Tarak
Tarağın tarihi tarihöncesine gider. Eski Mısır’dan başlayarak bütün kültürlerden çok güzel taraklar kalmıştır. Hint Avrupa dillerinde tarağın kökü diş anlamındaki gombhos sözcüğüne bağlanır. Sanskritçe jambha, Letonca zuobs ve Yunanca uzun, sivri çivi anlamındaki gomfos bu kökten gelmektedir. Letonca kemme, Eski Yüksek Almanca kamb, Danca kam ve Eski İngilizce camb, yeni İngilizce comb tarak demektir, ama iddiaya göre bütün dünyanın tersine Britanya adalarına tarak dışarıdan, 789 yılındaki Dan istilası sırasında getirilmiş, daha önce, hatta Roma döneminde bile burada tarak kullanılmamıştır. Türkçe tarak/targak’ın kökü ise tanm ve darının da kökü olan tanmak, taramak’tır.
Hıristiyanlık tarihinde, birçok kilise vitrayında da görüldüğü gibi, tarağın simgesel bir değer taşıdığı anlaşılmaktadır.
Abdülmecid kızkardeşi Atiye Sultan’ı 1840’da evlendirirken, damat Ahmet Fethi Paşa’ya altın üzerine elmaslı, süslü mine tuğralı ve “muzıka çalar” sakal tarağı hediye edilmişti.
1960 yılında İsviçre’de ilk elektrikli tarak icat edilene kadar tarak biçiminde değişiklik olmamıştır. Metal, ahşap, fildişi taraklardan sonra bugün her biçim ve sertlikte plastik türevi taraklar yaygındır. Tarağın dişleri tek değil, çok sıralı olanına fırça denilir. Saça biçim vermek için kullanılan aletlerden biri de saç maşasıdır. Kaşgarlı Mahmud’un ütü için verdiği “Ol başığ ütti” örnek cümlesi saçların ütülendiğine tanıklık eder.
Bigudi
Fransızcadan aldığımız bigoudi’nin aslı, İspanyolca bigote yani bıyık sözcüğünden türetilen bigotelle olup 17. yüzyılda bıyık düzeltme cımbızı olarak Fransa’ya girmişti. 1860’larda bu ülkede kadın saçında kullanılmaya başladı ve plastiklerinin de çıkmasıyla 20. yüzyılda yaygınlaştı, kadınların ev ve pazar halini simgelemek için karikatür ve film konusu oldu.
Saç
Anadolu’da kızlar saçlarını kesmez, evlendikten sonra zülüf kesilirdi. 1481 yılında ölen ilk Osmanlı tarihçilerinden Aşıkpaşaoğlu Derviş Ahmed sakal kesmenin Osmanlının kuruluş zamanında bir ceza olduğunu anlattıktan sonra, kendi zamanında sakal kesmenin, bu arada da kadınların saç kesmesinin, âdet haline geldiğini anlatır: “Bu sakal kırkmak âdeti eskiden Frenklerden kalmıştır. Frenklerden de cünüp Işıklar [Kalenderiler] almıştı. Şimdiki zamanda mubah oldu. Kadınlar saçını keser, erkekler sakalını.” Oysa beş yüzyıl sonra bile, Trabzon manisinde “Suyin altina testi/Esti dağlarum esti/Kakül ziliflerini/Egiz sağa kim kesti” diyerek niye evlendin serzenişinde bulunulduğu gibi, zülüf kesmek, evlenmekle eşanlamlıydı. Moda yaratan toplumsal kesimlerle geleneksel yaşamdaki simgeselligin sürekliliği arasındaki zaman derinliğini gösteren çarpıcı bir örnek.
Erkeklerin saçlarının uzun olması, Roma imparatorluğu sonrasında ‘barbar’ kuzeyli aşiret geleneğinde kralların egemenlik timsaliydi. İngiltere ve Fransa’da kral ve aristokratlar, Kilise’ye rağmen saçlarını uzatıyorlardı. 11. yüzyıldan itibaren papalar da bu konu üstünde durmuş, fakat 15.yüzyıla kadar önemli bir başarı sağlayamamışlardı. Örneğin I. Henry zamanında (1100-1135) bir vaaz sırasında papaz, uzun saçın ne kadar günah olduğunu anlatmış ve öteki dünyada göreceği cezaları dinleyen cemaat, kral da dahil göz yaşları içinde kalmış, papaz başta Kral Henry olmak üzere cemaatin uzun saçlarını kesmiş, fakat altı ay sonra bütün vaaz unutulmuş, eski âdet devam etmişti.
Çin’de erkeklerin saçlarını kazıyarak arkada uzun kuyruk bırakmaları imparatora bağlılık simgesiydi. Budist rahipler, Anadolu’da Kalenderiler ve daha sonra yeniçeriler ve bazı Alevi dedeleri arasında da aynı saç biçimi vardı. Eski Ahit’in gücünü hiç kesmediği saçından alan kahramanı Şimşon (Samson) da, İbrani geleneğindeki saç simgeselliğinin örneğidir. Bu simgeselliği fanatik Yahudilerin zülüflerinde ve Tevrat geleneğine bağlı Rastafaryanların hiç kesmedikleri ‘dreadlock’larında görebiliriz. Uzun saç modası Beatles grubuyla bütün dünyayı tekrar sarmıştır. Türkiye’de saç tıraşı 68 kuşağı için sorun olmuştu. Bir dönem solcularla hippileri karıştıran halkın sağ propagandaya açık kesimi, solcuların uzun saç ve sakaldan hazzetmediğini öğrenemedi. Bugün Avrupa’da dazlaklar tıraş konusunda hassasiyetlerini sürdürüyorlar.
Avrupa usûlü saç tıraşının II. Mahmud zamanında başladığı, padişahın Halil Paşa’nın çocuklarının kâküllü kesilmiş saçlarını beğendiği anlatılır.
II. Mahmud’tan pek hoşlanmadığını belirtmekten geri durmayan Miss Pardoe’ya göreyse, saray berberine tıraş olan padişah orada bulunan damadı Halil Paşaya tıraşını nasıl bulduğunu sormuş, paşa beğenmediğini söyleyerek kendi saçını göstermiş ve paşanın berberi apar topar saraya getirtilmiş, berberbaşı yapılmıştır.
Alevi, Kürt tıraşı ve erkek çocuklardan başlayarak Fransızca fırça gibi anlamında â la brosse (alabros) ve Amerikan tıraşları vardı. Kadın saçında Birinci Dünya Savaşı sırasında ‘erkek çocuk’ benzeri kıyafetlerle birlikte kısa saç modası (alagarson) başladıysa da 1920’lerden sonra ‘kadınsılık gene moda oldu, ikinci Dünya Savaşı’nın sonunda Fransa’da işgal sırasın da Almanlarla ilişki kuran kadınların zorla saçları kesilmişti. Kadın saçının uzunluğunun doğal oluşu ve aksinin bir eksiklik, sapma ve özel durumu anlatması anlayışı görülüyor ki o zaman henüz egemenliğini sürdürüyordu.
Romalılar sapo denen keçi yağı ve kayınağacı külü karşımı saç boyasını Germania’dan getirdikleri gibi, Hindistan’dan siyah, Germania’dan kızıl saç getirtiyorlar, ayrıca doğal ve yapma saçlar boyanıyordu. En tutulan renk sarıydı. Saçların sarıya boyanması bugün de yalnız Türkiye’de değil, ABD 'den İngiltere’ye kadar fazlasıyla yaygın. Türkçede sarışın anlamındaki lepiska sözcüğü, Leipzig fuarı, ipeği kadar sarışınlarıyla da belleklerde yer etmiş olacak ki, Leipzig şehrinin adından geliyor.
Halkın saçları ise daima kısaydı. 19. yüzyılın sonlarına doğru saç ve sakal konusunda genişleyen orta sınıfla birlikte modalar toplumun daha geniş kesimlerine hitap etmeye başladı. Saç bakımında Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra şampuanların piyasaya çıkmasıyla başlayan süreç, bugün bütün dünyada benzer saç temizliği ve bakımı anlayışının doğmasına neden oldu. Fransa’da erkeklerin saçlarına biçim vermek için 1860’larda kullanmaya başladıkları briyantin Türkiye’de de 1960’lara kadar kullanılmaya devam etti; brillarıtine sözcüğü 1820’lerin Fransızcasında parlak ipek kumaşı anlatıyordu. 1970’lerde jöle adı verilen özel ‘ilaç’larla saçın biçimlendirilmesi moda oldu. Bugün gençler daha çok kesim biçimleriyle saçlarını farklı kılıyorlar.
Saç beyazladığında yaşlılarca kiralanırdı. Saç boyası 1950’lere kadar ABD’de bile kadınların ancak % 5 tarafından benimsenmişti; saç boyamak sahne sanatçılarına özgü sayılırdı. Bu oran 90’larda % 75’lere çıktı. Oysa hazır saç boyaları piyasaya yüzyılın başında verilmişti. 1909’da Fransız kimyager Eugene Schueller nihayet zararsız bir boya karışımı elde etmiş ve kurduğu firmaya COreal adını vermişti.
Rita Hayvvorth (1918-1987) kızıl saçlarıyla tarihe geçmişti; bugünkü ‘teknolojiyle bunun hiç anlamı yok. En fazla saç kesimleriyle tanınan ve Londra’da bir dönem fotoğraf çektirerek para kazanan Punklar bir yana, saç rengi iradi bir konu oldu. Eskiden Müslüman kadının saçına erkek elinin değmesi düşünülemezken, kuaförler günlük yaşamın bir parçası; at kuyruğuyla topuz evde hallediliyor ama affo, fön, meç için profesyonel el gerekiyor
Peruka
Roma’nın hiciv şairi Martialis (İS 40-102), “Bizi merhemler ve yapay saçlarla kandırıyorsun, Phoebus, o pis ve dazlak kafan sözde saç tutamları ile kaplı. Kafan için bir berbere gereksinimin yok, daha iyi görünmek için, Phoebus, sadece bir sünger gerek sana,” diye perukacıları yerin dibine sokuyor.
Roma’da erkek ve kadınların peruka kullanması modası varsa da çoğunluk perukayı saç dökülmesi nedeniyle yeğliyordu. Eski Mısır’da ise saç kirli sayılır, rahipler ve halk tarafından kazıtılırken, zenginler gerçek veya yapay saçtan yapılmış perukalar takarlardı. Asur, Fenike ve Eski Yunanlılar da peruka kullanırlardı. Afrika kabilelerinin çok süslü törensel saç tuvaletleri de gerçekte hazırlanması saatler alan perukalardır.
Hıristiyanlık, perukalı kadının papazın kutsamasından yararlanamayacağını, perukanın ilahi kutsamaya engel oluşturduğunu vaaz etmiştir. 692’deki Konstantinopolis Konsili’nde de peruka takan birkaç kişinin aforoz edilmesi karara bağlanmıştı.
Avrupa’da perukanın tekrar yaygınlaşmasında İngiltere kraliçesi I. Elisabeth’in (1558-1603) kırlaşan saçlarını saklamak için peruka kullanmaya başlaması etken oldu. Kraliçenin değişik renklerde seksen perukası vardı. 17. yüzyılda erkekler arasında perukanın moda olması ise Fransa kralı XIII. Louis’yle oldu. Kadınlar arasında peruka kullanımı azalırken erkekler arasında statü simgesi olarak yaygınlaşarak sürdü. Bazı mesleklerin resmi kıyafetinin bir parçası oldu. İngiltere’de yargı görevlileri halen peruka takarlar ve İngiliz Uluslar Topluluğu üyesi bazı ülkelerde de bu uygulama benimsenmiştir.
-18. yüzyılın abartılı perukaları Fransız Devrimi’nden sonra ortadan kalktı. 20. yüzyılda ucuz yapay perukalar 1970’lere kadar kadınlar arasında kullanılmaya devam etti. ‘Yapılı saç’ların şart görüldüğü resmi, yarı resmi toplantılarda perukanın yapılı saç yerine geçmek gibi bir işlevi vardı. Bu modaların kalkmasıyla peruka, kel erkeklere hizmet verdiği asli görevine döndü. Ama saçı olmayanların artık saç ektirme gibi bir çözümleri daha var.
Sakal, Bıyık
68’de solcular arasında Stalin tarzı bıyıklar modayken, uçlarının aşağı sarkması da olağandı. 1974’den sonra sarkık bıyık sağcıların oldu. 1980’deki sert uygulamalardan sonra bıyık radikallere kaldı, gençlik özellikle saç konusunda liberalizasyona uğradı. “Bıyığını kesen, eşini kıskanmayan domuz” anlayışı terk edilerek, erkeklerin çoğunluğu ‘modern’ Avrupalılar gibi metruş oldu. Avrupa’da ve özellikle ABD’de ise bıyık bırakanlar çoğunlukla homoseksüeller.
Bıyık konusunu erkeklikle özdeşleştiren kültürümüzde, dini telkin sakal konusunda olmakla birlikte sakalda daha liberal davranılmış, yalnız hacca gitmemiş bile olsa erkeklerin belirli bir yaştan sonra sakal bırakmamaları hoş karşılanmamıştır. Tıraş olmak da uzun süre kravat gibi memurlukla hatta daha mutaassıp kesimlerde Cumhuriyet’in değerleri ve laiklikle özdeşleştirilmişken, sakal gerçekte II. Mahmud’tan beri tasfiye edilmiş olduğundan, toplumsal statü ve değer yargılarını anlatan bıyık olmuştur. Jön Türklerin II. Wilhelm tarzı bıyığından, ikinci Dünya Savaşı sırasında esnaf ve küçük memurların Hitler bıyığına, gene 1930’lı yılların sonunda ‘clark çekmek’ için Clark Gable (1901-1960) tipi bırakılan bıyıklara kadar, bıyıkta Avrupa esintisi hep görülür.
Bıyıklar: Karanfil, kaytan, pala, burma, pırasa, bektaşi, yastık, pis, dik, kırpık ve yastık bıyık.
Sakallar: Çember, keçi, top, tahta, çatal, didon (dis done, önce Fransızlara, Kırım Savaşı’ndan sonra bütün Avrupalılara lakap olan sivri sakal), barbiş (Fransızca barbiche).
Bam teli alt dudakta biten kıllar olup, sakalı kesip bunları bırakan eskiden yalnız laternacı Rumlarmış. Favori (Fransızca favorit) ise 68 kuşağıyla yeniden yaygınlaştı; artık o kadar uzun bırakılmasa da, moda denmeyecek kadar olağanlaştı, 12 Eylül talimatnamelerinde bile, kulağın ortasına kadar inmesi normal kabul edildi.
Kudret Emiroğlu’nun
GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ
kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder