi
(1117-1174)
AZİZ HÜKÜMDAR NUREDDİN
Zengi cephesinde karışıklık hüküm sürerken, bundan tek bir kişi etkilenmemiştir. Yirmi dokuz yaşında, uzun boylu, esmer tenli, çenesi hariç yüzü traşlı, geniş alınlı, tatlı ve sakin bakışlı biridir. Atabeyin daha soğumamış bedenine yaklaşır, elini titreyerek tutar, egemenlik simgesi olan yüzüğünü alarak kendi parmağına geçirir. Adı Nureddin’dir. Zengi’nin ikinci oğludur.
Geçmiş zaman hükümdarlarının hayat hikâyelerini okudum ve bunların arasında, ilk halifeler hariç, Nureddin kadar erdemli ve adil olanına rastlamadım. İbn el-Esir, haklı olarak bu hükümdara tapacak kadar bağlanacaktır. Zengi’nin oğlu, babasının bütün iyi yanlarını -sadelik, cesaret, devlet duygusu- almakla birlikte, atabeyi çağdaşlarının bazılarının gözünde son derece iğrenç hale getirmiş olan kötü yanlarından hiçbirini almamıştır.
Zengi, yabaniliği ve utanmazlığıyla korku yaratırken, Nureddin daha sahneye çıktığı andan itibaren, kendine dindar, ciddi, adil, verdiği sözü tutan ve islamın düşmanlarına karşı olan cihada tamamen bağlı bir adam görüntüsü vermeyi başarmıştır.
Bundan da önemlisi -çünkü onun dehası burada ortaya çıkmaktadır-, erdemlerini korkutucu siyasal silahlar haline dönüştürmeyi başaracaktır Daha XII. yüzyılın ortasında psikolojik seferberliğin oynayabileceği emsalsiz rolü anlayarak, gerçek bir propaganda mekanizması kurmuştur. Çoğu din adamı olan yüzlerce okumuş kişiye, halkın sempatisini kendine yöneltme ve böylece Arap dünyasının yöneticilerini sancağının altında toplanmaya zorlama görevi vermiştir. İbn el-Esir, Zengi’nin oğlu tarafından bir gün Frenklere karşı bir sefere davet edilen Cezire emirlerinden birinin yakınmalarını anlatacaktır.
Eğer Nureddin’e yardıma gitmezsem, toprağımı elimden alır, çünkü sofulara ve çilekeşlere daha önceden yazıp, onların kendine dua etmelerini ve Müslümanları cihada teşvik etmelerini istedi. Bu adamların herbiri şimdi müritleri ve arkadaşlarıyla birlikte Nureddin’in mektubunu okuyup, ağlıyor ve bana beddua ediyor. Eğer aforoz edilmek istemiyorsam, isteğini yerine getirmeliyim.
Zaten Nureddin propaganda makinesini bizzat yönetmektedir. Şiirler, mektuplar ve kitaplar yazdırtır ve bunların istenilen etkiyi yaratmak üzere tam zamanında dağıtılmalarını gözetir. İlkeleri basittir: Tek din, o da sünni İslam olacaktır ve bu durum bütün “sapkınlıklar”a karşı mücadeleyi gerektirir; Frenkleri her bir yandan kuşatmak için tek bir devlet; işgâl altındaki toprakları geri almak ve özellikle Kudüs’ü kurtarmak için tek bir hedef: Cihad. Nureddin, yirmi sekiz yıllık saltanatı boyunca, birçok ulemayı Kutsal Kudüs kentinin niteliklerini öven incelemeler yazması için teşvik edecek ve camiler ile okullarda bunların halka okunmalarını öğütleyecektir.
Bu fırsatlar vesilesiyle, hiç kimse yüce mücahid, kusursuz Müslüman Nureddin’i methetmeyi unutmamaktadır. Fakat bu kişi tapıncı, Zengi’nin oğlunun alçakgönüllülüğüne ve sadeliğine dayandırılmasından dolayı daha da becerikli ve etkili olmaktadır.
İbn el-Esir’e göre:
Nureddin’in karısı, bir keresinde ihtiyaçlarını karşılayacak kadar parası olmadığından yakınıyordu. (Nureddin), Hıms’ta sahip olduğu ve yılda yaklaşık yirmi dinar getiren üç dükkânını ona bıraktı. Fakat kadın bunu da yeterli bulmayınca, ona şöyle karşılık verdi: “Başka hiçbir şeyim yok. Elimdeki bütün paralar, benim Müslümanların hazinedarı olmamdandır ve senin yüzünden onlara ihanet etmeye ve kendimi cehennem ateşine atmaya niyetim yok”.
Geniş ölçekte yayılan bu cins sözler, bölgenin lüks içinde yaşayan ve en ufak tasarruflarını bile çekip alabilmek için uyruklarına baskı yapan hükümdarları için öncelikle rahatsız edici olmaktadırlar. Üstelik Nureddin’in propagandası, onun otoritesine bağlı ülkelerde kaldırılan vergileri sürekli olarak vurgulamaktadır.
Hasımlarının canını sıkan Zengi’nin oğlu, çoğu zaman kendi emirlerini de rahatsız etmektedir. Zaman geçtikçe, dinsel hükümlere uyulması konusunda daha da katılaşacaktır. Alkolü sadece kendine değil, tüm ordusuna yasaklayacaktır. Halepli vakanüvis Kemaleddin “Tambur, flüt ve tanrının hoşuna gitmeyen diğer şeyleri” de yasakladığını bildirdikten sonra, “Nureddin bütün parlak kıyafetleri bırakarak pürtüklü kumaşlara büründü” diye eklemektedir. İçkiye ve muhteşem süslere alışkın olan Türk subaylar, nadiren gülümseyen ve sarıklı ulemayla arkadaşlık etmeyi diğerlerine tercih eden bu efendiyle birlikte kendilerini çok rahat hissetmeyeceklerdir.
Emirler için daha da cansıkıcı olan şey, Zengi’nin oğlunun Nureddin ünvanından (dinin ışığı) vazgeçerek, kişisel adı olan Mahmut’la yetinme eğilimidir. Çarpışmalardan önce, “Allahım zaferi İslama ver, Mahmut köpeği zafere lâyık adam mıdır?” diye dua etmektedir. Bu cins tevazu gösterileri, zayıf ve dindar kişilerin sempatisini ona yöneltecek, ama güçlüler ona hemen ikiyüzlü damgasını vuracaklardır. Dış görünüşü biraz karışık olsa da kanaatlerinde samimiymişe benzemektedir. Sonuç her halükârda ortadadır: Arap dünyasını, Frenkler’i ezebilecek bir güç haline Nureddin getirecektir ve zaferin meyvalarını da yardımcısı Selahaddin toplayacaktır.
Nureddin, babası ölünce Halep’e egemen olmayı başarmıştır. Atabey tarafından fethedilmiş muazzam topraklarla kıyaslandığında bu az birşeydir, ama bizatihi bu başlangıç alanının mütevazi olması, onun saltanatının şanını sağlayacaktır. Zengi, hayatının büyük bölümünü halifeler, sultanlar ve Irak ile Cezire’nin çeşitli emirlikleriyle mücadele etmekle geçirmiştir. Oğlu, bu tüketici ve hayırsız işten kurtulacaktır. Musul’u ve civarındaki bölgeyi ağabeyi Seyfeddin’e bırakan ve onunla iyi ilişkiler içinde kalarak, doğusunda güvenebileceği güçlü bir dostu olan Nureddin, kendini tamamen Suriye sorunlarına adamıştır.
Ancak, 1146 Eylülünde güvenilir adamı Kürt emiri ve Selahaddin’in amcası Şirkuh’la birlikte Halep’e geldiğinde rahat bir konumda değildir. Bunun nedeni, yalnızca yeniden Antakya şövalyelerinden kaygı duymaya başlanılması değil, aynı zamanda Nureddin’in egemenliğini henüz başkentinin surlarının dışında oturtmayı başaramamış olmasıdır. Tam bu sırada, Ekim sonunda ona, Jocelin’in kentin Ermeni halkının bir bölümünün yardımıyla Edessa’yı geri almayı başardığı bildirilir. Edessa, Zengi’nin ölümünden beri kaybedilenlere benzeyen herhangi bir kent değildir: bu şehir, bizatihi atabeyin şanının simgesidir, düşmesi hanedanının bütün geleceğini tehlikeye sokmaktadır. Nureddin çabucak tepki verir. Gece gündüz at koşturur, çatlayan atları yol kenarında bırakır. Jocelin’in savunmayı düzenlemesine fırsat bırakmadan Edessa önüne varır. Geçmiş deneylerin daha cesur hale getirmediği kont, gece olur olmaz kaçmaya karar verir. Onu izlemeye çalışan yandaşları, Halepli süvariler tarafından yakalanır ve öldürülür.
Ayaklanmanın bastırılmasındaki hız, Zengi’nin oğluna doğmakta olan iktidarının çok ihtiyaç duyduğu bir saygınlık sağlar. Dersini anlayan Antakya hükümdarı Raymond, daha az girişimci olur. Unar’a gelince, Halep’in efendisine kızını eş olarak almasını teklif eder.
İbn el-Kalanissi bunu şöyle belirginleştirmektedir:
Evlenme sözleşmesi Şam’da, Nureddin’in temsilcilerinin önünde kaleme alındı. Bundan sonra hemen çeyiz düzmeye girişildi ve bu hazırlıklar bittikten sonra, temsilciler Halep’e dönmek üzere yola koyuldular.
Nureddin’in Suriye’deki konumu artık sağlam temellere dayanmaktadır. Fakat ufukta beliren tehlikelerle kıyaslandığında, Jocelin’in komploları, Raymond’un yağma harekâtları ve Şamlı yaşlı tilkinin entrikaları bir süre sonra önemsiz gözükeceklerdir.
Konstantinopolis’ten, Frenkler’in topraklarından ve bunlara komşu ülkelerden ardı ardına haberler geldi; bunlara göre Frenkler’in kralları İslam topraklarına saldırmak üzere ülkelerinden buralara geliyorlardı. Bunlar ülkelerini, boş, savunmasız bırakmışlardı ve beraberlerinde servetler, hazineler ve ölçülemez miktarda malzeme getiriyorlardı. Sayılarının bir milyon, hatta daha fazla piyade ve şövalyeye ulaştığı söyleniyordu.
İbn el-Kalanissi bu satırları yazdığında yetmiş beş yaşındadır ve bundan elli yıl önce, aynı türden bir olayı, bizzat ve değişik terimlerle anlatmak zorunda kaldığını herhalde hatırlamaktadır.
Nitekim, Edessa’nın düşmesinin harekete geçirdiği ikinci Frenk istilası başlangıçta birincisinin bir kopyasına benzemiştir. 1147 sonbaharında sırtlarına haç biçiminde kumaşlar dikmiş olan sayılamayacak kadar çok savaşçı Küçük Asya’ya akmıştır. Kılıçarslan’ın tarihsel yenilgisinin meydana geldiği Dorylaion’da, onları bu kez onun oğlu Mesut beklemekte ve elli yıllık bir aradan sonra intikamını almak istemektedir. Onlara bir dizi pusu kurarak, çok öldürücü darbeler indirir. Mevcutlarının azaldığına ilişkin haberlerin ardı arkası kesilmiyordu, böylece insanlar biraz huzura kavuştular. Ama İbn el-Kalanissi gene de Frenkler’in, uğradıkları kayıplara rağmen, yaklaşık yüz bin kişi oldukları(nın) söylendiğini eklemektedir. Fakat bu rakamları gene tamamen geçerli saymamak gerekir. Bütün çağdaşları gibi, Şamlı vakanüvis de kesinliğe çok meraklı değildir ve ne olursa olsun bu tahminleri doğrulama olanağına sahip değildir. Fakat rakamı kuşkulu gördüğü her seferinde “deniliyor” ibaresini ekleyen İbn el-Kalanissi’nin bu bölümlerdeki temkinliliğini gene de kutlamak gerekir. İbn el-Esir’in böyle dertleri olmamasına rağmen, bir olaya kişisel yorum getirdiği her seferinde, “Allahü aalam” (yalnızca Tanrı bilir) sözüyle bitirmeye gayret göstermektedir.
Yeni Frenk istilacılarının tam sayılarının ne olduğu bilinmemekle birlikte, bunların gücü Kudüs, Antakya ve Trablus’takilere eklendiğinde, hareketlerini dehşet içinde izleyen Arap âlemini kaygılandıracak bir durum ortaya çıkmaktadır. Akla hep aynı soru gelmektedir: İlk saldıracakları kent hangisi olacak? Mantık Edessa’dan başlamalarını gerektirmektedir. Onun düşmesinin intikamını almak için gelmemişler midir? Halep’e de saldırabilirler ve böylece Nureddin’in yükselen gücüne daha baştan darbe indirirler ve bunun sonucunda Edessa kendiliğinden düşer. Fiili durumda ne biri, ne de diğeri olacaktır. İbn el-Kalanissi, Kralların arasındaki uzun tartışmalardan sonra, Şam’a saldırma konusunda anlaştılar ve şehri ele geçireceklerinden o kadar eminler ki, buraya bağlı toprakları nasıl paylaşacakları konusunda daha şimdiden anlaştılar, demektir.
Şam’a saldırmak? Kudüs’le ittifak antlaşması olan yegâne Müslüman yönetici Muyiniddin Unar’ın kentine saldırmak? Frenkler Arap direnmesine bundan daha iyi bir hizmette bulunamazlardı. Geriye dönüp baktığımızda, bu Frenk ordularına komuta eden güçlü krallar, Şam gibi saygın bir kentin fethinin, onların Doğu’ya kadar gitmelerini tek başına meşru kılacağını düşünmüşe benzemektedirler. Arap vakanüvisler, esas olarak Almanlar kralı Conrad’dan söz etmekte, aslında çok çaplı bir kişi olmayan Fransa kralı VII. Louis’nin varlığından hiç söz etmemektedirler.
İbn el-Kalanissi bu konuda şunları yazmaktadır:
Frenklerin niyetlerinden haberdar olmaya başlar başlamaz, emir Muyiniddin onların kötülüğünü başarısız çıkartmak için hazırlıklara girişti. Bir saldırının yapılabileceğinden kuşkulanılan bütün yerleri tahkim etti, yollara asker çıkardı, kuyuları doldurdu ve kent civarındaki su kaynaklarını tahrip etti.
Frenk birlikleri 24 Temmuz 1148’de Şam önlerine varırlar, arkalarında eşyalarını taşıyan devasa deve kafileleri bulunmaktadır. Şamlıların yüzlercesi, istilacılarla çarpışmak için kentten çıkar. Aralarında, Magrep kökenli çok yaşlı bir ilahiyatçı olan el-Findelevi de bulunmaktadır.
İbn el-Esir şöyle anlatacaktır:
Muyiniddin onun yayan yürüdüğünü görünce, onu selâmladı ve şöyle dedi: “Ey saygıdeğer ihtiyar, ilerlemiş yaşın seni çarpışmaktan muaf kılar. Müslümanları savunmak bize düşer”. Ondan geri dönmesini istedi, ama el-Findelevi bunu reddederek şöyle dedi: “Ben satıldım ve beni Allah satın aldı”. Bu şekilde yüce tanrının şu sözlerine atıfta bulunuyordu: “Tanrı, müminlerin kişilerini ve mallarını satın almış, karşılığında da onlara cenneti vermiştir”. El-Findelevi önde yürüdü ve onların darbeleri altında düşene kadar Frenkler’le çarpıştı.
Bu şehadetin arkasından, Filistinli bir mülteci olan el-Halkuli adındaki bir dervişinki gelmiştir. Fakat bu kahramanca hareketlere rağmen, Frenk ilerlemesi durdurulamamıştır. Bunlar Guta ovasına yayılmışlar ve çadırlarını kurmuşlar, hatta surların birçok noktasına yaklaşmışlardır. Bu ilk çarpışma gününün akşamında daha beterinden korkan Şamlılar, caddelere barikat kurmaya başlamışlardır.
Ertesi gün, 25 Temmuz bir pazardı diye aktarmaktadır. İbn el-Kalanissi ve şehir halkı şafaktan itibaren birkaç huruç yaptı. Çarpışma ancak gün bitiminde, herkes bitkin düşünce kesildi. Bunun üzerine herkes konumuna geri döndü. Şam ordusu, geceyi Frenkler’in karşısında geçirdi ve şehirliler nöbet tutmak ve gözcülük yapmak için surların üstünde kaldılar, çünkü düşmanı hemen yanıbaşlarında görüyorlardı.
Pazartesi sabahı, Şamlılar yeniden umutlanırlar, çünkü kuzeyden ard arda dalgalar halinde Türk, Kürt ve Arap atlılarının geldiğini görürler. Unar bölgenin bütün hükümdarlarına takviye talep eden mektuplar yazmış olduğu için, bunlar kuşatma altındaki şehre ulaşmaya başlamışlardır. Nureddin’in ertesi gün Halep ordusunun başında geleceği, ayrıca kardeşi Seyfeddin’in de Musul ordusuyla geleceği haber verilmektedir. Onlar yaklaşırlarken, İbn el-Esir’e göre, Muyiniddin bir tane yabancı Frenkler’e, bir tane de Suriyeli Frenkler’e mesaj gönderir. Birincilere karşı basit bir dil kullanmıştır: Doğu’nun kralı geliyor, kenti ona teslim ederim ve buna pişman olursunuz. Diğerlerine, “yerleşikler”e karşı farklı bir dil kullanmaktadır. Bize karşı bu adamlara yardım edecek kadar delirdiniz mi? Eğer Şam’ı ele geçirirlerse, size ait topraklara göz dikeceklerini anlamadınız mı? Bana gelince, eğer kenti savunmayı başaramazsam, onu Seyfeddin’e teslim ederim ve eğer Şam’ı alırsa sizin Suriye’de tutunamayacağınızı çok iyi biliyorsunuz.
Unar’ın manevrası hemen başarılı olmuştur. Takviye güçleri gelmeden önce Şam’dan uzaklaşması için Almanlar kralını ikna etmeyi üstlenen yerli Frenkler’le gizli bir anlaşma yapan Unar, diplomatik manevralarının başarısını garantiye almak için büyük rüşvetler dağıtmış, bu arada Frenkler’i pusuya düşüren ve hırpalayan yüzlerce gönüllüyü başkent çevresindeki meyva bahçelerine dağıtmıştır. Yaşlı Türk’ün attığı nifak tohumları pazartesi akşamından itibaren meyva vermeye başlamışlardır. Moralleri aniden bozulan kuşatmacılar, güçlerini yeniden bir araya getirmek için taktik bir geri çekilme kararı vermişler, Şamlılar tarafından hırpalanarak kendilerini her bir yanı açık ve hiçbir su kaynağı olmayan bir ovada bulmuşlardır. Konumları birkaç saat içinde o kadar tehlikeli hale gelmiştir ki, krallar artık Şam’ı alma fikrini tamamen bırakıp, birliklerini ve kendilerini yokedilmekten kurtarmaktan başka bir şey düşünemez hale gelmişlerdir. Salı sabahı, Frenk orduları çoktan Kudüs’e çekilmeye başlamışlardır ve peşlerinde de Muyiniddin’in adamları vardır.
Açıkçası, bu Frenkler artık eskileri gibi değillerdir. Yöneticilerinin beceriksizliği ve komutanların birlik olamaması, artık Arapların ayrıcalığı olmaktan çıkmışa benzemektedir. Şamlılar buna çok şaşırmışlardır. Doğu’yu aylardan beri titreten güçlü Frenk ordusunun dört günden daha az süren bir çarpışma esnasında dağılmış olması mümkün müdür? İbn el-Kalanissi, Bir tuzak hazırladıkları düşünüldü demektedir. Ama öyle birşey yoktu. Yeni Frenk istilası bal gibi bitmişti. İbn el-Esir, Alman Frenkler, Konstantinopolis’in ötelerinde bulunan ülkelerine döndüler ve tanrı inananları bu afetten kurtardı, diyecektir.
Unar’ın şaşırtıcı zaferi, saygınlığını artıracak ve istilacılarla yaptığı anlaşmaları unutturacaktır. Fakat Muyiniddin kariyerinin son günlerini yaşamaktadır. Çarpışmadan bir yıl sonra ölür. Adeti olduğu üzere gene çok yemişti, fenalaştı. Dizanteriye yakalandığı öğrenildi. İbn el-Kalanissi kesinleme yapmaktadır. Bu, ancak nadiren kurtulunabilinen korkunç bir hastalıktır. Ve onun ölümüyle, iktidar kentin itibarî hükümdarı Abak’a geçer. Tuğtekin soyundan gelen on altı yaşındaki genç, çok akıllı değildir ve kendi kanatlarıyla uçmayı hiç başaramayacaktır.
Şam çarpışmasının esas kazançlısı, hiç kuşkusuz Nureddin’dir. 1149 Haziranında Antakya prensi Raymond’un ordusunu ezmeyi başarır. Selahaddin’in amcası Şirkuh, Raymond’u kendi elleriyle öldürür. Onun kafasını kesip efendisine götürür, o da adet olduğu üzere, bunu gümüş bir sanduka içinde Bağdat halifesine gönderir. Böylece kuzey Suriye’deki bütün Frenk tehditlerini defeden Zengi’nin oğlunun, babadan kalma eski düşünü gerçekleştirmesi için elleri serbest kalmıştır: Şam’ın fethi. Kent 1140’ta, Zengi’nin kaba boyunduruğuna girmektense Frenkler’le ittifak yapmayı tercih etmişti. Fakat artık işler değişmiştir. Muyiniddin artık yoktur. Batılıların tutumu en sıkı yandaşlarını bile şaşırtmıştır ve özellikle de Nureddin’in ünü babasınınkine hiç benzememektedir. Kendiyle iftihar eden Emevi kentine tecavüz etmek değil, onu cezbetmek istemektedir.
Birliklerinin başında kenti çevreleyen meyva bahçelerine vardığında, bir saldırıya hazırlanmaktan çok kent halkının sempatisini kazanmaya uğraşmıştır. İbn el-Kalanissi şöyle anlatmaktadır: Nureddin, köylülere iyi davrandı ve varlığının onlara yük olmamasına uğraştı, Şam ve civarındaki her yerde onun için tanrıya dua edildi. Gelişinden kısa bir süre sonra, uzun bir kuraklığın arkasından bol yağmurlar başlayınca, insanlar bunu ona atfettiler. “Bu, onun sayesinde, örnek alınacak adaleti ve davranışının sayesinde oldu” dediler.
Tutkularının niteliğinin açıkça ortada olmasına rağmen, Halep’in efendisi bir fatih gibi gözükmeyi reddetmektedir.
Şamlı yöneticilere hitaben yazdığı bir mektupta şöyle der:
Buraya sizinle savaşmak veya sizi kuşatmak amacıyla kamp kurmaya gelmedim. Sadece Müslümanların çok sayıda yakınması beni böyle davranmaya yöneltti. Çünkü Frenkler köylülerin bütün mallarını ellerinden almışlar, çocuklarını onlardan kopartmışlar ve bu insanları savunacak kimse yok. Mademki tanrı bana Müslümanlara yardım edeyim ve kâfirlerle savaşayım diye güç verdi, madem ki komutam altında çok miktarda zenginlik ve insan var, o halde benim Müslümanları ihmal etmem ve savunmalarını üstlenmemem mümkün değildir. Üstelik sizin topraklarınızı savunmadaki yeteneksizliğinizi ve Frenkler’den yardım isteyecek kadar alçaldığınızı ve en fakir uyruklarınızın mallarını onlara teslim ettiğinizi, uyruklarınıza cinayet derecesinde zarar verdiğinizi biliyorum. Buna ne tanrı, ne de bir Müslüman razı olur.
Bu mektup, kendini Şamlıların savunucusu konumuna yerleştiren yeni Halep efendisinin stratejisinin bütün inceliğini ortaya koymaktadır. Özellikle en zor durumda bulunan Şamlıların koruyuculuğuna soyunan Nureddin, onları açıkça efendilerine karşı ayaklanmaya teşvik etmektedir. Şamlı yöneticilerin cevabı, sırf aniliğinden ötürü, kent halkını Zengi’nin oğluna yaklaştırmaktan başka bir sonuç vermemiştir. Cevap şöyledir: “Seninle bizim aramızda artık yalnızca kılıç vardır. Frenkler kendimizi savunmamız için bize yardıma geleceklerdir”.
Nureddin, halk arasında sempati yaratmış olmasına rağmen, Kudüs ile Şam’ın birleşik ordularıyla çarpışmamayı tercih ederek, kuzeye çekilmeyi kabul etmiştir; ama camilerdeki hutbelerde adının halifenin ve sultanınkinden sonra okunmasını ve paranın kendi adına basılmasını da sağlamıştır. Bu cins yöntemler, Müslüman kentler tarafından fatihleri yatıştırmak üzere sıklıkla kullanılmaktadırlar.
Nureddin, bu yarı başarıyı umut verici bulmuştur. Bir yıl sonra Şam civarına askerleriyle birlikte geri dönmüş ve Abak ile kentin diğer yöneticilerine şu mektubu ulaştırmıştır: Müslümanların refahından, kâfirlere karşı cihad yapılmasından ve onların elindeki esirleri kurtarmaktan başka birşey istemiyorum. Eğer Şam ordusuyla birlikte saflarıma katılırsanız, eğer cihadı yürütmek için yardımlaşırsak dileğim yerine gelecek. Abak, cevap olarak gene Frenkler’i çağırmış, onlar da Foulque’un oğlu genç kral III. Baudouin’in yönetiminde çağrıya karşılık vererek, birkaç hafta süreyle Şam kapılarına yerleşmişlerdir. Frenk şövalyelerine çarşılarda dolaşma izni bile verilmiştir ki, bu da bir yıl önce ölmüş olan çocuklarını henüz unutamayan kent halkıyla bazı gerilimlerin yaşanmasına yol açmıştır.
Nureddin temkinli davranarak, müttefiklerle her tür çarpışmadan kaçınmaktadır. Askerlerini Şam’dan uzaklaştırarak, Frenkler’in Kudüs’e dönmelerini beklemektedir. Kentlilerin memnuniyetsizliğinden olabildiğince yararlanmak üzere, Şam’ın önde gelenlerine ve din adamlarına Abak’ın ihanetine ilişkin çok miktarda mesaj ulaştırmaktadır. Hatta Frenkler’le açıkça işbirliği yapılmasına öfkelenen çok sayıda askerle de temas kurmaktadır. Zengi’nin oğluna göre, yalnızca Abak’ı rahatsız ederek itirazları harekete geçirmek değil, aynı zamanda ele geçirmek istediği kentin içinde, Şam’ı teslim olmaya zorlayacak bir işbirliği şebekesi kurmak söz konusudur. Bu nazik iş için Selahaddin’in babasını görevlendirmiştir. Eyüp, başarılı bir örgütleme faaliyetinden sonra, 1153’te komutasını İbn el-Kalanissi’nin küçük kardeşlerinden birinin yürüttüğü kent milisinin Nureddin yanlısı tarafsızlığını sağlamıştır. Ordudan birçok kişi de aynı tutumu benimsemiştir. Bunlar Abak’ın tecrit edilmesini giderek artırmaktadırlar. Onun yanında artık, onu kafa tutmaya teşvik eden küçük bir emir grubundan başkası kalmamıştır. Bu boyun eğmeyen kişilerden kurtulmaya karar veren Nureddin, Şam’ın efendisine çevresindekilerin bir komplo hazırladıklarına ilişkin sahte haberler ulaştırmıştır. Abak, bunun doğruluğunu fazla araştırmadan, yardımcılarının çoğunu hemen idam ettirmiş veya hapse attırmıştır. Artık tamamen tecrit olmuş durumdadır.
Sonuncu işlem: Nureddin, Şam’a giden bütün yiyecek kervanlarına birden el koyar. Bir çuval buğdayın fiyatı, iki günde yarım dinardan yirmi beş dinara çıkar ve halk açlıktan korkmaya başlar. Artık ajanların halkı, eğer Abak Halepli dindaşları yerine Frenkler’i seçmeseydi kıtlık olmayacağına ikna etmelerinden başka bir iş kalmamıştır.
18 Nisan 1154’te, Nureddin askerleriyle birlikte Şam önüne gelir. Abak, Baudouin’e bir kez daha acil bir mesaj gönderir. Fakat Kudüs kralı zamanında yetişemeyecektir.
25 Nisan pazar günü, kentin doğusundan nihai saldırı emri verilir. Şamlı vakanüvis şöyle anlatmaktadır:
Surların üstünde ne asker, ne kent halkından kimse vardı, yalnızca bir kuleyi savunmakla görevlendirilen bir avuç Türk vardı. Nureddin’in askerlerinden biri, Yahudi bir kadının kendisine ip sarkıttığı bir burca doğru ilerledi. Bu ipten yararlanarak tırmandı, kimse farketmeden surun tepesine ulaştı ve arkasından gelen birkaç arkadaşı bir sancak açıp sura diktiler ve “ya mansur” (ey zafer kazanan) diye bağırmaya başladılar. Şam’daki birlikler ve halk, Nureddin’e, adaletine ve iyi ününe duydukları sempatiden ötürü direnmekten vazgeçtiler. Bir kazmacı, kazmasıyla Doğu kapısına (Bab-ı Şarki) koştu ve kilidi kırdı. Askerler buradan içeri girdiler ve hiç direnmeyle karşılaşmadan ana caddelere dağıldılar. Thomas kapısı da (bab-Tuma) askerlere açıldı. Nihayet Melik Nureddin, maiyetiyle birlikte, hepsi de açlık ve kâfir Frenkler tarafından kuşatılma kaygısını takıntı haline getirmiş olan halkın ve askerlerin büyük sevinç gösterileri içinde şehre girdi.
Zaferinin verdiği duyguyla cömert davranan Nureddin, Abak ve yakınlarına Hıms bölgesinde iktalar vermiş ve tüm mallarını alarak gitmelerine izin vermiştir.
Nureddin, silah kullanma yerine ikna etmeyi başararak, Şam’ı kan dökmeden fethetmiştir. İster haşhaşiyun, ister Frenkler, isterse Zengi olsun, onu boyunduruk altına almaya niyet eden herkese karşı çeyrek yüzyıldır inatla direnen Şam, hem onun güvenliğini sağlama, hem de bağımsızlığına saygı gösterme güvencesi veren bir hükümdarın yumuşak kararlılığının etkisi altında kalmıştır. Kent yaptığına pişman olmayacak, Nureddin ve ardıllarının sayesinde tarihinin en şanlı dönemlerinden birini yaşayacaktır.
Nureddin, zaferinden hemen sonra ulemayı, kadıları ve tüccarları toplayarak, onlara rahatlatıcı sözler etmiş, ayrıca büyük miktarda yiyecek stokları getirtmiş ve meyva pazarının üzerine binen vergileri iptal etmiştir. Bu yönde bir ferman hazırlamış ve bu, ertesi cuma, namazdan sonra mimberden okunmuştur. Seksen bir yaşındaki İbn el-Kalanissi, hemşehrilerinin sevincini paylaşmak üzere gene buradadır. Halk alkışladı, diye aktarmaktadır. Kentliler, köylüler, kadınlar, dar gelirliler, herkes Nureddin daha uzun yaşasın ve sancakları hep zafer kazansın diye açıkça dua etti.
Suriye’nin iki büyük kenti Halep ve Şam, Frenk savaşlarının başından beri ilk kez aynı devletin içinde, otuz yedi yaşında olan ve kendini istilacıya karşı mücadeleye adamaya kesin kararlı bir hükümdarın yönetimi altında birleşmiştir. Fiili durumda, Munkidi hanedanının özerkliğini hâlâ koruyabildiği küçük Şeyzer emirliğinin dışında, Müslüman Suriye’nin tamamı artık birleşmiş olmaktadır. Fakat Şeyzer’in bağımsızlığı uzun sürmeyecektir, çünkü bu küçük devletin tarihi, çok ani ve ve beklenmedik bir şekilde sona erecektir.
Şam’da, Nureddin’in Kudüs’e karşı bir sefer açacağı söylentilerinin dolaştığı 1157 ağustosunda, çok şiddetli bir deprem hem Araplar’ın hem de Frenkler’in arasında ölümlere yol açarak, Suriye’nin tamamını tahrip etmiştir. Halep surlarındaki birçok kule yıkılmış ve dehşete kapılan halk civar kırlara kaçmıştır. Harran’da toprak yarılmış ve böylece açılan devasa yarık boyunca eski bir kentin kalıntıları yüzeye çıkmıştır. Trablusşam, Beyrut, Sûr, Hıms ve Maara’daki ölüleri ve yıkılan binaları saymak mümkün değildir.
Fakat Hama ve Şeyzer, hepsinden daha fazla zarar görmüşlerdir. Hama’da, acil bir ihtiyacını gidermek için boş bir alana giden bir sübyan mektebi öğretmeninin, geri döndüğünde okulunu yerle bir olmuş ve bütün öğrencilerinin de ölmüş olduklarını gördüğü anlatılmaktadır. Perişan bir vaziyette yıkıntıların üzerine oturan öğretmen, velilere bu ölümleri nasıl haber vereceğini düşünmektedir, ama hiçbiri hayatta kalmadığı için çocuğunu aramaya gelen olmamıştır.
Aynı gün Şeyzer’de, Usama’nın kuzeni olan kent emiri Muhammed İbn Sultan, Hisar’da oğlunun sünnet düğününü yapmaktadır. Kentin bütün önde gelenleri ve hükümdar ailesinin bütün üyeleri buradadır, birden bire yer sallanmaya, duvarlar çökmeye başlamış ve oradakilerin hepsini ezmiştir. Munkidi emirliği böylece yokoluvermiştir. O sırada Şam’da bulunan Usama, ailesinin kurtulabilen nadir birkaç üyesinden biridir. Olayın heyecanıyla şöyle yazacaktır: Ölüm, soyumdan insanları öldürmek, onları ikişer ikişer veya her birini teker teker öldürmek için adım adım gelmedi. Hepsi birden göz açıp kapayana kadar öldü ve sarayları onların mezarı oldu. Ve gözü açılmış olarak şunu eklemektedir: Depremler, bu kayıtsızlıklar ülkesini yalnızca uyuşukluğundan çıkartmak için vardır.
Nitekim Munkidilerin dramı, o çağın insanlarına insani şeylerin beyhudeliği konusunda birçok düşünce malzemesi sunacaktır, ama daha da basit olarak deprem aynı zamanda bazıları için, yıkılmış bazı kent veya kaleleri zahmetsizce fethetme veya yağmalama fırsatı yaratacaktır. Özellikle Şeyzer’e hemen hem haşhaşiyun, hem de Frenkler saldırmış, kenti sonunda Halep ordusu almıştır.
Nureddin, 1157 yılında surların onarımını denetlemek üzere kentten kente gezerken hasta düşer. Ona bütün yolculuklarında eşlik eden Şamlı hekim İbn el-Vakkar kötümserdir. Hükümdar, bir buçuk yıl boyunca hayatla ölüm arasında kalır. Frenkler de bu durumdan bazı kaleleri işgâl etmek ve Şam civarlarını yağmalamak için yararlanırlar. Fakat Nureddin, bu eylemsizlik süresinden kaderi üzerinde düşünmek için yararlanır. Saltanatının ilk bölümünde, Müslüman Suriye’yi kendi yönetiminde birleştirmeyi ve ülkeyi zayıf düşüren iç çatışmaları sona erdirmeyi başarmıştır. Artık Frenkler’in işgali altındaki büyük kentleri geri almak için cihada girişmek gerekmektedir. Başta Halepliler olmak üzere, yakınlarından bazıları ona Antakya’dan başlamasını önerirler, ama Nureddin onları çok şaşırtarak buna karşı çıkar. Bu kentin tarihsel olarak Rumlara ait olduğunu onlara açıklar. Burayı ele geçirmeye yönelik her girişim, imparatorluğu Suriye olaylarıyla doğrudan uğraşmaya tahrik edecektir; bu da Müslüman ordularının iki cephede savaşmalarına yol açacaktır. Hayır, Rumları tahrik etmek değil de, büyük sahil şehirlerinden birini ve hatta tanrı izin verirse Kudüs’ü geri almak gerekir diye ısrar eder.
Heyhat! Olaylar onun kaygılarını çabucak doğrulayacaklardır. 1159’da hafif bir iyileşme gösterirken, Ioannes Komnenos’un oğlu ve ardılı imparator Manuel’in komutasında güçlü bir Bizans ordusunun Suriye’nin kuzeyinde toplandığını öğrenir. Nureddin, imparatora kibarca hoşgeldiniz demek üzere hemen elçiler yollar. İhtişamlı, bilge, tıp tutkunu bir adam olan vasilevs, bu elçileri kabul eder ve onlara efendileriyle olabilecek en dostane ilişkileri sürdürme niyetini bildirir. Suriye’ye geliş nedeninin yalnızca Antakya’nın efendilerine bir ders vermek olduğu konusunda güvence verir. Manuel’in babasının da yirmi iki yıl önce aynı nedenleri ileri sürerek geldiği ve bunun onun Müslümanlara karşı Batılılarla ittifak kurmasını engellemediği hatırlanmaktadır. Ama Nureddin’in elçileri vasilevsin sözlerinden kuşku duymazlar. Rumların, 1153’ten beri Antakya prensliğinin kaderine hükmeden şu kaba, küstah, sinsi ve küçümseyici şövalyenin, Renaud de Châtillon’un adının geçtiği her seferinde nasıl kudurduklarını bilmektedirler. Bu şövalye, bir gün bütün Arapların gözünde Frenkler’in bütün kötülüğünü simgeleyecek ve Selahaddin onu kendi elleriyle öldürmeye yemin edecektir. Prens Renaud, vakanüvislerin “Brens Arnat”ı, Doğu’ya 1147’de geldiğinde, kafasında ilk istilacıların çoktan çağdışı olmuş zihniyetini taşımaktadır: Altına, kana ve fethe susamışlık. Antakya prensi Raymond’nun ölümünden kısa bir süre sonra, onun dul karısını baştan çıkartmayı, sonra da onunla evlenmeyi başarmış, böylece kentin efendisi haline gelmiştir. Aşırılıkları, onu kısa sürede yalnızca komşusu Haleplilerin değil, aynı zamanda Rumların ve kendi uyruklarının gözünde de iğrençleştirmiştir. 1156 yılında, Manuel’in ona söz verdiği bir para miktarının ödenmemesini bahane ederek, Bizans’a ait Kıbrıs adasına bir ceza akını düzenleyerek intikamını almaya karar vermiş ve Antakya patriğinden seferin masraflarını karşılamasını istemiştir. Buna rıza göstermeyen patriği hapse attırmış, işkence yaptırtmış, sonra da yaralarına bal sürdürtüp, zincirletip, tam bir gün boyunca güneşin altında bırakmış, böylece binlerce böceğin onun bedenini kemirmesine yol açmıştır.
Tabii ki patrik sonunda kasalarını açmış ve bir filo kuran prens, küçük Bizans garnizonunu kolayca ezerek Akdeniz adasının kıyılarına çıkmış ve adamlarını etrafa salmıştır. Kıbrıs, bu 1156 ilkbaharında başına gelenlerden sonra bir daha toparlanamayacaktır. Bütün ekili tarlalar, kuzeyden güneye doğru düzenli bir şekilde tahrip edilmiş, bütün hayvan sürüleri boğazlanmış; saraylar, kiliseler ve manastırlar yağmalanmış, götürülemeyecek herşey yakılmış ve yıkılmıştır. Kadınların ırzına geçilmiş, ihtiyar ve çocukların boğazı kesilmiş, zenginler rehine olarak götürülürlerken, fakirlerin kafası kesilmiştir. Renaud, ganimet yüklü olarak geri dönmeden önce, bütün Rum papaz ve keşişlerin toplanmasını emretmiş, onların burunlarını kestikten sonra Konstantinopolis’e göndermiştir.
Manuel buna bir karşılık vermelidir. Fakat Roma imparatorlarının varisi olarak adi bir darbe indiremez. Yapmak istediği, Antakya’daki şövalye-haydut Renaud’yu herkesin gözünün önünde rezil ederek saygınlığını yeniden kazanmaktır. Renaud, imparatorluk ordusunun Suriye yolunda olduğunu öğrenince, direnmenin yararsız olduğunu bildiğinden özür dilemiştir. Küstahlık kadar kölelik alanında da yetenekli olan Renaud, Manuel’in kampına yalın ayak, dilenci gibi giyinmiş olarak gitmiş, imparatorun tahtı önünde yerlere kapanmıştır.
Nureddin’in elçileri de bu sahneye tanık olmuşlardır: “Brens Arnat”ın, onu farketmemiş gibi yaparak konuklarıyla sakin sakin konuşmaya devam eden vasilevsin ayaklarının dibinde toz toprak içinde yatmış olarak uzun süre beklediğini, sonra imparatorun hasmına bakmaya rıza gösterip, küçümseyici bir şekilde kalkmasını işaret ettiğini görmüşlerdir.
Renaud affedilecek ve böylece prensliğini muhafaza edecektir, ama Kuzey Suriye’deki saygınlığı ebediyen sönmüştür. Zaten ertesi yıl, kentin kuzeyinde giriştiği bir yağma hareketi sırasında Halepli askerler tarafından yakalanacaktır; bu ona on altı yıllık bir esarete mal olacak ve sahnenin önüne tekrar çıktığında, kader ona rollerin en iğrençlerinden birini biçmiş olacaktır.
Manuel’e gelince, otoritesi bu seferin sonunda sürekli artmıştır. Antakya’daki Frenk prensliğine olduğu kadar, Küçük Asya’daki Türk devletlerine de egemen olmuş, böylece devletini Suriye işlerinde belirleyici bir rol oynar hale getirmiştir. Bizans askeri gücünün tarihteki bu sonuncu canlanması, başlangıçta Araplarla Frenkler arasındaki çatışmanın verilerini alt üst etmiştir. Rumların sınırlarında meydana getirdikleri sürekli tehdid, Nureddin’in geniş çaplı yeniden fetih harekâtına girişmesini engellemiştir. Bu arada Zengi’nin oğlunun gücünün Frenklerin genişleme yolunu tıkamasından ötürü, Suriye’deki durum bir bakıma kilitlenmiş gibidir.
Fakat bu arada Arapların ve Frenklerin zaptedilen enerjileri bir anda serbest kalmışçasına, savaşın ağırlığı yeni bir harekât alanına, Mısır’a kayacaktır.
AMİN MAALOUF
ARAPLARIN GÖZÜYLE HAÇLI SEFERLERİ
Çeviren: Mehmet Ali Kılıçbay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder