IRK:
Ayrı soyda olan, ayrı dilde konuşan değişik kültüre
sâhip, şeklî özellikleri bulunan insan topluluğu, millet.
Irkçılık yapan da, ırkçılık için savaşan da ve
ırkçılık uğrunda ölen de, bizden değildir. (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)
Hiç bozulmamış, değiştirilmemiş biricik din olan
İslâm dîninin güzel ahlâkı ile bezenmiş, birbirlerini seven, yardımlaşan,
çeşitli ırklardan, büyük insan topluluklarının, birleştiklerini biliyoruz. Bu
topluluğu ayakta tutan temel, Hak teâlânın emrettiği çalışkanlık, adâlet,
iyilik, saygı gibi din esasları idi. Osmanlı Türklerini de, Sakarya kenarından,
kısa bir zamanda, Viyana kapılarına götüren kuvvet, Sultan Osman'ın ve
çocuklarının sımsıkı sarıldıkları İslâm dîninin rûhu ve bedeni tekâmül
ettirerek geliştiren ışıklı yolu idi. Çünkü İslâmiyet'te ırkçılık yoktur. Her
müslüman kardeştir. (M. Sıddîk bin Saîd)
ISLÂH:
1.
Terbiye etmek, iyi hâle getirmek.
Herhangi bir kimseyi ıslâh etmeye çalışmak, ona
İslâmiyet'i bildirmekle olur. (İmâm-ı
Rabbânî)
Kulun ıslâhı kalbinin ıslâhına, bozukluğu da
kalbinin bozukluğuna bağlıdır. (Muhammed
Ma'sûm-ı Fârûkî)
Kim kalbini ıslâh edip düzeltirse, Allahü teâlâ da
onun zâhirini (dışını) düzeltir. (Avn bin
Abdullah)
Allahü teâlâ âhiret için çalışanın dünyâ işlerine kâfi
gelir, dünyâsı husûsunda ona yardımcı olur. Kim Allahü teâlâya karşı hâlini
ıslâh ederse, Allahü teâlâ da onunla insanlar arasını ıslâh eder, güzel yapar.
İçini ıslâh edenin, Allahü teâlâ dışını ıslâh eder, güzel yapar. (Avn bin Abdullah)
2.
Bozulan bir şeyi eski hâline getirme.
İslâm dîni garîb olarak başladı. Son zamanlarda da
garîb olacaktır. Bu garîb insanlara müjdeler olsun! Bunlar, insanların bozduğu
sünnetimi ıslâh ederler. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
3.
İnsanların aralarını düzeltmek, barıştırmak.
Âdemoğlunun her konuştuğu yalan, kendi aleyhine
yazılır. Ancak iki müslümanın arasını ıslâh için konuştuğu yalan, yazılmaz. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed)
İki kimsenin arasını ıslâh eden veya hayrı
söyleyip, hayrı yükselten kimse yalancı değildir. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Kötü huyları, fenâ alışkanlıkları
ve yaramaz işleri bırakıp, iyi huyları, güzel işleri, kulluğa yakışan tâat ve
ibâdetleri yapma.
ISLÂHÂT:
İyi hâle,
işe yarar hâle getirmek için yapılan çalışmalar, düzenlemeler.
Endülüs müslümanlarının Avrupalılara tuttukları
ışık ile, Avrupa'da bir rönesans, ıslâhât hareketi başlamıştı. Aklî ilimleri
öğrenen birçok ilim adamı, akıl ve mantık dışı olan hıristiyanlığa karşı isyân
ettiler. Hıristiyanlığa karşı yapılmış olan hücumlar, İslâmiyet'e karşı
yapılamadı. Çünkü İslâm dîni, tebliğ edildiği, bildirildiği günden beri, bütün
temizliği ve sâfiyeti ile durmaktadır. İçinde akla mantığa ve ilme ters düşecek
hiçbir bilgi yoktur. Kur'ân-ı kerîm indirildiğinden beri, bir noktası bile
değiştirilmeden aynen muhâfaza edilmiştir, korunmuştur. (Harputlu İshak Efendi)
ISMARLAMA:
Bir
san'at sâhibine bir şeyi târif ederek istediği şekilde yaptırmak. (İstisnâ')
ITÂK:
Köle âzâd
etmek, serbest bırakmak. (Âzâd)
Üç şey vardır ki, ciddîsi de ciddîdir, şakası da
ciddîdir: Nikâh etmek (evlenmek), talâk (boşamak) ve
ıtâktır. (Hadîs-i şerîf-Taberânî
ve Keşf-ül-Hafâ)
IYÂL:
Bir kimsenin bakmak (geçindirmek) zorunda olduğu
kimseler: Zevce (hanım), çocuklar (erkek ve kız), ana-baba, hizmetçi.
Iyâl için yapılacak masraflar, yiyecek, giyecek ve
ev olup, şehrin âdetine, piyasaya, akrabâ ve arkadaşlara göre ayarlanır. Zamâna
ve hâle göre değişir. Her memlekette başkadır. (İbn-i Âbidîn)
Ehl-ü ıyâlin rızâ ve gönüllerini almak için, haram
işliyerek âhiret azâbını ihtiyâr eden (tercîh eden) kimsenin bu yaptığı akla
uygun değildir. (İmâm-ı Rabbânî)
IYD:
Bayram. Müslümanların sevinç ve neş'e günleri olan
Ramazan ve Kurban bayramları. (Bayram)
Iyd günlerinde, dargın olanları barıştırmak,
akrabâyı, din kardeşlerini ziyâret etmek, onlara hediye götürmek Peygamber
efendimizin âdetleri olduğundan sünnettir. (Muhammed
Rebhâmî)
Iyd-ı Edhâ:
Kurban bayramı. Kamerî seneye göre Zilhicce ayının
onuncu, on birinci, on ikinci ve on üçüncü günleri.
Iyd-ı edhâda bayram namazına giderken "Allahü
ekber Allahü ekber, lâ ilâhe illallahü vallahü ekber. Allahü ekber ve
lillâhi'l-hamd" diye yüksek sesle Tekbîr-i teşrik getirmek namazdan önce
bir şey yimemek, namazdan sonra önce kurban eti yemek sünnettir. (Halebî)
Iyd-ı Fıtr:
Ramazan
bayramı. Kamerî seneye göre Şevvâl ayının birinci günü.
Sabahleyin câmi'e giderken bayram tekbirlerini
Iyd-ı fıtrda sessiz, ıyd-ı edhâda (kurban bayramında) açıktan yüksek sesle
söylemek sünnettir. (Halebî)
İBÂDET:
Kulluk,
kulluk vazîfelerini İslâmiyetin bildirdiği şekilde yerine getirmek. Allahü
teâlânın emir ve yasaklarına uymak.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Cinleri ve insanları, beni tanımaları, bana ibâdet etmeleri için yarattım. (Zâriyât sûresi:56)
Allahü teâlâyı, görür gibi ibâdet et! Sen O'nu görmüyorsan da, O seni
görüyor." (Hadîs-i şerîf-Buhârî ve Müslim)
Âlimin
uykusu câhilin ibâdetinden hayırlıdır. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Eğer ibâdet bir kuş olsaydı, şüphesiz onun kanatları oruç ile namaz
olurdu. (Yahyâ bin Muâz)
İnsanlar ibâdet yapmak için yaratıldı. İbâdetin özü de; kalbin her zaman
Allahü teâlâdan gâfil olmamasıdır, unutmamasıdır. (Ubeydullah-ı Ahrâr)
İbâdet etmek bakımından dünyânın bir sâati,
kıyâmetin bin senesinden daha iyidir. Zîrâ bu bir sâatte; sâlih, faydalı amel
işlenebilir. Hâlbuki kıyâmetin o bin senesinde bir şey yapılamaz.
O
hâlde, ey mü'min kardeşim!
Vaktini boş şeylerle geçirme! Zamânının kıymetini bil ve en iyi şeyler için
kullan! Namazlarını vaktinde kıl ki, kıyâmet günü pişman olmayasın! Çok büyük
sevâba kavuşasın!(Cüneyd-i Bağdâdî)
İbâdet-i Bedeniyye:
Beden ile
yapılan ibâdetler.
Namaz, ibâdet-i bedeniyye olduğundan başkası yerine
kılınamaz. Herkesin kendisi kılması lâzımdır. Ağır hasta ve çok ihtiyâr kimse,
namaz yerine fakire fidye (bedel, belli miktarda mal veya para) veremez.
Hâlbuki, oruc yerine fidye vermesi lâzımdır. (İbn-i Âbidîn)
İbâdet-i Mâliyye:
Zekat,
sadaka-i fıtr gibi mal ile yapılan ibâdetler.
Bir kimse birkaç yemini bozarsa, hepsi için ayrı
ayrı keffâret yapması lâzımdır. Keffâretler, zekat gibi ibâdet-i mâliyyedir.
Malını fakirlere bir vekil vâsıtası ile vermesi câiz olur. Fakat kendisinin
malı ayırırken veya fakire verilinceye kadar niyet etmesi lâzımdır. (İbn-i Âbidîn)
İbâdethâne:
İbâdet
yapmak için toplanılan yer. (Ma'bed)
İbâdette Bid'at:
Peygamber efendimiz ve Eshâbı zamânında bulunmayıp
da dîne sonradan katılan reformlar, değişiklikler. (Bid'at)
İBÂDİYYE:
Bozuk
fırkalardan olan Hâriciyyenin kollarından biri. (Hâricîlik)
Hâricîler yedi fırkadır. Bunlardan İbâdiyye
fırkası, Abdullah bin İbâd adındaki kimseye tâbi olanlardır. Bu şahıs, hazret-i
Ali, hazret-i Muâviye ile hakem yapmak sûretiyle uyuştuğu için hazret-i Ali'den
ayrıldı. Trablusgarb'a gitti. Orada İbâdiyye fırkasını kurdu. Bundan sonra
adamları hicrî 153 yılında halîfeye isyân edip, Trablusgarb'ı ele geçirdiler.
Kendilerinden başka müslümanlara kâfir deyip, harb zamanlarında mallarını almak
câizdir, büyük günâh işleyen mü'min değildir dediler. Hazret-i Ali'yi ve
Eshâb-ı kirâmdan çoğunu kâfir bildiler. (Seyyid
Şerîf Cürcânî-Şehristânî)
Kur'ân-ı kerîmin lafzına (zâhirî mânâsına) bağlanan
İbâdîlere göre; îmân ve İslâm bir bütündür. Amel îmândan bir parçadır. Bu
sebeple günah işleyen kimse, îmândan çıkar, Kur'ân-ı kerîm
mahlûktur, yaratılmıştır. İbâdîler peygamberlere îmân ederler fakat şefâati
inkâr ederler. Allahü teâlânın âhirette görülmeyeceğini söylerler. (Abdülkâdir Bağdâdî)
İBÂHA:
1. Bir
şeyin kullanılıp kullanılmaması, serbest olma hâli.
Bir kimseyi yemeğe çağırınca, önüne konan şey ibâha
olur. Ancak yediği mülk olur. Başkalarına veremez. (İbn-i Âbidîn)
2.
Yedirme, doyurma.
Devamlı hasta veya çok yaşlı olan kimse, altmış gün
keffâret orucunu tutamaz ise, altmış fakire bir gün taam (yemek) ibâha eder. (İbn-i Âbidîn)
İBÂHÎ:
Haramları mübah (serbest) sayan sapık İbâhiyye
fırkasına mensûb olan kimse. (İbâhiyye)
İBÂHİYYE:
İslâmiyet'in
haram ve yasak kıldığı şeyleri helâl ve mübâh sayan bozuk bir fırka.
Bâtiniyye, İsmâiliyye. Karâmita
da denir.
İbâhiyye, haramlara helâl deyip, yetmiş -seksen
sene hacıları soydular. Müslümanları öldürdüler. Hükûmet kurdular. Hükûmetleri
983 (H. 372) senesinde yıkılınca dağıldıkları yerlerde gizlendiler. Bunlardan
Hasan Sabbâh'ın kurduğu İsmâiliyye devleti de 1256 (H. 654)'de yıkıldı. (M. Sıddîk bin Saîd)
Eshâb-ı kirâmın hepsini severiz deyip de onların
yolunda bulunmayan, kendi bozuk düşüncelerine Eshâbın yoludur diyen, Ehl-i
sünnet âlimlerini ve tasavvuf büyüklerini beğenmeyip kötüleyen kimseler
kendileri gibi olmıyanlara müşrik (şirk koşan) diyorlar. Bunların malı, canı
kendilerine helâldir diyorlar. Böylece İbâhiyyeden oluyorlar. Kur'ân-ı kerîmden
ve hadîs-i şerîflerden kendi görüşleriyle çıkardıkları bozuk mânâları
müslümanlık sanıyorlar. Edille-i şer'iyyeyi (dînî delilleri) ve hadîs-i
şerîflerin çoğunu inkâr ediyorlar. (Dâvûd
bin Süleymân)
İBÂRET-İNASS:
Mânâya delâleti bakımından lafzın dört kısmından
biri. Nassın (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfin) yalnız ibâresinden anlaşılan
mânâya delâlet etmesi.
Nûr sûresi yüz yirmi dördüncü âyet-i kerîmesinde
meâlen; "Namaz kılın, zekât verin" buyrulmaktadır. Burada
ibâret-i nass, yalnız namaz ve zekâtın farz olduğunu ifâde etmekte, başka bir
mânâ bildirmemektedir. (Serahsî,
Senâullah Dehlevî)
İBDÂD:
Ezân-ı Muhammedî
okunduğu zaman, her işi terk edip, cemâatle namaz kılmağa gitmek.
Namazın kemâl mertebesinde (en güzel ve tam
şekliyle) kabûl olmasının şartları; haramlardan sakınmak, huşû (Allahü teâlâdan
korkmak), takvâ (Allahü teâlâdan korkup haramlardan sakınmak), mâlâyânîyi
(dünyâ ve âhirete faydası olmayan şeyleri) terk etmek ve namazı usûlüne,
şartlarına uygun olarak kılmak husûsunda, üşenmekliği, gevşekliği terketmek ve
bir de ibdâddır. (Kutbüddîn İznikî)
İBLÎS:
Şeytanın
isimlerinden biri veya şeytanların reisi.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Onu
hâtırla ki meleklere, Âdem'e secde edin demiştik de, iblîsten başka bütün
melekler hemen secde etmişlerdi. Ancak iblîs yüz çevirip,
kibirlendi ve kâfirlerden oldu. (Bekara sûresi: 34)
Allahü teâlâ, iblîse; "Ben sana secde ile emr
etmiş iken, seni secde etmekten alıkoyan neydi?" buyurdu. İblîs şöyle
dedi: "Ben Âdem'den hayırlıyım, çünkü beni ateşten, onu çamurdan
yarattın." (A'râf sûresi: 12)
Üç kimse iblîs ve iblîsin tâifesinin şerrinden korunurlar.
Allahü teâlâyı gece gündüz zikr eden
(hatırlayan), seherde istigfâr eden (günahlarının bağışlanmasını isteyen), Allah
korkusundan dolayı ağlayan kimse.
(Hadîs-i şerîf-Telbîs-ül-İblîs)
İblîs ve yardımcıları insanlara hep kötülükleri
yaptırmağa çalışırlar. Bâzan iyi şeyleri yapmağı da hatırlatırlar. Fakat
bunları yaparken nefiste ucb (kendini ve işlerini beğenme), riyâ (gösteriş)
yaptırarak veya farzın kaçırılmasına sebeb olarak insanın günâha girmesine
sebeb olur. (Abdülgafûr-i Lârî)
Tekebbür yâni kendini büyük görmek kötü
huylardandır. Vaktiyle iblîs de öyle tekebbür etti. Meleklere Âdem
aleyhisselâma karşı secde etmeleri emrolununca, toprağa karşı niçin secde
edeyim? Ben ondan daha üstünüm. Beni ateşten, onu çamurdan yarattın diyerek
Rabbine karşı geldi. İblîs ateşin alevini, latîfliğini ve ışık yaydığını
görünce onu sudan ve topraktan üstün sandı. Halbuki üstünlük, kendini üstün
görmekte değil tevâzû göstermektedir. (M.
Hâdimî)
İblisin rahat, sevinçli oturduğunu, kimseyi
aldatmakla uğraşmadığını gören bir zât; "Niçin insanları aldatmıyorsun,
boş oturuyorsun?" dedikte, İblis; "Bu zamânın kötü din adamları,
benim işimi çok güzel yapıyorlar, insanları aldatmak için bana iş
bırakmıyorlar" demiştir. (İmâm-ı
Rabbânî)
İBN-ÜL-VAKT:
Kalbi halden hâle değişen velî. Tasavvuf yolunda
ilerlerken halleri değişen, her zaman başka türlü olan, bâzan şuurlu, bâzan
şuursuz (kendilerinden geçen, kendilerini unutan) kimseler. Bunlara erbâb-ı
kulûb da denir. (Erbâb-ı Kulûb)
İBN-ÜS-SEBÎL:
Kendi memleketinde zengin ise de, bulunduğu yerde
yanında malı, parası kalmamış olan ve çok alacağı varsa da, alamayıp, muhtâç
kalan.
Sadakalar
(zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak; fakîrlere, miskinlere (bir günlük
nafakası olmayanlara), zekât me'murlarına, müellefet-ül-kulûba
(kalbleri İslâm'a ısındırılmak istenenlere), mükâteb (efendisinden kendisini
satın alıp, borcunu ödeyince, âzâd, serbest olacak) kölelere, borçlulara, Allah
yolunda olanlara ve ibn-üs-sebîle verilir. Allahü teâlâ bilendir,
hikmet sâhibidir. (Tevbe sûresi:
60)
Ganîmetlerin beşte biri yetimlere, miskinlere ve
ibn-üs-sebîl'e verilir. Bunlardan herbirine ayrı ayrı verilebildiği gibi tek
bir sınıfa da verilebilir. (İbn-i Hümâm)
İBRÂ:
Alacağından
vaz geçmek.
Bir kimse alacağını borçluya hibe etse veya
borçluyu ibrâ etse borçlu borçtan kurtulur. (Ali
Haydar Efendi)
İBRÂHİM ALEYHİSSELÂM:
Kur'ân-ı
kerîmde ismi bildirilen peygamberlerden.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
(Ey
Resûlüm!) Kitabda (Kur'ân-ı
kerîmde) İbrâhim'in kıssasını anlat.
Çünkü o sıddîk (doğruluğu tam) bir peygamber idi... (Meryem sûresi: 41)
Biz
(ergenlik çağına ulaşmadan) önce İbrâhim'e tevhîde ve putlara tapmaktan
sakınmaya yol bulabilecek rüştünü verdik. Biz onun buna lâyık olduğunu
biliyorduk. (Enbiyâ sûresi: 51)
Ben babam (dedem) İbrâhim'in
duâsı, kardeşim Îsâ'nın müjdesi ve annemin rüyâsıyım. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed)
Keldânîlerin memleketi olan Bâbil'in doğu tarafında
ve Dicle ile Fırat nehirleri arasındaki bölgede doğdu. Babası mü'min olan
Târûh'tur. Âzer, amcası ve üvey babasıdır. Putlara ve yıldızlara tapan Keldânî
kavmine peygamber olarak gönderildi. Kendisine on suhuf (forma) kitab verildi.
Bu kavmin o devirdeki hükümdârı olan ve ilâhlık iddiâ eden Nemrûd'u da îmâna
dâvet etti. Nemrûd, İbrâhim aleyhisselâmın dâvetini kabûl etmediği gibi ona ve
inananlara zulm ve işkence yaptırdı. İbrâhim aleyhisselâmı önce habs ettirip,
sonra ateşe attırdı. Allahü teâlâ, Halîl'i (dostu) olan İbrâhim aleyhisselâmı
ateşte yakmadı. İbrâhim aleyhisselâmın ateşe atılmasını ibretle tâkib
edenlerden bir kısmı îmâna geldi. İbrâhim aleyhisselâm, Nemrûd'u ve Keldânîleri
son bir defâ daha îmâna dâvet ettikten sonra, kendine inananlarla birlikte
hicret etmek üzere Bâbil'den ayrıldı.
İbrâhim aleyhisselâm, Allahü teâlânın emri ile
Bâbil'den Harran'a (Urfa'nın güneyinde bir yer) hicret etti. Bu yolculukta
kardeşinin oğlu Lût aleyhisselâm ve zevcesi (hanımı) Sâre Hâtun da bulundular.
Harran'da bir müddet kaldıktan sonra Şam'a, oradan da Mısır'a gitti. İbrâhim
aleyhisselâm, hazret-i Sâre ve hazret-i Hâcer ile Mısır'dan ayrılıp, Filistin'e
geldi. Evlâdı olmadığı için Allahü teâlâdan sâlih bir evlâd istedi ve adakta
bulundu. Sâre'den çocuğu olmadığı için, onun tavsiyesi ile hazret-i Hâcer'le
evlendi. Bu evlilikten İsmâil aleyhisselâm dünyâya geldi. Ardından, Sâre
Hâtun'dan İshâk aleyhisselâm doğdu.
İbrâhim
aleyhisselâm Allahü teâlânın emriyle Hâcer Hâtunu ve İsmâil aleyhisselâmı
yanına alıp, Şam'dan ayrılarak, o sırada susuz ve ıssız bir yer olan Mekke'ye
bıraktı. Kendisi Şam'a döndü. Gördüğü bir rüyâ üzerine oğlunu kurban etmek
istedi. Tam kurban etmek üzereyken Allahü teâlâ İbrâhim aleyhisselâma rüyâsına
sadâkat (bağlılık) gösterdiğini bildirerek kurbanlık bir koç ihsân etti.
Beytullah'ı (Kâbe-i muazzamayı) oğlu İsmâil aleyhisselâm ile inşâ etti. Ebû
Kubeys dağında bulunan ve Cennet yâkutlarından olan Hacer-ül-Esved adlı siyah
taşı Cebrâil aleyhisselâmın bildirmesiyle alarak Kâbe-i muazzamanın duvarına
yerleştirdi. Kâbe duvarını örerken şimdi Makâm-ı İbrâhim denilen taşın üzerine bastı.
Kâbe'yi yapıp bitirince, Allahü teâlânın emri ile oğlu İsmâil aleyhisselâm ve
Mekke'de yerleşmiş olan Cürhümlülerle birlikte hac ibâdetini yaptı ve Şam'a
döndü. Şam'a döndükten sonra yüz yetmiş beş yaşında Kudüs'de vefât etti. Kudüs
civârındaki Habrun kasabasında bulunan bir mağaraya defnedildi. Bu kasaba,
Allah'ın dostu anlamında Halîlürrahmân diye meşhûrdur. İbrâhim aleyhisselâmın
dînine Hanîf dîni denilmektedir. İbrâhim aleyhisselâm, sevgili Peygamberimizden
sonra insanların en üstünüdür. (İbn-ül-Esîr,
Taberî, Nişancızâde, Ahmed Cevdet Paşa, Altıparmak)
İbrâhim aleyhisselâm, Resûl-i ekrem (sallallahü
aleyhi ve sellem) efendimizin ümmetinden olmayı temenni buyurmuştur. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
İbrâhim
aleyhisselâm, Halîlullah'tır (Allah'ın dostudur). (İmâm-ı Rabbânî)
İBRÂHİM SÛRESİ:
Kur'ân-ı
kerîmin on dördüncü sûresi.
İbrâhim sûresinin 28 ve 29. âyetleri Medîne'de,
diğerleri Mekke'de nâzil oldu (indi). Elli iki âyet-i kerîmedir. Otuz beşten
kırk bire kadar olan âyetler İbrâhim aleyhisselâmın duâsını ihtivâ ettiği için
İbrâhim sûresi denilmiştir. Sûrede; Allahü teâlâya, peygamberlerine ve âhiret
hayâtına îmân konuları ve İbrâhim aleyhisselâmın duâsı bildirilmektedir. (İbn-i Abbâs, Taberî)
Allahü
teâlâ İbrâhim sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Allah'a îmân etmeyenlerin yaptıkları faydalı işler,
fırtınalı bir günde rüzgârın savurduğu küller gibidir. Âhirette o işlerin
hiçbir faydasını bulamazlar. (Âyet: 18)
İbrâhim sûresini baştan sona kadar okuyana, sayısız
çok sevâb verilir. (Hadîs-i şerîf-Envâr-ut-Tenzîl)
İBRÂNÎ:
Eski
yahûdî sülâlesi veya o soydan olan. Yahûdî topluluklarından birine mensûb
kimse.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder