24 Ocak 2023 Salı

İslam Devletlerinde Yönetim-3

 


Valilikler


İslam'dan Önce Valilikler


Hükümdarlar tarafından başkentin dışında bulunan memleketlere tayin edilen büyük memurlara vali ve bunların idaresi altında bulunan yerlere de vilayet adı verilirdi. Bu tür idari bölünmüşlüğün tarihi oldukça eskiye dayanır. Müslümanlar, Şam bölgesini ele geçirdiklerinde burası on bir iklime (bölgeye) ayrılmış "Doğu vilayeti" adıyla Bizans'a bağlı bir vilayetti. Her bölgeye birçok kent bağlı olduğu gibi, ayrı da bir merkezi vardı. Söz konusu bölgeler ile merkezleri ve buralara bağlı olan kentler aşağıdaki listede gösterilmiştir:



Doğu Vilayeti

Bölgenin adı    Bağlı olan kentler   idare merkezi

Suriye                             9                  Antakya

Suriye                     7                  Hama

Suriye                           13                  Münbic

Birinci (veya Bahr-i)

Fenike                           12                  Sur

ikinci (veya Lübnan)

Fenike                                         Şam

Arapistan, Havran           14                 Basra

El-Cezire veya

Mabeynennehreyn            13            Diyarbekir

Asruvana                           12            Urfa

Birinci Filistin                               Kayseriye

ikinci Filistin                               Bisan

Üçüncü Filistin (son üçüne bağlı 6 kent) Batru'l-Haceriye



Her bölgenin bir valisi veya mutasarrıfı vardı. Bu vali veya mutasarrıf çoğunlukla yerli beylerden ve asilzadelerden olurdu. Patricuis (patrik, çoğulu patarika/asker reisleri) adıyla bilinen bu asilzadeler, zamanında Roma Devleti'nin ilk kuruluşuyla türemiş ve ülkede büyük güç sahibi olmuşlardı. Roma imparatorluğu ikiye bölününce bunların da eski gücü kalmamış zamanla kendilerine yönetimde yer bulamaz duruma düşmüşlerdir. Ancak daha sonra Roma'nın egemenlik ve nüfusu Afrika'ya ve doğu bölgelerine uzayınca vilayetlerin idaresi için güçlü adamlara gerek görülmüş ve bunun sonucunda özellikle Şam ve Mısır vilayetleri ve çevresi bu soylulara verilmeye başlanmıştır.


Şam bölgesinde görev yapan valiler, bölgenin merkezinde, maiyetlerinde bulunan askerler de merkezde bulunan kalelerde bulunurlardı. Söz konusu bölgelerin hepsinin üzerinde Antakya'da oturan genel bir vali vardı. Bu vali diğer bölge valilerini görevlendirme veya görevden alma yetkisine sahipti. Haracın toplanması, askere maaş dağıtımı ve vilayetin tüm işleri bu genel validen sorulurdu. Mısır bölgesi de idari bölünmüşlük açısından aynı hukuka bağlıydı. Mısır genel valisi lskenderiye'de otururdu. Irak ve lran bölgelerindeki idari yapı da buna benziyordu. Ancak oralarda bulunan valiler saltanat merkezine daha yakın oldukları için belki Şam ve Mısır valilerinden daha çok göz önünde ve kontrol altında tutuluyordu.


İslami Dönemde Valilikler


İslam'ın doğuşuyla birlikte Müslümanlar fetih hareketlerine başlayınca fetih için gönderdikleri kumandanları, gidecekleri yerlere hareket etmeden önce vali tayin ederlerdi. Ya da o yerleri ele geçirecek olursa valisi olacakları sözüyle gönderirlerdi. Müslümanlar Hz. Peygamber zamanından beri bu usule göre hareket ettiler. Hz. Peygamber Hicret'in 8. yılında halkı İslam'a davet eden bir mektubunu taşıyan Ebu Zeyd Ensari ve Amr b. el-As'ı sefere gönderdiği zaman kendilerine "Halk kelime-i şahadeti kabul, Allah ve Rasulüne itaat ederlerse Amr, emir (vali) olacak ve Ebu Zeyd namaza ve halkı İslam dairesine girmeye ve onlara Kur'an ve sünnet-i şerifeyi öğretmeye memur olacaktır" demişti. Nitekim bu şekilde yapıldı.


Daha sonra Hz. Ebubekir hilafet makamına geçip Şam yönüne askeri sevkıyatta bulunduğu sırada, bir şehrin veya bir bölgenin fethi için bir komutana sancak verince aynı usulü uygulayarak kendisini vali tayin ederdi. Nitekim ilk gönderdiği askeri kuvvetlerde de böyle yapmıştı. Bu kuvvetler üç gruba ayrılmıştı. Biri Amr b. el-As'ın kumandası altında Eyle yoluyla Filistin'in, diğeri Yezid b. Ebu Süfyan'ın kumandasında Tebük yoluyla Şam'ın, üçüncüsü de Şurahbil b. Hasene'nin kumandası altında yine Tebük yoluyla Ürdün bölgesinin fethine gönderilmişti. Hz. Ebubekir bunları gönderirken fethine gittikleri yerlerin valiliklerine tayin ederek, askere "Savaşa başladığınızda emri altında bulunduğunuz valiyi emiriniz olarak tanımalısınız" dedi.


Daha sonra Hz. Ömer halife olunca Ebu Ubeyde b. Cerrah'ı bütün Şam bölgesi valiliğine, savaşta ve barışta tüm askerin komutanlığına tayin etti. Ebu Ubeyde'nin bu genel valiliği Şam bölgesinin lslam'dan önceki idari yapısını andırmaktadır. Yukarıda açıklandığı üzere, Şam bölgesi lslam'dan önce çeşitli bölgelere ayrılmıştı. Fetihten sonra farklı olarak Rum genel valisi Antakya'da oturuyordu. lslam valisi ise onun yerine denizden uzak ve Arap kentlerine daha yakın bulunmasından dolayı Şam'da oturuyordu. Çünkü Hz. Ömer birkaç kez belirttiğimiz gibi, kendisi Medine'de yaşıyor ve Müslümanlarla arasında engel olabilecek bir su bulunmasını arzu etmiyordu. Valilikler önceleri temellükten (istimlak) çok askeri işgale benziyordu. Valiler de kentlerin çevresinde müstahkem yerlerde ordugah kuran işgal ve koruma askerleri komutanlarından ibarettiler. Müslümanların askeri kuvveti yukarıda açıklandığı nedenden dolayı kıyılardan çok, çöle yakın yerlerde kurulan askeri yerlerde yaşayan gruplara pay edilirdi. Bu yüzden Şam kıtasını ele geçiren lslam askerleri Şam, Hınıs, Ürdün ve Filistin olmak üzere dört ordugahtan oluşuyordu. Söz konusu dört bölgeye "ecnad" (ordugahlar) denilmesi bundan kaynaklanıyor. Irak bölgesinde bulunan askeri kuvvetler Küfe ve Basra'da ve Mısır bölgesini ele geçiren lslam askerleri de Füstat ve lskenderiye çevresinde yerleşmişti. Askerler köy ve kasabalarda oturmazlar ve halkla karışmazlardı. Hz. Ömer Müslümanların tarımla uğraşmalarını yasaklamıştı. lslam mücahitleri halkla karışmadan tüm yıl kendi ordu konaklarında ikamet ettikten sonra ilkbaharda atlarını köylerdeki çayırlara çıkarırlardı. Atların çayırına hizmet eden ayrı görevliler vardı. Denetim ve yönetim subay ve komutanların elindeydi. lslam askerleri kendi atlarının terbiyesine ve bakımına son derece dikkat ederlerdi. Amr b. el-As'ın askerine söylediği şu sözler bunu gösterir: "Kendini şişmanlatırken atını zayılatan adamı, görevini tam yapmamış sayarım. Askeri nasıl teftişten geçiriyorsam atları da öylece teftişten geçireceğim. Meşru bir mazeret olmadan her kimin atını zayılamış görürsem o adamın tımar ve ulufesinden (tahsisatından) o oranda azaltma yapacağım."


Amr b. el-As ilkbahar geldiğinde yanında bulunan askerlerin çayıra çıkmak ve süt hayvanlarını sağmak için istedikleri yerlere gitmelerine izin verirdi. lslam orduları taşıdıkları sancaklar ve bağlı bulundukları kabileler düzeniyle köylere ve özellikle Menuf, Ahnas vs. tarlalarına dağılırlardı. Mısır'ın her tarafında o dönemde köylerde Kıptiler ve Rumlar yaşıyordu. lslam dini, Mısır köylerinde ancak Hicret'in yüzüncü yılından sonra yayılmaya başladı. 150. yıldan sonra bir kat daha genişledi. Bununla beraber Mısır'da lslamiyet ancak H. 3. yüzyılda güçlendi. Müslümanların bu tarihten önce Mısır köylerinde cami inşaa etmemeleri sözümüzü doğrulamaktadır. Bunun dışında o tarihlerde Kıptiler isyan ettikçe Müslümanları uğraştırıyorlar ve isyanın yatıştırılması da zor oluyordu. Bu durum bu şekilde H. 216 yılına kadar devam etti. Aynı yıl başkaldıran Kıptiler ve Rumları halife Me'mun zor kullanarak itaat altına aldı. lslamiyet bu tarihten sonra köylerde de yayılmaya başladı.


Endülüs'te de idari yapılanma aynı biçimdeydi. H. 92/M. 711 yılında Endülüs fethedildikten sonra, yerli halk idari, siyasi ve dini işlerde önceden olduğu gibi bırakılmış, hükumet idaresi bile alınmamıştır. Müslümanlar yalnız genel başkanlık ve askeri komutanlıkla yetiniyorlardı. Emevilerin idare merkezi Şam ve Abbasilerin merkezi Irak gibi hilafet merkezlerine yakın bulunan yerlerden başka lslamiyet'in ilk döneminde bütün vilayetler böyleydi.


Hulefa-i Raşidin zamanında tayin olunan valiler, vali bulundukları yerleri kendileri ele geçiren komutanlardı. Görevleri de fethettikleri bölgede asayiş ve düzeni sağlamak, namazı kıldırmak ve haraç toplamaktan ibaretti. Yukarıda belirtildiği gibi, Şam, Mısır ve Irak bölgelerinde fethedilen memleketlerde idari işler Emeviler döneminin ortalarına kadar fetihten önce ne durumdaysa olduğu gibi kalmıştı. Bununla birlikte, Raşid Halifelerin son zamanlarından itibaren hükumet, "yerli hükumet" yani "lslami hükumet" şeklini almaya başlamıştı. Abdülmelik b. Mervan hilafet makamına geçince, resmi yazışma stili ve diğer işlemleri Arapçalaştırmış, hükumet işlerinde Müslüman memurlar istihdam ederek, lslami egemenliği tamamlamış oldu. Bu tarihten sonra valiler zaman ve duruma uygun olarak çeşitli özellikler göstermiştir. Ayrıca genel valilik ve özel valilik adlarıyla ikiye ayrıldı. Genel valilikler de biri "emaret-i istikfa - doğrudan doğruya halifenin seçimiyle olan valilik", diğeri "emaret-i istila- halifenin sadece onayıyla olan valilik" adlarıyla iki türlüydü.


Geniş Yetkili Valilik (Emaret-i istikfa veya Emaret-i Tefviz)


Halkın ve hükumetin her çeşit işlerine bakmak üzere halife tarafından her türlü geniş yetkilerle verilen valiliktir. Bu şekilde tayin olunan valiler şu görevleri yapmakla sorumluydu:


Askeri idareye bakmak, askeri gerekli yerlere göndermek, maaş ve erzakını hazırlamak.


ldari işlere bakmak devlet memurları ve kadıları tayin etmek, haraç ve sadakanın toplanmasını gözetlemek, bunun için gerekli memurları tayin etmek ve hak sahiplerine, hükumet memurlarına ödemede bulunmak.


Halkın din ve ırzına tecavüz edilmesini engellemek.


Şer'i sınırları sürdürmek ve ayakta tutmak.


Namazda imamlık yapmak.


Hacılara yardım etmek ve kolaylık göstermek.


Bu gibi valilerin memuriyet yerleri, düşman ülke sınırı üzerindeyse valiye sekizinci bir görev olarak, düşmanla savaş yapmak, -asker ve maliye konusunda görüldüğü üzere- alınan ganimetleri mücahitler arasında dağıtmak ve 1/5'ini ehline verilmek üzere ayırmaktan ibarettir. lslam vilayetlerinin çoğu, özelikle Ümeyye Oğulları zamanında Irak, Abbasiler zamanında Mısır ve Şam ve her iki devirde Horasan gibi hilafet merkezinden uzak olan vilayetler bu şekildeydi.


Emeviler zamanında Irak'ta bu çeşit tefviz valilerinin ünlüleri; sırayla Ziyad b. Ebih ile oğlu Abdullah, Beşir b. Mervan, Haccac b. Yusuf, Yezid b. Mühelleb, Mesleme b. Abdülmelik, Amr b. Hübeyre, Halid b. Abdullah, Yusuf b. Ömer, Abdullah b. Ömer b. Abdülaziz, Yezid b. Ömer b. Hübeyre'dir. Bunların valiliklerine Küfe ve Basra'yı içermesinden dolayı, "lrakeyn emareti - valiliği" adı verilirdi. Bu valilerden her biri kontrolü altında bulunan yerlerde, yukarıda belirttiğimiz işlerde bağımsız bir hükümdar gibi hareket ederdi. Egemenliği altında bulunan kent ve kasabalara gerektiğinde mutasarrıflar vs. devlet memurları tayin etmek, hükumet mallarını tahsil ve cibayet ve bu paralardan askerin ve memurların maaşlarını ve memleketin gelişip kalkınmasına yardım edecek köprüler, kanallar vs. bayındırlık işlerine gerekli harcamaları yaptıktan sonra geride kalan gelirleri Şam'daki Beytülmal'e gönderirlerdi.


Mısır'a tayin olan valiler de Amr b. el-As zamanından daha sonraki zamana kadar bu çeşit valilerdendi. Belki Mısır valileri özellikle Muaviye'ye Hz. Ali aleyhine destek verdikten sonra Muaviye'nin emriyle son kez vali yapılan Amr b. el-As zamanında diğer vilayetteki valilerden fazla bağımsızlardı. ihtimal ki Muaviye, Horasan'a vali tayin ettiği zaman Ziyad b. Ebih'e ve Küfe'ye vali tayin ettiği sırada Mugire b. Şu'be'ye de bu dahileri bir kat daha kendisine çekmek ve bağlamak için öyle geniş yetkiler vermişti. Halifelik Abbasilere geçince bunlar da aynı yolu takip etmişlerdir. Bununla birlikte hilafet merkezine yakınlığından dolayı çoğunlukla Irak üzerine öyle mutlak ve bağımsız vali tayin etmezlerdi. Şam, Mısır, Horasan ve Irak'ın doğusundan Türkistan'ın son sınırlarına ve Maveraünnehir'e kadar olan yerler gibi uzak vilayetlere ise, geniş yetkilerle valiler gönderirlerdi. Bermeki ailesi, Abbasi Devleti'nde güçlü bir hale gelince bunlardan biri olan Cafer b. Yahya Harünürreşid tarafından Ambar'dan itibaren Afrika'ya kadar bütün batı bölgesine bağımsız vali tayin edildi. Böylece Harünürreşid Bermekilerden bu şahsın kardeşi olan Fazl b. Yahya'yı da H. 176'da Şirvan'dan Türk ülkelerinin son sınırlarına kadar bütün doğu valiliğine aynı geniş yetkilerle vali tayin etti. Cafer, bu valiliği sırasında Basra'da ikamet ediyor, Şam, Afrika vs. bölgelere memurlar göndermek suretiyle yöneticiliğini sürdürüyordu. Kardeşi Fazl ise böyle yapmamış, bizzat Horasan'a kadar gitmiş; oralarda bulunan hükumet memurlarından uygun görmediklerini değiştirmiş ve bazı ıslahatlar yaptıktan sonra Irak'a dönmüştür.


Çoğu kez halifeler kendilerine bağlı yakın adamlarından birine valilik verdiklerinde bu kişi kendi yerine işleri yürütecek diğer birini vali olarak görev yerine gönderir ve kendisi halifenin yanında kalırdı. Bu gibi durumlar çoğunlukla Abbasiler zamanında oluyordu. Abbasilerin çeşitli bağımsız beyliklere ve devletçiklere bölünmesine neden olan sebeplerden biri de böyle geniş yetkilerle gönderilen bu istikfa valileriydi. Çünkü vali kendi vilayeti içindeki gelir fazlasını halifeye göndermekten onun adına hutbe okutmak, sikke bastırmaktan, iktidar ve yetkisini baskıya uğratmayacak diğer birtakım konulardan başka adeta bir bağımsız hükümdar şeklinde hareket ederdi. Bundan dolayı bu kadar büyük bir nüfuz, iktidar ve yetkiyi taşıyan vali kurnaz olur ve halifeyi zayıf görürse vilayet halkını kendisine yandaş ederek, ya büsbütün veya Bağdat'taki halifeye bir vergi vermek veya diğer birtakım koşullar altında bulunmak üzere, bağımsız olmayı başarırlardı. işte bu şekilde Afrika'daki Aglebiler, Horasan'da Tahiriler, Mısır'da Tolunoğulları bağımsızhklarını ilan eden bu tür valilere örnektir. Bununla birlikte bu valiler aslında Abbasilere bağlı emirliklerdi.


Yarı Bağımsız Valiler (İstila Emaretleri)


İstila emaretleri veya valilikleriyle anlatılmak istenen; bir valinin bir vilayeti güç kullanarak ele geçirdikten sonra, halifenin o valiyi ister istemez vali tanıması ve memuriyetini onaylamasıdır. Halife bu gibi emirlerin valiliklerini tasdik ve hükumet işlerinin bağımsız olarak idaresini kendilerine bırakıyorlardı. Bu çeşit valiler bulunduktan yerlerde idari işleri istedikleri gibi kendi emirleriyle ve dini işleri de halife adına vekillik suretiyle görüp yerine getiriyorlardı. Bununla birlikte bu bağımsızlığa karşı valiler üzerine aşağıdaki gibi bazı şartlar konurdu.


İmamet görevinin Peygamber'in halifesine bırakılmasıyla halkın işinin en güzel şekilde düzenlenmesi, dini hükümlere itaat, Müslümanların düşmanlarına karşı kuvvetli olabilmeleri için aralarındaki birlik ve uzlaşmanın güçlendirilmesi, birbirlerine yardımcı olacak araçların artırılması.


Dini akitlerdeki tevliyetin caiz ve hükümlerinin geçerli olması, şer'i vergilerin meşru dairede alınması, Hudud-i şer'iyye'nin (şer'i cezalar), şartları yerine geldikten sonra, hakkıyla ve ancak suçlular hakkında uygulanması.


Din hükümlerinin korunması.


İstila valisi kendi emrinde vezir vs. memur ve görevliler tayin etmekte de yetkiliydi. İşte bu çeşit valiliklerden, Abbasi Devleti zamanında, yukarıda söylenen Tahiriler, Buveyhiler, Gazneliler, Tolunoğulları, lhşidiler vs.'nin ayrılmasıyla sonuçlanmıştır. Söz konusu hükumet veya devletler bağımsız bir emirlik olmakla birlikte minberlerde halife adına hutbe okunur, halife adına para basılır ve yıllık belli bir para verilirdi. Buna karşılık halife de bu emirlerin meşruluğunu onaylardı. Söz konusu emirliklerde egemenlik -Mısır hidivliğinin Osmanlılara karşı konumu gibi- babadan oğula geçerdi.


Özel Emirlik veya Valilikler


Özel emirlik veye valilikte valinin göreceği vazifeler belli sınırlar içinde askerin düzenlenmesi ve reayanın işlerine bakmak, lslamiyet'e karşı yapılan saldırılara karşı durmak, ırz ve namusu korumaktı. Bu yetkilerle vali olan kişi kazaiye (adli ve şeri işler) veye tenfize veyahut haraç ve sadakaların toplanmasına karışamazdı. Üstelik namazda imamlık da yapmazdı. Çünkü bu çeşit valiliklerde imamlık kimi kez kadının göreviydi. Halife bu valiliklere kadıları ve mal memurlarını doğrudan doğruya atardı. Mal memurları da devlet mallarını Beytülmal adına toplar askerin maaşlarını vs. öder ve geri kalan gelir fazlasını Beytülmal'e gönderirdi. Abbasiler devrinde bu çeşit valilikler çok azdı.


Valilerin Maaşları


Hz. Ömer devlet divanını kurup askerin maaş ve tahsisatını tayin ettiği sırada valilerin maaşlarını da belirlemişti. Hz. Ömer'in ilk tahsis ettiği vali maaşı sahabenin ileri gelenlerinen Ammar b. Yasir adınaydı. Hz. Ömer, Ammar'ı Küfe valiliğine tayin edip namazda imamlık ve askere komutanlık vazifelerini verdiği zaman, ona ayda 600 dirhem (frank) tahsis etti. Emri altında bulunan mutasarruflara, memurlara, katiblere, müezzlere vs.'ye de maaşlar tayin etti. Arazi ölçüm memurluğuna sahabeden Osman b. Hanif'i, Kufe kadılığına Abdullah b. Mesud'u ve Basra kadılığına da yine sahabeden Şureyh b. el­ Haris'i tayin ederek bunlardan Osman'a günde bir koyunun çeyreği ve beş dirhem, yıllık beş bin dirhem ve Abdullah'a ayda yüz dirhem ile günde bir çeyrek koyun ve Şurayh'a da ayda yüz dirhem ile on cerib (zahire ölçüsü) veriyordu. Bundan anlaşıldığına göre, Hz. Ömer, Ammar b. Yasir'i diğer memurların hepsinin üstünde tutuyordu. Bu ise Ammar'ın namaz ve asker üzerine görevlendirilmesinden kaynaklanıyordu. Çünkü o zamanlarda valilik bu iki şeyle kaimdi. Hz. Ömer, Muaviye b. Ebu Süfyan'ı Şam'a vali tayin ettiği zaman kendisine yıllık bin dirhem maaş tahsis etti. Hz. Ömer valilerden hesap sorma işinde çok titiz davranırdı. Valilerin bir şeyden para kazandıklarını öğrenince ellerinde bulunan paraların yarısını Beytülmal'e devrederdi. Halifelik Emevilere geçince Muaviye valilere kendisine meyl ve bağlılıklarını kuvvetlendirmek için birçok ayrıcalık verdi. Örneğin Ziyat b. Ebih'i Basra, Horasan ve Sicistan'a vali tayin ettiğinde istediği kadar maaş almasına izin verdi. Mısır'a Amr b. el-As'ı tayin ettiği zaman ona da aynı izni verdi. Abbasiler de benzeri uygulamaları yaptılar. Üstelik Me'mün, tarafından Şark valiliğine (Şirvan'dan Türk ülkesinin arkadaki sınırlarına kadar olan yerler) tayin olan Fazl b. Sehl'e yıllık üç milyon dirhem (frank) tahsis edilmiştir. Yukarıdaki malumatla görüldüğü üzere, valilerin maaşları tek düze ve aynı oranda olmayıp valiliğin çeşidine, vilayetin büyüklüğüne ve önemine göre değişiyordu.


Vezirlik, Yarı Bağımsız Hükümdarlık (Emiru'l-ümeralık) ve Saltanat


Vezaret yani vezirlik, devlet makamlarının en büyüğüydü. Bu rütbe Müslümanların ortaya çıkardıkları veya icat ettikleri bir şey değildir. Abbasiler devrinde İranlılardan alınmıştır. Bununla birlikte vezirlikten amaç halifenin kendine destek olacak diğer bir kişiden yardım görmesi ise, bu durumda vezaret Islam'ın başlangıcında mevcuttur denebilir. Çünkü Hz. Peygamber kendisi sahabeye danışıp, genel veya özel işlerde onların görüşlerinden yararlandıktan başka Hz. Ebubekir'i bazı konularda adeta özel müsteşarı yapmıştı. Üstelik Islam'dan önce Rum ve İranlılarla ilişkilerde bulunup vezirlik makamını bilen Araplardan bir kısmı Hz. Ebubekir'i "Peygamberin veziri" diye adlandırırlardı. Hz. Ebubekir Hz. Peygamber'in yanında hangi mevki ve konumda bulunmuşsa, Hz. Ömer de Hz. Ebubekir'in, Hz. Ali ve Osman da Hz. Ömer'in yanında aynı konumda bulunmuşlardı. Ancak lslamiyet'in başlarında vezirlik memuriyeti bilinmiyordu.


Emeviler halifeliği saltanat şekline çevirerek, egemenliği siyaset ve deha üzerine bina edince, kabileleri kendi taraflarına çekmek ve yandaş yapabilmek için doğru görüş sahibi, yardımlarından faydalanacak kişilere gerek duydular. Bu amaçla görevlendirdikleri kişiler vezir makamındaydılar. Bununla birlikte gelişmelerden anlaşılıyor ki, o tarihlerde bu makamı işgal eden kişilere vezir adı vermiyorlardı.


Hilafet makamı Abbasilerin eline geçip de, ülke yükselmeye ve gelişmeye başlayınca devlet rütbelerinin önemi arttı. Bu arada vezirlik makamı da doğmuş, halifenin vekili olararak memleket işleri vezirlere devredilmiştir. Vezirliğe "muhasebat divanı" daha sonra halifenin sırlarına kimse vakıf olmaması için devletin önemli haberleşmeleri görevi de eklenerek söz konusu makam hem kılıç hem kalemi kapsayan büyük bir makam olmuştur.


Abbasilerde vezir adını alan ilk kişi Saffah zamanında bu göreve getirilen Ebü Seleme Hafs b. Süleyman Hemedani'ydi. Bu kişi lslam tarihinde de ilk vezir kabul edilir. lbn Hallikan "Ne Emeviler zamanında ne de diğer zamanlarda Ebü Seleme'den daha önce bu ad ile tanınmış kimse vardır" diyor. Ebü Müslim Horasani'ye "Emir-i Al-i Muhammed" dendiği gibi, Ebü Seleme'ye de "Vezir-i Al-i Muhammed" deniyordu. Bunların ikisi de İranlıydı. Islamiyet'te vezirlere güvenerek devlet işlerini ilk kez onların eline bırakanlar Abbasilerdi. İlk vezirler İranlılardan seçiliyordu. Abbasi vezirlerinin en ünlüleri Bermekilerdir. Bunlar zamanla devletin gücünü tamamen ele geçirerek baskı ve zorbalığa kalkışınca Harünürreşid'in emriyle ortadan kaldırılmışlardır.


Abbasiler zamanında vezirlik makamı birçok değişiklik geçirmiştir. Örneğin hicri dördüncü yüzyılda vezirin adına ayrıca "sahih" lakabı eklendi. Bu şekilde ilk çağırılan Ebu'l-Kasım İsmail b. Ebi'l Hasan'dı. Söz konusu vezir Buveyhilerden Müeyyed ed-Devle'nin veziriydi. Sahih adıyla biliniyordu. Kendisinden sonra vezir olanların hepsi de sahih adıyla isimlendirildiler.


Daha sonra Abbasilerde halifelerin güç ve egemenlikleri azalınca vezaretin de önemi kalmadı. Valilerden her biri ülkenin bir bölgesinde bağımsızlığını ilan ederek halifeler elinde bir şey bırakmadıklarından; halifelik adı var kendisi yok gibi olunca, vezirlik makamının da önemi kalmamış ve daha sonra onun yerine "emiru'l-ümeralık" makamı kurulmuştur.


Emiru'l-Ümera


Dördüncü hicri yüzyılda ve daha sonra Abbasiler'den ayrılan Hemdaniler ve Buveyhilerden bazı küçük Islam hükumetlerine Abbasi halifelerince verilen lakaptır. Emiru'l-Ümera bazen tamamen, bazen bir dereceye kadar bağımsız bir hükümdar halindeydi. Emiru'l-Ümera lakabını alan ilk kişi Hemdanilerden lbn Raik'ti. Bu kişi Basra ve Vasıt emiriyken Abbasi halifelerinden Razibillah tarafından (H. 324/M. 935) yılında Emiru'l-Ümera yapıldıktan başka memleketin işleri ve idaresi onun eline verilerek, minberlerde adının hutbede okunması emredilmiş ve kendisine hil'at giydirilip sancak verilmiştir. Ibn Raik'i "Bağdat padişahı" veya "Bağdat sultanı" adıyla çağırırlardı. Söz konusu lakap (H. 449/1058) yılına kadar Buveyhiler hanedanı tarafından kullanılmış ve bu tarihte Selçuklu Türklerine geçmiştir. Selçukluların birinci hükümdarı Tuğrul Bey'di (1040-1063). Ondan sonra devletin başına zamanın en büyük hükümdarlarından Alparslan (1064-1073) geçmiştir.

Emiru'l-Ümera lakabı Selçuklular'da (H. 547/1153) yılına kadar devam etmiştir. Bağdat üzerindeki kontrollerinin bitmesiyle birlikte bu lakap da üzerlerinden düşmüştür. Buveyhiler egemenliklerinin zirvede olduğu yıllarda Emiru'l-Ümera'yı kendileri tayin ederlerdi. Halifeler üzerinde, "reis-i rüesa" adıyla çağırılan bir vekil tayininden başka iktidar ve kuvvet bırakmamışlardı. Ancak Abbasi halifeleri, Selçukluların hakimiyetleri döneminde bu yetkilerini tekrar elde etmişler ve Emi­ru'l-Ümera'yı kendileri tayin etmeye başlamışlardır.


Abbasiler zamanında vezirlik makamının tarihi incelenecek olursa, vezirlerin devletin gerilemesi ve yıkılmasının önemli nedenlerinden biri olduğu ortaya çıkar. Halifeler bütün devlet işlerini vezirlere bırakarak bir tarafa çekildikleri için zamanla hakimiyetlerini kaybetmişler, güçsüz ve etkisiz bir hale gelmişlerdir.


Diğer lslam devletlerine gelince; Mısır'da hüküm süren Fatımilerin ilk veziri Yakub b. Yusuf'tu. Kendisi H. 368/978 yılında halife Azizbillah'ın veziri oldu. Endülüs Emevi Devleti'nde de vezirlik makamı Şam merkezli Emevilerdeki sisteme benziyordu. Bu devlette vezirlik halife tarafından, yardım ve görüşlerinden yararlanmak için atanan bir grup arasında ortaktı. Halife bu kişileri kendi meclisinde görevlendirirdi. Onlardan biri Abbasi Devleti'nde vezir makamında bulunan kişi gibi kendisine vekaletle devlet işlerini idare etmesi için seçilirdi. Buna önceleri "teşrifatçı-mabeynci" adı veriliyordu. Daha sonra vezir dendi. Endülüs devleti zamanında bu memuriyet Bağdat'taki Bermekilerde olduğu gibi belli bazı ailelere miras yoluyla geçen bir makamdı.


Vezaret-i Tefviz (Tam Yetkili Vezirlik)


Vezirlik, yukarıda belirtilen emaretle olduğu gibi iki çeşitti: Vezaret-i tefviz ve vezaret-i tenfiz. Vezaret-i tefviz; devlet işlerini eline alarak kendi görüş ve kararları ile işleri görmek üzere seçilen vezirdir. Devletin veziri tüm işleri eline alarak halife namına yetkilerini kullanırdı. Yalnız şu üç işe karışamazdı:


Veliahd tayinine, çünkü bu halifenin işidir.


Halife vezirin görevlendirdiği memurları görevden alabilirdi. Ancak vezirin halifenin tayin ettiği memuru görevden alma yetkisi yoktu.

İmamlıktan istifa halifeye ait bir haktı. Vezir buna karışamazdı.


Abbasilerde Bermekiler ve Yahya b. Eksem, lbn Fırat vs. Fatımilerde "emiru'l-cüyuş" makamı tefviz vezirlerindendi. Abbasilerde halifeler vezirlere kendi taraflarından istedikleri iş ve konularda doğrudan doğruya mühür basmak, emirler vermek gibi büyük yetkiler vermişlerdi. Harunürreşid'in mührü Bermeki Cafer'den alıp kardeşi Fazıl'a teslim ettiği sırada ortaya çıkan durum vezirlerin o devirde ne kadar geniş bir yetkiye ve etkiye sahip olduklarını açık bir biçimde gösterir.

Vezir Cafer b. Yahya'yla Harunürreşid'in amca oğlu Abdülmelik b. Salih arasında geçen bir olay Abbasi vezirlerinin geniş yetkilerini gösterir: Bir gün Cafer, bir eğlence meclisi kurmuş eğleniyordu. Abdülmelik aniden bu özel meclise girer. Cafer, Abdülmelik'in zevk ve sefanın her çeşidinin bulunduğu böyle bir meclise girmesinden ve kendisini zevk ve sefa içinde görmesinden utanarak kendisine çekidüzen vermek ister. Abdülmelik "Hayır, ben de bu zevk ve sefaya katılmak isterim. izin veriniz birlikte sohbet edelim" der. Bunun üzerine meclis çalgı, çengi ve eğlenceyle sürer. Çalgı, içki, neşe ve zevk devam eder. Herkesin çakır keyif olduğu sırada Cafer, Abdülmelik'e "Bu ziyaret ve sohbetinizle beni minneltar ettiniz. Görülecek bir işiniz, yapılacak bir emriniz varsa söyleyiniz, bütün gücümle hizmetinize hazırım" der.

Abdülmelik "Evet bir ricam var. Halife Harunürreşid bana biraz gücendi. Bu dargınlığı ortadan kaldırmanızı rica ederim." Cafer: "Harunürreşid'in hakkınızdaki dargınlığı bu dakikadan sonra yok olmuştur. Emin olunuz".


"Bir de on bin dinar borcum var."


"Bu borcu ben ödeyeceğim. Halife de bunun bir katını size verecektir."


"Oğlum lbrahim'i halifeyle akraba yapmak isterim o şerefe kavuşmak istiyorum."

"Halife kızı Galye'yi oğlunuza şimdiden vermiştir." "Oğlumun başı üzerinde emirlik bayrağının dalgalanmasını görmek isterim."


"Müminlerin emiri oğlunuzu Mısır valiliğine tayin etmiştir." Bu konuşmadan sonra Abdülmelik b. Salih oradan ayrılarak evine gider. Ancak Cafer bütün bu konuları halifeden izin istemeden kesin bir şekilde va ad etmişti. Ertesi gün Cafer Harünürreşid'in huzuruna çıkınca Harünürreşid geçen günü nasıl geçirdiğini sorar. Cafer nasıl vakit geçirdiğini anlatmaya başlar. Harünürreşid bir yastığa dayanmış olduğu halde Cafer'i dinler. Söz Abdülmelik'in o çalgı ve eğlence meclisine varınca Harünürreşid doğrulur. Cafer'e "Aşk olsun sana! Senden bir şey istedi mi?" diye sorar.


"Müminlerin emirinin rıza ve teveccühüne kavuşmayı rica etti."


"Peki sen ne cevap verdin?"


"Müminlerin emirinin rızası sağlanmıştır. Emin olunuz dedim."

"Ona olan kırgınlık ve küskünlüğüm yok oldu. Daha ne istedi?"


"10 bin dinar borcu olduğundan bahsetti. Ben de halife borcunuzu ödeyecektir, dedim."


"Bu borcunuzu da öderiz. Daha bir şey istedi mi"


"Evet ya halife' Oğlu İbrahim için sizinle dünür olmak istedi. Müminlerin emiri oğlunuza kızı Galye'yi verecektir, sözünü verdim."


"Bunu da uygun gördüm."


"Daha başka bir şey istedi mi?"


"Oğlunun bir valiliğe tayin olunmasını istedi. Ben de halife onu Mısır'a tayin edecektir dedim."


"Bu da olsun. Kendisini oraya vali tayin ettim." Harünürreşid bütün bu söyledikleri şeyleri derhal yerine getirdi.


Çoğu kez halifeler, vezirlere vezirlik memuriyetiyle beraber başka bir memuriyet daha verirlerdi. Nitekim Me'mün zamanında Fazl b. Sehl'e vezirlikle beraber "riyaset-i seyf' (başkomutanlık) de verilmiş, bu yüzden kendisine "zü'l-riyaseteyn" yani (iki reislik sahibi) lakabı verilmiştir.


Vezaret-i Tenfiz (Sınırlı Yetkili Vezirlik)


Vezareti tenfiz ile vezir olan kişinin görevi halifenin emirlerini uygulamaktan ibarettir. Böyle vezirler halife ile reayası arasında aracı olmak görevini yerine getirmekten başka bir şey yapmazlardı. Vali tayini, ordu hazırlama gibi konularda halifenin verdiği emirleri yerine getirir ve diğer önemli devlet işleri konusunda halifeye bilgi sunardı. Bu tür vezirlikle tefviz vezirliği arasında büyük fark vardır. Tefviz vezirleri oldukça geniş yetkili vezirlerdir. Tefviz vezirleri istediklerini görevden alabilirler. Devlet işlerini sınırsız bir yetki ile görüp gözetirlerdi. Bundan başka halife tenfiz vezirliği işleri için, biri savaş işlerine diğeri haraç işlerine bakmak üzere aynı zamanda iki vezir tayin edebilirdi. Oysa tefviz vezirliği işleri için bir vezirden fazla tayin yapamazdı.


Vezir Maaşları


Vezir maaşları zaman ve kişilere göre değişik miktarlarda ödeniyordu. Bununla birlikte yalnızca vezirlere değil onların kardeşlerine, çocuklarına, emri altındaki yakınlarına maaşlar verilirdi. Fatımilerde akraba ve yakınlarına aşağıdaki miktarda maaşlar veriliyordu:

Vezir için 5 bin dinar; kardeşleri ve çocuklarından her birine 200-300 dinar; yakın akrabadan her birine 300-500 dinar.


Vezirlere verilen mukataalarla, özel günlerde kendilerine verilen hediye ve hilatler bu hesaba dahil değildi. Şu durumda bir vezire gerek kendisine ve gerek akraba ve maiyetinde bulunanlara verilen maaşlar, -hediye ve hilatler ve mukataalar da eklenecek olursa- toplam yıllık 100 bin dinara ulaşır.


Saltanat


Sultan lakabı, Abbasi vezirlerine saygı için halifelerin emriyle verilen bir lakaptır. lbn Haldun, Cafer b. Yahya'ya sultan adı verildiğini belirtiyor. Bazı Arapça kaynaklardan anlaşılıyor ki, sultan lakabı bir zamanlar Bağdat ve Şam valilerine veriliyordu. Söz konusu valiler belki günümüz polis müdürüne ve belediye başkanına benzer bir konumdaydılar. Kimi kez de sultan kelimesiyle bizzat halife kastedilirdi. Ancak söz konusu kelime neye işaret ederse etsin, o tarihlerde mecazi anlamda kullanılıyordu. Çünkü saltanat bir resmi rütbe olarak ancak Gazneli Mahmud'un devrinde tanınmıştır. lslam'da resmen ilk sultan lakabını o kullanmıştır. Gazneli Mahmud H. 4. yüzyılın sonlarında söz konusu Emiru'l-Ümera lakabına bedel sultan lakabını almıştır. Muhtemelen Emiru'l-Ümera lakabı vezir adı gibi çok kullanılan bir halde görüldüğünden sultan kelimesine çevrilmesine gerek görülmüştür. Daha sonra sultan lakabı Selçuklular/ Eyyubiler, Memluklular, Osmanlılar vs.'den Türk, Kürt ve Çerkez hükümdarlarına da lakap olmuştur. Saltanat makamı vezirlik şeklindeyken intikalinde "irs" şart değildi. Ancak sonraları bir hükümdarlık biçiminde saltanat mertebesine çevrilince irs şart kabul edilmiş ve sultan ölmeden önce veliahd tayin etmeye başlamıştır.


Bununla birlikte lbn Haldun'un tabib Razi'nin hayatını anlatırken verdiği bilgilere göre Samanoğulları hükümdarları kendi padişahlarına "sultanü's-selatin" (sultanların sultanı) adını verirlerdi. Samanoğulları Gaznelilerden önce yaşadıklarına göre sultan lakabı daha önce de kullanılmış demektir. Sultan lakabının daha önce kullanıldığı doğru kabul edilirse Gaznelilere verilen bu lakabın Samanilerden geçtiğine inanmak gerekir. Ancak bizim bu konuda yaptığımız araştırmalar lbn Hallikan'ın söylediklerinden çok diğer görüşü yani Gazneli Mahmut'tan daha önce sultan lakabını hiçbir hükümdarın resmen kullanmadığını gösteriyor. Eğer böyle değilse o durumda Samanoğulları lslam'ı kabul etmeden önceki dönemde bu lakabı kullanmışlar demektir. Bundan dolayı, lslam'ı kabul ettikten sonra sultan lakabını ilk kullanan Gazneli Mahmud'dur demek doğru kabul edilebilir.


Söz konusu lakabın kullanıldığı dönemde kuvvet ve nüfuz sultanların elinde olmakla beraber yine de sultanlara, "sultan" lakabını veren halifelerdi. Bu lakabın halife tarafından verilmesi dini açıdan zorunlu görülüyordu.


Saltanat lakabının verilişi çok parlak ve görkemli törenlerle yapılırdı. Halife kendisine sultan lakabını verdiği kişiye 7 hilat bağışlar, ona gerdanlık, taç ve iki bilezik giydirir, eline sancak teslim eder, kendisine kılıç kuşatır, adına hutbe okuturdu. Örneğin Abbasi halifelerinden Mustazhirbillah Bağdat'ta Muhammed b. Melik Şah'a kardeşi Sencer'in huzurunda "sultan" lakabını verdiği zaman Mustahzir, omuzunda Peygamber'in hırkası ve başında hilafet sarığı (destar-i hilafet) ve elinde saltanat asası olduğu halde, başında taçla hilafet tahtına oturarak, sultan Muhammed'e özel bir törenle hilatler, gerdanlık, taç, bilezik giydirmiş ve eline sancak vermiş, belinede iki kılıç kuşatmış, tam donatılmış beş at hediye etmiş, Bağdat büyük camiinde sultan adına hutbe okutmuştu. Hükümdarlara sultan lakabı verilmesi töreni yapıldığı sıralarda halifeliğin onlarla desteklenip güçlendiğini göstermek üzere kendilerine "nasirü'd-devle", seyfü'd­ devle", "azdu'd-devle" vs. gibi lakaplar da verilirdi.

 



Corci Zeydan’ın İslam Uygarlıkları Tarihi Kitabından Alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak