18 Ocak 2023 Çarşamba

ONGUNCULUK (TOTEMİZM)

 



Bazı sosyolog ve tarihçiler totemizm'i dinlerin en ilkeli olarak kabul ederler.


Ongunculuk, adına klan denen bir insanlar grubunu bazı kutsal yaratıklara, ya da kimi kutsal nesnelere bağlayan dindir.


Ongun (Totem) sözcüğü, Kuzey Amerika Kızılderililerinden Algonkinler tarafından kullanılmaktaydı. Bu sözcüğe ilk kez 1791' de, Londra'da J. Long tarafından yayınlanan ve bu kişinin yolculuklarını anlatan bir kitapta rastlanmıştır.


Totemizm kurumlarıyla inançları da ilkin Kuzey Amerika'da Kızılderililer arasında incelenmiştir.

XIX. yüzyılın ortasına doğru, Avustralya'nın ilkel insanları arasında da buna benzer olaylara rastlandığı keşfedilmiştir.

XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın başında Baldwin Spencer ve Gillen adlı iki İngiliz gözlemci Orta Avustralya'nın kabileleri arasında önemli bir soruşturma yaptılar. O dolaylarda uzun yıllar geçiren ve onların dillerini de konuşan Kari Strehlow adlı bir Alman misyoneri, bu aynı incelemeye olağanüstü değerde yardımda bulundu. O gün bugün de Avustralya'nın, Totemizmin en iyi korunduğu bölge olduğu anlaşıldı.


Totemizm kurumlarıyla inançları daha iyi tanındıkça, Totemizmin tüm insanlığın tarihinde büyük bir rol oynamış olacağı varsayımı da güçlenmektedir. Daha XIX. yüzyılın yarısında MacLennan Totemizmle antik çağların dinleri, Robertson Smith de Sami'lerin dinleri arasında birtakım yakınlıklar bulmuşlardı. XIX. yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın başında Sir James-Gcorge Frazer (1854-1941) adlı İngiliz bilgini, bu konu üzerinde çok geniş belgeler topladı.


O zamana değin öğrenilen bütün olayların en dikkate değer sentezi, büyük Fransız sosyologu Emile Durkheim (1858- 1917) tarafından, "Dinsel Yaşamın İlkel Biçimleri" adlı çok önemli yapıtta ortaya konmuş  bulunmaktadır.

Totemizmin ana düşünceleri totem, mana ve tabu'dur. Başlıca ayin ve törenler bir müspet tapınma ile bir menfi tapınmadan ibarettir.


Totem terimi, bir klanın bütün üyelerinin kutsal saydıkları yaratıklar ya da şeyler çeşidini göstermektedir. Bunlar çoğu zaman (kanguru, opossum, manda, kartal, şahin, papağan, tırtıl gibi) hayvanlar, kimi (çay fidanı gibi) bitkiler, daha seyrek olarak da (yağmur, deniz, bazı yıldızlar gibi) şeylerdir. .


Örneğin, kanguru klanının bütün üyeleri, bütün kanguru çeşitlerini kutsal sayarlar.


Totem aynı zamanda klanın bütün üyelerinin taşıdıkları ve bunların hepsini birleştiren addır. Sırf bir klanın adını taşımak yüzünden, bir insan o klana üye sayılır. Toplumların büyük çoğunluğunda çocuk, daha doğuştan, anasının totemini taşımak hakkına sahip olur.


Totem ayrıca bir belirti, Durkheim'ın dediği gibi: "Bir grubun arması, hem de gerçek bir armasıdır ki bunun hanedan armaları ile olan benzerliği çoğu zaman göze çarpmıştır." Kimi zaman bu simgenin resminin yere yapıldığı; kimi zaman da kana bulandıktan sonra kalkanların, sandalların, çadırların, sonra da köylerin içine dikilen direklerle evlerin üzerine resmedildiği görülmüştür. Totemi gösteren şekil çoğu zaman dövme biçiminde beden üzerine basıldığı gibi, yaşayan bir kimsenin klanının toplantısından önce bunun bedeni ya da cesedin gömülmesinden önce ölünün bedeni üzerine de resmedildiği olur.


Zaten klanın üyeleri de dış görünüşlerini kendi totemlerinin biçimine uydurmaya çalışırlar ve bunu en çok saçlarına verdikleri biçimle yaparlar: Manda klanında saçlar boynuz şeklinde düzenlenmiştir; kaplumbağa klanında baş tıraş edilmiş, fakat hayvanın kafasını, ayaklarını ve kuyruğunu taklit eden altı tutam saç bırakılmıştır. Totem bir kuş ise, bu kuşun tüylerinin taşındığı da görülmüştür.


Durkheim'a göre "totem, ilkin ve her şeyden önce bir isim ve bir imdir."


Hatta daha da fazla bir şeydir: "Totem, ortaklaşa bir etiket, bir im olmakla birlikte, bunun dinsel bir niteliği de vardır ... Nesneler, totem esas tutularak kutsal olan ya da olmayan diye sınıflandırılırlar. Totem, kutsal şeylerin ta kendisidir. Zaten, "totemik yaratığın tasvirleri, totemik yaratığın kendisinden daha kutsaldırlar."


Kutsallık vasfı totemle onun tasvirinden insanın kendisine geçer.


Bu kişisel kutsallığın nedeni ise şudur; İnsan kendini, sözcüğün kullanılan anlamıyla insan saymakla birlikte, totem çeşidinin bir hayvanı ya da bir bitkisi de sayar. Nitekim, zaten onun adını da taşımaktadır: Buna göre ise adın verdiği kimlik, bir doğal kimlik haline girer... Kanguru klanının bir üyesi kendine Kanguru adını verir; şu halde o, bir bakıma, o türden bir hayvandır.

İnsan bedenindeki kimi kesimlerin özel bir kutsallığı vardır. Örneğin kan (kanı anımsatan aşı boyasının dinsel niteliği bu yüzdendir) ve saçlar gibi (bunların kesiliş tarzı, dinsel bir işlemdir).


Dinsel rütbe eşit olarak bölünmüş değildir: Bu bakımdan erkekler rütbece kadınlardan: yaşlılar ise -hatta dine kabul edilmiş olsalar bile- gençlerden üstündür.

Çoğu kez totem, klan üyelerinin babası, büyük babası, atası sayılır.


Totemik klanlara bölünmüş olan kabilede tüm yaratıklar ve tüm nesneler toteme göre sınıflandırılır. Tüm hayvanlar, tüm bitkiler, yağmur, gök gürültüsü, yıldızlar, mevsimler çeşitli totemler arasında paylaşılmış durumdadır. Bir Avustralya kabilesinde güneş beyaz papağana benzetildiği için, beyaz papağandır; ay ise kara papağana benzetildiği için kara papağandır.

Yine Durkheim'ın daha önce sözünü ettiğimiz yapıtında dediği gibi: "Totemizmin de kendi kozmolojisi vardır... Dinsel nesnelerin çevresi, ilkin içinde kapalı gibi göründüğü sınırların çok daha ötesine kadar yayılır... Totem dininin alanı, bir veya iki yaratık çeşidine ayrılmış olmaktan çok uzaktır; bu alan, bilinen evrenin en son sınırlarına dek yayılır."

Totemizmin başka bir temel düşüncesi de mana fikridir.

Bu söz bir Melanezya terimidir. Hem maddi, hem manevi ve ruhani olan, her yere yayılmış bulunan, kutsal imlerle kutsal yaratıklarda ve nesnelerde, tüm yaratıklarda ve tüm nesnelerde görülen kişilik dışı bir gücü gösterir.

Bu düşünceyi Melanezya'da ilk olarak incelemiş bulunan İngiliz misyoneri Codrington, mana terimini şöyle tanımlamaktadır:


"Bu madde dışı türden ve bir anlamda da doğaüstü bir güç, bir etkidir; fakat kendini bedensel güç ya da insanın sahip olduğu her tür kudret ve üstünlük sayesinde açığa vurur. Mana belirli bir nesne üzerinde sabit değildir; her çeşit nesne üzerine getirilebilir. Melanezyalının dini, ya kendisi yararlanmak, ya da bundan başkalarını yararlandırmak için mana edinmekten ibarettir."


Aynı düşünceye Kuzey Amerika Kızılderililerinde de rastlanır ki orada Siyular bunu anlatmak için vakan, Irokualar orenda,· Algonkinler manitu vb. terimlerini kullanırlar.


Durkheim'a göre Avustralyalıların Totemizmi totemik imlere, kutsal türden kişilere klanın üyeleri için ortaklaşa olan bir ilkeye inanmayı da içermektedir. Bu ilkeyi anlatmak için kimi zaman su­ ringa teriminin kullanıldığı olur.


Gerçekte tapınma, bu ortak ilkeye seslenmektedir. Başka bir deyimle Totemizm filan hayvanın, filan insanın, filan tasvirin değil, bir çeşit isimsiz ve kişilikdışı gücün dinidir ve bu güç, bu yaratıkların hiçbirine karışmamakla birlikte, bunların herbirinde bulunur. Hiç biri bunun tümüne sahip değildir ama bundan hepsinde vardır. Bu güç, kalıbı içine girdiği öznelliklerden öylesine bağımsızdır ki, onlardan önce varolduğu gibi, onlardan sonra da varolmaya, yaşamaya devam eder. Kişiler ölürler; kuşaklar geçerler ve yerlerine başkaları gelir; fakat bu güç her zaman güncel, canlı ve kendine benzer olarak kalır. Dünkü kuşaklara nasıl can veriyor idiyse, bugünkülere de can verir, nitekim yarınkilere de can verecek olan, yine odur. Sözcüğü çok geniş anlamda almak koşuluyla denebilir ki bu güç her totemik mezhebin tapındığı tanrıdır, dünyada kalıcıdır, sayılamayacak denli çok nesnelere dağılmış haldedir...



Totem, bu madde dışı özün hayal gücü karşısında özümlendiği maddeleşmiş biçiminden başka bir şey değildir; ayrı cinsten her çeşit yaratığın içine işleyip dağılmış bir enerjidir ki, tapınmanın konusunu yalnız ve yalnız o temsil eder



Totemizmde ayrıca tabu, yani yasak düşüncesi de bulunmaktadır.

Tabu, bir Polinezya terimidir: Kimi nesnelerin, kimi eylemlerin yasak olduğunu onaylayan konumu gösterir. Tabu, yasak sayılan nesnelere, eylemlere de sıfat halinde eklenir.


Tabunun başlıca amacı kutsal olanı, kutsal olmayandan ayırmaktır.


İlke olarak -herbiri gerçek birer "komünyon" (yani kurbanların yenmesi) olan gösterişli kimi törenler dışında- totemik hayvanı öldürüp yemek, totemik bitkiyi koparıp yemek yasaktır.


Çalışmak, dışkutsal (profane) eylemin en belirli biçimidir. Görünürde yaşamın cismani gereksinimlerini karşılamaktan başka amacı yoktur; çalışma bizi ancak bayağı şeylerle karşılaştırır. Tersine olarak, bayram günlerinde dinsel yaşam olağanüstü bir yeğinliğe ulaşır. Buna göre, bu iki çeşit varlık arasında karşıtlık, o anda, özellikle belirli bir hal alır; bundan dolayı da bu iki varlık yanyana olamaz ... Şu halde din gereğince boş oturmak, kutsalla dışkutsalı birbirinden ayıran genel uyuşmazlığın özel belirtisinden başka şey değildir; yani bir yasağın sonucudur.


Kökünü dinden alan başka yasaklar da ahlaki ve sosyal yaşama egemen bulunmaktadır. Aynı klanın bir üyesini öldürmek yasaktır. Aynı klandan bir kadınla birleşmek yasaktır; klanın dışından bir kadın almak gerekir. Exogamie (yani dışardan evlenme) görevi bunu gerektirmektedir. 

Bu yasaklar insana bir takım perhizler, yoksunluklar, dolayısıyla acılar yüklemektedir.


Durheim diyor ki: "Bundan da anlaşılacağı üzere perhiz ve nefse karşı koyma, sanıldığı gibi, yasakların dinsel, olağandışı ve hemen hemen anormal bir meyvesi değildir; tersine olarak bu, bir ana ögedir; çünkü bir yasaklar sistemine rastlandı mı kesinlikle bu da meydana çıkar."


"Yasaklara saygı gösterme" nin adına olumsuz tapınma diyebiliriz.

Kimi törenlerin konusu, tek bir baş üzerine tam bir yasaklar sistemini toplamaktan ibarettir. Avustralya'da da, bir kimse dine kabul edildiği zaman, işte bu hal meydana gelir.


Dine kabul edilecek kimse toplumdan çekilmek, kadınlar ve dine kabul edilmemişlerle görüşmemek, kendisine sağdıçlık eden birkaç yaşlının yönetimi altında cengelde ya da ormanda yaşamak zorundadır. Birçok yiyecekleri yemesi yasaktır; hatta yemesine izin verilen yiyeceklere bile dokunmaması gerekir; sağdıçları onun ağzına, yaşaması için ucu ucuna ne kadar yiyecek gerekse o kadarını koyarlar. Bazen kendisi en sıkı biçimde oruç tutmak zorunda bırakılır. Konuşmaması, eğlenmemesi, yıkanmaması, kımıldamaması gereklidir. Bu sınavın sonucu tam bir değişme, ikinci bir doğuştur. Bundan böyle artık dine kabul edilen kimse insan topluluğuna girecek, kutsal bir nitelik edinecek, tapınmalara katılacaktır.



Kutsal olanla olmayanı ayıran engel dolayısıyla insan ancak üstünde kutsal olmayan ne varsa onlardan sıyrılıp soyunmak koşuluyla kutsal şeylerle sıkı ve yakın temasa girebilir. Ancak cismani yaşamdan az çok tam olarak ayrılmaya başladıktan sonradır ki biraz geniş bir dinsel yaşam sürebilir. Şu halde olumlu tapınma, bir bakıma, bir amaca erişmek için bir araçtan ibarettir: Olumlu tapınmaya başlayabilmek için gerekli olan koşul budur.


Olumlu tapınma ‘da bir sıra ayin, töre ve yol, yöntem topluğu vardır.

İlkin bunlardan intişiyuma adlı büyük şenliği anabiliriz. Bu, kısa bir yağmur mevsiminden sonra gelen güzel mevsimde kutlanır. Klanın üyeleri çırılçıplak, yani kutsal olmayan tüm urbalarını çıkarmış oldukları halde, bir yere doğru yol alırlar: Bu yerde totem'lerle özdeşleşen efsenevi ataları simgeleştiren taşlarla kayalar vardır. Çeşitli yöntemlerle, örneğin çevreye bolluk ve verimlilik getirici tozlar serperek, totem türünün bol olarak yetişmesini sağlamayı umarlar. Sonra yasaklara tam tamına uyup tam tamına kendilerini temizleyerek, kutsal hayvanı hep birden yemek için bir araya toplanırlar. Böylece de bu hayvanda bulunan kutsal özle haşır-neşir olurlar ve bu özü benliklerine sindirirler.


İşte bunda büyük bir dinsel kurumun halen bilinmekte olan en ilkel biçim altında, bütün ana ilkeleri bulunmaktadır ki bu kurum sonradan üstün dinlerdeki olumlu tapınmanın özleyişlerinden biri olmuş ve adına da kurban, adak kurumu denmiştir. Bu savı ilk olarak açıklayan Robertson Smith'e göre bu kurban şölenlerinin amacı inananla tanrısı arasında bir hısımlık bağı kurmak için bunları, yenen kurbanın etinde içli-dışlı etmektir.


Buna göre de kurban eti yenmesinin en gizemli biçimine, halen bilinmekte olan en ilkel dinden başlayarak rastlanmakta olduğunu böylece saptamak mümkündür.


Olumlu tapınmada ayrıca mimetik ayinler de vardır. Benzer, benzeri doğurur yolundaki inanca uyularak, bol miktarda üremesi istenen hayvanı taklit amacını güden hareketler yapılır ya da sesler çıkarılır; bunlar sıçrayan kangurunun, kozasından çıkan tırtılın hareketleri; papağanın ötüşleridir (Klanın şefi bu ötüşü bütün bir gece tekrarlar ve ancak dermanı kesildiği zaman durur. Bunun üzerine oğlu onun yerine geçer ama şef biraz dinlenince yine ötmeye başlar).


Ayrıca temsili ya da atacı ayinler de vardır. Klanın bir takım efsanevi ataların torunları olduğu sanılır: Ovaları, dağları, nehirleri bu atalar yaratmışlar, canlıların tohumlarını onlar ekmişlerdir. Bu efsanevi öyküler anımsanır. Bazen bir çeşit dramatik temsil, bu uzak çağı anımsama olanağını verir. Bundan da yalnız dinin sırrına erenlerin katıldıkları dinsel törenlere ve gençlerle kadınların da katılabildikleri topluluk halindeki şenliklere geçilmiştir. O zaman tapınma, bir çeşit eğlence halini alır. "Oyunlarla sanatın başlıca biçimlerinin dinden doğma oldukları ve uzun zaman da dinsel bir nitelik taşımış oldukları" durumu, böylece anlaşılmaktadır.


Son olarak da tövbe ve istiğfar ayinlerini, törenlerini anmalıyız. Bunlar, bir afeti önlemek ya da yalnızca onu anımsatmak ve bu nedenle kederlenmek için yapılan bir takım hüzünlü törenlerdir.


Ölü kutsal olduğundan, onun karşısında kutsal olmayan her türlü işi, gücü durdurmak gerekliydi. Töreye göre ölüm halinde kimi hareketler yapmak, ağlamak, sızlamak, belirli zamanlarda kucaklaşmak gerekliydi. Dinsel usul ve erkan hısımlık ilişkilerine göre değişmektedir. Kadınlar saçlarını kesmek, bedenlerine toprak sürmek, bazen iki yılı bulan yas tutma süresince hiç konuşmayıp sessiz durmak zorundadırlar. Hatta yas bitince bile kimi kadınlar meramlarını ancak işaretler, davranışlarla anlatırlar: Yaşlı bir kadın yirmi dört yıl boyunca hiç konuşmamıştır.


Ölü ne denli kutsal olursa olsun, yine de temiz değildir. Bu gözlem de kutsal olmayanla, kutsal olanın iki yönünü ayırdetmek gibi bir sonuç doğurmaktadır: Temiz olan, uğurlu olan kutsal ile temiz olmayan uğursuz olan kutsal vardır. Zaten bu kutsallık konusunda, birinden ötekine geçilmesi de olasıdır. Temiz olanla olmayan iki ayrı tür değil, tüm kutsal nesneleri içine alan aynı türün iki ayrı çeşididir. Temiz olan sayesinde temiz olmayan yapıldığı gibi, temiz olmayanla da temiz olan elde edilebilir. Eti yenince insanın güç, kudret edindiği totemik hayvan, bunun etini yersiz olarak yiyen kimse için bir ölüm kaynağı olabilir.


Ancak, perhiz ve nefse karşı koyma gibi eylemlerle tövbe törenleri gibi yol ye yöntemlerin, Totemizmin esasında gamlı, kederli bir din olduğu gibi bir düşünce yaratmamaları gerekir.

İlkel insan tanrılarını, her ne bahasına olursa olsun iyiliklerini, ihsanlarını elde etmek zorunda olduğu. Yabancılar, düşmanlar, tam anlamıyla zararlı varlıklar gibi görmemiştir; tam tersine bu tanrılar onun için birer dost ve hısım, doğal birer koruyucudur. Nitekim, totemik türün varlıklarına verdiği adlar da bunu göstermiyor mu? Tapınırken hitap edilen güç çok yükseklerde dolaşan ve kullarını üstünlüğü ile ezen bir güç değildir; tersine, bu güç, tapınanın hemen yanıbaşındadır ve doğal olarak sahip olmadığı yararlı güçleri ona aşılar. Tanrı belki ancak tarihin bu anında insana bu denli yakın olmuştur: Çünkü insanın yakın çevresindeki nesnelerde vardır ve kısmen de insanın kendisinde bulunur. Sonuç olarak Totemizm'in kökünde olan şey tedhiş ve baskı değil, sevinçli bir inançtan doğan duygulardır.


Durkheim totemik inanç ve tapınışların parlak bir sentezini verdikten sonra bu ilkel dini doğuran nedenlerle bunun sonuçlarını da bulmaya çalışmaktadır. Bu noktadaysa görüşleri daha az nesnel, daha kişisel bir hal almakta, daha çok tartışma konusu olacak bir maceraya dökülmektedir.


Durkheim Totemizm ‘in açıklaması olarak önerdiği şeyi, kendi genel din görüşüne bağlamaktadır.


Din esasında kutsal olanın kutsal olmayandan ayrılmasıyla nitelenmektedir. Durkheim'a göre: "Dünya birisi kutsal olan, diğeri ise kutsal olmayan her nesnenin içinde toplandığı iki ayrı alana bölünmüş bulunmaktadır ve din düşüncesinin ayırdedici niteliği de budur." Beri yandan, din sosyal bir olaydır: "Şu halde tam anlamıyla dinsel inançlar her zaman belirli bir topluluğun malıdır, bu topluluk bu inançları benimser ve onun gereklerini dayanışma halinde yerine getirir." Buna göre dini şöyle tanımlayabiliriz: "Din kutsal, yani aynı, yasak nesnelerle ilgili bir inanç ve töre, yol-yöntem sistemidir ve bunların tümü, adına kilise denen, aynı manevi topluluk içinde birleştirilir."

Kişiyi kendi benliğinin üzerine yükselterek onda kutsal nesnenin duygusunu yaratan, toplumdur. "Bir tanrı inananlar için neyse, bir toplum da üyeleri için odur."


Avustralya toplumlarında ise ilkel insan özel olarak, kendi klanı tarafından korunduğunu, desteklendiğini, onun egemenliği altında olduğunu da hisseder. Sonra, dindışı yaşayışı boyunca genel olarak dağınık bulunan halk, dinin sırrına ermiş kimselere özgü törenlerle henüz dine kabul edilmemiş kimselere ve kadınlara özgü öteki törenlerde bir araya toplanır. Bu toplantılar şevk ve heyecana yol açar. Herkes bağırıp çağırır, zıplayıp sıçrar, rakseder, adına "boomerang" denen silahı birbirine çarpar. Kadınlarla erkekler her zamanki kurallara aykırı olarak birleşirler; kocalar karılarını değiş-tokuş ederler ... İlkel insan o zaman "kendisini çılgınlık derecesinde bir tutkuya ulaştıran olağanüstü güçlerle ilişki haline girer." Kutsal nesneler alemine ayak basar.

Kişinin o zaman edindiği izlenimler -bunlar bağımlılık ve gittikçe artan bir canlılık izlenimleridir- klandan klanın imine, toteme geçer ve kişinin duyuları karşısında totemin çeşitli tasvirleri belirir. Klanın, kendisini öteki klanlardan ayırdeden ve grubun birliğini hissedilir hale sokan böyle bir ime gereksinimi vardır.


İm, ilkel insanın en fazla ilişkide bulunduğu nesneler ve özellikle yaratıklar arasından seçilmiştir. Strehlow'un bir gözlemi bizi şöyle bir düşünceye yöneltmektedir: Klan kendisine im olarak "ötedenberi toplanmayı adet edinmiş olduğu yerin yakınında en çok yaygın olan hayvan ya da bitkiyi" almış olmalıdır.



Totemizmi artık nedenleri değil de sonuçları bakımından inceleyen Durkheim, bu ilkel dinin, insanlığın en aydın, ahlaksal, sosyal ve dinsel yaşayışı üzerinde geniş ve derin bir etki yarattığı sonucuna varmaktadır.


Biz bu dinle her şeyden önce, düşüncemizin içinde hareket halinde olduğu çerçeveleri borçlu bulunmaktayız, bunlar zaman, mekan, genel düşünce ve kavramlar, aklımızın temel yasalarıdır.


Kişi hiç kuşkusuz duyuları ile, özellikle görme duyusuyla belirli bir alanı hemencecik kavrayabilmektedir. Fakat tüm insanların aynı biçimde tasarımladıkları tek tür mekanın kökü sosyaldir, dinseldir. Kimi Avustralya toplumlarında kabilenin işgal ettiği konak alanı çember biçiminde olduğundan, mekan da çember biçiminde tasarımlanmaktadır; bu çember, kabileyi oluşturan klanlar sayısınca parçalara bölünmüş bulunmaktadır. Öte yandan, sağ ile sol arasındaki ayrılık da birtakım ortak tasarımlardan ileri gelmektedir: Sağ el kutsal nesnelere, sol el kutsal olmayan nesnelere yakındır.


Kişi hiç kuşkusuz benliğinde algılamalar, anılar, zevklerle acılar vd. gibi kişisel ruh hallerinin birbirini kovaladığını anlamaktadır. Fakat, kişinin yaşam sürecinin içinden, herkes için ortak, tutarlı zaman ayrılıp çıkmaktadır. Zamanın bölümleri de ayinlerin, bayramların, dinsel törenlerin dönemselliğinden oluşmaktadır.


Totemik kozmoloji, yaratıklarla nesnelerin, hepsini bir araya toplayan gruplara bölünmesini gerektirmektedir: İnsan sınıflarına egemen olan genel düşünceler ve kavramlar da bundan çıkmaktadır.


Kilikdışı, yani ortak aklın ilkeleri, kişisel düşünceden daha üstündür. Böyle ilkeler olmasaydı her ortak davranış da olanaksızlaşırdı. Mimetik tapınış yöntemleri "benzer, benzeri doğurur" inancına bağlıdır. Bu ise "aynı nedenler aynı etkileri yaratırlar" yolundaki nedensellik ilkesinin, yani aklımızın temel yasalarından birinin ilk kez ifade edilişidir.


Totemizm ayrıca estetik yaşamın da kökü olmuştur. Tapınışın nasıl bir eğlence haline geldiğini, oyunlarla sanatın kimi biçimlerinin, özellikle dramatik sanatın kaynağı olduğunu daha önce görmüştük.

İnsanlığın ahlaksal, toplumsal, hukuksal yaşamı, kökünü dinden ve dinlerin ilki olan Totemizmden almıştır. Bu dindeki yasaklar, toplumun kişilere kabul ettirdiği yasaların ilk biçimini özümlemektedir.

Son olarak Durkheim, ileride çok geniş bir gelişme edinecek olan can, ruh, Tanrı gibi dinsel düşüncelerin kökünü Totemizmde görmektedir. 


Avustralyalılar her insan bedeninin yaşamın özü, can demek olan bir iç varlık içerdiğini kabul etmektedirler. (Bununla birlikte kimi kabileler kadında hiç can olmadığı düşüncesindedirler.) Her seferinde, bir atanın ruhu, canı, yeni bir bedende görünmektedir. Ölüm sırasında bu can, ruhlar ülkesine dönmekte, sonra yine geri gelerek başka bir bedene girmektedir.


Atalar hayvan gibi, bitki gibi totemik varlıklar, ya da örneğin kanguru -insan gibi insan-hayvanlardı. Durkheim'a göre de "atalar, totemin parçalanmış biçimleridir." Kişisel ruh, bir atanın bir bedene girişiyle oluştuğuna göre, "genel olarak ruh, her kişinin bedenine girmiş olan totemik özden başka şey değildir", yani bu, "kişileşmiş bir manadır”.


Ruhun, kutsal olmayan beden karşısında kutsal bir nesne olduğu da böylece açıklanabilir.


Totemizmin zayıflamış olduğu toplumlarda, ruhun bir hayvan biçiminde olduğu da düşünülebilmektedir: Kuzey Amerika Kızılderilileri, Brezilya'daki Bororo'lar ruhu bir ayı, bir geyik, bir kuş, bir yılan, bir kertenkele, bir arı biçiminde tasarımlamaktadırlar. Kişi ölünce, ruh biçimine dönerek bir hayvan bedenine girmektedir. Durkheim'a göre, "çok yaygın olan ruhgöçü (tenasüh, metempsychose) öğretisi de herhalde bundan gelmektedir."

Canlar bedenden çıkınca ruh haline gelir. Ortak yaşamın sürekliliği için bunların ölümden sonra yaşamaları çok gereklidir. Ata'nın ruhunun bir bölümü kadının bedenine girer; bir başka parçası yeni doğmuş çocuğu korur, insanı korur, koruyucu bir melek hizmetini görür. Kimi ölülerin canları kendilerine konut olarak ormanları ya da mağaraları seçerler, Birer doğa ruhu haline girerler.


Bir kabilenin tüm klanları için ortak tapınma yol ve yöntemini -örneğin dine kabul edilme yöntemlerini- kurmuş sayılan bazı ruhlar, gerçek birer kabile tanrısı haline girerler. Hatta bu tanrıların -temsilcileri dine kabul olunma törenlerine çağrılmış- başka kabilelerce de tanındıkları olur. Bu törenler hem dinsel, hem laik nitelikte bir tür uluslararası panayırlardır. Bu tanrıların böylece, bu kabileler tarafından da benimsendikleri görülür. Böylece bir düşünce alışverişi oluşur ve "uluslararası bir mitologya" doğar. Bundan da anlaşılacağı üzere "dinsel enternasyonalizm en yeni ve en ileri dinlere özgü bir özellik" değildir.


Örneğin, Tanrı Bunjil, Victoria Devleti'nin hemen her yanında tapınılan bir tanrı haline gelmiştir. Her yanda da nitelikleri aynıdır.

Ölmez, hatta sonsuz bir varlıktır o; çünkü hiçbir başka varlıktan gelme değildir. Bir süre yeryüzünde oturduktan sonra gök'e çıkmış ya da çıkarılmıştır, orada da ailesiyle birlikte yaşamayı sürdürmektedir. Yıldızlar üzerinde gücü olduğu söylenir. Güneşle ayın yürüyüşlerini ayarlayan odur; onlara buyruk verir. Buluttan şimşek çıkaran, yıldırımı atan odur. Gök gürültüsü de o olduğundan aynı zamanda yağmurla ilişki halindedir: Kuraklık oldu, ya da çok yağmur yağdı mı herkes ona başvurur. Ondan tıpkı bir çeşit Yaratanmış gibi sözedilir: insanların babası diye adlandırılır ve insanları yaratanın o olduğu söylenir.


Tanrı Bunjil'i böylece tanımladıktan sonra Durkheim şu sonuca varıyor: "İşte böylece Totemizmin yükseldiği en yüksek görüşe de erişmiş oluyoruz. Bu nokta, Totemizmin kendisinden sonra gelecek dinlere ulaşıp onları hazırladığı noktadır."


Totemizm üzerinde ileri sürülen kuramlardan hiç kuşkusuz en bütün ve en derini Durkheim'ınkidir. Tümü bakımından bu kuram sağlam olarak kalmaktadır. Bununla birlikte bu kuram, bu dinsel olayı açıklayan tek öğreti olmaktan da uzaktır. 1920'de "Totemizmin Şimdiki Durumu" adı ile yazdığı bir yapıtta Arnold Van Gennep bu konu ile ilgili kırk üç kuram saymaktadır.


Durkheim'ın görüşü çok çetin tartışmalara yol açmıştır. En çok da, ileri sürdüğü olaylar için yaptığı sosyolojik açıklamalar eleştirilmiştir.

Kutsal'la sosyal için ileri sürdüğü tıpkılık, genel olarak yersiz bir önerme sayılmıştır.


Özellikle Avustralya toplumları için ise klanın, kendisini öbür klanlardan ayıracak olan bir bitki ya da bir hayvan tasvirine gereksinimi olduğunu tüm dinsel yaşamın açıklaması olarak kabul etmek biraz güçtür. Rene Dussaud'nun "Dinler Tarihine Giriş" adlı yapıtında yazdığı gibi, "neden" -yani bir ime sahip olmak arzusu - ile etki -yani sosyal ve dinsel örgütlenme- arasındaki oransızlık apaçıktır."


Durkheim'ın ilkel insan için totemik tasvirin, totemik varlığın kendisinden daha kutsal olduğu yolundaki savı da biraz gariptir. Kutsallık niteliğinin daha çok varlıktan ya da nesneden onun tasvirine gitmesi daha akla yakın görünmektedir. Nitekim haç - yani çarmıh- da ancak buna çivilenen kimsenin kişiliği tanrısal sayıldığı içindir ki kimilerince kutsal sayılmaktadır.


Son olarak ve özellikle, totem'den mana'ya geçiş de anlaşılması çok güç bir şey olarak görünmektedir. Tersine olarak, "totemin kutsal niteliğini mana'dan aldığı yaygın haldeki büyü ile karışık dinsel gücün, belki çok ilkel olan, bir çeşit cisimlenmesi olduğu düşünülebilir, ki bu gücün hemen tüm dinlerde bulunduğu hiç yadsınamayan bir gerçektir."


Klanın üyeleri için de bu, kendisinde en çok mana toplanmış bulunan özel bir hayvan ya da bitki türü olabilir.

Böylece de mana düşüncesinin totem düşüncesinden daha önce olduğu kabul edilirse Totemizm, Durkheim'ın yaptığından daha fazla olarak, Animizm (Fetişizm)e yaklaştırılmış olur.



Felicien Challaye dinler tarihi

çeviren: Samih Tiryakioğlu


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak