HIRS:
Bir şeye
aşırı düşkünlük, şiddetli istek.
İki aç kurt bir koyun sürüsüne girdiği zaman
yaptıkları zarardan, mal ve şöhret hırsının insana yapacağı zarar daha çoktur. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Âdemoğlu helâk olsa, ihtiyârlasa bile, onda hırs ve
emel (istek) yine kalır. (Hadîs-i şerîf-Hilyet-ül-Evliyâ)
Hırslı insan, helâl haram demeden her istediğine
kavuşmak, başkalarının zararına da olsa, beğendiği şeyleri toplamak, ister.
Hırs veya tamah, kalb hastalıklarındandır. Hırs ve tamahkârlığın en kötüsü
insanlardan (bir şeyler) beklemektir. (İmâm-ı
Gazâlî)
Hırsı bırak da yorulma
Geçimde tamaha kapılma
Niçin malı cem' edersin
Kime topladın bilemezsin
Rızk vaktiyle ayrıldı
Sû-i zan faydasız kaldı
Her hırs sâhibi fakirdir
Her kanâatkârsa zengin.
(Behlül Dânâ)
HIRZ ÂYETLERİ:
Okunduğunda
veya üzerinde taşındığında Allahü teâlânın muhâfazasına (korumasına) kavuşmaya vesîle (sebeb) olduğu bildirilen âyet-i kerîmeler. (Âyât-ı Hırz)
HIYÂNET:
Hâinlik. Birine kendini emîn tanıttıktan sonra, o
emniyeti bozacak iş yapmak; vefâsızlık, îtimâdı kötüye kullanmak, sözünde
durmamak.
Kibirden, hıyânetten ve borçtan temiz olarak ölen
kimsenin gideceği yer Cennet'tir. (Hadîs-i şerîf-Mişkât)
Allah'ım! Açlıktan sana sığınırım. Açlık ne kadar
acıdır. Hıyânetten sana sığınırım. Hâinlik ne kötü şeydir. (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Ebû
Dâvûd)
Ticârete
hıyânet karışırsa bereket gider. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Hıyânet haramdır. Münâfıklık (iki yüzlülük)
alâmetidir. Hıyânetin zıddı emânettir, emin olmaktır. Mü'min, herkesin malını,
canını emniyet ettiği kimsedir. Emânet ve hıyânet, malda olduğu gibi, sözde de
olur. (Muhammed Hâdimî)
HIYÂR:
Serbest olma. Yapılan bir akdden yâni sözleşmeden
vazgeçebilmek hakkı. (Muhayyerlik)
HIZIR ALEYHİSSELÂM:
İbrâhim
aleyhisselâmdan sonra yaşamış bir peygamber veya velî.
Hızır aleyhisselâm Zülkarneyn aleyhisselâmın
askerinin kumandanı ve teyzesinin oğludur. Mûsâ aleyhisselâm ile görüşüp
yolculuk etti. Muhammed aleyhisselâmın ümmetinden değildir. Fakat vefâtından
sonra rûhu insan şeklinde gözüküp garîblere, kimsesizlere yardım etmektedir.
Mûsâ aleyhisselâm ile karşılaşmaları ve birlikte yolculuk yapmaları Kur'ân-ı
kerîmin Kehf sûresi 60-82. âyetlerinde bildirilmiştir. (Râzî, İbn-i Hacer, Süyûtî, İmâm-ı Rabbânî)
Ebü'd-Derdâ radıyallahü anh bir gün Mekke-i
mükerremede bir dağın üzerine çıktı. Orada hâlinden ve tavrından sâlihlerden
olduğu anlaşılan birisini gördü. Yanına giderek "Bana nasîhat et"
dedi. O da; "Nasîhat olarak ölüm sana kâfidir" dedi. Ebü'd-Derdâ;
"Daha fazla nasîhat et" deyince, o da; "Gam, tasa bakımından
kabri düşünmek kâfidir" dedi. Bunun üzerine Ebü'd-Derdâ, Resûlullah
efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem huzûruna gelerek bu hâli haber verdi.
Peygamber efendimiz; "O zât, kardeşim Hızır'dır"
buyurdu. (Mevlânâ Abdurrahmân Câmi)
Âlimlerin çoğu Hızır aleyhisselâmın öldüğünü
bildirdi. Eğer hayatta olsaydı , Peygamber efendimize gelir, birlikte Cumâ
namazı kılar, sohbetinde ve cihâdlarında bulunurdu. (Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî)
Abdülhâlık Goncdüvânî hazretlerine, lâ ilâhe
illallah, zikrini Hızır aleyhisselâm öğretti. (Hüseyn Vâiz-i Kâşifî)
Bir gün sabah vakti toplanmıştık. İlyas
aleyhisselâm ile Hızır aleyhisselâm ruhânî şekillerde geldiler. Hızır
aleyhisselâm rûhânî olarak dedi ki; "Biz ruhlar âlemindeniz. Allahü teâlâ
bizim ruhlarımıza öyle bir kuvvet vermiştir ki, insan şeklini alırız.
İnsanların yaptığı işleri bizim ruhlarımız da yapar. İnsanların yaptığı gibi
yürürüz, dururuz, ibâdet ederiz". (İmâm-ı
Rabbânî)
Her
gördüğünü Hızır bil, her geceyi kadir bil. (Hakîm
Süleymân Atâ)
HİBE:
Bağış. Bir malı karşılıksız olarak başkasına verme.
Hibe edilen mala hediye denir. (Hediye)
Malı verenin, hibe ettim gibi âdet olan sözü
söylemesi, alanın da kabûl ettim demesi veya kabz etmesi (eline alması)
lâzımdır. Alacağını borçluya hibe eden, artık bunu geri isteyemez. (İbn-i Âbidîn)
Hibe sevab kazanmak maksadiyle yapılır. Hibe eden
dünyada hayırla anılır, hibesini sırf Allah için yaptıysa ahirette karşılığını
görür. (İbn-i Âbidîn)
Yeşilay, Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu gibi
çeşitli isimler altında kurulmuş olan yardım teşkîlâtları, dînin hibe ahkâmına
(hükümlerine) tâbidirler. Yâni bunlar, yardım yerleridir. Vakf değildirler.
Vakf malı, vakfeden kimsenin koyduğu şartlara göre idâre edilir. Yardım
müesseseleri ise, başkanlarının emrine göre iş görür. (M. Sıddîk bin Saîd)
HİCÂB:
Örtü,
perde, avret yerlerini örtme, örtünme. (
Setr-i Avret)
Setr-i avret denilince, her ne kadar kadınların
hicâbı anlaşılıyorsa da, kelime, mânâ ve mefhum olarak erkek ve kadınların
örtmeleri gereken yerlerini örtünmelerini içine almaktadır. (Muhammed Mensûr ez-Zemân)
HİCR:
1. Men etmek; akıl ve bâliğ olmamış çocuk, deli,
bunak, sefih yâni malını kötü yere harcayan ve borçlu gibi kimseleri,
tasarruf-i kavlîsinden yâni alış-veriş , kirâlama, havâle, kefillik, emânet ve
rehin alıp-verme, hibe gibi işlerin tasarruflarından men' etme.
Sefîh yâni nafaka te'min ederken malını isrâf edip
dînin ve aklın uygun görmediği lüzumsuz yere harcayan ve haramlara sarf eden,
hâkim tarafından hicr edilir. Dîn-i İslâm'dan ayrılmak için hîle-i bâtıla
öğreten hocalar, câhil tabib ve eczâcılar ve hîleli iflâs yapan tüccarlar,
câhil hâkimler, hîle yapan satıcılar, ihtikâr yapanlar (karaborsacılar) da hicr
edilir. (İbn-i Âbidîn)
2. Dostluğu
bırakmak, dargın olmak.
Mü'minin mü'mine üç günden fazla hicr etmesi helâl
olmaz. Üç geceden sonra ona gidip selâm vermesi vâcib olur. Selâmına cevâb
verirse, sevâbda ortak olurlar. Vermezse günâh, ona olur. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Erkek olsun, kadın olsun, dünyâ işleri için
mü'minin mü'mine hicr etmesi câiz değildir. (Muhammed
Hâdimî)
Hicr Sûresi:
Kur'ân-ı
kerîmin on beşinci sûresi.
Hicr sûresi, Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi).
Doksan dokuz âyet-i kerîmedir. Îtikâd bilgilerine, ahlâka, insanların ve
cinnîlerin yaratılışına, târihî ve bilhassa İbrâhim, Lût, Şuayb, Sâlih ile
ilgili bilgiler bulunmaktadır. Cezîret-ül-arab'ın kuzeybatı tarafında Medîne-i
münevvere ile Berr-üş-şâm arasında eski bir şehir olan Hicr ülkesi halkının,
inanmadıkları için ilâhî gazaba uğramaları anlatıldığından, Sûret-ül-hicr
denilmiştir. (Senâullah Dehlevî)
Hicr
sûresinde Allahü teâlâ meâlen buyuruyor ki:
Kur'ân-ı
kerîmi sana biz indirdik. Biz onu elbette koruyucuyuz. (Âyet: 9)
HİCRET:
Bir
yerden başka bir yere göç etmek.
1. Resûlullah
efendimizin Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye göç etmesi.
Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) elli üç
yaşında iken, Allahü teâlânın izni ile Mekke-i mükerremeden Medîne-i
münevvereye hicret eyledi. Safer ayının yirmi yedinci Perşembe
günü sabah erken evinden çıkarak, öğleden sonra Ebû Bekr-i Sıddîk'in evine
geldi. Birlikte Sevr dağındaki mağaraya gittiler. Bu dağın yolu çok bozuk idi.
Peygamber efendimizin mübârek ayakları kanadı. Mağarada üç gece kalıp,
Pazartesi gecesi yola çıktılar. Bir hafta yolculuktan sonra Eylül ayının
yirminci ve Rebî-ul-evvelin sekizinci Pazartesi günü Medîne'de Kubâ köyüne
geldiler. Rebî-ul-evvelin on ikinci Cumâ günü Medîne'yi şereflendirdiler. (Ahmed Cevdet Paşa, Kastalânî)
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem Medîne'ye
hicret edince; "Mü'minlere saldıran zâlimlerle cihâd yapmaya izin verildi"
meâlindeki Hac sûresi 139. âyet-i kerîmesi geldi. (Kâdı Beydâvî)
2. Müslüman bir kimsenin, dînini
korumak için, kâfir memleketinden, İslâm memleketine göç etmesi.
İşte ben de dînimi korumak için Allah yolunda
hicret ediyorum. Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak, anasını ağlatmak
isteyen varsa önüme çıksın. (Hazret-i
Ömer)
Dâr-ül-harbde (müslüman olmayan memlekette) îmâna
gelenin, Dâr-ül-İslâm'a (İslâm memleketine) hicret etmesi vâcib olur. (İbn-i Âbidîn)
3. İslâm
memleketinde fitne ve kötülük bulunan bir yerden iyi bir yere göç etmek.
Herc
(karışıklık), fitne zamânında yapılan ibâdet, benim yanıma (Mekke'den
Medîne'ye)
hicret etmek gibidir. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Dînini muhâfaza için hicret eden, Cennet ile
müjdelendi. Bir mahallede sâlih, ârif kimse kalmayıp, bozukluk ve bid'at, dinde
olmayan şeylerin yapılması artınca, başka mahalleye hicret etmek veya böyle bir
şehirden başka şehre hicret etmek vâcib olur. (İsmâil Hakkı Bursevî)
HİCRÎ:
Resûlullah efendimizin hicreti ile başlayan hicrî
kamerî veya hicrî şemsî takvime göre olan târih.
Hicrî Kamerî Sene:
Resûlullah efendimizin hicret ettiği senenin 1
Muharrem gününü (Mîlâdî 16 Temmuz 622 Cumâ gününü) başlangıç olarak alan ve
ayın dünyâ etrâfında on iki defâ dönmesini (354-367 güneş günü) bir yıl kabûl
eden takvim senesi. Muharremin birinci günü, hicrî kamerî yılbaşıdır.
Hicrî Kamerî
Takvim:
Peygamber efendimizin Medîne'ye hicret ettiği senenin
Muharrem ayının birinci gününü başlangıç olarak alan ve gökteki ayın, dünyâ
etrâfında on iki defâ dönmesiyle bir yılı tamamlayan takvim.
Hicrî Sene:
Resûlullah efendimizin Mekke-i mükerremeden
Medîne-i münevvereye hicret ettiği seneyi başlangıç olarak alan takvim senesi.
Hicrî Şemsî Sene:
Resûlullah efendimizin hicret ederek Medîne'ye
girdiği Eylül ayının 20'nci Pazartesi günü başlayan ve dünyânın güneş etrâfında
bir defâ dönmesini (365,242 güneş gününü) esas alan takvim senesi.
Hicrî Şemsî Takvim:
Resûlullah efendimizin Medîne'ye hicreti esnâsında
Kubâ köyüne ayak bastığı Rebî'ul-evvel ayının sekizinci Pazartesi gününe
rastlayan mîlâdî Eylül ayının yirminci gününü başlangıç ve
güneş yılını esas alan takvim.
HİCV:
Birini
şiirle yerme, kötüleme.
Hassân bin Sâbit, bir defâsında kâfirlerin yüz
karasını ortaya koyan bir hicvini okuduktan sonra, Peygamber efendimiz; "Ey
Hassân! Müşriklerin, kâfirlerin yüz karalarını ortaya koy! Cebrâil seninledir.
Eshâbım silâhla harb ettikleri gibi sen de dil ile harb et"
buyurdular. (İbn-i Hişâm)
Bir kimsenin; kötü, çirkin, fâhiş ve hicvedici
sözlerle, Allah'a, Resûlüne ve Eshâbına karşı yalan sözler söylemesi haramdır.
Dinleyen de söyleyen gibi günahkârdır. Kâfirleri ve bid'atleri yermek câizdir.
Nitekim Hassân bin Sâbit, şiirleri ile Resûl-i ekremi över, kâfirleri yererdi.
Resûl-i ekrem de bunu ona emretmişti. (İmâm-ı
Gazâlî)
Başkalarını hicveden ve fuhuş, içki anlatan ve
şehveti harekete getiren şiirleri tegannî ile makam ile okumak her dinde
haramdır. Harama sebeb olan şeyler de haram olur. (Âlim bin Alâ)
HİDÂYET:
1. Doğru
yolu gösterme, doğru, Allahü teâlânın râzı olduğu yolda bulunma.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Hidâyeti vererek, dalâleti satın aldılar. Bu alışverişlerinde birşey kazanmadılar.
Doğru yolu bulamadılar. (Bekara sûresi:16)
Hidâyet yolunu öğrendikten sonra, peygambere uymayıp mü'minlerin
yolundan ayrılanı, saptığı yola sürükleriz ve çok fenâ olan Cehennem'e sokarız. (Nisâ sûresi: 114)
İbâdetlerini
ihlâs ile (Allahü teâlânın rızâsı için) yapanlara
müjdeler olsun. Bunlar
hidâyet yıldızlarıdır. Fitnelerin karanlıklarını yok ederler. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
İnsan yaratılışta; hidâyet ve dalâlet olmak üzere
iki taraflıdır. Ona hidâyet, üstünlük tarafını tanıtabilmek ve bunu
kuvvetlendirmeye çalışmasını sağlamak için bir hoca, bir üstâd lâzımdır. (Muhammed Hâdimî)
2. Cenâb-ı Hakk'ın insanın kalbinden
her sıkıntı ve darlığı çıkarıp, yerine rahatlık, genişlik verip, kendi emir ve
yasaklarına uymada tam bir kolaylık ihsân etmesi ve kulun rızâsını kendi kazâ
ve kaderine tâbi eylemesi.
Kur'ân-ı
kerîmde meâlen buyruldu ki:
Kendilerine ilim ve hidâyet
verdiğimiz kimseler, ilimlerini insanlardan saklarsa, Allah'ın ve lânet
edenlerin lânetleri bunların üzerine olsun. (Nisâ
sûre: 106)
HİDDET:
Öfke, kızgınlık.
(Gadab)
Bütün
kötülüklerin anahtarı hiddettir. (Ca'fer
bin Muhammed Firyâbî)
Kibir;
hiddet ve cehâletten doğar. (S.
Abdülhakîm Arvâsî)
İslâmiyet'ten, kitaptan olmayıp da, kendi kafasından çıkarıp, sert,
hiddetli vâz vereni dinlemek de, vâizin gadabına sebeb olur. (Hâdimî)
HİKMET:
1.
Nübüvvet (peygamberlik).
Kur'ân-ı
kerîmde meâlen buyruldu ki:
Allahü
teâlâ ona (Dâvûd aleyhisselâma) saltanat ve hikmet verdi. (Bekara sûresi: 251)
2.
Faydalı ilim.
Hikmetin
başı Allah korkusudur. (Hadîs-i
şerîf-Beyhekî ve Deylemî)
Hikmet, mü'minin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa
alsın. (Hadîs-i şerîf-Kunûz-ül-Hakâyık)
3.Edeb,
ahlâk ve nasîhat ile ilgili güzel sözler.
Şiirin
bâzısı hikmettir. (Hadîs-i
şerîf-Tefsîr-i Mazharî)
Hikmet ve nasîhat bildiren şiirler yazmak ve sesle
okumak helâldir. Şehvete âit ahlâksız şiirler okumak haramdır. Bunları okumak
kalbde nifak, bozukluk yapar. (Süleymân
bin Cezâ)
Denildi ki, fazla yemekte beş zarar vardır: 1)
Allah korkusu kalbden gider. 2) Mahlûkâta (yaratılmışlara) karşı merhamet
duygusu kalbden çıkar. 3) Ağırlık verir, tâat ve ibâdete mâni olur. 4) Hikmetli
sözleri konuşsa da başkalarına te'sir etmez. 5) Mühim hastalıklara sebeb olur. (İmâm-ı Gazâlî)
4.Gizli
sebep, fâide.
Gökyüzüne, yıldızlara, bunların hareketlerine,
doğup-batışlarına, ay ve güneşe, doğuş ve batış yerlerinin her gün
değişmesine... mevsimlerin ayırımı için güneşin yüksek ve alçak olarak seyrine,
gitmesine bir bak. İyi bil ki, her yıldızın yaratılmasında, şeklinde, renginde,
bulunduğu yere konmasında binbir hikmet vardır. Bedenindeki organların durumunu
da buna göre düşün. Onun da her parçasında ve her uzvun (organın) o yere
konmasında pekçok hikmetler vardır. Gökler ise bundan daha önemlidir. (İmâm-ı Gazâlî)
Müntezamdır cümle ef'âlin senin
Aklı ermez, hikmetine kimsenin.
(S. Abdülhakîm Arvâsî)
5. Fıkıh ilmi, helâl ve harâmı
bildiren din ilmi. Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Allahü teâlâ dilediği kimseye hikmet verir. Hikmet verilen kimseye
muhakkak çok hayır verilmiştir. (Bekara sûresi: 269)
6. İlm-i Ledünnî, mânevî ilim.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Biz, âl-i
İbrâhim'e kitab ve (ondan ayrı olarak) hikmet verdik. (Nisâ sûresi: 54)
Kırk gün ihlâs ile İslâmiyet'e uyan kimsenin kalbini Allahü teâlâ hikmet
ile doldurur. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)
7. Peygamber efendimizin sünneti.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki:
Daha önce apaçık bir sapıklık içinde
bulunuyorlarken, Allahü teâlâ içlerinden, onlara, âyetlerini okur, (îtikâd, amel ve ahlâk bakımından) onları tertemiz yapar, onlara Kitabı
(Kur'ân-ı kerîmi) ve hikmeti öğretir bir peygamber gönderdiği gibi mü'minlere büyük bir
lütûfta
bulunmuştur. (Âl-i İmrân sûresi:
164)
Hikmet-i Amelî:
İslâm
ahlâkı.
Hikmet-i
amelî; iyi huyları ve yararlı işleri, kötü huylardan ve çirkin işlerden ayırır.
(Ali bin Emrullah)
Hikmet-i Nazarî:
Fen
bilgileri.
Hikmet-i
nazarî, maddenin hakîkatini anlamağı sağlar. (Ali bin Emrullah)
HİLÂF:
Karşı,
muhâlif, âdet ve kâidenin aksine.
Mucizelerin
hepsi âdetin hilâfına olarak cereyân eder. (Hindli
Rahmetullah Efendi)
Hilâf-ı Evlâ:
Yapılması sevâb fakat yapmamakla günâha girilmeyen hareket. Müstehâbı
terk etmek mekrûh değil, hilâf-ı evlâdır. (İbn-i
Âbidîn)
HİLÂFET:
Halîfelik,
emirlik, imâmlık (devlet reisliği).
1. Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra
bütün müslümanlara imâmlık ederek İslâmiyet'in emirlerinin tatbik edilmesine
nezâret edip, İslâmiyet'e ve müslümanlara karşı yapılan her türlü müdâhaleye
cevap vermek vazîfesi. (Halîfe)
Benden sonra hilâfet otuz senedir. Sonra melik-i adûd olur (ısırıcı sultanlar gelir).
(Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
Biz bu işe, Peygamberlikle ve Allah'ın rahmeti ile
başladık. Bundan sonra hilâfet ve rahmet olur. Ondan sonra melik-i adûd olur.
Ondan sonra da ümmetimde zulüm, işkence ve karışıklık olur. (Hadîs-i şerîf-İzâlet-ül-Hafâ)
Dört büyük halîfenin birbirinden yükseklikleri
hilâfetleri sırası iledir. Çünkü İslâm âlimlerinin sözbirliğine göre;
peygamberlerden sonra insanların en üstünü Ebû Bekr-i Sıddîk hazretleri, ondan
sonra Ömer-ül-Fârûk hazretleri sonra hazret-i Osman, sonra hazret-i Ali'dir. (İmâm-ı Rabbânî)
2.
İnsanları
doğru yola sevk eden bir velînin, bir talebesinin mânen yetiştiğine ve
başkalarını da yetiştireceğine dâir izin vermesi.
Kendisine hilâfet verilecek zâtın bâtınının (yâni
kalbi ve diğer âzâlarının) nisbete ve hallere kavuşmuş olması, kötü huylardan
temizlenmiş, iyi huylarla süslenmiş olması ve sabr, tevekkül, kanâat, rızâ,
teslim sâhibi olması dünyâya düşkün olmaması lâzımdır. (Abdullah-ı Dehlevî)
Ahmed-i Yekdest hazretleri Serhend'de Muhammed
Ma'sûm-i Fârûkî'nin hizmeti ile şereflendi. On bir sene kahvesini pişirdi.
Sonra hilâfet verilip Mekke-i mükerremede irşâda, insanları doğru yola dâvete
memur oldu. Otuz dokuz sene bu vazîfeyi yaptıktan sonra 1707'de Mekke'de vefât etti.
(Seyyid Yahya Efendi)
Hilâfet-i Mutlaka:
Tasavvufta bir velînin bir talebesinin mânen
yetiştiğine ve başkalarını da yetiştirebileceğine dâir verilen mutlak izin.
Ahmed Sa'îd-i Serhendî, babası ile birlikte
Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin sohbetinde bulunup Nakşibendî yoluna girdi. On
beş yaşında bu sohbetlerle kemâle geldi. Abdullah-ı Dehlevî hazretleri
evlenmemiş idi. Bunu oğulluğa kabûl buyurdu. Hilâfet-i mutlaka ile
şereflendirdi. Çok velî yetiştirdi. 1861'de Medîne-i münevverede vefât etti. (Ebû Zeyd Fârûkî)
Abdest alırken, el ve ayak
parmakları ile sakalın ve kadınlarda sık saçların arasına ıslak parmaklarını
sokarak hareket ettirmek.
Parmaklarınızın arasını hilâlleyiniz ki, Allahü
teâlâ da onları kıyâmet gününde ateşle hilâllemesin. (Hadîs-i şerîf-Taberânî,
Câmi-üs-Sagîr)
Abdest alırken ayak parmaklarını hilâllemeye
ehemmiyet vermeli, müstehab deyip geçmemelidir. Müstehabları hafîf
görmemelidir. Bunlar, Allahü teâlânın sevdiği, beğendiği şeylerdir. (İmâm-ı Rabbânî)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder