17 Ocak 2023 Salı

DÎNİ SÖZLÜK “H”

 HAZER VE İBÂHA:

 

Yasaklar ve mübahlar. Fıkıh kitablarında dînen yasaklanan ve izin verilen şeyleri anlatan bölüm. Bâzı fıkıh kitaplarında bu bölüm kerâhiyye ve istihsân adıyla anılır.

 

Fıkıh kitablarındaki hazer ve ibâha bölümlerinde geçen hususlardan bâzısı şöyledir:

 

Demir, bakır, kalay, cam ve benzeri maddelerden yüzük edinmek (takmak) haramdır. (Molla Hüsrev)

 

Erkekler ancak gümüş yüzük kullanır. (İbn-i Âbidîn)

 

HAZER VE SEFER:

 

Memleketinde olma ve sefer, yolculuk hâli.

 

Hastanın hazerde ve seferde farzları sedirde, sandalyede, ayaklarını sarkıtarak oturup, îmâ ile kılmaları câiz değildir. Hasta, yerde veya uzunluğu kıble istikâmetinde olan sedirin üstünde kıbleye karşı oturarak kılar. (M. Sıddîk bin Saîd)

 

HÂZIR VE NÂZIR:

 

Bulunucu, mevcut olucu ve gören.

 

Allahü teâlâ, her zamanda ve her yerde hâzır ve nâzırdır derler. Halbuki Allahü teâlâ zamanlı ve mekanlı değildir. O halde bu söz görünüşü üzere kalmaz, mecaz olur. Yâni zamansız ve mekansız, hiçbir yerde olmayarak hâzırdır ve nâzırdır, demektir. Böyle olmazsa, Allahü teâlâyı zamanlı ve mekanlı bilmek olur. Allahü teâlâ ezelî ve ebedî (öncesi ve sonu olmayarak) hâzır ve nâzırdır. Meselâ hazırdır. Bu hazır olmadan önce gâib, yok değildir. Bundan sonra da hayatsızlık yâni ölüm olmayacaktır. Allahü teâlâdan başkasının, meselâ meleklerin, peygamberlerin aleyhimüsselâm ve evliyânın ve sâlih mü'minlerin ruhlarının hâzır ve nâzır olmaları, Hızır aleyhisselâmın sıkıntıda olanların yardımına koşması ise zamanlı ve mekanlıdır. Ezelî ve ebedî olarak değildir. Devamlı da değildir. Hâzır olmalarından önce yok idiler. Bir zaman sonra da oradan tekrar yok olurlar. Bu bakımdan Allahü teâlânın hâzır olması ile ruhların hâzır olması arasında çok fark vardır. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)

 

HAZKÎL ALEYHİSSELÂM:

 

İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden veya Allahü teâlânın velî kullarından biri. Yâkûb aleyhisselâmın oğullarından Lâvî'nin neslindendir. Mûsâ aleyhisselâmın vefâtından sonra gönderilen üçüncü peygamberdir. Allahü teâlâ, onun duâsı bereketiyle, ölen binlerce kişiyi diriltti.

 

Birçok müfessir (tefsîr âlimi) Mü'min (Gâfir) sûresinin 28-45. âyetlerinde bildirilen Fir'avn'ın sarayındaki vazîfelilerden olup, Mûsâ aleyhisselâmı ve ona inananları müdâfaa eden (savunan) ve Fir'avn'ın kızının saç tarayıcısı Mâşitâ Hâtun'un zevci (kocası) olan kimsenin, Hazkîl aleyhisselâm olduğunu bildirmişlerdir. (Sa'lebî, Kurtubî, Râzî)

 

Çocukluğu ve gençliği Mısır'da geçen Hazkîl aleyhisselâm, Fir'avn'ın sarayında hazînedârlık (mâliye bakanlığı) yapan, îmânını gizleyen bir mü'min idi. Fir'avn'ın herkese kendini ilâh tanıtıp secde ettirdiği sırada, o, sarayda olduğu hâlde, bir olan Allahü teâlâya kalbden inanıyor ve ibâdetini gizli yapıyordu. Fir'avn ve adamlarının Mûsâ aleyhisselâm ve ona inananların hepsini yok etmeye karar verdikleri sırada, çeşitli iknâ edici sözlerle Fir'avn'ı bu fikrinden vazgeçiren Hazkîl aleyhisselâm zindana atıldı. Daha sonra Fir'avn'ın kızının isteği üzerine zindandan çıkarıldı. Mûsâ aleyhisselâma îmân ettiğini açıkça îlân edip, ona yardımcı oldu. Mûsâ aleyhisselâmla birlikte Kızıldeniz'den geçip, İsrâiloğullarının Tih sahrasında kaldığı kırk sene içinde ondan ayrılmayıp hizmetinde bulundu. Mûsâ aleyhisselâmın vefâtından sonra, Yûşâ bin Nûn ve Kâlib aleyhimesselâm adlı peygamberlerden sonra, İlyâ (Kudüs) bölgesine peygamber gönderildi. Mûsâ aleyhisselâma gönderilen Tevrât'ın emir ve yasaklarını İsrâiloğullarına bildirdi. Daha sonra Irak taraflarına gidip insanları dîne dâvet etti. Dâverdan bölgesindeki mü'minlere zulmeden hükümdarlara karşı o bölge ahâlisini harbe çağırdı. Fakat onlar ölümden korktukları için, harbe gitmediler. Allahü teâlâ onlara isyânlarının cezâsı olarak tâûn (salgın vebâ) hastalığı gönderdi. Vebâdan kaçmak üzere bulundukları şehirden çıkan bu insanların hepsi, işittikleri korkunç bir sesle öldüler. Hazkîl aleyhisselâm kavminin başına gelenleri görünce acıyıp, onları tekrar diriltmesi için Allahü teâlâya duâ etti. Allahü teâlâ, Hazkîl aleyhisselâmın duâsı sebebiyle onları diriltti.

 

O    insanlar kendi şehirlerine dönüp Mûsâ aleyhisselâmın dîni üzere yaşadılar ve ecelleri gelince vefât ettiler. Hazkîl aleyhisselâm onların evlâdlarına Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını anlattı. Daha sonra Bâbil diyârına gitti. Orada vefât etti. (Taberî-İbn-ül-Esîr, Nişâncızâde)

 

HAZRET:

 

Zât mânâsına hürmet ve saygı ifâdesi.

 

Hazret-i Ebû Bekr diyor ki: "Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem yanında İmâm-ı Hasen vardı. Bir kerre bize, bir kerre Hasen'e radıyallahü anh bakarak; "Benim bu oğlum seyyîddir, efendidir. Ümîd ederim ki, Allahü teâlâ, onun ile müslümanlardan iki fırkanın arasını bulur (yâni müslümanlardan iki fırka sulh ederler)" buyurdu. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Hazret-i Ali buyurdu ki: Âlim, câhili hemen tanır, çünkü daha önce o da câhildi. Câhil âlimi tanımaz, çünkü daha önce âlim değildi. (Abdülvâhid bin Abdülganî)

 

HEDİYE:

 

Fakir veya zengin bir kimseye ikrâm için hîbe (bağış) olarak verilen veya gönderilen mal (Hibe).

 

Hediyeleşiniz, sevişiniz. (Hadîs-i şerîf-Künûz-üd-Dekâik)

 

Yâ Âişe, kim sana sen istemeden bir hediye verirse, onu kabûl et! Zîrâ o, Allahü teâlânın sana ihsân ettiği bir rızıktır. (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)

 

Hediye vermek ve hediye kabûl etmek (almak) sünnettir yâni Resûlullah efendimizin âdet-i şerîfelerindendir. (Nişancızâde)

 

Gasbedilmiş veya hırsızlık gibi haram yoldan elde edildiği bilinen bir malı hediye ve sadaka olarak almak veya kirâ olarak kullanmak helâl değildir. (İbn-i Âbidîn)

 

Taksîmi mümkün olan bir şeyde ortakların, hisselerini ayırmadan başkalarına hediye etmeleri câiz değildir. (Fetâvâ-i Hindiyye)

 

Resûlullah efendimiz, sadaka kabûl etmez, fakat hediye kabûl ederdi. Hediye getirene karşılık fazlasını kat kat verirdi. (İmâm-ı Ahmed Kastalânî)

 

HEMM:

 

Gam, hüzün, sıkıntı.

 

Lâ havle velâ kuvvete illâ billah okumak, doksan dokuz derde devâdır (ilâçtır). Bunların en hafifi (aşağısı), hemmdir. (Senâullah-ı Pâni-Pütî)

 

HESÂB (Hisâb):

 

Öldükten sonra, dünyâda yaptıkları işlerden dolayı insanların sorguya çekilmesi.

 

Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

 

(Ona şöyle diyeceğiz): Oku kitâbını, bugün üzerine hesâb görücü olarak nefsin sana yeter. (İsrâ sûresi: 14)

 

Âhirette hesâba çekilmeden önce, dünyâda iken hesâbınızı  görünüz ve amelleriniz tartılmadan önce, kendinizi tartınız. (Hadîs-i şerîf-Risâle-i Münîre)

 

Kıyâmet günü herkes, dört suâle cevâb vermedikçe hesâbdan kurtulamıyacaktır: Ömrünü nasıl geçirdin. İlmin ile nasıl amel ettin. Malını nereden nasıl kazandın ve nerelere sarfettin. Cismini, bedenini nerede yordun, hırpaladın? (Hadîs-i şerîf-İmâm-ı

 

Tirmizî)

 

Dünyâyı helâldan kazanana, âhirette hesâb vardır. Haramdan kazanana, azâb vardır. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

 

Hesâb, mîzân (amellerin tartılması) ve cehennem üzerine kurulacak olan ve nasıl olduğunu bilmediğimiz sırat köprüsü haktır. Muhbir-i sâdık (her sözü doğru olan Resûlullah efendimiz) bunları haber vermiştir. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Riyâzet çekmenin yâni nefsin isteklerini yapmamanın ve mübâhları yâni yapılması emrolunmayan ve yasak da edilmeyen şeyleri zarûret miktârı kullanmanın, büyük bir faydası da; kıyâmet günü hesâbın kısa ve kolay olmasıdır. Âhiretteki derecelerin yükselmesine de sebeb olur... (İmâm-ı Rabbânî)

 

Bir insan, alış-veriş yaptığı kimse ile olan sözlerini, hareketlerini, aldığını, verdiğini iyi ve doğru yapmalıdır. Kıyâmette, bunların hepsinden hesâb vereceğini bilmelidir. Bir kuruş hîle yapan, bir kuruş hak yiyen, cezâsını çekecektir. (İmâm-ı Gazâlî)

 

Hesâb Günü:

 

Öldükten sonra, dünyâda iken yapılan işlerden dolayı insanların sorguya çekilecekleri gün.

 

Kıyâmet günü.

 

HEVÂ:

 

Nefsin arzu ve istekleri.

 

Nefsini hevâsına tâbi kılıp şehevî arzularının peşinde ömrünü tükettikten sonra Allahü teâlâdan Cennet isteyen ahmaktır. (Hadîs-i şerîf-İhyâ)

 

Nefsin arzû ve isteklerine hevâ denmesi, kimde bulunursa onu Cehennem'e düşürdüğü içindir. Hevâ sâhiblerine de ehl-i hevâ denmesi, bunlar Cehennem'e düşeceği içindir. (İmâm-ı Şa'bî)

 

Dünyâ (haramlar, mekruhlar, Allahü teâlâyı unutturan şeyler), insanı hevâ ve hevesine kaptırır, nefsin arzularına uydurur. Netîcede Cehennem'e götürür. (Şems-i Tebrîzî)

 

Allahü teâlâ insanı beyhûde, boş yere yaratmadı ki, insan kendi hâline bırakılsın, istediğini yapsın ve nefsin hevâsına uysun. İnsan emirlere uymakla ve yasaklardan sakınmakla emrolunmuştur. (Muhammed Ma'sûm)

 

HEYÛLÂ:

 

Eski felsefecilere göre, cisimlerin aslı kabûl edilen madde.

 

Allahü teâlâya, kâinâtın heyûlâsı ve aslı demek kadar alçaklık olmaz. (Muhammed Ma'sûm)

 

HIDÂNE:

 

Çocuğu kucağa almak, besleyip büyütmek üzere yanında bulundurmak. İslâm nikâhının bozulmasından sonra (ayrılıkta), çocuğu, selâhiyetli (yetkili) olan kimsenin yâni başkası ile evli olmayan annenin belirli bir yaşa gelinceye (oğlan çocuğu yedi, kız yetişkin oluncaya) kadar yanında alıkoyması ve terbiye etmesi. Buna anneden sonra anneanne, sonra babaanne selâhiyetlidir.

 

Hıdâne, çocuğun anasına âittir. Bu hususta bütün ümmetin (müslümanların) icmâ'ı (sözbirliği) vardır. Çünkü anne şefkatlidir. Anneden sonra kız kardeşe, sonra teyzeye verilir.


Oğlan çocuk yedi yaşına gelince, kız bâliga (ergenlik çağına gelince, yetişkin) olunca babasına verilir. (İbn-i Âbidîn, Molla Hüsrev)

 

HIDIRELLEZ:

 

Yazın başlangıcı sayılan altı Mayıs günü. (Rûmî senede Nisan ayının yirmi üçüncü günü.)

 

Yıl, Hızır ve Kasım olarak ikiye ayrılır. Mayıs ayının altısında Hızır ile yaz başlar. 186 gün sürer. Kasım ayının 8'ine kadar devâm eder ve bundan sonra kış başlar. 179 gün (Şubat'ın 29   çektiği artık yıllarda 180 gün) sürer. Hıdırellez denmesinin sebebi; Mûsâ aleyhisselâmın ümmetinden bir velî veya peygamber olduğu bildirilen ve Kur'ân-ı kerîmde Kehf sûresi 65. âyet-i kerîmesinde: "Kullarımdan biri"ismi ile geçen Hızır'ın (Hıdır) kurak bir yerde oturması ile o yerin yeşerip dalgalanmaya başladığı, hadîs-i şerîfte (Peygamber efendimizin haber vermesiyle) bildirilmiştir. Bu sebeple yaz başlangıcında ortalığın yeşermeğe başladığı güne yeşil mânâsına gelen Hıdır günü, yine bu günde Hıdır ile İlyâs'ın buluştukları rivâyeti sebebiyle de Hıdırellez (Hıdır+İlyâs) denilmiştir. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)

 

İslâmiyet, Hızır (Hıdır) ve hazret-i İlyâs'ın Allahü teâlânın sevgili kullarından olduğunu haber vermekte fakat onlar adına mukaddes bir günün varlığını bildirmemektedir. Hıdırellez gününün İslâm dîninde dînî hüviyeti ve kudsiyeti yoktur. Bundan dolayı 6 Mayıs'ta İslâmiyet'in beğenmediği, haram (yasak) ettiği şeyleri yaparak eğlenmek yasaktır. (Abdülhakîm Arvâsî)

 

HIFZ:

 

1. Koruma, ezberleme, saklama.

 

Kur'ân-ı kerîmi kıyâmete kadar Allahü teâlâ hıfz edecektir. Târihte ne zaman insanlar küfür (îmânsızlık) karanlıklarına düştülerse, Allahü teâlâ onları peygamber göndererek sapıklıktan kurtarmıştır. (S. Abdülhakîm Arvâsî)

 

Îmân beş kal'anın içinde hıfz olunur. 1) Yakîn, 2) İhlâs, 3) Farzları yapma ve haramlardan sakınma, 4) Sünnete yapışmak, 5) Edebi gözetmektir. Her kim bu beş şeyi hıfz ederse, îmânını hıfz etmiş olur. Şâyet birini bile terk ederse düşman gâlib olur. (Kutbüddîn İznîkî)

 

2. Devâm etmek, yerine getirmek, gözetmek.

 

Kim şu yedi kelimeyi hıfz ederse Allahü teâlâ ve melekler katında kıymetlidir. Deniz köpüğü kadar günâhı olsa Allahü teâlâ affeder:

 

1) Bir işe başlarken Bismillah demek,

 

2)  Her işin sonunda Elhamdülillah demek,

 

3)   Dilinden lüzumsuz söz çıktığında, Estağfirullah (Allahü teâlâ'dan beni af etmesini, bağışlamasını istiyorum.) demek,

 

4)  Yapacağı bir iş için inşâallah demek,

 

5)  Kötü bir durumla karşılaştığında, Lâ havle velâ kuvvete illâ billah demek,

 

6)  Bir musîbete uğradığında, İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn demek.

 

7)      Gece ve gündüz, dilinden kelime-i tevhîdi düşürmemek. (Fakih Ebü'l-Leys Semerkandî)

 

3. Ezberlemek.

 

HIKD:

 

Başkasından nefret etmek, kalbinde ona karşı kin, düşmanlık beslemek.

 

Üç şeyden biri bulunmıyan kimsenin bütün günahlarının af ve mağfiret olunması umulur: Şirke (Allahü teâlâya ortak koşmaya), küfre (imânın gitmesi haline) yakalanmadan


ölmek, sihir (büyü) yapmamak ve din kardeşine hıkd beslememek. (Hadîs-i şerîf-Taberânî)

 

Hıkd eden kimse; iftirâ, yalan ve yalancı şâhitlik ve dedikodu ve sır ifşâ etmek (açıklamak) ve alay etmek ve haksız olarak başkasını incitmek, hakkını yemek ve ziyâreti kesmek günâhlarına yakalanır. (Muhammed Hâdimî)

 

Gadab eden, kızan kimse, intikamını alamayınca, gadabı hıkd hâlini alır. (Muhammed Hâdimî)

 

HINÂS:

 

Hünsâlar. (Hünsâ)

 

HIRİSTİYANLIK:

 

Îsâ aleyhisselâmın getirdiği hak din olan Îsevîliğin bozulmuş şekli.

 

Hazret-i Îsâ'ya İncîl isminde bir kitab nâzil oldu (indi). Fakat yahûdîler bu kitabı seksen sene içinde yok ettiler. Asıl İncîl'i değiştirerek şahsî düşüncelerin ve bozuk inanışların yer aldığı yeni İncîller yazdılar, böylece hıristiyanlık dîni ortaya çıktı. (Manastırlı Hâcı Abdullah Abdi Bey)

 

Zamanla hıristiyanlık büyük devletlerin resmî dîni hâline gelince, Ortaçağda korkunç bir karanlık devir başladı. Hazret-i Îsâ'nın telkin ettiği insanlık, merhamet ve şefkât esasları tamâmen unutuldu. Bunun yerine hıristiyanlar taassubu, kin ve nefreti, düşmanlığı ve zulmü ele aldılar. Hıristiyanlık adı altında akla hayâle sığmaz mezâlim (zulüm ve haksızlıklar) yaptılar. İlmin ve fennin karşısına çıktılar. Galîle gibi dünyânın döndüğünü bildiren bir bilgini dinsizlikle ithâm ederek sözünü geri almazsa öldürmekle tehdit ettiler. İspanyol doktoru ve teoloğu (din bilgini) Michel Serve'yi de teslîsi (üçlü ilâh sistemini) ve hazret -i Îsâ'nın ilâhlığını reddetmek için yazdığı kitaptan dolayı, 1553'de Geneve'de diri diri yaktılar. Engizisyon mahkemeleri kurarak yüz binlerce insanı haksız yere dinsiz diyerek türlü türlü işkencelerle öldürdüler. Ancak Allah'a mahsus olan günâh affetme kudretini, papazlara verdiler. Hattâ para karşılığı Cennet'ten yerler sattılar. (Şemseddîn Sâmi ve Harputlu İshâk Efendi)

 

Hıristiyanlık dînine göre; insanlar günâhkâr olarak doğar, hazret-i Îsâ insanları bu günâhtan kurtarmak için dünyâya gelmiştir. Allah'ın oğludur. İnsanlar doğrudan doğruya Allah'tan bir şey isteyemezler, ancak râhibler (din adamları) insanların yerine Allah'a yalvarabilir ve onların günâhını affedebilirler. Hıristiyanlığın başında papa bulunur, papa günâhsızdır. İsmi İncîl'de bildirilmesine rağmen Muhammed aleyhisselâmın peygamberliğini kabûl etmezler. Onlarca vaftiz yâni yüze su serperek veya vücûdu suya batırarak yıkamak, ekmek üzerine şarap dökerek yemek, ibâdettir. (Harputlu İshâk Efendi ve El-Hac Abdullah bin El-Hac Destan Mustafa)

 

HIRKA-İ SEÂDET:

 

Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem, Eshâb-ı kirâmdan (Peygamberimizin arkadaşları ndan), Kâ'b bin Züheyr'e, yazdığı güzel kasîdesinden dolayı hediye ettiği bu hırka, İstanbul'da Topkapı Sarayı Müzesi Hırka-i Seâdet dâiresinde diğer kutsal emânetlerle birlikte muhâfaza edilmektedir. Asırlardan beri İslâm devletleri tarafından büyük bir ihtimâmla (titizlikle) korunan Hırka-i Seâdet, Mısır'ın fethi üzerine Mekke Şerîfi tarafından diğer kutsal emânetlerle birlikte Yavuz Sultan Selîm Han'a teslim edildi. Yavuz Sultan Selîm Han'ın mukaddes emânetlerle birlikte Mısır'dan İstanbul'a getirdiği Hırka-i seâdet bir müddet Harem dâiresinde kaldı. Daha sonra Topkapı Sarayı'nda Hırka-i Seâdet dâiresi yaptırılarak orada muhâfaza edilmeye başlandı.

 

Peygamber efendimize âit mübârek eşyâların, bilhassa Hırka-i Seâdet'in bütün müslümanların yanında çok büyük değeri ve özel bir yeri vardır. Osmanlılar zamânında her yıl Ramazan ayının on beşinci günü pâdişâhın ve diğer devlet ileri gelenlerinin katıldığı özel bir merâsimle (törenle) özel sandukası içinde bulunan Hırka-i Seâdet ziyâret edilirdi. Önce pâdişâh, sonra işâret ettiği kimseler sıra ile Hırka-i Seâdet'e yüzlerini ve gözlerini sürerek öperlerdi. Pâdişâh, üzerinde bir kıt'a yazılı bulunan tülbentleri Hırka-i Seâdet'e sürüp ziyârete gelenlere dağıtırdı. Merâsim bittikten sonra Hırka-i Seâdet sandukasını pâdişâhın kendisi kilitlerdi. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)

 

HIRKA-İ ŞERÎF:

 

Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem sağlığında büyük velî Veysel Karânî hazretlerine verilmesini vasiyet ettiği mübârek hırkası. Veysel Karânî'ye hediye edilen bu hırka, İstanbul Fâtih'teki Hırka-i Şerîf Câmii'ndedir.

 

Peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem vefâtı yaklaşınca, hırkanızı kime verelim? dediler. "Üveys-i Karânî'ye verin. Alıp giysin ümmetime de duâ etsin" buyurdu.

 

Hazret-i Ömer ve hazret-i Ali, Hırka-i şerîfi Veysel Karânî'ye verdiler. Hırka-i şerîfi hürmetle (saygıyla) alıp, öptü, kokladı, yüzüne gözüne sürdü. Secdeye kapanıp şöyle duâda bulundu; "Yâ Rabbî! Sevgili Peygamber efendimiz, ben âciz kuluna hazret-i Ömer ve hazret-i Ali ile Hırka-i şerîflerini göndermiş" diyerek günâhkâr müslümanların affı için duâ etti. Bir çok günâhkâr müslümanın affolduğu bildirilince, Hırka-i şerîfi hürmetle giydi. (Molla Câmî, Ferîdüddîn Attâr, Ebû Nuaym)

 

Veysel Karânî, kendisine hediye edilen Hırka-i şerîfi savaşta dahi yanından ayırmayıp canı gibi muhâfaza ederdi. Veysel Karânî'nin vefâtından sonra titizlikle muhâfaza edilen Hırka-i şerîf, Şükrullah Efendi isminde bir şahıs tarafından 1618'de Osmanlı pâdişâhı Sultan İkinci Osman Hân'a getirilip hediye edildi. Sultan Abdülmecîd Han bu Hırka-i şerîfin muhâfaza edilmesi için Fâtih civârında Hırka-i Şerîf Câmii'ni yaptırdı. Her yıl Ramazân-ı şerîf ayında Şükrullah Efendinin torunları tarafından halka ziyâret ettirilen Hırka-i şerîf, üzerinde âyet-i kerîmeler yazılı altın işlemeli bir örtü içindedir. (Yeni Rehber Ansiklopedisi)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak