11 Şubat 2023 Cumartesi

Türk Soylu Halklarda Ruh, Ölüm Tasavvuru (Defin, Yas ve Şölenler)-3

 Defin Törenleri



Ölü ve ölümden duyulan korku sebebiyle yerleşmiş olan, defin ve yas âdetlerinin dışında, ölen kişinin yanına ölüler ülkesine göçünde ona lâzım olacak eşyaların bırakılması, ölüler kültünün tabiî bir parçasını teşkil eder. Çalışmamızda tetkik ve tahkik etmiş olduğumuz halkların, tesirinde kalmış oldukları muhtelif yabancı kültürlerle, bu halkların yaşadıkları coğrafyada tabiî olarak bıraktıkları kültürel izlerle ilgilidir. Meselâ, Lama Budizminin yayılmış olduğu bölgelerde, ölen kişinin cesedinin vahşi hayvanlar ve kuşların yemesi için bozkırda terk edilmesi âdeti oldukça yaygındır. Budist rahipler kendi kitaplarına bakarak ölen kişinin çıplak mı, yoksa kıyafetleriyle mi, doğrudan toprağın üzerine mi, yoksa keçe çadır veya çalı çırpıdan yapılma bir barakanın içinde mi defnedileceğine karar verirler. Defin esnasında hangi sunu ve büyü gereçlerinin veya benzeri malzemelerin kullanılacağı da yine rahipler tarafından belirlenir. Cesedin ne şekilde yatırılacağı, ölen kişinin doğum saatine bakarak yapılan astral hesaplamalar sonuncunda tespit edilir. Bu hususta Tibet öğretileri, ölünün bazı durumlarda cesedin yakılması, suya bırakılması, toprağa gömülmesi, taşların veya ağaçların koruması altına bırakılması gibi değişik defin şekilleri öngörürse de, Kalmuklar buna pek riayet etmeyerek, sadece yüksek unvanlı kişilerin cesetlerini bir çeşit keçe çadır veya çalılardan yapılma bir barakaya defnederler. Toprağa gömerek defnetme şekli, genel olarak cesedin üzerine bir miktar toprak atma veya üzerine birkaç taş veya ağaç dalı koyarak yapılırken, suya defnetmede cesedi üzerine biraz su dökülerek, yakarak defnetmedeyse genellikle bozkırda bırakılan cesedin üzerinde biraz ot yakılarak defin yapılır. Sadece beylerin ve rahiplerin cesetleri ihtimam ile tamamen yakılır. Pallas, cesedin yakılarak defnedilmesinin Moğollarda daha yaygın olduğundan bahsederken, Kalmuklarda buna pek itibar edilmemesi muhtemelen yaşadıkları bölgenin ağaç yönünden kıt olmasıyla ilgilidir. Moğollar, ölülerini yaktıktan sonra, kemiklerini üstlerini hiç örtmeden açıkta bırakıp, kemiklerin etrafına üzerinde Tibetçe duaların yazılı olduğu beyaz ve mavi bayrakçıklar asarlar. Yüksek rütbeli kişilerin küllerini bir kap içinde toplayıp, cesedin yakıldığı yere dikilen tahta veya taştan yapılma küçük bir kaidenin dibine gömerler.


Torgutların defin törenlerini anlatan Ivanovskiy, hastanın ölümünün hemen akabinde tören için Lama çağırıldığını ve Lamanın yaptıklarına karşılık olarak, ölünün atını, kılıcını ve elbisesini aldığını söyler. Ölünün cesedi evinden onbeş kulaç kadar doğusuna toprağın üzerine bırakılır. Torgut inancına göre dindar kişilerin cesetlerini köpekler yer, eğer yemezlerse, bu o kişinin günahkar olduğu anlamına gelir. Sadece çok ünlü ve itibarlı kişilerin cesetleri yakılırken, yakma işleminden sonra Lama küllerini bakır bir kaba koyarak kil ile karıştırır. Bu kilden insan benzeri bir heykelcik yapılarak, ölünün yakıldığı yere yerleştirilir. Ivanovskiy, ölmüş atalarını temsil eden bu heykelciklere (Rusça: Kamennaya baba) Torgutların çok büyük bir saygı gösterdiklerini belirtir.


Sarı Uygurlar, ölülerini bozkıra bırakıp veya toprağa gömdükleri gibi, bazen de yakarak defnederler. Bu yakma töreni genelde akşam veya gece yapılır ve ölünün başı güneye gelecek şekilde bir odun yığınının üzerine yatırılıp, alevlerin en harlı olduğu sırada ateşin üstüne içki ve ekmek atılır. Bir süre sonra cesedin kalıntıları toplanıp, bir torbaya konularak, toprağa gömülüp, gömüldüğü yere de küçük bir tümsek yapılır.


Lama Budizminin etkisiyle, çoğu zaman Soyoteler ölülerini bozkıra bırakırken, sadece Lamaların ve önde gelen kişilerin cesetlerini yakarlar. Tarbagatay bölgesinde ölen kişinin külleri, kil ile karıştırılıp bundan ölen kişinin küçük bir heykelciği yapılır. Bazı bölgelerdeki Soyoteler, cesedi bozkırda toprağa yatırırken, altına keçeden yatak serip, yastık olarak bir eğer bırakırlar. Ölünün yanına ayrıca kıyafetler-eğer kış mevsimi ise kürkler- ve çeşitli eşyalar bırakılması da âdettendir. Eski dönemlerde özellikle Kırgızların ölünün atını ölünün bedenine bağlayarak bıraktıkları bilinmekle beraber, artık ölenin atı ve eğerini Lamalar almaktalar. İrtiş nehri boylarında yaşayan Soyoteler, ağaç dallarından masaya benzer kerevetler yaparak, ölen kişinin kullanmış olduğu eşyalarla beraber, ölülerini bunların üzerine defnederler ki, özellikle şamanların cesetleri bu şekilde ve genellikle karaçam ağaçlarının yanında kurulan kerevetlere defnedilir. Şamanın büyü aletleri, davulu, elbiseleri ve diğer eşyaları da ağaca asılır.


Buryatların büyük bölümü Lama inancına bağlı olmakla beraber, bazı bölgelerde Lamaist öğretilerle birlikte kendi eski gelenekleri de devam ettirdikleri görülür. Özellikle Balagansk ve İndinsk bölgelerinde hâlen şamanın tabutunun ormanda dört direk üzerinde kurulu bir kerevetin üzerinde defnedilmesi bu eski geleneğinin devam ettirdiğini gösterir.


Bu mezarlara “Aranga” adı verilir ve eskiden bu uygulama Alarsk bölgesinde sık sık görülebilirdi. Soyoteler gibi Buryatlar da, şamanı defnederken delinmiş davulunu ve diğer eşyalarını cesedin yakınlarında bir ağaca asarlar.


Buryatların yaşadığı bazı bölgelerde ölüler yakılarak defnedilir. Bunun için öncelikle ölüye en güzel kıyafetleri giydirilip, oku, yayı, bıçağı ve erzakı yanına bırakılır ve başının altına yastık olarak eğeri konulur. Kimi zaman ölen kişinin atı da öldürülüp, kendisiyle beraber yakılır. Yakma töreninden üç gün sonra, külleri toplanıp kayın ağacından yapılma bir kutuya konulur ve bu kutu, ya toprağa gömülür veya bir ağaç kovuğuna yahut toprağa bu maksatla özel olarak dikilen bir direğin üzerine konarak, muhafaza edilir.


Şamanların cesetlerinin yakılması özel bir törenle yapılır. Şaman öldüğünde, cesedi yıkanıp, giydirilir, yanına büyü malzemeleri konularak, üç gün ve üç gece boyunca evde muhafaza edilir. Şamandan herhangi bir şekilde yardım veya tavsiye almış olan herkes şamanın evine toplandığında, “Şamanın oğulları” denilen dokuz öğrencisi şamanın hayatını, yaptıklarını ve başarılarını anlatıp, onu ta’zim eden cenaze ilâhileri okurlar. Evin içi Sibirya çamı kabuğu ve güzel kokulu otlarla tütsülenip, cenaze yemeği için koyun kesilir, pişirilen etlerinin bir kısmı çuvallara konarak, cesedin yakılacağı yere götürülür. Ölünün atı eğerlenip, gemi takılır, sırtına bir yorgan örtülür, boynuna bir çıngırak takılır ve ceset atın üzerine oturtulur. Ölünün arkasına yaşlı bir adam oturur, bir başkası da atı çekerek ceset yakma yerine götürürler. Bu esnada “Şamanın oğulları” ilâhi söylerken, yaşlılar çıngırak ve davul çalarlar. Köyden çıkarken ölü, toplanan kalabalığın etrafında üç defa Doğudan Batıya doğru dolaştırılır. Ölünün atını tâkip eden kalabalığın en başındaki kişi elinde genç bir kayın ağacı tutar. Bu ağacın dallarında küçük hayvanların postları asılıdır. Yolda bir “barsa”nın (barsa: ölmüş bir şaman için dikilen üç direk) önünden geçildiğinde, tören alayı bir süre durur ve ânane icabı burada kuzu eti yenip içki içilir. Kayın ağacındaki postların bir kısmı bu şaman mezarındaki direklere asılır. Yol üzerinde uygun bulunan bir yerde de ölen şaman için mezar yeri düzenlenip, üç tane direk dikilir ve burada da aynı şekilde kuzu eti yenilip, içki içilir. Buryatlar, ölen şamanların insanların önünde durup, bir şeyler yiyip içtikleri veya tütün attıkları bu direklere atlarını bağladıklarına inanırlar.


Ormanda yakma işleminin yapılacağı yere varıldığında, şamanın cesedi keçeden bir şilte üzerine yatırılır. Cesedin toprağa değmesi hoş karşılanmaz. Ölünün yüzü Güneye bakacak şekilde yerleştirilir. “Şamanın oğulları” ilâhi söylerken, cenaze alayındakiler çam odunlarını toplayıp, öbek hâlinde yığarak, öbeğin üzerine atın eğer örtüsü ve törenin başlangıcında atın sırtına serilen çul serilir. Şamanın cesedi saygıyla bu örtünün üzerine yatırılıp, eğeri yastık olarak başının altına, yanına atın dizginleri ve gemi, yayı ve içinde sekiz tane ok olan sadağı konur. Köyden çıkarken sadakta dokuz ok bulunur, fakat birisi ormana gelirken köye doğru fırlatılmıştır. Yakınlardaki ağaçlara şamanın büyü araç gereçleri, hayvan postları ve kaplar içerisinde içkiler asılır. Cenaze alayındakiler burada bir süre yiyip içtikten sonra-bu ziyafete ölen şamanın ruhu da davet edilir- şamanın atının sırtına ve boynuna ufak çentikler atılır. Bundan sonra bazen at da öldürülüp yakıldığı gibi, bazen de öldürülmeyip, serbest bırakılır ve köye geri dönülür.


Köye dönüş yapmadan kısa süre önce, odun yığını ateşe verilir ve cenazeye katılanlar arkalarına bakmadan dönüş yoluna çıkarlar. Yakma yerine gelirken atılan ok, geri dönüş yolunda aranır ve bu ok daha sonra ölen kişinin evinde muhafaza edilir. “Şamanın oğulları” geri dönüşte, üç gün üç gece boyunca şamanın evinde ilâhiler söylerken, şamanın dost ve akrabaları evde toplanırlar. Şamanın yakın arkadaşları gelirken koyun, damıtılmış içki, “tarasun” (yerel bir yemek) ve genç kayın ağaçları getirirler ve bu ağaçların dallarına küçük hayvanların postları asılır. Et pişirildiğinde tekrar ölünün yakıldığı yere gidilir, yolda cenaze için yapılan “barsa” da durularak, ölü yâdedilip, yanlarında getirilen yemeklerden yenilir. Cesedin yakıldığı yere gelindiğinde, yiyecekler yere bırakılıp, getirilen postlar yakındaki iki ağaç arasına gerilen bir ipe (dali) asılır. Sonra deri eldivenler giyilerek şamanın yanmış bedeninden kalan kemikler toplanıp, özel bir torbaya konulur. Bu torba daha sonra kalın bir çam ağacının gövdesinde açılan bir oyuğa yerleştirilir. Oyuğun ağzı itinayla kapatılır ağacın kabuğu da üzerine yerleştirilerek, böylece yabancı biri hiçbir şekilde “şaman ağacı”nı (bögi narkhan) oradaki diğer ağaçlardan ayırt edemez. Günümüzde, söz konusu yerlerdeki ormanlar yok olmasına rağmen, hâlâ “şaman ağacı”nın içinde olduğu bu tip kutsal ağaçları bozkırın ortasında veya dağlarda görmek mümkündür. Şamanın kemikleri ağaca saklandıktan sonra, şölen ve ilâhiler tekrar başlar ve törenin sonunda arta kalanlar yakılır. İpe asılmış olan kürkler bazen orada bırakılır, bazen de toplanıp köye geri götürülür. Orman hayvanlarının yakma yerindeki at eti kalıntılarını yemeleri hayra alâmet sayılır.


Potanin, yakın zamana kadar Alarsk bölgesinde ölenin atının da kurban edildiğini, ancak şamanların artık bu geleneğe son verip, atı çabalarına karşılık, ödül olarak kendileri için alıkoyduklarını belirtmektedir. Ama hâlen birçok kişi ölen kişinin atını ormana götürüp, ölenin selâmeti için orada serbest bıraktığı da vakidir. Eğer at geri dönerse, yakalanıp Ruslara satılır. Buryatların bir ölünün atından, ölümün kendisinden korktukları kadar çok korktukları söylenir.


Son zamanlarda hükümetin (Rus hükümeti) emirleri gereği, Buryatların da ölülerini gömmeye başladıkları bilinmekle, bu durumlarda ölü, bazen tabutuyla birlikte, bazen de tabutsuz olarak toprağa defnedilmektedir. Cenaze, tabutsuz olarak gömülecekse, mezarın zeminine bir eğer örtüsü ve başucuna da eğeri ve dizginler konurken, tabutla gömüldüğünde bu eşyalar hâtta kimi zaman atın kendisi de yakılır. Ölen kişinin at arabası mezarına bırakılır, lâkin bu da diğer eşyalar gibi önce kırılıp kullanılmaz hale getirilir. Tabutsuz olarak defin, muhtemelen cesedi bozkırda bırakma geleneğinin devamıdır. Potanin, Alarsk bölgesi Buryatlarının bazen ölen kişinin cesedini ormana götürüp, sadece çalı çırpı ile örterek bıraktıklarını anlatır.


Yüzyıllardır İslâm inancı içerisinde yaşamakta olan Türk topluluklarında, anlatılan bu defin âdetlerinin hemen hemen hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolmuş olduğu görülür. Bu konuda çalışanlardan Zeland, Kırgızların ölülerinin mezarlarının kenarını biraz daha derinleştirdiklerini, cenazenin yıkanıp, kefene sarılı olarak yüzü Doğuya bakarak, oturur şekilde mezara yerleştirdiklerini ve cenazeyi ölümünün hemen ikinci günde defnettiklerini anlatır. Keza, Doğudaki Türk boylarında cenazeler benzeri şekilde defnedilir. Yaptıkları dinî vecibeler karşılığında mollalara (imam), bütün koşum takımları ve eğeri ile beraber ölenin atının verilmesi, buralarda din adamlarını, bir zamanlar var olan ölüler için kurban verme geleneğinin mirasçısı hâline geldiklerini göstermektedir. Ölen kişinin mezarına eşya koyma geleneğiyse, özellikle önemli kişilerin cenazelerinde, cenazeye katılanlara para, giyecek veya çiğ et dağıtılması gelenek haline gelmiştir. Cenaze, mezarın yan duvarında açılan girinti içerisine ayakları Güneye, başı Kuzeye bakacak şekilde yerleştirilir ve mezar kapatılmadan önce bu girinti pişmemiş kiremitlerle (kerpiç) kapatılır.


Tarbagatay bölgesi Kırgızları geleneklerinde, ölen kişi erkekse üç defa, kadınsa beş defa kefen bezi ile sarılır. Eğer mezarlık yakında değilse, cenaze bir deve üzerinde taşınır. Cenazeyi kaldıran hocaya (molla) emeğine karşılık olarak verilen kuzuya “grabalmosen” adı verilir. Ölen kişinin atına bir yıl boyunca kimse binmez. İslâm inançları gereği, ölen kişinin mezarına hiçbir şekilde eşya bırakılmaz.


Diğer taraftan hıristiyan inancını benimsemiş olan Türk boyları arasındaki defin âdetleri, Ortodoks kilisesinin ayin ve geleneklerini yansıtır. Ortodoks ve Katolik inancı rahiplerinin, İslâm din adamlarına nazaran daha müsamahakâr davranmaları sebebiyle, hıristiyan Türkler arasında eski pagan inanışlarının kalıntıları defin âdetlerinde bir şekilde hâla göze çarpmaktadır. Meselâ, Altay bölgesindeki Tatarlar, bugün hâlen cenazelerini yıkayıp, giydirip, ağaç kovuklarına veya ahşap bir tabut içerisinde defnetmektedirler. Ölen kişi, mevsime ve maddî gücüne bağlı olarak baştan ayağa bir seyyah gibi giydirilir. Beltir ve Karginzler, ölünün üzerindeki kıyafetin düğmelerini sökerek, bu düğmeleri ya ölünün evinde saklar yahut onunla beraber tabuta koyarlar. Tabutun önünde köyün bütün erkekleri toplanarak, beraberce âyin yapılır ve cenaze çoğunlukla bir gece evinde kalır. Eski dönemlerde Beltirler, ölen kişinin en sevdiği atını eğerleyip, yelesi ve kuyruğunu örüp, eğerinin kenarlarına ölen kişinin eşyalarını- baltası- astıktan sonra, at bu şekilde cenaze mezarlığa götürülene kadar evin kapısında bekletirlerdi. Mezar yeri, cenaze alayı geldikten sonra kazılır, sonra at cenazenin yanına getirilip, dizginleri ölen kişinin sol eline tutuşturularak üç defa “atını al” denir. Bu ritüeli takiben, atın üzerindeki eşyalar alınır, at kuytu bir yere götürülüp orada öldürülür, cesedi de vahşi hayvanlar ve kuşların yemesi için orada bırakılırdı.


Beltirler ölen kişinin yemek kabı ve kaşığını kırarak, tabutun içine koyar, tabutun sol tarafına içinde yemek olan bir kap, ölünün sol eline de ağzı kırılmış bir şişe içerisinde içki bırakırlar. İnanışa göre “öte dünyada sol el, ölenin sağ eli olacaktır”. Mezarda ölünün ayak ucuna koşum takımları, eğeri, eğer örtüsü, tencere ve benzeri eşyalar konur, ölünün yanına bırakılan bütün eşyalar kırılır veya kesilir, tencerenin de tabanı delinir. İnanışlarına göre, diğer tarafta bunlar tekrar eski sağlam hâle gelecektir. Tabut kapatılmadan önce ölen kişinin selâmeti için yenilip, içilir, bazı bölgelerde de bu şölen mezarın kapatılmasından sonra yapılır.


18.yy’da bu bölgeye seyahât eden Pallas, o dönemlerde gerek Beltirler, gerekse Kuznetski Tatarları ve çoğu Dağ Tatarları arasında ölü gömme geleneği olmadığını ve ölülerin tabut içerisinde ormanın derinliklerinde ağaçların üzerine bıraktıklarını, hâtta bu yoldan olmak üzere biri genç bir Beltir kadını, diğeri onun annesine ait olan bu tip iki mezarın “ham kerestelerin birbirlerine bağlanmasıyla yapılan tabutlara, kapak olarak kayın ağacı kabuğu konulmuş şekilde tabutun, yaşlı çam ağaçları üzerine bırakılmış ve bunların birbirlerinden tahminen elli kulaç kadar uzakta olduğunu” anlatır. Pallas’ın aktardığına göre, tabutları ağacın iki dalına sabitlenmiş ve buradaki diğer dallar kesilip temizlenmiş, ikinci tabut atlı bir kişinin rahatça ulaşıp içine bakabileceği kadar alçağa yerleştirilmiştir. Ölen kişi giydirilmiş olarak tabuta yatırılmış, başucuna ayrıca kadın kıyafetleri, yanına da içinde erzak, yağ, et parçaları birtakım eşyaların olduğu bir torba bırakılmış, eyer cenazenin ayaklarının arasına konulmuş, mezar başında kurban edilen atın kuyruğu ve toynakları da yanındaki ağacın dallarına asılıdır. Üzerinde hâlâ gemi ve dizginleri olan atın kafatası ise, ayrıca bir başka dala takılmıştır. Pallas, ölen kişi erkekse, yanına ayrıca yay ve içinde kırılmış okların bulunduğu bir sadağın da ölünün yanına konduğunu belirtir.


Ölülerin ağaçlara defnedilmesi, Minussinsk bölgesi Tatarlarının kahramanlık destanlarında; ölümünün yaklaştığını hisseden bir Hanın, oğluna ettiği vasiyette şu şekilde geçer:


Ben öldüğümde,

beni sakın toprağa gömmeyin.

Dokuz çam ağacının tepesini birbirine bağlayıp, tabutumu bunun üzerine koyun.


Günümüzde artık ölülerini toprağa defneden Karginzler, mezarın başucunda bir ateş yakar ve bu ateşte mezarlıkta kurban edilen hayvanların kemiklerini yakarlar. Kurban ederken, yerken de hayvanların kemiklerinin kırılmamasına özen gösterilir. Ateşe bunun dışında üç bardak içki ve bir avuç dolusu et atılır. Ateşin bu sunuları ölen kişinin faydalanabilmesi için ileteceğine inanılır. Tabut mezara indirilmeden önce, ölen kişinin yakınlarından biri ölenin atını mezarlığa, tabutun yanına getirir ama atı öldürmeyip, tekrar eve geri götürürler. Mezarlıktan dönüşte herkes cenaze evinde toplanır ve cenaze merasimi hazırlanır. Bu merasim esnasında, biri kulübenin arkasına, biri ocağa ve birisi de kapının önüne olmak üzere üç kaşık içki dökülür. Laponların cenaze âdetleri arasında çadırlarının yakınlarındaki ruhlar için kurban kesme âdeti de yeralır. Bazı bölgelerde Sagalarda olduğu gibi şaman cenazeleri daha eski usûllere göre defnedilir ki, cenaze yüksek bir tepeye taşınıp yere yatırılır ve yanına davulu ve büyü aletleri bırakılır. Kalarlar ise, bozkırın ortasında bir yere dört tane direk dikip, bunların arasına tahta bir kerevet, kerevetin üzerine ağaç dalları, bunun üzerine de şamanın cesedini uzatıp, iki yanına dikine kesilip içleri oyulmuş ağaç kütükleri yerleştirilir. Şamanın delinmiş davulu ve davulun tokmağı bir ağaca asılır. Karagasseler, şamanlarını başları Doğuya bakacak şekilde toprağa gömerler. Diğer Altay kabileleri vaftiz edilmemiş ölüleri bu şekilde defnederler ki, hıristiyan geleneğine göre tam ters istikamette defnedilir.


Küçük çocukların cenazeleri kayın kabuğu veya keçeye sarılıp, ya ağaçlara asılır veya ağaç kovuklarına defnedilir.


Şamanların dört direk üzerine yerleştirilen tabutlarda defnedilmesi geleneği, yukarıda anılan topluluklar dışında, Kuzeyde yaşayan Türk kökenli halklar arasında da oldukça yaygındır.


Tretyakov, Turhansk bölgesindeki Tunguzların törenlerini incelediği eserinde, bir Tunguz öldüğünde çadırın yan duvarlarından birinin açılıp, ölen kişinin üzerine ölüm kıyafetleri giydirilmiş şekilde özel bir kerevet üzerine yatırıldıklarını aktarır ki, bu kerevet birbirlerine yakın mesafede duran iki veya üç ağacın arasına bir kulaç kadar yüksekliğe yerleştirilmiş, üzerine dar bir tabutun içine ölen kişinin cesediyle, bu cesedin yanına konan horozu (tetik) çıkartılmış bir tüfek, kirişi kopartılmış bir yay, kırılmış bir balık zıpkını, bir balta ve bir piponun olduğu birtakım eşyalardan ibarettir. Tabutun yanına asılı altı delinmiş bir tencere, tencerenin içinde kor hâlinde kömür, ren geyiği yağı ve tütün bulunur. Tabutun üzerine konmuş olduğu ağaçların kabukları kerevet hizasına kadar soyulur ve ren geyiği kanı ile boyanır. Yabani hayvanların cesede yaklaşamaması için ağaçların gövdesine ucu sivriltilmiş demir çiviler çakılır. Ölen kişi kadınsa, kimi zaman sadece ren geyiği postuna sarılıp, toprağın üzerine bırakılır ve üzeri ağaç dalları ve çalılarıyla örtülür. Bu bölgedeki hıristiyanların cenazeleri ise gömülerek defnedilir.


Bölgede yaptığım çalışmalar esnasında Tunguzlar bana; Şamanların tabutunun ağaçtan oyularak yapıldığını ve iki direk üzerine yerleştirilmesi gerektiğini anlatmışlardı. Diğer ölülerin tabutları ise, basit üç ya da dört direk üzerine konularak defnedilir. Tunguzlar, o bölgede yaşayan dalıcı martıgiller ailesinden bir tür martı kuşunun ruhanî bir varlık olduğuna ve ölen şamanların ruhlarının bu kuşun suretine büründüklerine inanırlar. Bu inanca göre bir şaman öldükten belirsiz bir süre sonra, ruhu geri dönerek bir akrabasının bedenine girer ve artık o kişi de şamanlık vasıflarına sahip olur. Eğer bir şamanın cenazesi toprağa gömülerek defnedilecek olursa ruh kuşu, daha da doğru bir ifadeyle söylemek gerekirse, “martı”sı tekrar geri dönemez ve bu döngü engellenir. Şaman kıyafeti, davulu ve büyü aletleri ölen şamanın yanında kalır, ama kıyâfetler ve davul yırtılır ve âdet gereği, bunların üzerindeki metal parçalar ölünün akrabaları tarafından saklanır.

Gündelik hayatta kullandığı eşyalar ve av malzemeleri dışında, bindiği ren geyiği de ölüye eşlik etmesi için mezarının başında kesilip, eti hemen orada pişirilerek yenilir. Bu esnada hayvanın kemiklerinin kırılmamasına azami itina gösterilir. Bu kurbandan arta kalan hiçbir şey eve geri götürülmez, hayvanın derisi de bir ağaca asılır.


Maack’ın, Öjakit nehri kıyısındaki bir ormanda görmüş olduğu bir Tunguz tabutu hakkında vermiş olduğu malûmatta, tabutun kesilip, enine tahtalarla birleştirilmiş iki ağaç kütüğünün üzerine bir kulaç kadar yüksekliğe yerleştirilmiş olduğunu, tabutun dengesini desteklemek için iki tane direk çakılı olup, cesedin başı Kuzey-Doğuya doğru yerleştirilerek, cesedin sağ tarafına bir avcı bıçağı, içinde altı tane ok bulunan boncuklarla bezeli bir sadak, sol tarafında bir yay bulunduğunu, cesedin ayak ucundaki bir ağaç kabuğundan kabın içinde bir kaşık, bir kepçe, dibi delik bir tencere, dizlerinde duran ahşap bir kutunun içinde bakır ve kemikten mamûl yedek ok uçları bulunduğundan bahisle, tabuttaki bu tencerenin içinde, defin şöleni için kesilen ren geyiğinin içi etle doldurulmuş işkembesinin yeraldığı tabutun yakınında bir yere dikilen tahta bir iskele üzerine de kurban edilen ren geyiğinin derisi konulduğunu ilâve eder.


Bıçak ve sadağın ölünün sağına, yayın ise sol tarafına konmuş olması, muhtemelen öteki hayatta kişinin sağ tarafının sol, sol tarafının da sağ tarafı olacağı inancıyla alâkalıdır.


Maack, Tunguz bölgesinde görmüş olduğu üç direk üzerine yerleştirilmiş bir başka ahşap tabutun baş tarafında bir direk, ayak ucunda iki direk olduğu ve ölünün başının Kuzeye doğru yerleştirildiğini anlatır.

Oroçe geleneklerine göre cenaze defnedilmeden önce, ölen kişiye en iyi elbiseleri giydirilir, paltosunun yakasıyla, pantolonunun paçaları yırtılıp, ayakkabılarının burunları kesilir. Bütün bu eşyalar, ölüler ülkesinde tekrar sağlam hâle gelecektir. Cesedin etrafına kayın ağacı kabuğu sarılıp, tabutun içi ağaç kabuğu ile kaplanır. Tabut, yontulmuş kalaslardan yapılmadır. Tabutun içine cesetle beraber mızrak, ok, bıçak gibi av gereçleri ve ayak ucuna balta, tencere gibi gündelik hayatta kullanılan eşyalar yerleştirilir. Tabuta bunun dışında samur veya tilki kürkü gibi başka eşyalar da konulur. Tekne, kar ayakkabısı, zıpkın gibi daha büyük eşyalarsa, tabutun yanına bırakılır. Ölen bir şamanın yanına kendi büyü malzemeleri bırakılır. Kadın mezarlarındaysa, ev işlerinde kullanılan eşyalarla beraber, kadının takıları ve süs eşyaları bırakılır. Tabut, ya çok derin olmayan bir mezara konulur yahut ahşap bir platform üzerine veya kesilmiş kalın ağaçlarının kalan diplerinin üzerine yerleştirilir. Bu bölgede, açıklık bir alanda, göğün altına bırakılmış tabutlara sıklıkla rastlamak mümkündür.


Schrenk, görmüş olduğu bir Olçe cenazesinin kayın kabuklarına sarılı şekilde bir tabuta yerleştirilmiş olduğunu ve tabutun 4-5 ayak kadar yükseklikte, üç direk üzerine yerleştirilmiş, erkek ve kadın ölülerin aynı mezarlığa defnedildiklerini aktarır.


Sahalin’de yaşayan Orokelerin defin âdetleri de Tunguzlarınkine benzer görüldüğü gibi, tabutu taşıyan direklerin altında kırılmış bir kızak görülebilir. Muhtemelen cenaze töreni esnasında dört kişi bu kızakla cenazeyi taşımışlardır. Tabutun içine av gereçleri ve geyik eyerinin konulması, Orokelerin her ne kadar ren geyiğini koşum hayvanı olarak kullanmasalar da, öbür dünyada binek hayvanı olarak kullanacaklarına dair inançlarından kaynaklandığını anlamak mümkündür. Keza, ölen kişinin bu hayvana öbür dünyada binebilmesi için, mezarın yanında ren geyiği kurban edilir. Bu kurban töreni esnasında, geyiğin dizginleri ölünün eline tutuşturulup, akraba ve tanıdıkları hayvanın etini yedikten sonra, kemikleri toplanıp mezara konur ve üzeri dikenli çalılarla örtülür. Bazen, ölen kişi için birden fazla hayvanın kurban edildiği olur.


Schimkewitsch ve Lopatin, Goldelerin defin törenlerini detaylı bir şekilde şöyle anlatırlar: Kişi ruhunu teslim eder etmez, yere yatırılır ve saçları fırçalanır. Ölen kişi köyün önde gelenlerinden biriyse, bazen cesedinin yıkandığı da olur, ama genellikle Kuzey Sibirya kabileleri arasında ölünün yıkanması geleneği yoktur. Ölen kişi ihtimamla giydirilip, mevsim kışsa üşümemesi için üzerine kürk örtülür. Cesedin yüzü balık derisi, hayvan derisi veya keten bir kumaş parçası ile örtülür. Cenaze şöleni için kadınlar bakla yahut darı çorbası ve muhtelif şekilli ekmekler hazırlarlar. Ölünün payı, yanına konmuş olan bir sandalyenin üzerine bırakılır. Bu sırada yaşlı bir erkek, ölüye; “İç, sakin ol, çocuklarını ve biz akrabalarını rahatsız etme” diyerek, içki ikram ederler. Bu cenaze yemeğine akrabalar ve tanıdıklar katılırlar. Cenaze evde olduğu müddetçe, ölen adamın karısı geceleri onunla aynı yatakta yatmakla yükümlüdür. Genelde cenaze sadece bir veya iki gece evde kalır, sonrasında cenaze pencereden evin avlusuna çıkartılıp, sandık biçiminde bir tabuta konulur. Ussur nehrinin yukarı taraflarında yaşayan Goldeler, tabutun içine pipo, mızrak, zıpkın, tüfek, çakmak, bıçak, kap, elbise ve benzeri eşyalar koyarlar. Eğer ölen kişi kadın ise, tabuta ev işlerinde kullanılan eşyalar, takıları ve bir kutu içinde iğne, iplik, makas konur. Eşyaların hepsi kırılıp veya kesilerek tabuta konulup, demir eşyaların üzerine çentikler atılır. Amur nehri havzasında yaşayan Goldelerse, kağıt üzerine çizdikleri veya kağıttan kestikleri kuş, hayvan, köpek resimleriyle, bir kağıt üzerine bakır Çin sikkelerini bastırarak elde ettikleri resimleri de tabutun içine koyarlar. Bu resimleri kimi zaman tabuta konmayıp ateşte yakıldığı da olur. Bu gelenek muhtemelen Çinlilerden Goldelere geçmiş olmalıdır.


Cenaze defnedilmeye götürülürken, yolda üç defa durulur ve yanlarında özel bir kap içinde taşıdıkları içecekler yere dökülerek; “İç, ölüler ülkesine yaptığın seyahâtin güzel geçmesini diliyoruz, buraya geri dönme, çocuklarını yanına alma” telkini yapılır. Bazı Golde kabilelerinde, cenaze bir sırığa iki yerden bağlanıp, taşınarak ormanın belli bir yerinde bir mezar yeri seçilir ve ölen kişinin en yakın akrabası bu mezar yerinin yanında bir ateş yakar. Bu ateşe içki, tütün ve cenaze yemeklerinden dökülerek, ölüye; “sana yeni bir ev yapıyoruz, orada mutluluk içinde yaşa, karın ve çocukların sana ziyarete geldiklerinde onları yanına alma” diye seslenilir. Mezar kapatıldıktan sonra ölen kişinin karısı, ölen adamın köpeğini getirir ve onu mezarın başında öldürür. Ölen köpeğin üzeri geyik postuyla örtülüp, mezarın üzerine bayrakçık benzeri bir bez asıldıktan sonra eve geri dönülür.

Bir Golde yaşadığı yerden uzakta, bilinmeyen bir yerde öldüğü takdirde, ölen kişinin boyunda, elleri ayakları olan temsili bir heykel hazırlanıp, ölenin elbiseleri bu heykele giydirilerek, alışılageldik biçimiyle onun için gıyabında bir cenaze merasimi düzenlenir.

Son dönemlerde Goldeler, Olçeler ve Oroçeler de Gilyaklar’ın yaptıkları gibi içine bir veya birden fazla tabutun defnedildiği “ölü kulübeleri” yapmaya başladıklarını ve ölüye verilen eşyaların, bu kulübenin duvarına asıldığı gözlemlenmiştir. 1885 yılında Amur nehri havzasında böyle bir kulübeye rastlayan Schrenk, bu kulübeden nehre uzanan bir ip, bu ipin bir ucunun nehrin kıyısına bağlı olup, ip boyunca bir sıra ağaç dikilmiş olduğunu gördüğünü, Goldeler; Schrenk’e bu kulübenin nehirde boğulan bir kişinin mezarı olduğunu ve ruhunun bu ip aracılığıyla, son dinlenme yerini bulacağını söylediklerini anlatmışlardır.

Her ne kadar “ölü kulübesi” veya toprağa gömme adetleri sonradan olma âdetler olsa da, Amur vadisinde yaşayan Tunguz kabileleri, cesedin yakılması geleneğini pek benimsememişlerdir. Bu gelenek, daha ziyade Gilyaklar, Koryaklar ve Kuzey-Doğu Asya Çukçeleri arasında yaygın olarak görülmektedir.


Hıristiyanlığı benimsemiş olan Yakutlarda defin usulleri hıristiyan dinine göre yapılır. Yakutlar da bölgede yaşayan Rusların yaptıkları gibi, kişi ölür ölmez ruhun arınabilmesi için cenazenin yanına bir kap su koyarlar. Ölünün cesedi yıkanıp, giydirilir ve kutsal köşedeki bir kerevetin üzerine yatırılır. Cesedin giydirilmesi esnasında üzerindeki bütün metal düğme ve kopçalar çıkartılır, kapatmak veya tutturmak için deri veya bitki elyaflarından mamûl ipler kullanılır. Cenaze şöleni için ölen kişi erkekse, en sevdiği atı, kadınsa, bir inek kesilerek, bu kurbanın etinden “cenaze yemeği” hazırlanır. Daha Kuzeydeki bölgelerde ren geyiği kurban edildiği de olur. Yakut mezarlarında da kırık kızak, tekne veya kürek yanında, altı delinmiş tencere, eyer, mızrak, pipo ve bıçak gibi malzemeler görülürken, şamanların davulları ve kıyafetleri mezarlarının yanına asılır, çocuk mezarlarında ise beşik ve oyuncak bulunur.


Eski dönemlerde Yakutlar, cenazelerini dört direk üzerine oturtulan ağaçtan oyulma veya tahtadan yapılma tabutlar üzerine defnederler, hâtta kimi zaman Strahlenberg’in aktardığı gibi “ceset kalınca bir kalas parçası üzerine yatırılıp, bu kalas parçası dört direk üzerine yerleştirilerek, cesedin üzeri sığır veya at derisi ile örtülürdü”. “Aranga” adı verilen bu eski mezarlar, hâlen bazı bölgelerde görülmekle birlikte, çoğunlukla harap olmuş durumdadırlar. Troschtschanskiy, eski bir “Aranga”nın yanında eyer, balta, yay, yedi adet ok, av bıçağı, av çantası gibi eşyalar gördüğünü anlatır. Notlarında belirttiğine göre, ihtimamla giydirilmiş olan cenaze, tekne biçimli bir tabutta yatmakta ve tabutun içinde iki tane başlık, pantolon, ayakkabı gibi ilâve kıyafetlerle, tabutun ayak ucunda, dibi delinmiş bir bakır kazan, bir tabak ve tahta bir kaşık bulunmaktadır. Maack da, seyahâtleri esnasında bir ağaç gövdesinin dikine ortadan ikiye bölünüp, yarımlarının içleri oyulmuş, sığır derisine sarılı bir cesedin yanında oyuncak bebeklerin olduğu, iki direk üzerine yerleştirilmiş bir çocuk tabutu gördüğünü anlatır.

Seroschevskiy, Yakutların “Aranga” yapma âdetini Tunguz ve Jukagirlerden almış olduklarını iddia ederse de, aslında bu âdet daha güneydeki halklar arasında da görülür. Hâtta yakın dönemlere kadar bazı Kafkas kavimleri (meselâ, Abhazlar), cenazelerini ağaç gövdelerini oyarak yaptıkları tabutları diktikleri dört direğin üzerine veya ağaç dallarına yerleştirmek suretiyle defnederlerdi. Ormanlık olmayan bölgelerde, bazen de ormanlık bölgelerde Yakutlar ölülerin cesetlerini ağaç kabuğuna sararak veya sadece tekne biçiminde bir tabuta koyup toprağa gömmeden zeminin üzerine bıraktıkları da gölir. Priklonskiy, bu konuda Lena nehri ağzında yaşayan Yakutların bir kanoyu-üzerinde kürekleri ile beraber- tabut olarak kullandıklarını gördüğünü anlatır. Günümüzde ise, Yakutların, artık en azından ismen hıristiyan olmaları hasebiyle, cenazelerini toprağa gömerek defnettiklerini biliyoruz. Troschtschankiy, gömerek defnetme âdetinin, aslında daha önceleri uygulandığın ileri sürerken, Gmelin; “bir bey öldüğünde, en gözde hizmetkarının da öteki hayatta kendisine hizmet etmesi için yakıldığından” bahsettiği notlarında Yakutlarda bir dönemler yakılarak defin âdetinin olduğunu iddia etmektedir.

Yakutların yakılarak defin konusunda teferruatlı bir bilgi olmasa da, ölenin karısı veya hizmetkârının diğer hayatta kendisine eşlik etmek zorunda olduklarına ilişkin bazı rivayetler de mevcut olup, bu konuda Priklonskiy, bir kadının kocası ile beraber defnedildiğinden bahseder. Schimkewitsch ise, Yakutlarda önde gelen bir kişi öldüğünde, onunla beraber bütün koşum takımlarıyla birlikte en sevdiği atı, üzerine yiyecek ve kürkler yüklenmiş ikinci bir at ve ölüler ülkesinde efendisine hizmet etmek üzere bir hizmetkârın da kurban edilerek defnedildiğini aktarır.


Yakutların yaşadıkları bölgenin Kuzeyindeki bir şaman mezarında, direklerin üzerine konulmuş kuş figürlerine rastlanır ki, Priklonskiy, bunların bir şaman öldüğünde, tabutunun ayak ucuna konan guguk kuşuyla, baş ucuna konan atmaca heykelcikleri olduğunu söyler. Şaman mezarlarında bu kuş figürlerinden dört veya daha fazla miktarda olabilir ve bu figürler muhtemelen kızıl gerdanlı dalgıç veya kara gerdanlı dalgıç kuşu tasvirleri olup, şamana görevini yerine getirirken, yardımcı olan ruhların büründükleri suretleri temsil etmektedirler. Bu tarz ahşap figürler şaman ayinleri esnasında da kullanılır. Özellikle Tunguz ve Dolgan şamanlarının mezarlarında bu figürlere sık sık rastlanır. Daha geç dönem Yakut mezarlarının üzerine tahtadan yontulmuş küçük kaideler konması da dikkât çekicidir ki, bu âdete Sibirya bölgesine yerleşen Rus mezarlıklarında da rastlanır.

Sibirya’da yaşayan Türk kökenli halkların defin âdetleri çok büyük bir çeşitlilik göstermekle, tabutlarının Amerikan Kızılderililerinde olduğu gibi direkler üzerine yerleştirilmesine genel olarak kuzey Sibirya halkları arasında rastlanır. Bu âdetin ilk hâli, muhtemelen Pallas’ın da aktarmış olduğu cesedin ağaçlara yerleştirilerek defnedilmesi olup, bunun örnekleri günümüze kadar ulaşmıştır. Priklonski aldığı notlar arasında Yakutların bazen tabutu ağaç dalları arasına yerleştirmekle yetindiklerini ve bu ağacın dibine canlı bir atı gömdüklerini, böyle bir mezardan arta kalanları kendi gözleriyle görmüş olduğunu aktarır. Tunguzlar, ölünün cesedini ren geyiği postuna sarıp bir ağaca asarken, Bogutschanski Tatarlarının defin âdetleri ile ilgili olarak cenazeleri ağaçların üst dallarına asıp, alt dallarını koparttıkları anlatılır. Alt dalları koparmalarının sebebi, ölülerin ağaçtan aşağı inmelerini önlemektir. Hâtta bazı bölgelerde, hâlen çocukların cesetleri ağaçlara asılmakta veya ağaç kovuklarına defnedilmeleri devam etmektedir.

Çin vekayinâmelerinde bahsedilen bu âdetler hakkında 5.yy’da Yenisey nehrinin yukarı taraflarında yaşayan “Dubo” isimli bir kabilenin, ölülerinin cesetlerini bir tabuta koyup, ya yüksek dağlara götürdükleri veya ağaçlara yerleştirdikleri anlatılır. Burada bahsi geçen kabile, muhtemelen kendilerine “Topa” adı veren Soyoteler olmalılardır. Zira, Soyotelerde tabutların direkler üzerine yerleştirilme geleneği en azından şaman cenazelerinde elan uygulanmaktadır. Çin kaynaklarında cenazelerini ağaçlara defnettikleri belirtilen “šivei” isimli kabile de muhtemelen Tunguzlar olmalıdır.


Çin kaynakları bunun dışında; 5.yy’dan, 7.yy’a kadar Kara İrtiş nehri kıyılarıyla, Gobi çölünün Kuzeyinde yaşayan “Tuiku” kabilelerinin cenazelerini yakarak defnettiklerini, cesetle beraber, kişinin atı ve kullandığı eşyaların da yakıldığını kaydederler. Bu kaynaklarda yazılanlara göre, büyük bir kahramanın cenazesinin yakıldığı yerde, onun hatırasına özel bir anıt dikilmiş ve bu anıta kahramanın resmi yapılmış ve yaptığı kahramanlıkları yazılmıştır. Prof. A. M. Tallgren’in bana; ölülerin yakılarak defnedildiği 5. ve 7.yy’lardan kalma eski Türk mezarlarına rastladığını anlatmıştır. Yukarıda bahsi geçen kaide, muhtemelen yanlış aktarılan bir bilgi sonucu, Çin kaynaklarına mezar kaidesi olarak geçmiştir. Aynı kaynaklarda Mançuryalı “sjan bi” boyu ile akraba olan ve 1.yy’da Doğu Moğolistan da yaşayan “Uhuan”ların (Dung chu olarak da adlandırılırlar) ölünün cesediyle beraber atı, köpeği, kıyafetleri ve eşyalarının yakılıp, küllerini mezarlığa taşıdıklarını ve mezarlığa giderken yol boyunca ilâhi söyleyip dans ettikleri aktarılır.

Yine Çin vekayinâmelerinde Doğu Moğolistan’da yaşayan Hun hükümdarları öldüğünde, ona altın ve gümüş işlemeli bir elbise giydirip, bir tabuta yatırdıkları ve bu tabutun daha büyük bir sandığın içine konduğu anlatılır. Urga yakınlarındaki Noin Ula’da bulunan bir kurgan kazısında, kurganın tabanındaki keresteden yapılma bir odanın içinde bahsi geçen böylesi bir koruyucu sandık ve bu sandığın içinde de Kuzey-Güney doğrultusuna yerleştirilmiş bir tabut bulunmuştur. 1.yy’dan kalma olduğu düşünülen bu kurganda bulunan eşyalar, sadece Çin değil, aynı zamanda Yunan-İskit etkilerini de ortaya koymaktadır.

Çin kaynakları, Uygurların cenazelerini diklemesine defnettiklerini, ölünün yaşayan bir insan gibi belinde kılıcı, kolunun altında mızrağı ve elinde gerilmiş yayı ile ayakta durduğu anlatılır. Radloff, bu mübalağalı tasvirin muhtemelen Uygurların ölülerini hayatta iken kullandıkları silâhlarla beraber defnettikleri bilgisinden türediğini ileri sürmektedir.


Orta Asyadaki Türk halklarının defin âdetleri hakkında çok değerli bazı bilgileri de 13.yy’da bu bölgelerden geçen Avrupalı seyyahların seyahâtnâmelerinden öğrenebiliyoruz. Bunlardan Plano Carpini, Tatarların ölen liderlerini gizli bir yere gömdüklerini ve yanına üzerinde et ve süt olan bir masa koyduklarını, ölü ile beraber bütün koşumlarıyla birlikte, atının da gömüldüğü, bir başka atınsa cenaze şöleni için mezarın üzerinde kurban edildiğini anlatır. Ölen kişinin hayatta iken kullandığı eşyalarının yanına ayrıca altın, gümüş konulur ve kullandığı arabayla, evi de tahrip edilir. Ceset, mahzeni andıran derin bir mezara konduktan sonra, mezarın üzeri kimsenin onu bulamayacağı bir şekilde kapatılır.

Ruysbroeck de seyahâtnâmesinde Moğollara ait cenaze törenlerine ilişkin olarak şahit olduğu intibalarını şöyle aktarır: “Bir kişi öldüğünde ağlayıp ve yüksek sesle bağırırlar, sonrasında bir sene boyunca cenaze sahibi vergiden muaf tutulur. Bir erişkinin ölümüne şahit olan bir kişi bir yıl boyunca Mangu Han’ın evinin avlusuna giremez. Bir çocuğun ölümünde ise, bu yasak bir ay olarak uygulanır. Eğer ölen kişi Cengiz Han’ın boyundan bir kimseyse, mezarının yanına bir çadır dikilir. Halktan kişilerin mezarlarının yerleri bilinmez, ama asillerin ve beylerin mezarlarının yerleri bilinir ve onların mezarlarının olduğu yeri bekleyen muhafızlar için özel bir ordugâh çadırı vardır. Ölenlerin hazinelerini de beraber gömüp gömmedikleri konusunda bir bilgimiz yoktur. Kumanlar ise, ölünün mezarının üzerine büyükçe bir tümsek yapıp, bunun üzerine ölen kişinin hatırasına onun boyunda bir heykel (balbal) dikerler. Bu heykelin yüzü Doğuya bakar ve göbek hizasında elinde bir tas tutar. Zenginler için piramit şeklinde tepesi dar tümülüsler dikilirken, bazı yerlerde kerpiçten yapılma yüksek kuleler, bazı yerlerdeyse, etrafta taş olmamasına rağmen, taş yapılar gördüm. Gördüğüm bir mezarın yanına dört değişik yöne bakan uzun direkler dikilmiş ve bu direklere onaltı tane at derisi asılmıştı. Mezara, ölen kişinin içmesi için kımız, yemesi için et bırakılmıştı. Daha Doğuda ise, üzeri büyük taşlarla kapatılmış mezarlara rastladım ki, bu mezarlardan birisi yuvarlak, diğerleri dört köşeli olup, mezarların dört ana yöne bakan köşelerine yüksek birer taş dikilmişti”

Plano Carpini ve Ruysbroeck’in bahsetmiş oldukları mezar yerinin gizli tutulması âdeti, eski Türklerde çok yaygın bir âdet olarak görünmektedir. Hun İmparatoru Atilla’nın mezarının da yeri bilinmez ve mezarı kazan ve cenazeyi kölelerin mezarın yerini söylememeleri için öldürüldükleri anlatılır. Ruysbroeck, Kumanlar veya Polovetslerin de (Güney Rusya’ya yerleşen bu Türk boyuna Slavlar bu ismi vermişlerdir) mezarlara insan boyunda heykeller diktiklerini aktarır. Bu heykellere bugün Rusya’da “Kamennaya baba” adı verilmektedir. A.M.Tallgrens’le olan bir görüşmemizde profesör, bana bu heykellerin 900-1300 yılları arasından kalma olduklarını söylemişti. Bu mezar heykeller sadece Güney Rusya’da değil, Hazar denizinin kuzeyindeki steplerden, Odessa, hâtta Galiçya, Asya yönünde Kırgızistan bozkırlarına, Yenisey nehrinin üst havzasına ve Altay dağlarının eteklerine kadar yayılmış durumdadırlar.

Ruysbroeck’in “zengin mezarlarının üzerindeki küçük piramitler” diye bahsederken neyi kastettiğini, seyahâtnâmesinin başka bir yerinde; “Lamaların ölülerini yakıp, küllerini bir piramidin ucunda muhafaza ettikleri”ni anlattığı bölümde anlayabiliyoruz. Bu piramitlerden kastedilen, muhtemelen Budistlerin “Stũpa” adı verdikleri anıt mezarlardan, bahsettiği “kuleler” ve “taş yapılarsa”, daha sonraki dönemlerde Pers etkisiyle yapılan mezar anıtlar olmalıdır. Buna mukabil, yine Ruysbroeck’in bahsetmiş olduğu yuvarlak veya dört köşeli, kenarlarına ana yönlere bakan büyük birer taşın dikildiği mezarlarsa, özgün bir Orta Asya mezar mirasıdır. Bu tarz eski çağ mezarlarını Radloff, Abakan’da, Yenisey ve Jus nehirlerinin vadileriyle, Katun kıyılarında ve İrtiş nehrinin kaynağında bulup, incelemiştir. Bronz çağından kalma, üzerleri taş ve toprakla örtülü olan bu mezarlarda at koşumları da bulunmuştur. Arkeologlar, Sibiryadaki Semipalatinsk, Buchtarma ve Katun bölgelerinde Demir çağına ait büyük kurganları ve Abakan bozkırlarında görülen geç dönem Demir çağından kalma daha küçük boy kurganları incelerken, Altaylarda görülen ve Noin Ula’daki ile aynı dönemlerde yapıldığı tahmin edilen hükümdar mezarlarında çok sayıda değerli eşya yanında, mumyalanmış at cesetlerine de rastlamışlardır. Ne yazık ki bu mezarların çoğunluğu arkeologlardan çok önce soyguncular tarafından açılmış ve yağmalanmıştır. Bu mezarlarda bulunan eşyalardan, Çin ve Yunan-İskit kültürünün Asya’nın bu en merkezi bölgelerine kadar izlerini bırakmış olduklarını çıkarabiliyoruz.


Daha kuzey bölgelerinde rastlanan direkler üzerine yerleştirilmiş tabutlarla defin geleneği, gömü mezarlarla temsil edilen bu eski çağ kültüründen daha farklı bir başka kadim kültüre işaret etmektedir. Orta Asyadaki mezar kültürü hepsinden önce bir “savaşçı-göçebe kültürü”dür ve bu kültürün en önemli evcil hayvanları at ve koyundur. Orta Asya’nın bu atlı halkları yakın döneme kadar ölülerini atları, koşum takımları ve eyerleri ile gömmüşler ancak bu geleneği bugün yerleşik hayata geçmelerine rağmen Yakutlar hâlen devam ettirmektedirler. Kuzey kültürünün ana unsuru ise avcılıktır ve mezarlarda bulunan av gereçleri bunu açıkça ortaya koymaktadır. Ren geyiğin ehlileştirilmiş olduğu ve binek hayvanı olarak kullanıldığı bölgelerdeyse, ölenin ren geyiği ona diğer tarafta eşlik etmesi için kurban edilir, bunun örnekleri Tunguzlarda görülmektedir. Sadece Goldelerde sahibinin köpeği, sahibine öbür dünyada eşlik etmek üzere kurban edilir, bunun sebebi de köpeğin bu bölgelerde en değer verilen ev hayvanı olmasıdır.



Uno Harva'nın Altay Panteonu adlı kitabında alıntılanmıştır.


Çeviren: Erol Cihangir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak