19 Ocak 2023 Perşembe

TÜRKİYE SELÇUKLU DEVLETİNİN KURULUŞU VE ANADOLU FETHİNİN TAMAMLANMASI


Kutalmışoğulları Anadolu'da


Sultan  Melikşah  devrinin  en önemli  tarihi olayı, hiç şüphesiz, üzerinde yaşamakta olduğumuz bu yurtta ilk  Türk devletinin kurulmasıdır. Sultan Melikşah'ın Büyük Selçuklu Devleti tahtına çıkmasından biraz sonra, ülke içinde başgösteren birtakım karışıklıklar sırasında, Türkiye Selçuklu Devleti'nin ilk hükümdarı olacak olan Kutalmış oğlu Süleyman, kardeşleri Mansur, Alpilek ve Devlet ile birlikte diğer muhtelif Selçuklu emir ve kumandanlarının fetihlere devam ettikleri Anadolu'ya gelip Fırat ırmağı boylarında ve Urfa yörelerinde fetihlerde bulunmakta idi, tarih sahnesinde de ilk kez burada göründü. Bu sıralarda emir Atsız, Büyük Selçuklu Devleti'ne tabi olarak Filistin'de bir Türkmen Beyliği kurup, bu ülkede ve Suriye'de fetihler yapmakta idi. Atsız'ın maiyyeti emirlerinden Şöklü, Mısır Fatımileri'nden Akka'yı alarak burada ayrı bir beylik kurma faaliyetlerinde bulunuyordu. Bu cümleden olarak Şöklü, Süleyman'ın kardeşlerinden hangisi olduğu belirlenemeyen birisine bir mektup yazarak "Sen Selçuklu sultanları ailesine mensupsun, sana tabi olup, hizmetinde bulunursak bununla şeref duyarız. Halbuki biz, sultan sülalesinden olmayan Atsız'a tabi olmak istemiyoruz; onu bertaraf ile Suriye'ye hakim olmak güç bir iş değildir. Eğer Atsız'ı hu ülkeden uzaklaştıracak olursak Mısır Fatımi Devleti de bizi yardımla destekleyecektir" diyerek ona Filistin'e gelip birlikte fetihler yapmasını önerdi. Emir Şöklü'nün bu önerisini olumlu bulan Kutalmış oğlu, bir kardeşi ve amcasıoğlu ile birlikte derhal Tabariye'ye gelerek Şöklü ile birleştiler ve "Şii - Mısır Fatımi Devleti'ni resmen tanıdıklarını" ilan ettiler. Böylece, Suriye ve Filistin'de emir Atsız'ın tabi olduğu Büyük Selçuklu Devleti'ne karşı, Mısır Fatımi Devleti'ni tanıyan ve içinde, Selçuklu hanedanına mensup kimselerin (Prens)de yer aldığı bir ittifak kurulmuş oldu. Bütün bu gelişmeleri yakından izlediği anlaşılan Atsız, Şöklü ve müttefiklerine karşı harekete geçerek onları, Taberiye' de 1074/75 yılında, yenilgiye uğrattı. Tutsak aldığı Şöklü ve oğlunu derhal öldürttü, fakat yine tutsaklar arasında bulunan Kutalmış oğullarını koruması altına alıp, durumu, derhal özel bir elçi aracılığıyla tabi olduğu sultan Melikşah'a arzetti. Öte yandan kardeşleri ve amcaoğlunun tutsak olduklarını haber alan Süleyman, süratle Kuzey Suriye'ye inip Selçuklu vasalı Niirdasoğlu Nasr'ın yönetimindeki Haleb'i kuşatarak bir miktar vergi aldıktan sonra kuşatmayı kaldırdı; daha güneye inip emir Atsız'a bir ulak göndererek "tutsak kardeşlerinin ve amcaoğlunun kendisine teslimini" istedi. Fakat isteğinin yerine getirilmemesi üzerine Süleyman, buradan ayrılarak Bizans yönetiminde bulunan Antakya'ya yürüyüp kuşattı. Şehir valisi Isaakios Komnenos, Süleyman ile giriştiği savaşta yenilgiye uğradı ve "yıllık 20 bin altın vergi ödeme" karşılığında yapılan antlaşma sonucunda, kuşatma kaldırıldı. Daha sonra Süleyman yeniden Halep yörelerine gelerek sultan Melikşah'ın emriyle emir Atsız'ı takviye için gönderilen üç bin Türkmen atlısına saldırarak yağmaladı ve yeniden Antakya yörelerine döndü (1074).


Türkiye Selçuklu Devleti kuruluyor


Süleymanşah giriştiği bu Kuzey- Suriye seferinden sonra tekrar Anadolu'ya dönerek fetihlere başladı. Kısa zamanda, Orta Anadolu üzerinden daha önceleri Selçuklu akıncılarının harekatta bulundukları Marmara Denizi'ne kadar ilerledi. O, 1075 yılında Bizans başkenti lstanbul'un hemen yanıbaşında, büyük ve tarihi bir Bizans kenti olup sağlam surlara sahip bulunan lznik'i fethetti ve burasını, temellerini atmakta olduğu Türkiye Selçuklu Devleti'nin başkenti yapmak suretiyle, devletini kurdu. Böylece Süleymanşah'ın Selçuklu akıncılarının Marmara Denizi kapılarına kadar harekata bulundukları bütün Anadolu'yu fethetme planlarını uygulama safhasına koymaya başladığını görüyoruz. Hatta onun, Hz. Peygamber'in "İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden kumandan, ne iyi bir kumandan, onu fetheden ordu, ne iyi bir ordudur" dediği Bizans başkenti İstanbul'u da fethedip Rumeli yakasına geçerek fetihlerini orada da sürdürmeyi planlamış olması mümkündür. Bu sıralarda Bizans ülkesinde isyanlar haşladı. Şöyleki; Rumeli ve Anadolu orduları komutanları olan Nikephoros Bryennios ve Nikephoros Botaniates, imparator Mihael Dukas'a karşı isyan ile imparatorluklarını ilan ettiler. Kütahya'dan İstanbul'a yürüyen Botaniates, yanında tuttuğu, daha önceleri Bizans'a sığındığını gördüğümüz Erbasgan'ı lznik'te bulunan Süleymanşah'a gönderip ittifak önerisinde bulundu. Devletinin sınırlarını genişletmek isteyen Süleymanşah bu öneriyi kabul ile ona iki bin kişilik bir kuvvet gönderdi. Böylece Türk kuvvetleriyle daha da güçlenen Botaniates, 1078 yılında, Bizans tahtını elegeçirip imparator oldu. Onun bu başarısında büyük rol oynayan Türk askerleri Üsküdar'da kurdukları çadırlarda konaklamakta idiler. Çok geçmeden yeni imparator bu Türk kuvvetlerini Rumeli'de hala taht iddiasında bulunan Bryennios'a karşı da gönderdi. Öte yandan Bizans'ın bu karışık durumdan faydalanan Süleymanşah, devletinin sınırlarını Marmara Karadeniz ve Akdeniz yönlerinde genişleterek kısa zamanda, Bursa ve yörelerinden başka, Kocaeli Yarımadasını elegeçirerek Üsküdar ve Kadıköy'e doğru ilerledi; hatta Anadolu kıyılarında gümrük daireleri kurup boğazdan gelip geçen gemilerden vergi almaya başladı. Süleymanşah'ın Türkiye Selçuklu Devleti'ni kurması ve başarılı fetihler yapması sonucunda, özellikle 1080 yılında, Azerbaycan'dan kalabalık Türk kitleleri, Anadolu'ya adeta akmaya başladı ve dolayısıyla hu ülkede, Türk nüfusu süratle çoğaldı. Ayrıca Bizans'ta bitip tükenmeyen buhranların yarattığı huzursuzluklar sebebiyle, çeşitli ırklardan oluşan yerli halklar (Ermeni, Süryani, Gürcü vb. gibi) Süleymanşah'ın yönetimini benimsedikleri gibi, büyük arazi sahiplerinin hizmetinde çalışan ve tutsak muamelesi gören köylü sınıfı da uyguladığı miri toprak rejimi dolayısıyla, Selçuklu yönetiminde hürriyetlerini elde ettiler ve toprak sahihi oldular.


Bizans'ın buhranlar içinde çalkanmakta olduğu bu sıralarda, takriben 1074 yılından başlayarak Artuk Bey, Kelkit ve Yeşilırmak havzalarını, Mengücek Bey, Divriği, Erzincan ve Şebinkarahisar taraflarını, emir Ebulkasım Saltuk da Erzurum ve Çoruh ırmağı yörelerini fethetmekte idiler. Bunlardan başka Süleymanşah'ın dayısı emir Danişmend oğlu Gümüştekin Ahmed Gazi, Kızılırmak ve Yeşilırmak havzalarının fethini tamamlayarak Sivas, Amasya, Niksar, Tokat, Çorum, Kayseri, Elbistan ve Malatya kent ve yörelerinde hakimiyet kurmayı başardı. Ayrıca sultan Melikşah'ın kumandanlarından Gümüştekin Candar olması mümkün olan Gümüştekin adlı bir Selçuklu emiri, Diyarbakır, Nizip ve Urfa taraflarında fetihlerde bulunarak buralardaki Bizans kuvvetlerini darmadağın etmişti (1077). Bundan başka Süleymanşah'ın valisi olan ve mezarı bugün hala Çankırı'da bulunan emir Karatekin de Sinop, Kastamonu ve Çankırı'yı fethedip Selçuklu sınırlarına almayı başardı. Fakat Karadeniz kıyıları, buradaki Türklerin, devletin kurulduğu bölge olması bakımından Marmara bölgesine göç etmeleri sebebiyle, yeniden Bizans'ın eline geçti. Bununla beraber çok geçmeden, buralara hakim olan Theodor Gabras, Trabzon'da bağımsız bir devlet kurarak Türklerin yardımıyla Bizans'a karşı hakimiyetini sürdürmeyi başardı. Fırat ırmağı boylarında ise birtakım küçük Ermeni prenslikleri bulunuyordu. Bizanslılar, XI. yüzyılın başlarından itibaren (imparator II. Basil'den başlayarak) mezhep ayrılıklarından başka, birçok kanlı isyanlara kalkışan Doğu Anadolu'daki Ermeni siyasi teşekküllerini ortadan kaldırdıktan sonra halkını da Orta Anadolu ve Çukurova bölgelerine sürdüler. Böylece siyasi birlik ve yönetimden yoksun bir durumda yaşayan Ermeniler, bir millet halinde Anadolu'ya gelip yurt tutan ve kendilerinin dini inanç ve faaliyetlerine herhangi bir müdahalede bulunmayan Selçuklu Türklerini bir kurtarıcı olarak karşılamakta idiler. Özellikle Malazgirt savaşından sonra genişleyen Türk istila ve fetihleri karşısında, Anadolu'daki Bizans hakimiyetinin süratle çökmesinden istifade eden Ermeni asıllı Bizans generali Philaretos Brachamios, Bizans'a tabi olmayarak, önce Maraş'ta, daha sonra da Malatya, Harput, Palu, Elbistan, Tarsus ve Urfa'ya hakim oldu; böylece o, sınırları Çukurova'dan Güney- doğu Anadolu bölgesine kadar uzanan bir Ermeni prensliği kurdu. Bununla birlikte Philaret os, bir taraftan Bizans'a tabi görünmekte, öte yandan da Büyük Selçuklu Devletine yıllık vergi ödemek ve dolayısıyla tahiyet arzetmek suretiyle, prensliğinin devamını sağlamakta idi. Böylece hu Ermeni prensliği, Doğu ve Güney - doğu Anadolu bölgelerinde, Türkiye Selçuklu Devleti'nin diğer Türk ülkeleriyle olan ilişkilerini keser bir durum yaratmakta idi.

Mansur  Süleymanşah anlaşmazlığı

Büyük Selçuklu imparatorluğuna tabi olarak başlangıçta, devlet yönetimini  ağabeyi  Mansur ile birlikte yürütmekte idi. Fakat devlete tek başına hakim olmak isteyen Mansur'un bu sıradaki Bizans imparatoru Nikephoros  Botaniates'le kardeşi  aleyhine işbirliği ve ittifak yapması üzerine, Süleymanşah, durumu tabi olduğu sultan Melikşah'a bildirdi. Bunun üzerine Melikşah, imparatorluğun değerli ve işbilir emirlerinden, adı bugünkü Porsuk Çayı ile hala devam etmekte olan Porsuk'u bir Selçuklu kuvvetiyle İznik'e sevketti. Neticede Mansur bertaraf edilmek suretiyle, Türkiye Selçuklu Devleti'nin yönetiminin Süleymanşah'ın üzerinde kalması sağlanmış oldu. Böylece emir Porsuk'un bu seferinden sonra daha da güçlenen Süleymanşah, Bizans'taki taht mücadelelerinden faydalanarak devletinin sınırlarını sürekli olarak genişletme fırsatları buluyordu. Bu cümleden olarak Nikephoros Melissenos, imparator Botaniates'e karşı Süleymanşah'la anlaşarak Denizli ve Ankara taraflarındaki kent ve kaleleri, Türkiye Selçuklu Devletine verdi. Öte yandan müttefiki Süleymanşah'ın kendisine karşı bu tutum ve davranışı üzerine Botaniates, gönderdiği kuvvetlerle Selçuklu başkenti İznik'i kuşattı ise de Eskişehir taraflarında Melissenos'la birlikte olan Süleyleymanşah'ın derhal harekete geçmesi sonucunda, kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı. Çok geçmeden Nikephoros Melissenos, beraberinde Selçuklu kuvvetleri de olduğu halde, Kadıköy'e kadar ilerlediyse de kendisinden daha önce ve süratle harekete geçmiş bulunan Aleksios Komnenos, Bizans tahtını elegeçirerek imparatorluğunu ilan etti (1081).


Dragos Suyu antlaşması.

Yeni imparator, Süleymanşah'ın başarılar kazanıp devletinin sınırlarını Bizans aleyhine genişletmesi sonucunda, çaresiz kalarak çok miktarda vergi vermek suretiyle, Süleymanşah'la bir antlaşma yaptı. Böylece Selçukluların İstanbul Boğazını terk ile Dragos Suyu'na kadar çekilmelerini sağlamış oldu (1081). Esasen bu antlaşma sonucunda Süleymanşah, Marmara Denizi kıyılarına kadar hemen hemen bütün Anadolu'ya fiilen hakim olduğunu, Bizanslılarla kabul ve tasdik ettirmek suretiyle, büyük bir başarı elde etti. Bununla birlikte Bizans imparatoru, Anadolu'daki Selçuklu fetihlerinin sultan Melikşah'ın buyruğuyla yürütüldüğünü biliyordu. Bu itibarla bu fetihleri durdurmak veya hiç olmazsa hafifletmek amacıyla, Kuzey- Çin hükümdarına bir elçi heyeti göndererek "doğudan Selçuklulara karşı askeri harekata girişmesini" bildirmişse de (1081) olumlu bir sonuç alamamıştır.


Doğu Anadolu ve Erran'da fetihler.


Türkiye Selçuklu Devleti'nin kurulması ve dolayısıyla Batı- Anadolu'da Türk fetihlerinin süratle sürdürülmesi sırasında, Doğu- Anadolu ve Erran bölgelerinde de Selçuklu fetihleri yapılmakta idi. Şöyleki: Büyük Selçuklu Devleti'nin vasalı durumunda olan Gürcü kralı II. Giorgi devrinde (1072-1089) Liparit'in oğlu Iuvane (Yuvane) isyan ile Gag kalesini alıp Şeddadoğulları emirlerinden Gence hakimi Fadlun'a satmış idi; çok geçmeden kendisi ve oğlu Liparit, sultan Melikşah'ın huzuruna çıkıp hizmet ve tabiiyetlerini arzettiler. Daha sonra sultan, beraberinde luvane ve oğlu olduğu halde, Gürcistan'a yürüyüp burada birtakım fetihler yaptıktan (Kart'li, Gence vs. yerleri) sonra Şirvan ve Erran yörelerinin yönetimini serhenk Savtekin'e verdi; o bu bölgelere çok sayıda Türkmen yerleştirdi (1076 başları). Bununla birlikte Savtekin, Giorgi ile yaptığı savaşta yenilgiye uğradı ve bazı yerleri (Kars, Anapa, Vanand v.s.) terketmek zorunda kaldı. Bu yenilgi üzerine sultan Melikşah, yeniden Gürcistan'a bir sefer düzenledi (1078-79); Iuvane'yi yenilgiye uğratıp tutsak aldıktan sonra tekrar buradan ayrıldı. Fakat çok geçmeden Savtekin, Giorgi karşısında ikinci kez yenilgiye uğradı; bunun sonucunda, Erzurum, Oltu, Kars ve yöreleri Bizans sınır komutanı Griogor Bakuryan'ın eline geçti. Bunun üzerine sultan Melikşah, değerli Selçuklu kumandanlarından emir Ahmed'i Gürcistan seferine gönderdi (1080). Emir Ahmed, Gürcüleri ağır bir bozguna uğratarak kısa zamanda, kaybedilen kent ve kaleleri yeniden elegeçirdi. Fetihlerine devam eden emir Ahmed, Gürcüleri ikinci kez yenilgiye uğrattıktan sonra Erran'a döndü. O, bu sıralarda, bu yörelerde fetihler yapan İsa ve Yakup adlarındaki iki Selçuklu emirini, Gürcistan'a sefere teşvik etti. Harekete geçen Selçuklu emirleri, Şavşat, K'art'li, Acara, Ardanuc, Kiltayis v.s. kent ve yörelerini fethedip Karadeniz'de Trabzon'a kadar ileri hareketlerini sürdürdüler; böylece Türkmenler bu bölgede yurt edindiler (1080). Bu iki Selçuklu emiri, daha sonraları yeniden Gürcistan'a seferler düzenlediler. Nihayet sultan Melikşah, 1084 yılında, Erran bölgesinin yönetimini Azerbaycan Selçuklu Genel Valisi amcası Yakuti'nin oğlu Kutbeddin İsmail'e verdi. Sultan, 1086 yılı başlarında, Gürcistan'a yeni bir sefer daha yaparak bütün bu bölgeleri, kesin bir şekilde Selçuklu hakimiyeti altına aldı. Girişilen bu askeri hareketler sırasında, adları geçen bölgeler, direniş dolayısıyla tahribata uğratıldı, ayrıca bölge halkına ağır vergiler yüklendi. Bu sebeple Anı Ermeni başpiskoposu Barseğ, bazı prens ve din adamlarından oluşan bir heyetle birlikte "vergileri azaltmak, Philaretos Brachamious'un çabalarıyla sayıları dörde çıkarılan Ermeni Patrikliğinin durumunu arzetmek üzere" lsfahan'a sultan Melikşah'a gitti. Sultan, huzuruna kabul ettiği bu Ermeni heyetini çok iyi bir şekilde karşıladı ve "Ermeni Katolikosluğunun tek bir makamda temsil edilmesi, bütün kilise, manastır ve ruhanilerin vergi dışı bırakılması" hususunda bir ferman hazırlatıp Barseğ'e verdi. Sultan, içinde ilerigelen Selçuklu askeri ve mülki erkanın da yer aldığı bir askeri birliğin korunması altında onları, memleketlerine uğurladı ve ayrıca Azerbaycan Genel Valisi Kutbeddin İsmail'e "ferman hükümlerinin aynen yerine getirilmesi" hususunda talimat gönderdi.


Türkiye Selçuklu hükümdarı Süleymanşah, Bizans'la Dragos Suyu antlaşmasını yaptıktan sonra, özellikle Güney- doğu Anadolu bölgesinde, vasal durumunda da olsa, bir Ermeni prensliğinin kurulmasını nazarı dikkate alarak 1083 /84 yılında, bu bölgeye bir sefer düzenledi. Ordusuyla Çukurova'ya inen Süleymanşah, Tarsus, Adana, Misis, Anazarba ve yörelerini fethetti, hatta Malatya'yı da yıllık vergiye bağladı. Süleymanşah, bu sıralarda Mısır- Fatımi devletine isyan ile Trablusşam'da bağımsız bir yönetim kuran şii inançlı Ebu Talip İbn Ammar'a bir elçiyle başvurup, "fethetmiş olduğu memleketler için kadı ve hatipler göndermesini" istedi; çok geçmeden adıgeçen kent ve kalelere Selçuklu vali ve kumandanları atadıktan sonra başkent lznik'e döndü. Böylece Ermeni prensliği kontrol altına alındıktan başka, bu bölge de Türkiye Selçuklu Devleti'nin sınırları içine alınmış oldu.

 


SÜLEYMANŞAH'IN KUZEY- SURİYE SEFERİ VE SONU


Yukarıda faaliyetlerden bahsettiğimiz Selçuklu vasalı Ermeni Philaretos Brachamios, başta Antakya olmak üzere, yönetimi altında tuttuğu şehirlerdeki halka ve askerlere çok kötü davranmakta ve onlara şiddetli baskı ve zulümler yapmakta idi, hatta oğlu Barsama'yı bile hapse atmaktan geri kalmamıştı. Philaretos'un Urfa'ya gitmesinden faydalanan Antakya askeri valisi (Şıhne) Türk asıllı olması muhtemel olan İsmail, derhal harekete geçerek Barsama'yı hapisten çıkartıp, onunla babası aleyhine işbirliği yaparak şehri, Süleymanşah'a teslim etmek üzere, onu özel bir mektupla Antakya'ya davet ettiler.


Antakya'nın Fethi


Bunun üzerine Süleymanşah, yerine emir Ebulkasım'ı bırakıp 300 atlı ile derhal İznik'ten Antakya yönüne hareket etti. O, şehre hakim olmak isteyen Suriye Selçuklu hükümdarı Tacüddevle Tutuş ile, kentten her yıl Büyük Selçuklu devleti adına vergi almakta olan vasal Musul emiri Şerefüddevle Müslim'in, kendisinin gelmekte olduğu haberini alabilecekleri ve şehre karşı herhangi bir askeri harekata girişebilecekleri ihtimalini düşünerek, geceleri sürekli hareket, gündüzleri de vadilerde konaklamak suretiyle, kuzey- batıdan güney- doğuya bütün Anadolu'yu oniki gecede geçip Antakya yörelerine geldi. Çok geçmeden Antakya önlerine erişen Süleymanşah, vali İsmail ve Barsama ile işbirliği sonucunda, bu sırada atlı kuvvetleriyle kendisine katılan Mencekoğlu adlı bir Türkmen beyi ile birlikte Faris Kapısı'ndan girmek suretiyle, 12 Aralık 1084'de şehri, 12 Ocak 1085'de de bir süre direnen kaleyi elegeçirdi. Böylece şehre ve kaleye hakim olan Süleymanşah, halka hiç dokunmayarak aman verdi ve alınan bütün tutsakları karşılıksız salıverdi. O, Türk askerlerine "Hıristiyan halka iyi davranmaları, onlardan hiçbir şey almamaları, evlerine girmemeleri ve kızlarıyla evlenmemeleri" hususlarında bir emirname çıkardı ve halka sonderecede iyi muamelelerde bulundu. Daha sonra Süleymanşah, şehirde Kawasyana kilisesini camiye çevirtti; 17 Aralık 1084 Cuma günü, bu camide, 110 müezzin tarafından okunan ezandan sonra çok kalabalık bir cemaatla Cuma namazı kılındı. Süleymanşah, elegeçirilen bütün ganimetleri dışarı çıkartmayıp, ucuz fiyatla da olsa, şehir içinde satılmasını emretti. Ayrıca Hıristiyan halkın dileği üzerine şehirde, Meryenwna ve Azizcercis adlarında iki kilise inşasına izin verdi. Şehir içinde birtakım imar faaliyetlerinde de bulunan Süleymanşah ortaçağlar Hıristiyan aleminin en kutsal kentlerinden sayılan Antakya'nın fethini, özel bir elçi heyetiyle tabi olduğu sultan Melik şah'a arzetti. Buna sonderecede sevinen sultan, başkent lsfahan'da fethi kutlama töreni yaptırdı ve müjde davulları vurdurdu. Ayrıca devrin ünlü şairi Ebul- Muzaffer  Muhammed Ebiverdi (Ölümü 1113), bu fetih dolayısıyla bir kaside kaleme aldı.Süleymanşah, Antakya'nın fethinden  sonra buraya bağlı Bagras, Süveydiye, lskenderun, Derbesak, Artah, Harim, Tellbiişir, Gaziantep v .s.  kent  ve kaleleri birer- birer fethetti. Yine 1085 yılı içinde, kendisine bağlı emirlerden Buldacı, Elbistan, Göksun, Maraş, Behisni, Ruban v.s. gibi şehir  ve kaleleri  fethile, Türkiye Selçuklu devleti sınırları içine aldı. Böylece devletin sınırları, Fırat ırmağı ve Halep yörelerine kadar uzatılmış oldu.


Süleymanşah Müslim çatışması



Süleymanşah'ın Antakya'yı fethile Halep kapılarına dayanması, özellikle, bütün Mezopotamya'dan başka Haleb'i de yönetimi altına almak suretiyle, Kuzey- Irak ve Kuzey- Suriye' de tek başına hakimiyet kurma plan ve uygulama çabaları içinde bulunan ve şehre sahip olma emelleri besleyen Selçuklu vasalı Musul emiri Müslim'i harekete geçirdi. Süleymanşah, Daha önceki şehir hakimi Philaretos'tan almakta olduğu yıllık vergiyi, bu kez, şehre hakim olduğu için kendisinden talep ile, aksi takdirde sultana isyan etmiş olacağını bildiren Müslim'e “Sultana itaat etmek ve dolayısıyla hakim olduğum memleketlerde adına hutbe okutup para bastırmak, benim biricik şiarımdır. Ben, Antakya ve diğer küffar memleketlerini, ancak onun varlığı yüzünden, Tanrı'nın benim elimle fethettirmiş olduğunu, kendisine bildirdim. Benden istediğin vergiye gelince, daha önceki Antakya hakimi kafir idi, bu sebeple kendisi ve adamları için başvergisi (cizye) veriyor ve böylece kendilerini İslam cihadından koruyorlardı. Halbuki şimdi şehir hakimi olan ben, çok şükür Müslümanım ve Tanrı'nın cihad buyruğunu yerine getirmekteyim. Antakya artık Müslümanların eline geçmiştir. Ben, bir Müslüman olarak sana nasıl başvergisi öderim" şeklinde bir cevap gönderdi. Böylece Süleymanşah ile Müslim arasında şiddetli bir gerginlik havası esmeye başladı. Esasen Müslim'in sert tutumu ve davranışları sebebiyle, ona ait bir kısım askerler, bazı Kilapoğulları kabilesi kuvvetleri ve eski Halep Mirdasoğulları emir Şebib ve Mansur, Süleymanşah'a katılmışlardı. Böylece Müslim, askeri bakımdan oldukça zayıf bir duruma düştü.

Yeni bir ittifak teşebbüsü  

Bu sebeple o, Anadolu ve Suriye'yi birbirine bağlayan önemli bir ticaret yolu üzerinde bulunan ve her yıl 30 bin altın vergi almakta olduğu Antakya'yı sessiz sedasız fethediveren, dolayısıyla yönetimi altına geçen Halep Kapılarına dayanmak suretiyle, hükümranlık alanlarını tehdit eder duruma gelen Süleymanşah ile tek başına mücadeleye girişemeyeceğini anlayan Müslim, bu sıralarda, sultan Melikşah ve Süleymanşah ile arasının açılması sebebiyle, Suriye Selçuklu hükümdarı Tutuş'un hizmetine giren (1085 başları) ünlü Selçuklu emiri Artuk Bey'e başvurdu. Aralarında yapılan antlaşmaya göre, 


1 - Müslim, Artuk Bey gibi, sultan Melikşah'ın hizmetinden ayrılacak,

2 - Suriye Selçuklu hükümdarı Tutuş, Büyük Sultan olarak tanınacak,

3 - Manen bağlı bulundukları Bağdad Abbasi halifeliğinden ilişki kesilip şii Mısır - Fatımi halifeliğine bağlanılacak.



Böylece Büyük Selçuklu Devletine karşı bir ittifak teşebbüsüne geçilmiş olunuyordu. Bu arada durum Tutuş'a açıklanırken, Mısır Fatımi halifeliği ile de bir elçi aracılığıyla, müzakereler başlatıldı. Müslim, bir yandan, böyle büyük bir siyasal teşebbüste bulunurken, öbür yandan da Süleymanşah'a karşı Haleb'i savunma amacıyla, süratle hazırlıklara girişti. O, Antakya'yı kuşatmak üzere, beraberinde Türkmen atlılarıyla birlikte kendisine katılan Çubuk Bey olduğu halde, altı bin kişilik ordusuyla Haleb'den çıkıp Antakya yönüne hareket etti. Öte yandan Müslim'in bütün bu hareket ve teşebbüslerini yakından izleyen Süleymanşah, derhal dört bin kişilik ordusuyla onu karşılamaya çıktı. Çok geçmeden her iki taraf arasında, Amik ovasındaki Kurzahil yörelerinde yapılan savaşta (20 Haziran 1085), özellikle Çubuk Bey'in kuvvetleriyle birlikte Süleymanşah tarafına geçmesi sonucunda Müslim, yenilgiye uğradı ve hatta çarpışmalar sırasında hayatını da kaybetti. Bu zafer sonunda Süleymanşah, Selçuklu vasalı olmasına rağmen Mezopotamya ve Kuzey-Sure'yi İçine alıp bütün Irak, Suriye ve Filistin'e kadar yayılma planlarıyla genişlemekte olan Müslim'in Arap hakimiyetine son verdi ve özellikle Antakya ve yörelerinde Türk hakimiyetinin sağlanmasında önemli bir başarı kazandı. Fakat Bununla birlikte Selçuklu vasalı Müslim'in bertaraf edilmesi, Süleymanşah- sultan Melikşah ilişkilerini nazik bir safhaya sokmuş oldu.



Süleymanşah, Şerefüddevle Müslim'in ölümüyle sona eren Kurzahil savaşından sonra bu sıralarda şerif Hasan İbnülhuteyti'nin elinde bulunan Haleb'i kuşattı (Haziran 1085) . Ayrıca gönderdiği kuvvetlerle bölgedeki Maarretünnuman, Kefertab, Kınnesrin, Latmin kent ve kalelerini fethile buralara vali ve kumandanlar atadı. Fakat Süleymanşah, İbnülhuteyti ile yaptığı anlaşmada "şehrin sultan Melikşah'ın onayını aldıktan sonra kendisine teslimi" hususu kararlaştırılınca kuşatmayı kaldırdı. Tutuş'un yönetim bölgesine girmemek amacıyla, daha güneye inmeyen Süleymanşah, Antakya gibi Kuzey Suriye'nin en önemli kenti olan ve kuzeyden güneye uzanan ticaret yolu üzerinde bulunan Haleb'e de kesinlikle hakim olma emelinden asla vazgeçmemişti. Bu amaçla o, Melikşah'ın onayını beklemeden şehre karşı harekete geçerek kuşatmaya başladı (Nisan/Mayıs 1086) ve şerif Hasan İbnülhuteyti'den Haleb'in derhal teslimini istedi. Esasen kenti Süleymanşah'a vermek istemeyen İbnülhuteyti, şehrin teslimi konusunda daha önce başvurduğu sultan Melikşah'tan herhangi bir cevap alamamıştı. Bu sebeple o, bu sıralarda Dımaşk'ta bulunan Suriye Selçuklu hükümdarı Tutuş'a haber gönderip "Haleb'i gelip teslim almasını" bildirdi. Esasen eskiden heri şehre hakim olmak için birçok başarısız teşebbüslerde bulunmuş olan Tutuş, beraberinde Süleymanşah'la arası açık olan Artuk Bey olduğu halde, ordusuyla Haleb'e hareket etti. Öte yandan İbnülhuteyti'nin şehri teslim etmek üzere Tutuş'u davet ettiğini haber alan Süleymanşah, onu karşılamak üzere, kuvvetleriyle birlikte süratle harekete geçti. Savaşın kaçınılmaz bir duruma geldiğini gören Tutuş, Süleymanşah'ın beraberinde bulunan bazı Türkmen beylerinin kendisine katılmaları hususunda büyük çaba gösterdi. Nihayet birbirlerine karşı hareket halinde bulunan iki Türk ordusu, Halep yakınlarındaki Aynu Seylem yöresinde karşılaştı. İlgili kaynaklarda belirtildiği üzere, "Her iki tarafın Türk askerleri, birbirlerini amansızca kırıp yok ettikleri" çarpışmalar sırasında, bazı Türkmen beylerinin Süleymanş ah'ın saflarını terkedip Tutuş'un saflarına geçmeleri yüzünden ve özellikle, savaş tekniğini son derecede iyi bilen Artuk Bey'in Tutuş'un ordusunu mahirane yönetmesi, cesurane çarpışması sebebiyle Süleymanşah, hayatında ilk kez olarak yenilgiye uğradı. Bir Bizans kaynağına göre (Anna Komnena: Alexiade), "Süleymanşah, dağılan ordusunu toparlamak için büyük çaba gösterdi ise de başarılı olamadı ve savaş meydanından ayrılıp ıssız bir yere çekildi. Çok geçmeden Tutuş, adamlarını göndererek 'Onu yanına getirmelerini, kendisiyle öpüşüp barışacağını ve kendisinin yanında, şerefine yakışır bir muamele göreceğini' bildirdi. Fakat Süleymanşah, Tutuş'un bu içten önerisi karşısında, içine düştüğü bu elim son'un yarattığı ruh haletinin etkisiyle, yanında taşıdığı bıçağı kalbine saplamak suretiyle, hayatına son verdi" (Haziran 1086). Halep bölgesi olayları hakkında güvenilir bilgiler veren bir İslam kaynağında ise (İbnü'l - Adim: Bugyetü't-taleb) "Süleymanşah'ın, kendisine rastlayan Tutuş'un atlılarından birisinin attığı okla öldürüldüğü" belirtilmekle birlikte aynı kaynakta bu konuda şöyle ilginç bir rivayet daha yer almıştır :


"Tutuş'un askerleri, savaş sona erdikten sonra, savaş alanında dolaşırlarken, ölüler arasında, üzerinde yakut ve zarif som altınlarla işlenmiş zırhlı bir giysi bulunan bir ceset gördüler ve onu, derhal Tutuşa haber verdiler. Tutuş bu işlemeli giysiyi yanına getirtti ve 'Bu hükümdarların giysisine benziyor' dedi. Daha sonra Tutuş, bizzat maiyyeti erkanıyla cesedin bulunduğu yere gitti ve onlara 'Ölüler arasında, ben, onu size göstermeden siz bana göstermeyiniz' dedi; çok geçmeden Tutuş, orada kanlara bulamış bir cesedi göstererek 'Bu, Süleymanşah'a benziyor' dedi. Bunun üzerine onlar 'Bunu nasıl tanıdınız?' diye sorunca Tutuş: 'Onun ayağı benim ayağıma, yani Selçukoğullarının ayaklarına benziyor' dedi. Daha sonra bu cesedin Süleymanşah'a ait olduğu kesin olarak tespit edildi. Tutuş, cesedin başında üzgün bir şekilde Türkçe olarak: 'Biz, sizlere zulmettik, sizleri bizden uzaklaştırıp, işte böylece de öldürüyoruz' diyerek kendisinin ve Süleymanşah'ın ait oldukları Mikail ve İsrail (Arslan Yabgu) oğulları aileleri arasındaki eski kırgınlığı belirtmiştir. Süleymanşah'ın ölümüne son derecede üzülen Tutuş, onu en iyi kefenlerle kefenlettikten sonra Haleb'e gönderip Müslim'in mezarının bulunduğu Halep Kapısı'nda bir yere defnettirdi.



Bu olaydan çok geçmeden sultan Melikşah, Kuzey- Suriye hakimiyeti için, imparatorluğun vasalları arasında ortaya çıkan bu kanlı buhran sebebiyle, 1086 yılı sonbaharında, Kuzey- Suriye'ye bir sefer düzenleyerek buhrana sebep olan Kuzey- Suriye bölgesinin yönetimini, buradaki Antakya, Halep ve Urfa'ya valiler atamak suretiyle, doğrudan doğruya imparatorluğa bağladı.


Ebulkasım'ın yönetimi ve sonu


Süleymanşah'ın ölümünden sonra, Kuzey- Suriye seferine çıkarken yerine, İznik'te vekil olarak bıraktığı emir Ebul kasım, devlet işlerini tekelinde topladı. Çok geçmeden o, kardeşi Ebulgazi' Hasan'ı Kayseri, ve yörelerine vali atadığı gibi, daha önce, Bizans'la yapılan Dragon suyu antlaşmasını bozarak Marmara denizi kıyıları ile İstanbul Boğazı'na kuvvetler gönderip akınlarda bulundu; fethettiği Kios kıyı kentindeki limanda, Bizans'la denizlerde de mücadele etmek amacıyla, gemi yapımına başlattı. Bunlardan başka onun Bizans'a karşı, lzmir Türk beyi Çaka ve Balkanlardaki Peçenek Türkleriyle de ilişkiler kurduğu kaynaklarda rivayet edilmştir. Ebulkasım'ın bu teşebbüsleri üzerine Bizans imparatoru Aleksios Komnenos, Türk asıllı Tadik ile Butumites kumandasında, iki ayrı kuvvet göndererek Türkiye Selçuklu devleti başkenti İznik'i kuşattırdı. Fakat çok geçmeden Selçuklu devleti sultanı Melikşah'ın emir Porsuk'u kalabalık bir Selçuklu atlı kuvvetiyle lznik'e yardıma gönderdiği haberi üzerine, Bizans kuvvetleri kuşatmayı bırakıp geri çekilmek zorunda kaldı. Ebulkasım, çekilmekte olan bu Bizans kuvvetlerine yetişip onlarla savaşmış, hatta bu arada, lzmit'i de fethetmiştir. Fakat bununla birlikte Ebulkasım, Porsuk'un lznik'e yaklaşmasından korku ve endişeye kapılarak bu kez, Bizans'la anlaştı ve hatta davet edildiği lstanbul'a gitti. Bir süre sonra gelip İznik'i kuşatan Porsuk, Bizans'ın müdahalesi üzerine çekilmek zorunda kaldı (1086 /87). Öte yandan sultan Melikşah, Porsuk'tan sonra, yine ilerigelen Selçuklu emirlerinden Bozan'ı da lznik seferine gönderdi. Bozan Bizans'tan yardım alan Ebulkasım'ı İznik'te şiddetle kuşattı ise de şehri ele geçiremedi ve Ulubat gölü taraflarına çekildi. Bütün bu olaylardan sonra Ebulkasım, İznik yönetiminin kendisine verilmesini sağlamak amacıyla, değerli armağanlarla lsfahan'a kadar giderek sultan Melikşah'ın huzuruna çıkmak istemişse de kabul edilmedi ve lznik yönetimi hususundaki istediği de reddedildi. Böylece İsfahan'dan geri dönmek zorunda kalan Ebulkasım, yolda, emir Bozan tarafından yakalanıp öldürüldü.

Bu sıralarda İznik'te kardeşi Ebulgazi Hasan bulunuyordu.


Aşağı- yukarı yarım yüzyıl süren bir mücadele devresi sonucunda, Anadolu'daki ilk Türk devletini, yani Türkiye Selçuklu Devletini kurma şerefine sahip olan Kutalmışoğlu Nasırüddevle Ehulfevaris Rükneddin Süleymanşah, ilgili bütün kaynakların belirttikleri üzere, Anadolu Fatihi ve Gazi unvanlarını almıştır. Onun, Doğu- Roma ve dolayısıyla Bizans imparatorlarının Pers ve İslam istilalarına karşı yaptırıp takviye ettikleri çok sayıdaki kale ve müstahkem yerlerin savundukları Anadolu'nun fethedilip bir Türk yurdu haline getirilmesinde, çok şerefli ve eşsiz bir yeri vardır. Ayrıca onun bu fetihleri, Adalar Denizi ve Akdeniz'e ulaşan Türklere, Avrupa milletleriyle ilişki kurma imkanı verdiği gibi, daha sonraki yıllarda Avrupa ortalarına kadar fetihlerini sürdürecek olan Osmanlı İmparatorluğunıın fetih planlarına da öncülük yapmış olması bakımından da önemli sayılmalıdır.




İZMİR VE BÖLGESİNİN FETHİ ÇAKA VE TANRIBERMİŞ'İN KURDUGU BEYLİKLER


Anadolu'da Türk fetih ve yerleşmesi devam ettiği ve ayrıca Bizans'ın Balkanlardaki Peçenek Türkleriyle uğraşmak zorunda kaldığı sıralarda, lzmir ve çevresinde, Çaka ve Tanrıbermiş beyler tarafından Selçuklu devletine tabi olmayarak bağımsız iki Türk beyliği kurulmuştur. Selçuklu- Bizans mücadeleleri sırasında (Takriben 1078-1081), Bizanslılar tarafından tutsak alınan ve yeteneği sayesinde, asalet unvanı kazanan Çaka Bey, Bizans imparatoru Aleksios Komnenos'un tahta geçmesi (1081) üzerine, lstanbul'dan ayrılarak lzmir'e gelip, Batı- Anadolu içlerinden topladığı Türk kuvvetleriyle şehri Bizanslılardan almayı başardı. Aşağı- yukarı bu sıralarda, Tanrıbermiş adlı başka bir Türk beyi de Hıristiyan alemince kutsal bir şehir sayılan Efes (Epheos)'i ele geçirip burada Çaka'dan ayrı bağımsız bir Türk beyliği kurmuş idi. Çaka Bey, Adalar Denizi kıyılarında ve iç Ege'de bulunan Türkleri bir araya getirdikten başka Bizans'ta kazandığı tecrübeleri sayesinde, kuvvetli bir donanma meydana getirdi. Çok geçmeden o, harekete geçerek Urla ve Foça kıyı kentlerini elegeçirdikten başka Midilli, Sakız, Sisam, lstanköy, Rodos ve diğer adaları fethedip hakimiyeti altına aldı. Ayrıca o, Bizans imparatoru Aleksios Komnenos'un Niketas Kastamoniates kumandasında gönderdiği donanmayı ağır bir yenilgiye uğratarak bir kısmını batırdı, bir kısmını da ele geçirdi. Bu başarı üzerine Çaka Bey, bir yandan, İstanbul yakınlarına kadar gelen Balkanlardaki Peçenekler, öbür yandan da bu sıralarda, Süleymanşah'ın ölümünden sonra lznik Selçuklu yönetimini eline alan Ehulkasım ile ilişkiler kurmak suretiyle, Bizans'a karşı bir ittifak cephesi oluşturma girişimlerinde bulunmakta idi. Onun bütün bu teşebbüslerini gözden uzak tutmayan imparator Aleksios Komnenos, Dalassenos ve Opos komutasında, yeni bir donanma sevkedip Çaka Bey'in lzmir'de bulunduğu sıralarda, Sakız adasına bir çıkarma yaptırdı. Bunun üzerine Sakız'a gelip donanmasının başına geçen Çaka ile Bizans kuvvetleri arasında şiddetli çarpışmalar başladı. Neticede Dalassenos ile Çaka arasında yapılan anlaşmadan çok geçmeden sonra Çaka'nın adadan ayrılmasını fırsat bilen Dalassenos, Sakız'ı kolayca elegeçirdi, fakat diğer adaları alma teşebbüsü başarılı olamadı. Bununla birlikte donanmasını gittikçe çoğaltıp kuvvetlendiren Çaka Bey, Çanakkale Boğazı ve Gelibolu yarımadasını ele geçirmek suretiyle, lstanbul üzerine yürüme ve Bizans'a hakim olma planları yapmakta idi. Böylece Bizans, Trakya'da Peçenekler, Marmara yönünde Türkiye Selçukluları, İzmir ve çevresinde de Çaka Bey'in baskı ve tehdidi altına girmiş bulunuyordu. Bu ciddi durumdan kurtulmak isteyen Aleksios Komnenos, Volga ırmağı yörelerinden Balkanlara sarkmış olan Kumanlarla işbirliği yaparak Peçenekleri ağır ve kanlı bir şekilde yenilgiye uğrattı (29 Nisan 1091), böylece Peçenek tehlikesini ortadan kaldırdı. Müttefiki Peçeneklerin kalabalık Bizans- Kuman orduları tarafından adeta imha edilmelerine rağmen Çaka Bey, İzmir'de devamlı olarak donanmasını kuvvetlendirme faaliyetlerinde bulunmakta idi. Öte yandan, lzmir'i elegeçirerek ikinci düşmanı Çaka'yı bertaraf etmek isteyen Bizans imparatoru, Ioannes Dukas'ı karadan, Dalassenos'u da denizden lzmir'e Çaka üzerine sevketti. Çaka, kardeşi Yalvaç'la birlikte Midilli adasına çıkarma yapan Bizans kuvvetleriyle başarılı savaşlar yaptı ise de bu sırada, ortaya çıkan şiddetli bir fırtına sebebiyle, Dalassenos'la barış yapıp İzmir'e çekilmek zorunda kaldı. Bununla birlikte Girit ve Kıbrıs adalarında Bizans'a karşı çıkan isyanlardan faydalanan Çaka Bey, bu kez, karadan harekete geçerek Çanakkale Boğazına kadar ilerledi; Edremit'i fethettikten başka Boğazın Asya tarafında bulunan gümrük kenti Abidos'u kuşatmış idi; o, ayrıca İzmir'den bir donanmayı da Çanakkale Boğazına sevketme hazırlıklarına başlamıştı. Çaka'nın Bizans'a yönettiği bu geniş askeri harekatı, Çanakkale ve yörelerini kendi yönetim sahasında gören Türkiye Selçuklu sultanı olan damadı I. Kılıçarslan ile Bizans imparatoru Aleksios Komnenos'un dikkatlerinden uzak kalmıyordu. İmparator, bir yandan, Dalassenos'u yeni bir donanmayla İzmir'e sevk ederken, öbür yandan da sultan Kılıçarslan'a bir elçi göndererek onu, Çaka'ya karşı kışkırtmak suretiyle, ittifakını sağlamayı başardı. Bu antlaşma ve ittifakın böylece gerçekleşmesinden hemen sonra, bir yandan Kılıçarslan'ın karadan, öbür yandan da Bizans'ın denizden tehdit ve saldırıları karşısında ciddi bir tehlikeye düşen Çaka Bey, rivayete göre, Abidos yakınlarında bulunan sultanı ziyarete gittiği zaman, bir şölen sırasında öldürüldü (1093). Öte yandan Aleksios Komnenos, Ioannes Dukas kumandasında yeniden sevkettiği bir donanma, başta lzmir ve Efes olmak üzere, Çaka ve Tanrıbermiş Beylerin yönetiminde bulunan bütün bölge ve adaları, birer birer ve kolayca elegeçirdi; bu bölgedeki Türkler de uç Türkmenlerinin Bizans'la devamlı mücadele halinde bulundukları Ege içlerine çekilmek zorunda kaldılar. Böylece aşağı- yukarı 15 yıl Türk yönetim ve hakimiyetinde kalan Adalar Denizi kıyıları, yeniden Bizanslıların eline geçmiş oldu.



GÜNEY- DOĞU ANADOLU BÖLGESİNİN SELÇUKLU YÖNETİMİNE ALINMASI


Büyük Selçuklu devleti sultanı Melikşah devrinin Türkiye tarihiyle ilgili önemli olaylardan birisi de Güney- doğu Anadolu bölgesinin Selçuklu yönetimine alınması olayıdır. Tarihte Mervanoğulları adıyla anılan ve sultan Tuğrul devrinden beri Selçuklu devletine tabi olan Müslüman bir emirliğin yönetimi altında bulunan bu bölge, XI. yüzyılda, Diyarbekir ve Ahlat olmak üzere, iki bölüme ayrılmış idi. Diyarbekir bölümü, Amid (Eski Diyarbakır), Silvan (Meyyafarikin), Erzen ve Mardin kentleriyle Siirt, Dumeysir (Koçhisar = Koçar köyü = Kızıltepe), Hasankeyf (Hısnı Keyja), Maden, Gölcük, Atak, Ergani, Çermik, Cizre, Savur, Hısnı Ziükarneyn, Behmut v.s. gibi ilçe ve kaleleri içine alıyordu. Ahlat bölümü ise Ahlat ve Bitlis kentleriyle bunlara bağlı ilçe ve kaleleri kapsamakta idi.


Mervanlı emiri Nizamüddin Nasr'ın ölümünden ( 1080) sonra, emirliğin yönetimini üzerine alan Nasruddevle Mansur'un Ebu Tahir Enbari'yi azledip yerine Hıristiyan tabib Ebu Salim'i vezirlik makamına getirmesi, daha önce de görüldüğü üzere, Selçuklu vasalı olmasına rağmen, Kuzey - Irak ve Elcezire'de bağımsız bir Arap devleti kurmak isteyen Musul emiri Şerefüddevle Müslim ile sıkı ilişkilerde bulunması ve ayrıca şii eğilimli olması, Mervanlı ülkesindeki özellikle Müslüman halk arasında birtakım huzursuzluk ve şikayetlere yol açtı. Devlete tabi olan bu Mervanlı emirinin vasallık statülerine aykırı bu tutum ve teşebbüslerini dikkatle izleyen sultan Melikşah, vasallar arasında ortaya çıkması muhtemel bir buhranı önlemek amacıyla, bu önemli bölge yönetiminin doğrudan doğruya Büyük Selçuklu devletine bağlanmasına karar verdi. Ayrıca, bu sıralarda, hilafet merkezi Bağdad'da çıkan birtakım olaylar sebebiyle, vezaretten azil ile ailesiyle birlikte buradan ayrılmak zorunda kalan ve Selçuklu başkenti İsfahan'a gelip sultanın huzuruna çıkan Cüheyroğlu Fahruddevle, daha önce vezirlik yaptığı için çok iyi bildiği bu emirlik hakkında, sultana geniş bilgi verdi ve bölgenin Selçuklu devleti sınırlarına alınmasının yerinde olacağını arzetti. Esasen gerek Türkiye gerek Suriye Selçuklu devletlerinin imparatorluğa tabi olmalarına rağmen, daimi bir kontol altında bulundurul­ masında önemli ve merkezi bir konumda olmasını dikkat nazarına olan, bu sebeple de Diyarbekir bölgesinin imparatorluk sınırları içine alınmasını, bu bölge siyasetlerine uygun bulan sultan, Fahruddevle'nin bu önerisini olumlu karşıladı. Çok geçmeden Haziran/Temmuz 1083 tarihinde onu, meliklik (yarı bağımsız, muhtar) alametlerinden olan hil'at, kus (günde üç kez çalınmak üzere) ve sancak Yererek "halife ve sultan adına hutbe okutmak, para bastırmak ve devlet hazinesine her yıl muntazaman vergi vermek" şartıyla, Diyarbekir bölgesi hakimliğine atadı; ayrıca emir Saduddevle Gevherayin, hacip Altuntak, Humartaş, Türşek, Türkmen emirlerinden Artuk Bey, Çökürmüş, Malazgirt ve Muş emiri Sunduk (Sandak) Bey, Demleçoğlu Mehmet, Çubuk Bey, Ayaz, vasal Hille emiri Bahaüddin Mansur, oğlu Sadaka gibi değerli Selçuklu emir ve kumandanları kendisine yardımla görevlendirildiler. Fahruddevle ve adları geçen kumandanların yönetimindeki Selçuklu askeri birliklerinin Diyarbekir ve Ahlat bölgesi kent ve kalelerini kuşatmaya başlamaları üzerine, harekete geçen Mervanlı emiri Mansur, savunma işleriyle yakından ilgilendikten başka, bu sıralarda Musul, Elcezire ve Halep hakimi bulunan Şerefüddevle Müslim'e ulaklar göndererek Amid, Cizre ve birtakım kale ve kentleri kendisine vermek şartiyle yardım teklifinde bulundu. Kaynaklardaki ifadelere göre, aralarında eskiden beri sürüp gelen güvensizliğe rağmen, kendi ülkesinin de bir gün Selçuklu sınırlarına katılması ihtimalini düşünen Müslim, Diyarbekir harekatının durdurulması hususunda, sultan katında teşebbüste bulundu ise de başarı sağlıyamadı. Bunun üzerine Mervanoğluna yardıma karar vererek ileride kendisinin olacak olan Amid'e gelip sur dışında karargahını kurdu. Çok geçmeden Fahruddevle, Artuk ve Çubuk Beyler de kuvvetleriyle birlikte Amid ovasına geldiler.


Fahruddevle-Artuk anlaşmazlığı



Selçuklu ordusunun azametini ve özellikle Büyük Sultan Melikşah'ın sancağının dalgalandığını gören Müslim, işi siyasal yolla çözmek ve herhangi bir tehlikeye düşmemek amacıyla, harekete geçerek '"Ben ve Mervanoğlu sultanın bendeleri (yani vasalları) olduğumuza göre, bu savaş neden yapılıyor?" şeklinde başkumandan Fahruddevle'ye bir mesaj gönderdi. Esasen ırktaşı, hatta akrabası bulunan Musullu Arapların kendi yüzünden kanlarının dökülmesine, içindeki milli duyguları kesin bir şekilde engel olan Fahruddevle, Müslim ile derhal ve çekinmeden yaptığı barış antlaşması gereğince, Selçuklu ordusu biraz geri çekilecek ve kuşatılmış olan Müslim ve kuvvetleri herhangi bir kayba uğramadan sağ salim memleketine geri dönebileceklerdi. Fakat Müslim'in askerlerinin önemli bir kısmını kuşatan Artuk Bey, Selçuklu ordusunun geri çekilmesine razı olmadı ve "Sultanın sancağını asla geri çekemeyeceğini" ifade ile başkumandan Fahruddevle'ye karşı geldi.


Türkmen Baskını



Öte yandan barış görüşmelerinin yapılmakta olduğunu öğrenen Türkmen askerleri, "Biz uzak ülkelerden buraya ganimet elde etmek için geldik, halbuki görüyoruz ki, şimdi barış yapılıyor; biz buradan böyle elleri boş mu döneceğiz?" diyerek 31 Temmuz gece yarısı, atlanıp Amid surları dışında konaklayan Müslim'in askerlerine ani bir baskın yaptılar. Arap kuvvetleri at, deve, koyun ve silahlardan oluşan ağırlıklarını bırakıp oraya buraya dağıldılar, kumandanları Müslim ise son derecede hızlı koşan atı sayesinde Amid surları içine güçlükle sığınabildi. Arap ordugahını tamamen yağma eden Türkmenler, elegeçirdikleri çeşitli ganimetleri Amid surları önünde sattılar. Kaynakların anlattıklarına göre, Türkmenler ellerine geçen 1O bin kadar mızrağın tahta kısımlarını kazanlarının altına atarak yemeklerini pişirmişlerdir. Yine ilgili kaynaklardaki bilgilerden anlaşıldığına göre, Türkmenlerin bu baskını Artuk Bey'in izniyle emir Çubuk'un yönetiminde yapılmıştır. Sabah olunca durumu öğrenen Fahruddevle, bu Türkmen baskınının Artuk Bey'in gizli bir emri veya göz yumması sonunda yapıldığını anlamış, onu sultan katında güç bir duruma düşürmek amacıyla, "Türkmenlerin elegeçirdikleri bütün ganimetlerin toplatılıp sultana lsfahan'a gönderilmesini" Artuk Bey'den istemiştir. Türkmen törelerine aykırı olan Fahruddevle'nin bu teklifinin nasıl bir kurnazlıkla yapıldığını anlayan Artuk Bey, "'Biz savaş adamıyız, tutsakları hapsetmek ve elegeçirdiğimiz ganimetleri geri vermek, bizim törelerimize uymaz, biz onları ya satar ya da azad ederiz" diyerek onun bu önerisini reddetti. Fahtuddevle, Artuk Bey'e yaptığı bu öneriden başka, Müslim ile kararlaştırdığı barış antlaşmasını örtbas etmek ve ileride sultan katında herhangi bir sorumluluk altına düşmemek amacıyla, bu kez, Artuk Bey'e, "Amid surları içinde kuşatmakta olduğu Müslim'i yakalayıp getirmesini ve böylece sultanın takdirine mazhar olacağını" bildirmişse de onun bu siyasal oyununu da anlamakta güçlük çekmeyen Artuk Bey, tam bu sıralarda kendisine bir ulakla başvurarak "para ve mal karşılığında, sağ - salim memleketine dönme" teklifinde bulunan Müslim'in bu isteğini yerine getirmekten çekinmedi (Ağustos 1084), bundan hemen sonra da savaş alanını terk etti. Selçuklu ordu komutanları arasındaki bu anlaşmazlığı haber alan sultan Melikşah, imparatorluğun vasalları arasında bulunan, ayrıca şii Mısır Fatımi halifeleriyle birtakım ilişkiler kuran Müslim'in Musul, Halep ve Elcezire'deki bütün topraklarının yönetimini elinden aldığı gibi, Fahruddevle'nin aleyhdeki şikayeti üzerine, Artuk Bey'e de şüpheli nazarlarla bakmaya başladı. Esasen Artuk Bey gerek sultan Alparslan, gerekse kendi zamanında imparatorluğa büyük yararlılıkları dokunmuş olan çok değerli bir kumandan idi. Gerçekten İslam kaynaklarında onun "katıldığı hiçbir savaşta yenilmediği" açık ve kesin bir şekilde ifade edilmiştir.



Harekat sürüyor 


 

Artuk Bey'in kuşatma savaşını terk etmesi üzerine Fahruddevle, oğlu zaimuddevle'yi bir kısım emirlerle birlikte Amid kuşatma harekatını sürdürmekle görevlendirdikten sonra kendisi de Altuntak, emir Ayaz, Türşek ve Humartaş'ı yanına alarak bölgenin ikinci önemli kenti ve kalesi olan Silvan'a (Meyyafarikin) gidip kuşatmaya başladı. Hatta bu sırada, Mervanoğlu Mansur da Amid'den buraya gelip savunma işleriyle bizzat ilgileniyordu. Bizans kalelerinin en dayanıklısı olan ünlü Amid ve Silvan kalelerinin alınması, gerçekten çok güç idi ve uzun süreli bir kuşatma savaşına ihtiyaç gösteriyordu. Bu iki kaledeki çarpışmalar devam ederken başkumandan Fahruddevle'nin bölgenin öteki kent ve kalelerine yolladığı kuvvetler, Mardin, Siirt, Erzen ve Hasankeyf'deki savunmayı kolaylıkla kırmayı başardılar. Memleketinin istilası ve kaybı karşısında ümitsizliğe düşen Mervanoğlu, veziri Ebu Salim'i Silvan'da kendi yerine vekil bırakıp halka ve askerlere, "Ona, kesin olarak itaat etmelerini" bildirdikten ve özellikle ülkesinin savunmasını yakınlarına bıraktıktan sonra, şehir ileri gelenleri, emirler, kabile reisleri ve birçok değerli armağanlarla birlikte bizzat lsfahan'da sultan Melikşah'ın katına çıkıp, "ülkesine karşı girişilen Selçuklu askeri harekatını duıdurması" hususunda rica ve istirhamda bulunmak üzere, Silvan'dan gizlice ayrıldı. lsfahan'da birçok Selçuklu emirleri, hatta vezir Nizamülmülk ile de görüşüp aracı olmaları için, getirdiği armağanların bir kısmını onlara vermesine rağmen sultan tarafından kabul edilmedi. Bunun üzerine son bir girişimde bulunarak sultanın karısı Terken Hatun'u da ziyaret edip, "huzura çıkabilmesi için onun aracılık etmesi" hususunda büyük çaba gösterdi, fakat başarı sağlayamadı. Sonunda sultanın "yalnız Silvan'ın kendisine bırakılabileceği ülkesinin öteki bütün kent ve kalelerinin doğrudan doğruya Selçuklu yönetimine geçmesi gerektiği ve bu takdirde harekatın derhal durdurulacağı" hususundaki teklif ve kararı, kendisine bildirildi. Bunun üzerine Mervanoğlu sultanın hu teklifini, kalelerin sağlam, savunmalarının iyi yapılmakta olması ve ayrıca yaklaşmakta olan kış yüzünden harekatın gevşeyeceği sebepleriyle, diişmeyeceğine inanan veziri Ebu Salim ile mektuplaştıktan sonra, kabule yanaşmadı.

Öte yandan Amid kuşatması şiddetle sürdürülüyordu.


Şehir içinde, Hıristiyan halkın yiyecek maddelerini depo edip saklamaları ve Müslüman halka satmamaları sebebiyle karışıklıklar çıkıyor, yiyecek elde etmek için Müslümanlar, Hıristiyanlar mahallelerine baskınlar yapıyorlardı. Amid Mervanlı askeri valisinin sert tutumu, özellikle Müslüman halka karşı giriştiği zulme varan hareketleri sonunda, karışıklıklar yatıştırıldı, fakat şimdiye kadar Mervanoğlu'na bağlı kalmış olan Amid Müslüman halkı, gerek valinin sert hareketleri, gerekse açlık tehlikesi sebebiyle savunmadan vazgeçip teslim olmaya karar verdiler.  Çok geçmeden Ebulhasan adlı bir Müslüman köylünün yönettiği kalabalık bir halk kitlesi, surlara çıkıp Fahruddevle lehine gösterilerde bulunduktan sonra derhal sur kapılarından birisini açıp, Selçuklu kuvvetlerinin kolayca şehre girmelerini sağladılar (Mayıs 1085). Öte yandan Amid'in düştüğünü haber alan Fahruddevle, Silvan'dan süratle gelerek şehirde genel af ilan etti, onların eski veziri olması dolayısıyla Amidlilere çok iyi muamelelerde bulundu; uzun bir süre yiyecek sıkıntısı çeken halka dışardan yiyecek maddeleri getirtip dağırttırdı. Şehir yönetimini oğlu Zaimüddevle'ye, askeri valiliğini de emir Çubuk'a verdikten sonra yeniden Silvan kuşatmasını yakından yönetmek üzere, oraya gitti.


Hala lsfahan'da bulunan ve ülkesinin yönetimini elinde tutma ümidini kaybetmeyen Mervanoğlu Mansur, Horasan'da isyan eden kardeşi Tekiş'in teslim olma harekatını bizzat yöneten sultan Melikşah'ın karargahına kadar giderek "huzura kabulünü" istemişse de başarı sağlayamamış, sultanın eski teklifi, yani "sadece Silvan'a razı olması" yeniden kendisine bildirilmiştir. İşte tam bu sırada, başkumandan Fahruddevle, sultana bir ulak göndererek "Amid, Siirt, Erzen, Bitlis, Ahlat ve Hasankeyf kentleriyle birlikte birçok kalelerin düştüğünü" bildirdi. Bu haberin karargahta yayılması üzerine, tam bir ümitsizliğe düşen Mervanoğlu, bu kez "sultanın teklifini kabul ettiğini" bildirdi ise de "artık vaktin geçmiş olduğu" söylenerek kabul edilmedi. Fakat kendi aleyhine cereyan eden bütün bu olumsuz durum ve sonuçlara rağmen o, ülkesine yeniden hakim olma yolundaki ümidini hala yitirmeyerek, karargahtan ayrılmadı ve sultanla birlikte lsfahan'a döndü.


Öte yandan Silvan kuşatması bir yıldan beri sürüp gidiyor, kale bir türlü alınamıyordu. Harekatı yöneten hacip Altuntak'ın aniden ölümü üzerine, Fahruddevle'nin isteği üzerine, Hasankeyf'de bulunan Gevherayin büyük bir kuvvetle gelip kuşatmayı şiddetlendirdi. Şehrin dışarı ile ilişkisi tamamen kesildi ve özellikle büyük mancılıklarla surlar dövülmeye başlandı, suru savunan askerler de şiddetli ok yağmuru karşısında aciz kaldılar. Harekat böylece bir süre devam ettirildikten sonra bütün kuşatma aletlerinin kullanılması sonucunda, surlardan bir kısmı yıkıldı; Selçuklu kuvvetleri, bu yıkılan yerlerden saldırıya geçerek şehre girdiler (Ağustos 1085). Üç gün süren bir çarpışma sonunda, şehrin bütün burçları elegeçirildi. Savunmasız halkın aman dilemesi üzerine Gevherayin, çarpışmaların derhal durdurulmasını emretti. Başkumandan Fahruddevle, daha sonra şehre gelip Amid'de olduğu gibi, burada da genel af ilan etti ve içkaleye çıkarak burasını da teslim aldı (Eylül 1085). Daha sonra Mervanoğlu'nun hapisten çıkarılan eski Müslüman veziri Ebu Tahir'in yardımlarıyla, Mervanlı ailesinin değerli hazinesi elegeçirildi. Bu hazine ve değerli eşya, bizzat Zaimüddevle tarafından başkent lsfahan'a götürülerek Sultan'a takdim edildi.


Mervanlı beyliği'nin başkenti Silvan'ın düşmesinden sonra, Selçuklu kuvvetlerine karşı hala direnmeye devam eden öteki kaleler de birer birer teslim olmak zorunda bırakıldılar. Bölgenin müstahkem kalelerinden birine sahip bulunan Mardin kenti, emir Moncuk (Boncuk) Böri tarafından alındığı gibi, Gevherayin'in beraberindeki emirlerden Çökürmüş de kuşatmakta olduğu Cizre'yi şehir ileri gelenlerinin sayesinde ele geçirdi. Böylece bir buçuk yıla yakın devam eden bir askeri harekat sonunda, Diyarbekir ve Ahlat bölgeleri, doğrudan doğruya Büyük Selçuklu İmparatorluğu sınırları içine alınmış oldu. Çok geçmeden bu bölgelerin kent ve kalelerine, bu harekata katılan emir ve kumandanlar, vali veya muhafız olarak atandılar. Bu emir ve kumandanların mensup oldukları muhtelif Türkmen boy ve oymaklara ait kalabalık kitleler, bu bölgenin çeşitli yörelerine yerleşerek yaylak ve kışlaklar kurdular. Bu geniş iskan faaliyetinden sonradır ki, genellikle yazın Diyarbekir bölgesindeki yaylaklara gelmekte olan Arap göçebeleri, artık Habur Suyu'nun kaynaklarından yukarılara çıkamaz oldular.



Böylece Mervanlı ailesinin yönetiminden alınan Diyarbekir ve Ahlat bölgeleri, başkenti Silvan olmak üzere, doğrudan doğruya Büyük Selçuklu İmparatorluğu'na tabi eyaletlerden birisi haline getirildi. Genel Valiliğine de harekat başkumandanı Fahruddevle atandı. Fahruddevle, Gevherayin ile birlikte önce Bağdad'a halifeye, daha sonra da İsfahan'a sultan Melikşah'a giderek huzura çıktı, fethedilmesi bölgeler ve kurulan eyalet, buna bağlı Türk beylikleri ve emirleri hakkında ona geniş bilgi arz ettikten sonra Eyalet Genel Valiliği Menşurunu alarak Silvan'a döndü.


Sultan Melikşah'ın 1092 yılında ölümü üzerine, imparatorluk içinde saltanat çatışmaları başladı. Bu arada Suriye Selçuklu Meliki bulunan Tacüddevle Tutuş, Diyarbekir bölgesi gibi, doğrudan doğruya imparatorluğa bağlanan Kuzey Suriye'ye de hakim olduktan sonra Doğu- Anadolu ile birlikte Diyarbekir bölgesine de hakim olmakta gecikmedi. Gerek Tutuş'un hakimiyet devresinde gerekse ondan sonra Diyarbekir ve Ahlat bölgelerinde birçok Türk beylikleri kurulmuştur. Onlar sırasıyla şunlardır:



1 - Mardin, Silvan ve Hasankeyf'de Artukoğulları.

2 - Amid'de  Yınaloğulları.

3 - Bitlis'te Demleçoğulları.

4 - Siirt ve Erzen'de Toganarslan ailesi.

5 - Ahlat - Van bölgesinde Sundukoğulları, daha sonra Ahlatşahlar.


Sözkonusu bu beyliklerin kurulması sonunda, bu bölgede kesif bir Türk yerleşmesi ve dolayısıyla buranın Türkleşmesi sağlanmış oldu. Ayrıca bu bölge, ilerde, Haçlılarla mücadele edecek zinde Türk kuvvetlerinin büyük bir yığınağı haline geldi. XII. yüzyılın sonlarına kadar devam edecek olan bu Türk beylikleri, XIII. Yüzyılın başlarından itibaren, özellikle, Anadolu birliğini kurmaya çalışan Türkiye Selçuklu Devleti'nin geniş merkeziyetçi faaliyetleri sonunda, birer birer kaybolup gideceklerdir.



ANADOLU'NUN FETHİ

SELÇUKLULAR DÖNEMİ

(BAŞLANGIÇTAN 1086'YA KADAR)

Prof. Dr. ALİ SEVİM


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak