19 Ocak 2023 Perşembe

DÎNİ SÖZLÜK “H”

  

HIRS:

 

Bir şeye aşırı düşkünlük, şiddetli istek.

 

İki aç kurt bir koyun sürüsüne girdiği zaman yaptıkları zarardan, mal ve şöhret hırsının insana yapacağı zarar daha çoktur. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

 

Âdemoğlu helâk olsa, ihtiyârlasa bile, onda hırs ve emel (istek) yine kalır. (Hadîs-i şerîf-Hilyet-ül-Evliyâ)

 

Hırslı insan, helâl haram demeden her istediğine kavuşmak, başkalarının zararına da olsa, beğendiği şeyleri toplamak, ister. Hırs veya tamah, kalb hastalıklarındandır. Hırs ve tamahkârlığın en kötüsü insanlardan (bir şeyler) beklemektir. (İmâm-ı Gazâlî)

 

Hırsı bırak da yorulma

Geçimde tamaha kapılma

Niçin malı cem' edersin

Kime topladın bilemezsin

Rızk vaktiyle ayrıldı

Sû-i zan faydasız kaldı

Her hırs sâhibi fakirdir

Her kanâatkârsa zengin.

(Behlül Dânâ)

 

HIRZ ÂYETLERİ:

 

Okunduğunda veya üzerinde taşındığında Allahü teâlânın muhâfazasına (korumasına) kavuşmaya vesîle (sebeb) olduğu bildirilen âyet-i kerîmeler. (Âyât-ı Hırz)

 

HIYÂNET:

 

Hâinlik. Birine kendini emîn tanıttıktan sonra, o emniyeti bozacak iş yapmak; vefâsızlık, îtimâdı kötüye kullanmak, sözünde durmamak.

 

Kibirden, hıyânetten ve borçtan temiz olarak ölen kimsenin gideceği yer Cennet'tir. (Hadîs-i şerîf-Mişkât)

 

Allah'ım! Açlıktan sana sığınırım. Açlık ne kadar acıdır. Hıyânetten sana sığınırım. Hâinlik ne kötü şeydir. (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Ebû Dâvûd)

 

Ticârete hıyânet karışırsa bereket gider. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)

 

Hıyânet haramdır. Münâfıklık (iki yüzlülük) alâmetidir. Hıyânetin zıddı emânettir, emin olmaktır. Mü'min, herkesin malını, canını emniyet ettiği kimsedir. Emânet ve hıyânet, malda olduğu gibi, sözde de olur. (Muhammed Hâdimî)

 

HIYÂR:

 

Serbest olma. Yapılan bir akdden yâni sözleşmeden vazgeçebilmek hakkı. (Muhayyerlik)

 

HIZIR ALEYHİSSELÂM:

 

İbrâhim aleyhisselâmdan sonra yaşamış bir peygamber veya velî.

 

Hızır aleyhisselâm Zülkarneyn aleyhisselâmın askerinin kumandanı ve teyzesinin oğludur. Mûsâ aleyhisselâm ile görüşüp yolculuk etti. Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden değildir. Fakat vefâtından sonra rûhu insan şeklinde gözüküp garîblere, kimsesizlere yardım etmektedir. Mûsâ aleyhisselâm ile karşılaşmaları ve birlikte yolculuk yapmaları Kur'ân-ı kerîmin Kehf sûresi 60-82. âyetlerinde bildirilmiştir. (Râzî, İbn-i Hacer, Süyûtî, İmâm-ı Rabbânî)

 

Ebü'd-Derdâ radıyallahü anh bir gün Mekke-i mükerremede bir dağın üzerine çıktı. Orada hâlinden ve tavrından sâlihlerden olduğu anlaşılan birisini gördü. Yanına giderek "Bana nasîhat et" dedi. O da; "Nasîhat olarak ölüm sana kâfidir" dedi. Ebü'd-Derdâ; "Daha fazla nasîhat et" deyince, o da; "Gam, tasa bakımından kabri düşünmek kâfidir" dedi. Bunun üzerine Ebü'd-Derdâ, Resûlullah efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem huzûruna gelerek bu hâli haber verdi. Peygamber efendimiz; "O zât, kardeşim Hızır'dır" buyurdu. (Mevlânâ Abdurrahmân Câmi)

 

Âlimlerin çoğu Hızır aleyhisselâmın öldüğünü bildirdi. Eğer hayatta olsaydı , Peygamber efendimize gelir, birlikte Cumâ namazı kılar, sohbetinde ve cihâdlarında bulunurdu. (Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî)

 

Abdülhâlık Goncdüvânî hazretlerine, lâ ilâhe illallah, zikrini Hızır aleyhisselâm öğretti. (Hüseyn Vâiz-i Kâşifî)

 

Bir gün sabah vakti toplanmıştık. İlyas aleyhisselâm ile Hızır aleyhisselâm ruhânî şekillerde geldiler. Hızır aleyhisselâm rûhânî olarak dedi ki; "Biz ruhlar âlemindeniz. Allahü teâlâ bizim ruhlarımıza öyle bir kuvvet vermiştir ki, insan şeklini alırız. İnsanların yaptığı işleri bizim ruhlarımız da yapar. İnsanların yaptığı gibi yürürüz, dururuz, ibâdet ederiz". (İmâm-ı Rabbânî)

 

Her gördüğünü Hızır bil, her geceyi kadir bil. (Hakîm Süleymân Atâ)

 

HİBE:

 

Bağış. Bir malı karşılıksız olarak başkasına verme. Hibe edilen mala hediye denir. (Hediye)

Malı verenin, hibe ettim gibi âdet olan sözü söylemesi, alanın da kabûl ettim demesi veya kabz etmesi (eline alması) lâzımdır. Alacağını borçluya hibe eden, artık bunu geri isteyemez. (İbn-i Âbidîn)

 

Hibe sevab kazanmak maksadiyle yapılır. Hibe eden dünyada hayırla anılır, hibesini sırf Allah için yaptıysa ahirette karşılığını görür. (İbn-i Âbidîn)

 

Yeşilay, Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu gibi çeşitli isimler altında kurulmuş olan yardım teşkîlâtları, dînin hibe ahkâmına (hükümlerine) tâbidirler. Yâni bunlar, yardım yerleridir. Vakf değildirler. Vakf malı, vakfeden kimsenin koyduğu şartlara göre idâre edilir. Yardım müesseseleri ise, başkanlarının emrine göre iş görür. (M. Sıddîk bin Saîd)

 

HİCÂB:

 

Örtü, perde, avret yerlerini örtme, örtünme. ( Setr-i Avret)

 

Setr-i avret denilince, her ne kadar kadınların hicâbı anlaşılıyorsa da, kelime, mânâ ve mefhum olarak erkek ve kadınların örtmeleri gereken yerlerini örtünmelerini içine almaktadır. (Muhammed Mensûr ez-Zemân)

 

HİCR:

 

1. Men etmek; akıl ve bâliğ olmamış çocuk, deli, bunak, sefih yâni malını kötü yere harcayan ve borçlu gibi kimseleri, tasarruf-i kavlîsinden yâni alış-veriş , kirâlama, havâle, kefillik, emânet ve rehin alıp-verme, hibe gibi işlerin tasarruflarından men' etme.

 

Sefîh yâni nafaka te'min ederken malını isrâf edip dînin ve aklın uygun görmediği lüzumsuz yere harcayan ve haramlara sarf eden, hâkim tarafından hicr edilir. Dîn-i İslâm'dan ayrılmak için hîle-i bâtıla öğreten hocalar, câhil tabib ve eczâcılar ve hîleli iflâs yapan tüccarlar, câhil hâkimler, hîle yapan satıcılar, ihtikâr yapanlar (karaborsacılar) da hicr edilir. (İbn-i Âbidîn)

 

2. Dostluğu bırakmak, dargın olmak.

 

Mü'minin mü'mine üç günden fazla hicr etmesi helâl olmaz. Üç geceden sonra ona gidip selâm vermesi vâcib olur. Selâmına cevâb verirse, sevâbda ortak olurlar. Vermezse günâh, ona olur. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

 

Erkek olsun, kadın olsun, dünyâ işleri için mü'minin mü'mine hicr etmesi câiz değildir. (Muhammed Hâdimî)

 

Hicr Sûresi:

 

Kur'ân-ı kerîmin on beşinci sûresi.

 

Hicr sûresi, Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). Doksan dokuz âyet-i kerîmedir. Îtikâd bilgilerine, ahlâka, insanların ve cinnîlerin yaratılışına, târihî ve bilhassa İbrâhim, Lût, Şuayb, Sâlih ile ilgili bilgiler bulunmaktadır. Cezîret-ül-arab'ın kuzeybatı tarafında Medîne-i münevvere ile Berr-üş-şâm arasında eski bir şehir olan Hicr ülkesi halkının, inanmadıkları için ilâhî gazaba uğramaları anlatıldığından, Sûret-ül-hicr denilmiştir. (Senâullah Dehlevî)

 

Hicr sûresinde Allahü teâlâ meâlen buyuruyor ki:

 

Kur'ân-ı kerîmi sana biz indirdik. Biz onu elbette koruyucuyuz. (Âyet: 9)

 

HİCRET:

 

Bir yerden başka bir yere göç etmek.

 

1. Resûlullah efendimizin Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye göç etmesi.

 

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) elli üç yaşında iken, Allahü teâlânın izni ile Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye hicret eyledi. Safer ayının yirmi yedinci Perşembe günü sabah erken evinden çıkarak, öğleden sonra Ebû Bekr-i Sıddîk'in evine geldi. Birlikte Sevr dağındaki mağaraya gittiler. Bu dağın yolu çok bozuk idi. Peygamber efendimizin mübârek ayakları kanadı. Mağarada üç gece kalıp, Pazartesi gecesi yola çıktılar. Bir hafta yolculuktan sonra Eylül ayının yirminci ve Rebî-ul-evvelin sekizinci Pazartesi günü Medîne'de Kubâ köyüne geldiler. Rebî-ul-evvelin on ikinci Cumâ günü Medîne'yi şereflendirdiler. (Ahmed Cevdet Paşa, Kastalânî)

 

Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem Medîne'ye hicret edince; "Mü'minlere saldıran zâlimlerle cihâd yapmaya izin verildi" meâlindeki Hac sûresi 139. âyet-i kerîmesi geldi. (Kâdı Beydâvî)

 

2.  Müslüman bir kimsenin, dînini korumak için, kâfir memleketinden, İslâm memleketine göç etmesi.

 

İşte ben de dînimi korumak için Allah yolunda hicret ediyorum. Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak, anasını ağlatmak isteyen varsa önüme çıksın. (Hazret-i Ömer)

 

Dâr-ül-harbde (müslüman olmayan memlekette) îmâna gelenin, Dâr-ül-İslâm'a (İslâm memleketine) hicret etmesi vâcib olur. (İbn-i Âbidîn)

 

3. İslâm memleketinde fitne ve kötülük bulunan bir yerden iyi bir yere göç etmek.

 

Herc (karışıklık), fitne zamânında yapılan ibâdet, benim yanıma (Mekke'den Medîne'ye)

 

hicret etmek gibidir. (Hadîs-i şerîf-Müslim)

 

Dînini muhâfaza için hicret eden, Cennet ile müjdelendi. Bir mahallede sâlih, ârif kimse kalmayıp, bozukluk ve bid'at, dinde olmayan şeylerin yapılması artınca, başka mahalleye hicret etmek veya böyle bir şehirden başka şehre hicret etmek vâcib olur. (İsmâil Hakkı Bursevî)

 

HİCRÎ:

 

Resûlullah efendimizin hicreti ile başlayan hicrî kamerî veya hicrî şemsî takvime göre olan târih.

 

Hicrî Kamerî Sene:

 

Resûlullah efendimizin hicret ettiği senenin 1 Muharrem gününü (Mîlâdî 16 Temmuz 622 Cumâ gününü) başlangıç olarak alan ve ayın dünyâ etrâfında on iki defâ dönmesini (354-367 güneş günü) bir yıl kabûl eden takvim senesi. Muharremin birinci günü, hicrî kamerî yılbaşıdır.

 

Hicrî Kamerî Takvim:

 

Peygamber efendimizin Medîne'ye hicret ettiği senenin Muharrem ayının birinci gününü başlangıç olarak alan ve gökteki ayın, dünyâ etrâfında on iki defâ dönmesiyle bir yılı tamamlayan takvim.

 

Hicrî Sene:

 

Resûlullah efendimizin Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye hicret ettiği seneyi başlangıç olarak alan takvim senesi.

 

Hicrî Şemsî Sene:

 

Resûlullah efendimizin hicret ederek Medîne'ye girdiği Eylül ayının 20'nci Pazartesi günü başlayan ve dünyânın güneş etrâfında bir defâ dönmesini (365,242 güneş gününü) esas alan takvim senesi.

 

Hicrî Şemsî Takvim:

 

Resûlullah efendimizin Medîne'ye hicreti esnâsında Kubâ köyüne ayak bastığı Rebî'ul-evvel ayının sekizinci Pazartesi gününe rastlayan mîlâdî Eylül ayının yirminci gününü başlangıç ve güneş yılını esas alan takvim.

 

HİCV:

 

Birini şiirle yerme, kötüleme.

 

Hassân bin Sâbit, bir defâsında kâfirlerin yüz karasını ortaya koyan bir hicvini okuduktan sonra, Peygamber efendimiz; "Ey Hassân! Müşriklerin, kâfirlerin yüz karalarını ortaya koy! Cebrâil seninledir. Eshâbım silâhla harb ettikleri gibi sen de dil ile harb et" buyurdular. (İbn-i Hişâm)

 

Bir kimsenin; kötü, çirkin, fâhiş ve hicvedici sözlerle, Allah'a, Resûlüne ve Eshâbına karşı yalan sözler söylemesi haramdır. Dinleyen de söyleyen gibi günahkârdır. Kâfirleri ve bid'atleri yermek câizdir. Nitekim Hassân bin Sâbit, şiirleri ile Resûl-i ekremi över, kâfirleri yererdi. Resûl-i ekrem de bunu ona emretmişti. (İmâm-ı Gazâlî)

 

Başkalarını hicveden ve fuhuş, içki anlatan ve şehveti harekete getiren şiirleri tegannî ile makam ile okumak her dinde haramdır. Harama sebeb olan şeyler de haram olur. (Âlim bin Alâ)

 

HİDÂYET:

 

1. Doğru yolu gösterme, doğru, Allahü teâlânın râzı olduğu yolda bulunma.

 

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

 

Hidâyeti vererek, dalâleti satın aldılar. Bu alışverişlerinde birşey kazanmadılar. Doğru yolu bulamadılar. (Bekara sûresi:16)

 

Hidâyet yolunu öğrendikten sonra, peygambere uymayıp mü'minlerin yolundan ayrılanı, saptığı yola sürükleriz ve çok fenâ olan Cehennem'e sokarız. (Nisâ sûresi: 114)

İbâdetlerini ihlâs ile (Allahü teâlânın rızâsı için) yapanlara müjdeler olsun.  Bunlar hidâyet yıldızlarıdır. Fitnelerin karanlıklarını yok ederler. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

İnsan yaratılışta; hidâyet ve dalâlet olmak üzere iki taraflıdır. Ona hidâyet, üstünlük tarafını tanıtabilmek ve bunu kuvvetlendirmeye çalışmasını sağlamak için bir hoca, bir üstâd lâzımdır. (Muhammed Hâdimî)

 

2.  Cenâb-ı Hakk'ın insanın kalbinden her sıkıntı ve darlığı çıkarıp, yerine rahatlık, genişlik verip, kendi emir ve yasaklarına uymada tam bir kolaylık ihsân etmesi ve kulun rızâsını kendi kazâ ve kaderine tâbi eylemesi.

 

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

 

Kendilerine ilim ve hidâyet verdiğimiz kimseler, ilimlerini insanlardan saklarsa, Allah'ın ve lânet edenlerin lânetleri bunların üzerine olsun. (Nisâ sûre: 106)

 

HİDDET:

 

Öfke, kızgınlık. (Gadab)

 

Bütün kötülüklerin anahtarı hiddettir. (Ca'fer bin Muhammed Firyâbî)

 

Kibir; hiddet ve cehâletten doğar. (S. Abdülhakîm Arvâsî)

 

İslâmiyet'ten, kitaptan olmayıp da, kendi kafasından çıkarıp, sert, hiddetli vâz vereni dinlemek de, vâizin gadabına sebeb olur. (Hâdimî)

 

HİKMET:

 

1. Nübüvvet (peygamberlik).

 

Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

Allahü teâlâ ona (Dâvûd aleyhisselâma) saltanat ve hikmet verdi. (Bekara sûresi: 251)

 

2. Faydalı ilim.

 

Hikmetin başı Allah korkusudur. (Hadîs-i şerîf-Beyhekî ve Deylemî)

 

Hikmet, mü'minin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın. (Hadîs-i şerîf-Kunûz-ül-Hakâyık)

 

3.Edeb, ahlâk ve nasîhat ile ilgili güzel sözler.

 

Şiirin bâzısı hikmettir. (Hadîs-i şerîf-Tefsîr-i Mazharî)

 

Hikmet ve nasîhat bildiren şiirler yazmak ve sesle okumak helâldir. Şehvete âit ahlâksız şiirler okumak haramdır. Bunları okumak kalbde nifak, bozukluk yapar. (Süleymân bin Cezâ)

 

Denildi ki, fazla yemekte beş zarar vardır: 1) Allah korkusu kalbden gider. 2) Mahlûkâta (yaratılmışlara) karşı merhamet duygusu kalbden çıkar. 3) Ağırlık verir, tâat ve ibâdete mâni olur. 4) Hikmetli sözleri konuşsa da başkalarına te'sir etmez. 5) Mühim hastalıklara sebeb olur. (İmâm-ı Gazâlî)

 

4.Gizli sebep, fâide.

 

Gökyüzüne, yıldızlara, bunların hareketlerine, doğup-batışlarına, ay ve güneşe, doğuş ve batış yerlerinin her gün değişmesine... mevsimlerin ayırımı için güneşin yüksek ve alçak olarak seyrine, gitmesine bir bak. İyi bil ki, her yıldızın yaratılmasında, şeklinde, renginde, bulunduğu yere konmasında binbir hikmet vardır. Bedenindeki organların durumunu da buna göre düşün. Onun da her parçasında ve her uzvun (organın) o yere konmasında pekçok hikmetler vardır. Gökler ise bundan daha önemlidir. (İmâm-ı Gazâlî)

 

Müntezamdır cümle ef'âlin senin

Aklı ermez, hikmetine kimsenin.

(S. Abdülhakîm Arvâsî)

 

5.  Fıkıh ilmi, helâl ve harâmı bildiren din ilmi. Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

 

Allahü teâlâ dilediği kimseye hikmet verir. Hikmet verilen kimseye muhakkak çok hayır verilmiştir. (Bekara sûresi: 269)

 

6.  İlm-i Ledünnî, mânevî ilim. Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

Biz, âl-i İbrâhim'e kitab ve (ondan ayrı olarak) hikmet verdik. (Nisâ sûresi: 54)

 

Kırk gün ihlâs ile İslâmiyet'e uyan kimsenin kalbini Allahü teâlâ hikmet ile doldurur. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)

 

7.  Peygamber efendimizin sünneti. Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:

 

Daha önce apaçık bir sapıklık içinde bulunuyorlarken, Allahü teâlâ içlerinden, onlara, âyetlerini okur, (îtikâd, amel ve ahlâk bakımından) onları tertemiz yapar, onlara Kitabı (Kur'ân-ı kerîmi) ve hikmeti öğretir bir peygamber gönderdiği gibi mü'minlere büyük bir lütûfta bulunmuştur. (Âl-i İmrân sûresi: 164)

 

Hikmet-i Amelî:

 

İslâm ahlâkı.

 

Hikmet-i amelî; iyi huyları ve yararlı işleri, kötü huylardan ve çirkin işlerden ayırır. (Ali bin Emrullah)

 

Hikmet-i Nazarî:

 

Fen bilgileri.

 

Hikmet-i nazarî, maddenin hakîkatini anlamağı sağlar. (Ali bin Emrullah)

 

HİLÂF:

 

Karşı, muhâlif, âdet ve kâidenin aksine.

 

Mucizelerin hepsi âdetin hilâfına olarak cereyân eder. (Hindli Rahmetullah Efendi)

 

Hilâf-ı Evlâ:

 

Yapılması sevâb fakat yapmamakla günâha girilmeyen hareket. Müstehâbı terk etmek mekrûh değil, hilâf-ı evlâdır. (İbn-i Âbidîn)

 

HİLÂFET:

 

Halîfelik, emirlik, imâmlık (devlet reisliği).

 

1. Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra bütün müslümanlara imâmlık ederek İslâmiyet'in emirlerinin tatbik edilmesine nezâret edip, İslâmiyet'e ve müslümanlara karşı yapılan her türlü müdâhaleye cevap vermek vazîfesi. (Halîfe)

 

Benden sonra hilâfet otuz senedir. Sonra melik-i adûd olur (ısırıcı sultanlar gelir). (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)

 

Biz bu işe, Peygamberlikle ve Allah'ın rahmeti ile başladık. Bundan sonra hilâfet ve rahmet olur. Ondan sonra melik-i adûd olur. Ondan sonra da ümmetimde zulüm, işkence ve karışıklık olur. (Hadîs-i şerîf-İzâlet-ül-Hafâ)

 

Dört büyük halîfenin birbirinden yükseklikleri hilâfetleri sırası iledir. Çünkü İslâm âlimlerinin sözbirliğine göre; peygamberlerden sonra insanların en üstünü Ebû Bekr-i Sıddîk hazretleri, ondan sonra Ömer-ül-Fârûk hazretleri sonra hazret-i Osman, sonra hazret-i Ali'dir. (İmâm-ı Rabbânî)

 

2.    İnsanları doğru yola sevk eden bir velînin, bir talebesinin mânen yetiştiğine ve başkalarını da yetiştireceğine dâir izin vermesi.

 

Kendisine hilâfet verilecek zâtın bâtınının (yâni kalbi ve diğer âzâlarının) nisbete ve hallere kavuşmuş olması, kötü huylardan temizlenmiş, iyi huylarla süslenmiş olması ve sabr, tevekkül, kanâat, rızâ, teslim sâhibi olması dünyâya düşkün olmaması lâzımdır. (Abdullah-ı Dehlevî)

 

Ahmed-i Yekdest hazretleri Serhend'de Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî'nin hizmeti ile şereflendi. On bir sene kahvesini pişirdi. Sonra hilâfet verilip Mekke-i mükerremede irşâda, insanları doğru yola dâvete memur oldu. Otuz dokuz sene bu vazîfeyi yaptıktan sonra 1707'de Mekke'de vefât etti. (Seyyid Yahya Efendi)

 

Hilâfet-i Mutlaka:

 

Tasavvufta bir velînin bir talebesinin mânen yetiştiğine ve başkalarını da yetiştirebileceğine dâir verilen mutlak izin.

 

Ahmed Sa'îd-i Serhendî, babası ile birlikte Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin sohbetinde bulunup Nakşibendî yoluna girdi. On beş yaşında bu sohbetlerle kemâle geldi. Abdullah-ı Dehlevî hazretleri evlenmemiş idi. Bunu oğulluğa kabûl buyurdu. Hilâfet-i mutlaka ile şereflendirdi. Çok velî yetiştirdi. 1861'de Medîne-i münevverede vefât etti. (Ebû Zeyd Fârûkî)

 

HİLÂLLEMEK:

Abdest alırken, el ve ayak parmakları ile sakalın ve kadınlarda sık saçların arasına ıslak parmaklarını sokarak hareket ettirmek.

 

Parmaklarınızın arasını hilâlleyiniz ki, Allahü teâlâ da onları kıyâmet gününde ateşle hilâllemesin. (Hadîs-i şerîf-Taberânî, Câmi-üs-Sagîr)

 

Abdest alırken ayak parmaklarını hilâllemeye ehemmiyet vermeli, müstehab deyip geçmemelidir. Müstehabları hafîf görmemelidir. Bunlar, Allahü teâlânın sevdiği, beğendiği şeylerdir. (İmâm-ı Rabbânî)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak