V. Bölüm
(Râma ve maymunlar, Râvana'nın krallığı Lanka'yı işgal ederler. Pek çok zorlu çarpışmadan sonra Rakşasaları yenerler ve Rama, Râvana'yı öldürür. Râma, Sitâ'nın ateşten geçerek saflığını kanıtlamasını ister. Rama, Sîtâ ve Lakşmana, Râma'nın on bin yıl yöneteceği Ayodhya'ya hep birlikte geri dönerler.)
Hanuman denizden geri dönmeden önce Lanka kentinin büyük bir bölümünü yakmıştı. Bu nedenle Râvana, bunun öcünü nasıl alacaklarını tartışmak için Önderleri topladı. Birçoğu Râvana'ya onun duymak istediği şeyi söyledi ve Râma ile maymunlara karşı topyekûn bir savaşa taraftar olduklarını bildirdi. Ancak Râvana'nın iki erkek kardeşi yorumlarında daha ölçülüydüler.
Rakşasaların en güçlü savaşçısı olan Kumbha-karna, her zamanki uykusundan uyandı ve şöyle dedi: "Râvana, Sıtâ'yı kaçırmak çok saçma bir davranıştı ve toprağımıza gereksiz bir çekişme getirdi. Ama seni desteklemeye devam edeceğim. Çünkü benim kardeşim ve kralımsın. Râma'yı öldürüp bacaklarını ayıracağım. Böylece Sıtâ'yla evlenebilirsin."
Râvana'nın en genç erkek kardeşi Vibhişana daha sert eleştirdi. "Râvana, Râma ile kim savaşıp da bu savaşı kazanabilir? Râma'nın haklı bir nedeni var, sen ise haksız durumdasın. Hakkı yanına alan bir savaşçının iki misli silahı vardır. Sitâ toprağımıza uğursuzluk getirdi. İnekler süt vermiyor, mutfaklarımızda yılanlar uyuyor, vahşi hayvanlar gece boyunca uluyor. Bir şahinin avına saldırması gibi, Râma ve maymunlar da toprağımıza ok ve ateşle saldıracaklar. Eğer erdemli davranışa ve barışa değer veriyorsan, halkının hayatını kurtarırsın. Sana Sıtâ'yı Râma'ya geri vermeni ve bu çirkin davranışını temizlemeni öneririm. Bizi kesinlikle yok edecek bir savaşı böylece engelleyebiliriz."
Râvana öfkeyle yanıt verdi: "Sîtâ benimdir ve kiminle savaşmak gerekirse gereksin benim kalacak! Eğer büyükbaba ve yaratıcı Brahma böyle bir davranış nedeniyle öleceğim konusunda beni uyarmasaydı, onu çok daha önce zorla alırdım”
Râvana konuşmasını şöyle bitirdi: "Sen ya kıskanıyor ve benim krallığım ve kraliçemi kendin için istiyorsun ya da hainsin. Eğer kardeşim olmasaydın bu söylediklerin için seni öldürürdüm. Benim kanımdan olduğun için derhal krallığımı terk etmeni emrediyorum. Râma'ya katıl, zaten kalbin onunla beraber!"
"Seni terk ediyorum Râvana" diye yanıtladı Vibhişana. "Ama sana acıyorum, çünkü sözlerimdeki bilgeliği göremiyorsun. Tehlikeyi göremiyorsun ve kendilerine yontarak tatlı sözlerle seni yanlış yönlendirenlere uyduğunda uğrayacağın büyük kıyımı fark edemiyorsun. Kendini koruma yeteneğini kaybetmişsin!"
Böylece Vibhişana, denizin üzerinden uçup önemli bir danışman olarak Râma'ya ve maymunlara katıldı. Râma, yardımına karşılık olarak Râvana'yı öldürünce Lanka'nın krallığını ona vereceğini vaat etti. Maymunlar kaya ve ağaçları toplayıp denize yerleştirdiler ve bu büyük mesafede bir köprü oluşturdular. Râvana'nın düşmanları köprüyü geçti ve savaş başladı.
Çarpışma hem gündüz hem gece sürdü, çünkü geceleri Rakşasaların saldırganlıkları artıyordu. Râma savaş alanındaki en büyük savaşçıydı, ama Râvana da güç yönünden İkinci geliyordu ve her ikisinin de onları destekleyen büyük savaşçı kardeşleri vardı. Dolayısıyla iki tarafın gücü birbirine denkti. Fillerin kaldırdığı toz bulutları, dostu düşmanı belirsiz hale getiriyordu. Oklar tıslayan yılanlar gibi bütün savaşçıların üzerine düşüyordu. Her iki tarafın da en iyileri düşmanlarının üzerine kayaları yuvarlayacak kadar güçlüydüler. Öldürülen yüzlerce Rakşasa'dan ve maymundan dökülen kanlar yaz yağmuru gibi sellere neden oluyordu.
Râvana galibiyetten öyle emindi ki, erkek kardeşi büyük savaşçı Kumbha-karna'nın savaşın büyük bir bölümünde uyumasına izin verdi; kendisi de maymunlar en güçlü savaşçılarını öldürene kadar savaşa katılmadı. Râvana, arabasının içinde savaş alanında savaşarak ilerlerken yenilmez görünüyordu. Ancak Dasa-Ratha'nın güçlü oğlu, Hanuman'ın sırtına çıkıp Râvana ile şiddetli bir çatışmaya girince aralanndaki denge Râma'nın lehine değişti. Râvana'nın savaş arabasını parçaladı, Rakşasa'nın tacını ikiye böldü ve bir okla onu ağır şekilde yaraladı.
Avantaj kendisinde olmasına rağmen Râma, Râvana'yı öldürmedi ve şöyle dedi: "Savaşamayacak kadar zayıfsın; Lanka'ya dön ve dinlen. Gücünü yeniden topladığında ikimiz yeniden savaşırız. O zaman sana gerçekten ne kadar güçlü olduğumu göstereceğim."
Râvana, her zamanki gibi derin bir uykuda olan büyük savaşçı erkek kardeşi Kumbha-karna'yı yardıma çağırma zamanının geldiğine karar verdi. Kumbha-karna bir seferde on aya yakın uyur ve yalnızca tıka basa yemek yemek için kalkardı. Bu nedenle Rakşasalar bu büyük yaratığa, önce bir yiyecek dağı hazırladılar: Yaban öküzü ve geyik eti yığınları, pirinç ve sürahilerce kan.
Doyurmayı başardıktan sonra onu uyandırmaya çalıştılar, öyle bağırdılar, davullarını öyle yüksek sesle çaldılar ki, gökyüzündeki kuşlar korkudan öldü, ama Kumbha-karna uyanmadı, On bin Rakşasa hep bir ağızdan bağırdılar, bin davul çaldılar, bedenine büyük tahta sopalarla vurdular, ama Kumbha-karna hâlâ uyanmıyordu. Sonra kulaklarını ısırdılar, üzerine kazanlarca su boşalttılar, bin fili üzerine saldılar, mızrak ve topuzlarla onu yaraladılar. Sonunda Kumbha-karna uyandı.
Devasa Rakşasa bir yiyecek dağını bitirdi ve iki bin sürahi şarap içti. Sonra da altın savaş giysisini giyip maymunlara doğru ilerledi. Maymunlar, bu hareket eden dağdan panik içinde kaçtılar, çünkü Kumbha-karna yakaladığı her şeyi yiyip yutuyordu.
Râma, Hanuman ve maymunlar, bir dağın tepesine tutunan bulutlar gibi onun etrafında toplandılar. Üzerine büyük kayalar ve ağaçlar fırlatmalarına rağmen, silahları dev Rakşasa' nın metal giysisine çarpıp parçalanıyordu. Bu arada Kumbha-karna güçlü mızrağının her darbesinde yüzlerce maymun öldürüyor ve bir seferde yirmi veya otuz maymunu yiyordu; güçlü ağzından kan ve yağ damlıyordu.
En iyi maymun önderini yaraladıktan sonra Lakşmana ile yüz yüze geldi. "Sen savaşçıların en iyisisin Lakşmana" dedi Kumbha-karna. "Çok büyük hüner gösterdin ve büyük ün kazandın. Seninle savaşmaya niyetim yok, çünkü gücümü ve hünerimi senden daha üstün tek insan olan erkek kardeşinde denemek istiyorum. Râma ile ölümüne savaşacağım."
Ama Râma ile savaşırken Kumbha-karna'nın şansı döndü, çünkü Dasa-Ratha'nın oğlu ona öldürücü ateşli oklar yolladı. Devin iki kolunu attığı iki okla kopardı, İki bacağını da keskin uçlu iki disk fırlatarak kopardı. En sonunda indra'nın müthiş okunu devin boynuna yolladı. Ok giysisini parçalayıp omuzlarından başını ayırdı. Başsız bedeni kanla bulanmış toprağa çarptı ve denize yuvarlandı, orada öyle büyük dalgalara yol açtı ki, bir kasırganın çıktığını sanırdınız.
Lakşmana, Râvana'nın oğlunu öldürdü. Kısa bir süre sonra da, Râvana'nın artık dostları olan erkek kardeşi Vibhişana'nın hayatını kurtarmak için engellemeye çalıştığı alevli bir okla ciddi bir şekilde yaralandı. Bu iki olay Râvana ile Râma'yı en son çarpışmalarında karşı karşıya getirdi.
Tanrılar, bu büyük karşılaşmayı göklerden izliyorlardı. Râvana yeni atların çektiği yeni bir arabayla savaşa girdiğinde, tanrıların kralı İndra şöyle dedi: "Biz tanrılar, daima dürüst ve cesur olanlara yardım ederiz. Râvana'ya karşı savaşında Râma'ya yardım etmenin artık zamanı geldi. Râma'ya sivri uçlu oklarla dolu torbamı vermiştim; ona şimdi de göklerde yapılmış bir altın savaş giysisi, bana ait ve benim sürücümün kullandığı atların çektiği altın savaş arabamı vereceğim."
Artık Râma'nın savaş donanımı Râvana'nınkinden daha üstündü. Buna karşın Râvana öyle büyük bir savaşçıydı ki, savaş şiddetli bir şekilde uzun bir süre devam etti. Râvana'nın oklarından bazılarının kızgın alev saçan yivleri vardı ve tıslayan zehirli yılanlara dönüşüyordu. Bunların karşısında Râma, Vişnu'nun yayını ve Vişnu'nun altın kanatlı kuşuna ait okları kullanıyordu. Çünkü bu oklar kuşlara dönüşüyor ve Râvana' nın oklarındaki yılanları yiyorlardı.
Savaş şiddetle sürüyordu. Korku içindeki parlak güneş soldu; rüzgârlar esmeyi bıraktı, dağlar ve deniz sallandı. İndra’nın güçlü oklarıyla Râma, Râvana'nın on başını teker teker kesti, ama her başı kestiğinde yerine yeni biri geliyordu. En sonunda Râma, Brahma'nın parlayan okunu çekti, ok güneşin ateşi gibi parlıyordu ve İndra'nın yıldırımına benzeyen kanatları vardı; Râvana'nın kalbini parçalayıp onu öldürdü.
İndra, Râma'ya gülümsedi. Kanla kaplanmış yeryüzüne göklerden bir tomurcuk sağanağı, bir çiçek yağmuru yağdırdı. Güneş tüm görkemiyle parlamaya başladı. Hafif serin rüzgârlar ağaçların yapraklarını hışırdattı ve havayı güzel kokularla doldurdu. Cennetin arpleri ilahi bir müzik çalarken, Râma kutsal bir sesin şöyle seslendiğini duydu: "Râma, dürüstlüğün şampiyonu ve erdemli işlerin kahramanı, artık asıl görevini tamamladın. Göklerde ve yeryüzünde barış hüküm sürüyor. Kutsamamızı sana yağdırıyoruz.''
Râma, yayını çözdü ve silahlarını neşeyle bir kenara bıraktı. Vibhişana, Râvana'nın ölüm yasını tutarken, ona şöyle dedi: "Râvana dünyanın en büyük savaşçılarından ve kahramanlarından biriydi. Tanrıların kralı İndra bile ona karşı duramadı. Böyle savaşçılar savaşırken ölürse onların yası tutulmamalı. Çünkü onlar onurlarıyla ölmüşlerdir ve hiçbirimiz ölümden kaçamayız."
Râvana'ya kahramanlara yaraşır bir cenaze töreni yaptıktan sonra Râma, Hanuman'ı Sîtâ'ya galibiyet haberini vermek üzere yolladı. O da tertemiz yıkanmış ve giyinmiş olarak geldi. Kocasını görünce yüzü bir gece yarısı gökyüzünde dolunayın parlaması gibi ışıldadı.
Râma şöyle dedi: "Sevgili Sîtâ, Hanuman'ın, Sugriva'nın ve Vibhişana'nm yardımıya sana olan sözümü tuttum ve onuruna gölge düşmüş bir adamın yapması gerekeni yaptım. Râvana'yı öldürerek ailemin ve kendimin onurunu temizledim."
“Ancak" diye sözüne devam etti Râma, "sen kocasından başka bir adamla yaşamış olan bir kadının lekesini taşıyorsun. Râvana sana baktı ve sana dokundu. Hiçbir onurlu adam karısının böyle bir davranışını kabul edemez. Bu nedenle, seni herkesin içinde reddetmem gerekiyor. Kiminle istersen onunla yaşayabilirsin (Lakşmana veya Bharata, Sagriva veya Vibhişana), ama benimle yaşayamazsın."
Sîtâ rüzgârdaki yaprak gibi titredi ve bu sözleri duyunca hıçkırmaya başladı. Sonra gözyaşlarını silip şöyle dedi: "Eğer benim sana olan bağlılığımdan kuşku duyduysan, niye okyanusu geçip yaşamını benim için tehlikeye attın? Benim Toprak Ana'nın kızı olduğumu ve bir kadının derin bağlılığıyla vahşi ormanlara peşinden geldiğimi unuttun mu? Hayatım boyunca bir an bile sana sadakatsizlik etmedim. Eğer Râvana bana bakıp dokunduysa, benim bunu engelleyecek gücümün olmadığını fark etmelisin."
"Ancak" diye sürdürdü konuşmasını, "onursuzluğun gölgesi masum bir kadının üzerine düşerse, hak ettiği onuru yeniden kazanmanın tek yolu yanarak ölmektir. Lakşmana, eğer beni seviyorsan, bana bir cenaze ateşi hazırla ve onu yak. Adıma sürülen bu lekeyle yaşamaktansa ölmeyi yeğlerim."
Râma bu sözler karşısında hiçbir zayıflık veya heyecan göstermedi ve Lakşmana yüreğinde acıyla, Sîtâ'nın isteğini yerine getirdi.
Kükreyen alevlerin önünde dururken Sîtâ şöyle dedi: "Eğer düşünce ve davranışta sadık ve dürüst olmuşsam ve eğer dhar-moya hayatım boyunca bağlılığımla lekesiz yaşayabilmişsem, bu ateş benim adımı savunsun." Sonra nazik Sîtâ hiç korkmadan, cesaret ve bağlılıkla ateşe girdi ve gözden kayboldu. Onu seyreden herkes üzüntü ve şaşkınlıkla ağladı.
Tanrılar altın arabalarıyla göklerden indiler ve Râma'ya şöyle dediler: "Dünyadaki yaşamın koruyucusu, nasıl sıradan bir adam gibi davranıp Sitâ'ya bunu yaparsın? Bütün tanrıların birincisi, hepimizin büyükbabası ve yaratıcısı olduğunu anımsamıyor musun? Başlangıçta olduğun gibi sonunda da böyle olacaksın."
Râma yanıt verdi: "Ben Râma'yım ve Dasa-Ratha’nın en büyük oğlu olduğumu sanıyorum. Eğer yanılıyorsam, büyükbaba bana kim olduğumu söylesin."
Brahma şöyle dedi: "Râma, daima yaşayacak olan büyük tanrı Vişnu'nun dünyadaki görünüşüdür. İlahi biçimle, sen hem yaratılışın hem de yok oluşun, bütün tanrıların ve kutsal adamların kurtarıcısısın ve bütün düşmanları ele geçiren kişisin. Sen her yaratıkta ve doğanın her yerinde yaşarsın. Gözlerini açtığında gündüz, kapadığında gece olur. Ben senin yüreğinim. Sîtâ ise, senin tanrısal karın Lakşmi'nin dünyadaki görünüşüdür."
"Artık Râvana'yı öldürdüğüne göre" diye Brahma sözlerine son verdi; "İlahi biçimine girip göklere geri dönebilirsin.
Çünkü insan biçimine girmeni gerektiren görevini yerine getirdin. Seni sevenler ve senin öykünü anlatanlar ödüllendirilecektir."
Alevler aralandı ve ateş tanrısı Agni sadık Sîtâ ile birlikte göründü. Alevler ona dokunmamıştı. Yüzü, saçı ve giysisi sabah vaktindeki çimen kadar tazeydi. Agni, Râma'ya şöyle dedi: "Dasa-Ratha'nm oğlu, sadık karını yeniden kabul et. O, Ravana'nın bütün kışkırtmalarına karşı koydu, düşünce ve davranışta temiz kalmayı başardı."
Rama'nın gözleri güneşin pırıltısıyla aydınlandı ve şöyle dedi: "Onu tanıdığım bütün bu yıllar içinde Sîtâ'nın sadakatinden hiç kuşku duymadım. Şimdi benim bildiğimi bütün dünya biliyor; Agni ona temiz ve parlak adını geri verdi. Onu yüreğimde sevinçle kabul ediyorum; şimdi bütün insanlar biliyor ki Dasa-Ratha'nın en büyük oğlu, ülkesinin yasalarını kendi isteklerinin üzerinde tutar." Sonra Râma, davranışının nedenini anlayan ve onu affeden sevgi dolu karısını kucakladı.
Daha sonra Kral Dasa-Ratha tanrılann arabasından kendini gösterdi. "Râma" dedi baba, "sen yalnızca tanrılara ve kutsal adamlara yardım etmedin, benim onurumu da kurtardın. Artık sürgünün sona erdi. Ayodhya'ya muzaffer bir kahraman olarak geri dön ve erkek kardeşlerinle birlikte yönetime geç. Sana uzun bir yaşam diliyorum."
Kral Dasa-Ratha, Lakşmana'ya döndü ve şöyle dedi: "Oğlum sende erdemli davranışa hep bağlı kaldın. Râma'ya göz kulak olmaya devam et. Sana uzun bir yaşam diliyorum."
Kral, en sonunda Sıtâ'ya döndü ve şöyle dedi: "Râma'yı affet. Herkesin içinde senin aleyhine konuşması senin iyiliğin içindi. Şu anda çok az kadının elde edebileceği bir görkeme sahipsin."
Sonra tanrılar kralı İndra, Râma'ya göründü ve "Adil Râma, insanların aslanı, bizim için yaptıkların karşılığında ne istediğini söyle; senin olacak" dedi.
Râma yanıtladı: "Göklerin efendisi, lütfen Rakşasalara karşı benim yanımda savaşanlara yeniden yaşam ver, onlara gittikleri her yerde yemek ve taze su sağla."
"Öyle olsun" dedi indra.
Hanuman'ın gitme vakti gelince Râma'ya, "Senden özel bir isteğim var. İndra'nın bana istediğim gibi ölme gücü verdiğini anımsarsın. Bana, insanlar senin görkemli işlerini anlatana kadar dünyada yaşama izni ver" dedi.
"Öyle olsun" dedi Râma "ve sana verdiğim armağanın işareti olarak, boynumdan çıkardığım bu mücevherli zinciri veriyorum, sevgi ve saygıyla onu boynuna tak."
Böylece Râma, Lakşmana ve Sitâ, on dört yıldan sonra Ayodhya'ya döndüler. Bharata sözünü tutmuştu. Yüzü şimdi büyük bir bilge gibi parıldıyordu, çünkü dharmaya bağlı kalmıştı. Râma'nın krallığının işareti olarak onun sandallarına saygı göstermiş ve saray duvarları arasında kutsal münzevi hayatı yaşamıştı.
Râma ve Sitâ, Ayodhya'nın kral ve kraliçesi oldular ve krallıkları Kosala'yı on bin yıl yönettiler. Bütün bu zaman boyunca ülkelerine ne korkunç hastalıklar ne de zamansız ölümler uğradı. Ölülerin efendisi Yama, bebeklerin olgunlaşmasına ve kocaların uzun ömürlü olmasına izin verdi. Çiftçiler, yağmur, güneş ve rüzgârlar dost olduğu için neşeliydi. Toprak Ana şükran için iyi hasatlar, verimli ağaçlar ve bol çayırlar verdi. İnsanlar dharmaya sadık kaldılar, komşularını ve krallarını sevdiler. Kent ve kasabalarda yaşayanlar, talancı ve soygunculardan kurtuldular. Çekiçle örs, aralarındaki geleneksel işlevi yerine getirdi. Gerçekten de herkes için mutluluk ve huzur zamanı oldu.
Donna Rosenberg'in Dünya Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder