HULK (Huluk):
Huy.
Allah'ım halkımı (yaratılışımı) güzel yaptığın gibi hulkumu da güzel eyle. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Kur'ân-ı kerîmin bildirdiği ve
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem sâhib olduğu güzel huylar.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde Muhammed aleyhisselâma hitâben buyurdu ki:
Sen
huluk-ı azîm üzeresin. (Kalem
sûresi: 4)
Allahü teâlâ, sevgilisi ve huluk-ı azîm sâhibi
olan, çok merhametli Peygamberine sallallahü aleyhi ve sellem, İslâm düşmanları
ile cihâd ve muhârebe etmeyi ve onlara karşı sertlik göstermeyi emrediyor.
Demek ki, İslâm düşmanlarına sert davranmak huluk-ı azîmdendir. (İmâm-ı Rabbânî)
HULLE:
İslâmî nikâh hükümlerine göre üç defâ boşanmış bir
kadının, tekrar aynı adam tarafından alınabilmesi için; başka bir erkek
tarafından nikâhlanıp, düğün ve vaty olduktan sonra boşanması.
Hulle,
bir erkek için zillet ve aşağılıktır. (Ahmed
Zühdü Efendi)
Allahü teâlâ erkeklere boşanmak hakkını verdiyse
de, bu hakkı gelişi güzel kullanmamaları ve kadınların erkekler elinde oyuncak
olmamaları için erkeklere hulle zilletini yüklemiştir. Hulle korkusundan
müslüman bir erkek talâk (boşanma) lafını ağzına bile alamaz. Âile arasında
boşamak sözünü şakayla da olsa kesinlikle söylememelidir. (İbn-i Âbidîn)
HULÛL ETMEK:
Girmek, yer etmek; bir cismin başka bir cisme
girmesi, iki şeyin birleşmesi. Allahü teâlânın kula girmesi sûretiyle onun
ilâhlaştığını kabûl edenlerin bozuk ve yanlış görüşü.
Allahü teâlâ üzerinden, gece-gündüz ve zaman
geçmesi düşünülemez. Allahü teâlâda, hiçbir bakımdan, hiçbir değişiklik olmıyacağı
için, geçmişte, gelecekte, şöyledir, böyledir denemez. Allahü teâlâ, hiçbir
şeye hulûl etmez ve etmemiştir. (Mevlânâ
Hâlid-i Bağdâdî)
Allahü teâlâ hiçbir şeyle birleşmez. Hiçbir şey de
O'nunla birleşmez. O'na hiçbir şey hulûl etmez; O da bir şeye hulûl etmez.
O'nun benzeri, eşi yoktur. Nasıl olduğu anlaşılamaz, düşünülemez. (Ahmed Fârûkî)
İlâhın, bir cisme hulûl etmesi, imkânsızdır. Eğer
ilâh cism olsaydı, başka bir cisme de hulûl ederdi. Cisme hulûl eden şey ise,
cism olur ve hulûl edince iki cismin maddeleri birbirine karışır. Bu da, ilâhın
parçalanmasını îcâb ettirir... Bu durum ise, cenâb-ı Hak için muhâldir (mümkün
değildir, olamaz). O hâlde, Allahü teâlâ hiçbir şeye hulûl etmemiştir. (Fahreddîn Râzî)
HULÛS:
Dünyâ menfaatlerini düşünmeden bütün iş ve
ibâdetlerin yalnız Allah için olması, niyet temizliği. (İhlâs)
Ma'lûm olsun ki, Hak teâlâ her şeyden evvel aklı
yaratmıştır. Ve ona ilim, zekâ, hulûs, doğruluk, cömertlik, tevekkül, korku ve
ümit hasletleri vermiştir. İşte, bu akılla şereflenen kimseler, bütün
yaratılışındaki gâyeyi yâni Cenâb-ı Hakk'ın birliğini tastik ederek, O'nun
rızâsına kavuşurlar. (Süleymân bin Cezâ)
HUMS (Humus):
Beşte bir; ganîmetten, mâdenlerden ve bulunan
defînelerden beytülmâl denen devlet hazînesine ayrılan beşte bir hisse.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Eğer
Allah'a îmân etmiş ve hak ile bâtılın ayrıldığı günde (Bedr
savaşında) kulumuza indirdiğimize inanmışsanız, biliniz ki;
ganîmet olarak aldığınız herhangi bir şeyin humus'u; Allah'a, Resûlüne, O'nun
akrabâlarına, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmış yolcuya âittir. Allah her
şeye hakkıyla kâdirdir. (Enfâl
sûresi: 41
Rikazda (bulunan
defînelerde) humus vardır. (Hadîs-i
şerîf-Buhârî)
Humus, Resûlullah efendimiz zamânında; Allah ve
Resûlüne bir hisse, Resûlullah'ın akrabâlarına bir hisse, yetimlere, miskinlere
ve yolculara birer hisse olmak üzere 5 hisseye ayrılırdı. Sonra hazret-i Ebû
Bekr, Ömer ve Osman humusu üç hisse olarak taksim ettiler. Resûlullah'ın vefâtı
ile kendisinin ve akrabâlarının hisseleri düştü. Humus geri kalan üç gruba
taksim edildi. (Abdullah bin Abbâs)
HUMÛD:
Durgunluk,
uyuşukluk; bir mâni olmadığı halde bekârlığı istemek. Şehvet ve iffetin azlığı.
Şehvetin (hayvânî rûhun kendine tatlı gelen şeyleri
istemesi) lüzûmundan az olması humûddur. Böyle kimse, hasta olduğundan veya
hayâsından (utanmasından), yâhut korkusundan, kibrinden (büyüklük
taslamasından), muhtâç olduğu şeylere kavuşmakta gevşek davranır. (Muhammed Hâdimî)
Humûd sıfatı bulunan kimse, helâl olan zevkleri ve
meşrû arzûları terk eder. Böylece ya kendi helâk olur, yâhut nesli kesilir. (Muhammed Hâdimî)
HURÂFE:
Dîne,
fenne, akla uymayan sözler ve işler.
İslâm dîni, bütün hurâfelerden, efsânelerden
temizlenmiş olan, yalancılığı reddeden, insanları günahkâr değil, bilâkis
Allah'ın kulu olarak kabûl eden, onlara hayatta çalışma ve iyi yaşama imkânını
veren, bedenin ve rûhun temizliğini emreden bir dindir. (Kemâhlı Feyzullah)
Bu günkü
hıristiyanlık, putperestlik ve hurâfelerle doludur. (H.F.Fellow)
HÛRÎ:
Allahü teâlânın îmân edenlere mükâfat olarak yarattığı, nasıl oldukları
bilinmeyen Cennet kızı...
Kızdığı zaman istediğini yapabilecek bir mü'min kimse, kızmazsa, Allahü teâlâ kıyâmet günü onu herkesin arasında çağırır; "Cennet'te istediğin hûrînin yanına git" der. (Hadîs-i şerîf-Et-Tâc)
Cennet'e girdim. Bir köşk gördüm. İçinde bir hûri
gördüm; "Sen kimin içinsin?" dedim. Ömer bin Hattâb için
yaratıldım!"dedi. (Hadîs-i şerîf-Buhârî ve Müslim)
Cennet'in güzel kokusu, beş yüz yıllık yoldan alınır.
Cennetliklerin, Cennet'te şimşekten at ve develeri vardır. Yularları, eğerleri,
heybeleri, kızıl yâkuttandır. Bunlara binerek birbirlerini ziyâret ederler.
Âileleri hûrîlerdir. Hûrîler ise, dizilmiş inciler gibidir... Allahü teâlâ
huylarını her türlü kötülükten temizlediği gibi, sümkürmek, abdest bozmak ve
benzeri hallerden de bedenlerini arındırmıştır. Bu gibi hâllerde kendilerinden
misk gibi kokular çıkar. (Hasen-i Basrî)
Can vermek acısı dünyâ acılarının hepsinden daha
acıdır. Fakat, âhiret azâblarının hepsinden daha hafiftir. Mü'min, rûhunu
teslim edeceği vakit, rahmet meleklerini, Cennet hûrilerini görür. Onları
görmenin zevki ile can verme acısını duymaz. Rûhu, tereyağından kıl çeker gibi,
kolay çıkar. Nîmetlere kavuşur. (Abdülhakîm-i
Arvâsî)
HURMA:
Oruçlu
olan kimse hurma ile iftar etsin. Çünkü hurma bereketlidir. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Mü'minin
sahûrunun hurma ile olması ne güzeldir. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Nahlenin meyvesi olan hurma yinince, insanın
parçası, dokusu olur. Oruçlu kimse iftar zamânında şehvetlerden ve dünyânın
geçici zevklerinden temiz olduğu için, hurmadan pekçok istifâde eder. (İmâm-ı Rabbânî)
HURMET-İ MÜSÂHERE:
Erkeğin herhangi bir kadın ile zinâ etmesi veya
herhangi bir yerine unutarak ve yanılarak da olsa şehvetle (lezzet alarak)
dokunması hâlinde, o kadının neseb (soy) ile ve süt ile olan anası ve kızları
ile; kadının da o erkeğin oğlu ve babası ile evlenmesinin ebedî, sonsuz olarak
haram, yasak olması.
Kızlar, kendilerinden emîn olsalar da yabancı
erkeklere dokunmaları câiz değildir. Şehvet ile dokunurlarsa hurmet-i müsâhere
hâsıl olur. Kızın ve ihtiyarların şehveti, kalbin meyletmesi demektir. (Dâmâd)
Dâmâd ile kayın vâlidesi arasında hurmet-i müsâhere
meydana gelirse, bu kız yâni hanımı ile ebedî (sonsuz) olarak bir daha evli
kalamaz. (Kerderî)
HURÛFÎLİK:
Acem yahûdisi Fadlullah-ı Hurûfî'nin v.796 (m.
1393) kurduğu bozuk yol. Küfür ve sapık inançları sebebiyle Timur'un oğlu
Mîrânşâh tarafından öldürülmüştür.
Hurûfîlerin temel inanış ve fikirleri özetle
şöyledir: Fadlullah-ı Hurûfî'ye tanrı derler. Namazı bir kere kılmak, orucu
ömründe bir gün tutmak farzdır. Gusl edip de vücûdunuzu hırpalamayınız derler.
Hazret-i Ali'nin sözleri diyerek uydurdukları Hutbet-ül-Beyân ve başka
kitaplarında hadîsler düzerek "Ali'yi sevenlere günâh zarar vermez.
İbâdete lüzûm yoktur, haramlar helâldir" derler. Baba ve dede adı verilen
hurûfî ileri gelenleri, papazlar gibi günâh çıkarırlar. (Tokatlı İshak Efendi)
Hurûfîliğin kurucusu olan Fadlullah-ı Hurûfî, nokta
ilmi diye bir şey uydurdu. "Bu iş mübahtır, nokta çift geldi. Falan şey
haramdır, nokta tek geldi" gibi sözlerle insanları kandırmaya çalıştı.
Harflere bâzı mânâlar vererek bir takım işâretlerle, anlaşılmayan şeylerle dolu
olan Câvidân adındaki kitabını yazdı. Önce peygamberlik, sonra da tanrılık
iddiasında bulundu. Bütün dinleri inkâr edip, İslâmiyet'le alay etti. Haramlara
mübâh, nefsin arzularına serbesttir dediği için Hurûfîlik câhil ve kötü
insanlar arasında yayıldı. (Tokatlı İshak
Efendi)
Fadlullah-ı Hurûfî'nin öldürülmesinden sonra,
yardımcılarından Aliyyül-a'lâ adlı birisi Anadolu'ya gelerek bir Bektâşî
tekkesine girdi. Hurûfîliğe âit bozuk fikirleri gizlice yayıp câhilleri
aldattı. Hacı Bektâş-ı Velî'nin yoludur diyerek haramlara mübâh ve nefsin
arzularına serbesttir dedi. İnsanları aldatabilmek için kendisine Bektâşî
diyerek, Hûrûfîliği yaydı. Zamanla Osmanlı Devleti'nin Yeniçeri ordusuna da
sızan Hûrûfîler, zaman zaman yeniçerileri isyâna teşvik ederek fitneler çıkarıp
büyük karışıklıklara sebeb oldular. (Tokatlı
İshak Efendi)
HURÛF-I MUKATTAA:
Kur'ân-ı kerîmde bâzı sûre başlarında bulunan ve
mânâsı açık olmayan ikisi üçü bir arada veya tek başına yazılı harfler. Elif
lâm mîm, Yâsîn, Elîf lâm râ... gibi.
Hurûf-ı mukattaa, bulunduğu sûreden bir âyettir.
Manâsı kapalı olan müteşâbih âyetlerdendir. Müteşâbih âyetin gerçek mânâsını
Allahü teâlâ ve O'nun sevgilisi Peygamber efendimiz ve Ulemâ-i râsihîn denilen
derin âlimler bilir. Çünkü bunların her harfi, Allahü teâlâ ile sevdikleri
arasında gizli sır ve ince işâretlerdir. (Ahmed
Fârûkî)
Bozuk Bâtıniyye fırkasının diğer
bir adı. Bu sapık fırkada bulunanlar, birçok haramlara helâl dedikleri için,
Hurûmiyye adını almışlardır. (Bâtıniyye)
HUSÛF NAMAZI:
Ay
tutulduğunda kılınan namaz.
Şüphesiz ki, güneş ile ay, Allah'ın âyet (iş âret) lerindendir. Bunlar, hiçbir kimsenin hayâtı veya ölümü için
tutulmazlar. Siz bunları tutulmuş (Husûf etmiş) görürseniz, hemen tekbîr alın,
Allah'a duâ edin, husûf namazı kılın ve sadaka verin. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Husûf ve kusûf namazlarından sonra güneş ve ay
meydana çıkıncaya kadar Allahü teâlâya yalvarıp yakarılır. (Seyyid Alizâde)
HUSÛMET:
1. Dâvâ
açmak.
Erkek vatyden (hanımına yaklaşmaktan, cimâ
yapmaktan) âciz ise, Hanefîde kadın, nikâhı fesh (bozmak) için husûmet hakkına
mâlik olur. (İmâm-ı Şa'rânî)
2.
Düşmanlık.
Husûmet, kalb hastalıklarındandır. Uhud gazâsında
(savaşında), Resûlullah efendimiz, mübârek yüzünü yaralıyan ve mübârek dişini
kıranlara lânet (bedduâ= kötü duâ) etmedi, husûmet beslemedi: "Yâ
Rabbî! Bunlara hidâyet et (doğru yola kavuştur); anlamıyorlar, bilmiyorlar"
diye duâ etti. "Allahü teâlâ için affedeni (bağışlayanı), Allahü
teâlâ yükseltir" buyurdu. (Muhammed
Hâdimî)
Kalbi dağıtan, hayâtın zevkini gideren, din
mürüvvetini (güzelliğini, parlaklığını) alıp götüren, mal husûsundaki husûmet
gibi zararlı hiçbir şey yoktur. (İmâm-ı
Gazâlî)
Kalblerinde husûmet taşıyan insanların içi; altında
ateş yanarak kaynayan tencereler gibi devamlı kaynar ve bu husûmet sebebiyle
içlerinden ateş saçılır. (Hassân bin
Sâbit)
HÛŞ DER DEM:
Nakşibendiyye yoluna âit on bir esastan biri. Her nefeste Allahü teâlâyı
hatırlamak. Hûş der dem, düşüncelerle gönlün dağılmasını önler. (İmâm-ı Rabbânî)
HUŞÛ':
Tevâzû, alçak gönüllülük. Hakk'a boyun eğmek. Korku
ve sevgiden meydana gelen edebli bir hal.
Allahü
teâlâ, âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
Îmân edenlerin, Allahü teâlâyı ve Hak'tan ineni (Kur'ân-ı kerîmi) zikr için, kalblerinin huşû' zamânı hâlâ
gelmedi mi? Onlar, daha evvel kendilerine kitab verilip de üzerlerinden uzun
zaman geçmiş, artık kalbleri kararmış bulunanlar gibi olmasınlar. Onlardan bir
çoğu dinlerinden çıkmış fâsıklardı.
(Hadîd sûresi: 16)
Mü'minler herhâlde kurtulacaklardır. Onlar
namazlarını huşû ile kılanlardır. (Mü'minûn sûresi: 1,2)
Kalbi meşgûl eden, huşû'u gideren şeyler yanında,
meselâ süslü şeyler karşısında, oyun ve çalgı aletleri yanında ve arzû ettiği
yemekler karşısında, namaz kılmak mekrûhtur. (İbn-i Âbidîn)
Huzûr ve huşû' ile kılınan iki rek'at namaz, gâfil
(Allahü teâlâyı unutmuş) bir kalb ile akşamdan sabaha kadar kılınan namazdan
hayırlıdır. (Abdullah ibni Abbâs)
Duânın edeblerinden
biri de; duâ
ederken, âciz olduğunu
ifâde etmek, huzûr
ve huşû' içinde Allah'tan korkarak ve kabûlünü
umarak istediği şeyde devâm üzere olmaktır. (İmâm-ı
Gazâlî)
HUTAME:
Cehennem'in
beşinci tabakası.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi ve
başkalarını ayıplamayı ve servet biriktirip onu saymayı âdet edinenlere veyl (yazıklar) olsun! O malın kendisini ebedî kılacağını mı zanneder? Hayır! Yemin
ederim ki o, Hutame'ye atılır. Hutamenin ne olduğu sana söylendi mi? O, Allahü
teâlânın tutuşturulmuş, yandıkça tırmanıp kalblerin tâ üstüne çıkan ateşidir. (Hümeze sûresi: 1-7)
HUTBE:
Hitâbe, nutuk, konuşma, vâz. Cumâ namazlarından
evvel, bayram namazlarından sonra hatîbin (imâmın) minber denilen yüksekçe
yerde cemâate karşı okuduğu Allahü teâlâya hamd, Resûlullah'a salât ve selâm ve
mü'minlere nasihat ve duâdan ibâret bir ibâdet.
İbâdet, emirleri yapmak demektir. Kur'ân-ı kerîmi
ve hutbeyi okumak ibâdettir. (Seyyid
Abdülhakîm Efendi)
Cumâ ve
bayramda hutbeyi kısa okumak sünnettir. (Tahtâvî)
Hutbede
dört büyük halîfenin (hazret-i Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali (radıyallahü anhüm)
adını yüksek sesle söylemek Ehl-i
sünnet olmanın alâmetidir (işâretidir). (Ahmed
Fârûkî)
Hutbe
okunurken yer değiştirmek, yanındakilere sıkıntı vermek haramdır. (İbn-i Âbidîn)
Hazret-i
Ömer'in bir hutbesi şöyledir:
Ey insanlar! Kur'ân-ı kerîmi öğreniniz. O'nunla
amel ediniz (emir ve yasaklarına uyunuz). (İbn-i
Abdi Rabbih)
Ömer bin
Abdülazîz'in ilk hutbesi:
Ey insanlar! İçinizi (kalbinizi) düzeltiniz ki,
dışınız da (işleriniz de) düzelsin. Âhiretinizi iyi yapın ki, dünyânız da iyi
olsun. (İbn-i Abdi Rabbih)
Kudüs'ün
fethinde büyük âlim İbn-i Zekî'nin hutbesi şöyledir:
Ey cemâat! Allahü teâlânın dînine yardım ediniz. Bu
yoldaki hizmeti fırsat biliniz. Şunu iyi biliniz ki, işler netîcelerine göre
kıymet kazanır. Allahü teâlâ, emirlerine ve yasaklarına uyma husûsunda bize ve
size yardım eylesin. Allahü teâlâ size yardım ederse sizi kim yenebilir. Eğer
size yardım etmez, yalnız bırakırsa, size yardıma kimin gücü yetebilir? (İbn-i Receb)
HUY:
Mîzâc,
tabiat, ahlâk.
İbâdetleri az olan bir kul, iyi huyu ile kıyâmette
yüksek derecelere kavuşur. Bir kulun ibâdetleri çok olsa da, kötü huyu, onu
Cehennem'in dibine götürür; bâzen küfre götürür. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
İy huyları
tamamlamak, yerleştirmek için gönderildim. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Sıcak su buzu erittiği gibi, iyi huy da hatâları
eritir. Sirke balı bozduğu gibi, kötü huy, hayrâtı ve hasenâtı (iyilikleri) yok eder. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Ey oğlum! Kötü huydan, gönül dağınıklığından sakın,
sabırsız olma. Yoksa arkadaş bulamazsın. İşini severek yap, sıkıntılara katlan.
Bütün insanlara karşı iyi huylu ol. Çünkü insanlara karşı
iyi huylu olan ve onlara güleryüz göstereni herkes sever. (Lokman Hakîm)
Muhammed aleyhisselâm, gâyet güzel huylu, güzel
yüzlü, kibâr tavırlı ve çok dürüst bir zât idi. Dâimâ hiddet ve şiddetten kaçmış,
hiçbir zaman zulüm yapmamıştır. Müslümanların dâimâ iyi huylu, güler yüzlü
olmasını istemiş, Cennet'e iyi huy ve sabır ile gidileceğini bildirmiştir. (Muhammed Rebhâmî)
HUYELÂ:
Harbde
düşmana karşı tekebbür etmek (büyüklenmek, üstün görünmek), kibirlenmek.
HUZÛR:
1. Allahü
teâlâdan başka hiçbir şeyin kalbde bulunmaması.
Peygamber efendimizin bildirdiği âyet-i kerîmeleri
ve duâları, belli vakitlerinde okumalıdır. Bunlar ve nâfile namazlar, ihlâs
ile, kalb huzûru ile okunmazsa, sahîh olmazlar, faydaları dokunmazlar. (Abdullah-ı Dehlevî)
2. Nezd,
yan.
Bir mü'minin kabrini ziyâret eyleyen, Hak teâlâ
huzûrunda nâfile bir hacdan ziyâde (fazla) sevâba
nâil olur (kavuşur).
(Hadîs-i şerîf-Ey Oğul İlmihâli)
Büyüklerin
huzûru, sohbeti ile şereflenmeyen zavallıların hâli harâbdır. (İmâm-ı Rabbânî)
Yüzüm yok huzûra çıkam yâ Rabî!
Neler etti bana bu nefs-i denî.
(M. Sıddîk Gümüş)
3. Rahat,
gönül ferahlığı seâdet.
Şeytanın hîlelerinden dördüncüsü, şimdi dünyâyı
kazanmak için çalış da, râhata kavuş, o zaman rahat rahat, huzûr içinde ibâdet
edersin diyerek ibâdete mâni olur. Buna cevâb olarak, ecel benim elimde
değildir. Herkesin ömrünü Allahü teâlâ ezelde taktir etmiştir. Belki yakında
ölürüm. İbâdet vazîfelerini vaktinde yapmalıyım, demelidir. (Hâdimî)
Allah korkusu ve Allah sevgisi insanları seâdet ve
huzûra kavuşturan iki kanat gibidir. (Mustafa
Sabri Efendi)
Huzûr-ı İlâhî:
Allahü
teâlânın nezdi.
Huzûr-ı
ilâhîde bulunan meleklere Mukarrebîn denir. (Mevlânâ
Hâlid-i Bağdâdî)
HÜCRE-İ SEÂDET:
Medîne-i münevverede Mescid-i Nebevî içinde
Peygamber efendimizin mübârek kabirlerinin bulunduğu oda. Peygamber efendimizin
sağlığında burası, hanımlarından hazret-i Âişe vâlidemizin odasıydı.
Peygamberimiz burada vefât etti. "Peygamberler vefât ettikleri yere
defnolunurlar" hadîs-i şerîfi gereğince, buraya defnedildi.
İslâm târihindeki ilk türbe olan Hücre-i Seâdet'in
üzeri yeşil bir kubbeyle örtülüdür. Hücre-i seâdet, Peygamber efendimizin
Medîne'deki mescidinin kıble duvarının doğu köşesine yakın olup, mihrâbda
kıbleye dönen kimsenin sol tarafına düşer. Minber ise, sağ taraftadır. Hücre-i
Seâdet ile minber arasına Ravda-i mütahhera (Cennet bahçesi) denir. (Eyyûb Sabri Paşa)
HÜKM (Hüküm):
Bir dâvâ,
bir mes'ele, bir kişi hakkında verilen karar, emir.
Allahü
teâlânın mü'minler hakkındaki hükmüne hayret ettim. Ona genişlik taktîr eder ve kulu buna râzı olursa, kulun hakkında hayırlı olur. Şâyet
darlık ile hükmeder de yine kulu buna râzı olursa, bu da hakkında hayırlıdır. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i Müslim)
Hükm-i Küllî:
Allahü
teâlâya âit hüküm, emir.
Allahü teâlâ bir kul için bir şeye hüküm verdi mi,
artık hükm-i küllîyi hiç kimse önleyemez. (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ul-Ehâdîs)
Hükm-i Müleffak:
Helâl ve haram, emir ve yasak, ibâdet ve tâatte,
belli bir mezhebin hükümlerine uymayıp, birkaç mezhebin hükümlerini
karıştırarak kolayına geleni seçtiği hüküm. (Telfîk)
Dört
mezheb âlimleri, hükm-i müleffak bâtıldır geçersizdir, buyurdular. (İbn-i Âbidîn)
Hükmî Temizlik:
Kadının âdet bitiminden îtibâren on beş gün içinde
kan gördüğü halde temiz kabûl edilmesi. Bu on beş gün içinde kan görülen bu kan
fâsid kan yâni istihâza kanıdır.
HÜMEYRÂ:
Peygamber
efendimizin, hazret-i Âişe vâlidemize verdiği lakab.
Dîninizin
üçte birini Hümeyrâ'dan öğreniniz. (Hadîs-i şerîf-Medâric-ün-Nübüvve)
Âişe Sıddîka'nın radıyallahü anhâ fazîletleri,
üstünlükleri sayılamıyacak kadar çoktur. Eshâb-ı kirâmın (Peygamberimizin
sohbetinde bulunan müslümanların) fıkıh âlimlerindendi. Çok fasîh ve belîğ
(güzel) konuşurdu. Eshâb-ı kirâma fetvâ verirdi. Âlimlerin çoğuna göre, fıkıh
bilgilerinin dörtte birini hazret-i Âişe haber vermiştir. Resûlullah sallallahü
aleyhi ve sellem, hazret-i Âişe'ye Hümeyrâ derdi. (Abdülhak-ı Dehlevî)
HÜMEZE SÛRESİ:
Kur'ân-ı
kerîmin yüz dördüncü sûresi.
Hümeze sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi). Dokuz
âyet-i kerîmedir. Birinci âyet-i kerîmede geçen hümeze kelimesinden dolayı
sûreye bu isim verilmiştir. Sûrede; mü'minlerin birbirlerini gıybet etmemeleri
(arkalarından çekiştirmemeleri), başkalarına iyi davranmayanların Cehennem'e
atılacağı bildirilmektedir. (İbn-i Abbâs,
Taberî)
Allahü
teâlâ Hümeze sûresinde meâlen buyuruyor ki:
Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi ve
başkalarını ayıplamayı ve servet biriktirip onu saymayı âdet edinenlere
yazıklar olsun. (Âyet: 1, 2)
HÜNSÂ:
Erkek ve
kadın olduğu belli olmayan, hem erkeklik hem kadınlık uzvu bulunan kimse.
Cemâatle namazda, erkekler, imâmın ardında saf
olurlar. Erkeklerin ardında erkek çocuklar, onların ardında ise, hünsâlar saf
olur. Hünsâların ardında da kadınlar saf olur. (Molla Hüsrev)
HÜR:
Köle
olmayan erkek.
Cumâ namazının bir kimseye farz olması için lâzım
olan dokuz şarttan biri de hür olmaktır. (İbn-i
Âbidîn)
HÜRRE:
Hür
kadın. Câriye olmayan kadın.
Hürre
olan hanımlar, namaz kılarken, yüz ve elden başka bütün bedenlerini örter,
göstermezler. Câriyeler (hür olmayan kadınlar) ise, sırt ve göbekten diz altına
kadar örterler. (Muhammed bin Kutbüddîn
İznikî)
Hürre olan kadının zevci veya ebedî mahrem (hiç
nikâh düşmeyen) akrabâsından biri yanında bulunmadan, yalnız veya başka
kadınlarla yâhut, âkıl, bâliğ ve sâlih olmayan mahremi, yakını, akrabâsı ile üç
günlük (yaklaşık 104 kilometre) yola gitmesi haramdır. (İbn-i Âbidîn)
HÜRRİYET:
Hürlük,
serbestlik.
1. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyup, herkesin hakkını gözetmek.
Hürriyet, başıboş kalıp, her istediğini yapmak demek değildir. (Ali bin Emrullah)
2. Maddî ve mânevî her türlü şeyin sevgisinden gönlünü kurtararak yalnız
Allahü teâlâya kul olmak.
Kim
hürriyet isterse, Allahü teâlâya kulluğa sarılsın. (Hallâc-ı Mensûr)
Hakîki hürriyet, kullukta kemâl derecesine varmakla
mümkündür. Allahü teâlâya karşı kullukta sâdık olan, başkalarına köle olma
boyunduruğundan kurtulup, gerçek hürriyete kavuşur. (İmâm-ı Kuşeyrî)
HÜSN-İ HÂTİME:
Son
nefeste, rûhunu îmân ile teslim etme, îmân ile âhirete gitme.
Bir insanın hüsn-i hâtime ile mi yâhut sû-i hâtime
(îmânsız gitme) ile mi öleceği, son nefeste belli olur. Bütün ömrü boyunca,
kâfir olarak yaşayıp sonunda îmâna kavuşan olduğu gibi, ömrü îmânla geçip,
Allahü teâlâ korusun sonunda îmânsız giden de olur. Kıyâmette son nefesteki
hâle bakılır... (Ahmed Fârûkî)
Her müslümanın, ölümü düşünüp, hüsn-i hâtime
sebeplerini elde etmek için çalışması ve sû-i hâtime ile bu dünyâdan
ayrılmaktan çok sakınması lâzımdır. (Senâullah-i
Dehlevî)
Rabbimiz! Sonumuzu sevdiklerinin sonu gibi eyle.
Hüsn-i hâtime ile sona erdir. (Muhyiddîn-i
ibni Arabî)
HÜSN-İ HULUK:
Güzel
huy, iyi ahlâk. (Ahlâk)
HÜSN-İ ZAN:
1.
Kulların Allahü teâlâdan rahmetini ummaları.
Kendisinden başka ilâh olmayan Allahü teâlâya yemîn
ederim ki, Allahü teâlâ kendisine hüsn-i zan ederek yapılan duâyı elbette kabûl
eder. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Kıyâmet günü, Allahü teâlâ bir kulunun Cehennem'e
atılmasını emreder. Cehennem'e götürülürken, arkasına dönerek yâ Rabbî! Dünyâda
iken (Cennetine kor diye) sana
hep hüsn-i zan ettim deyince, onu Cehennem'e götürmeyiniz! Kulumu, bana olan
zannı gibi karşılarım buyurur.
(Hadîs-i şerîf-İhyâ)
2. Bir
kimse veya bir hâdise hakkında iyi kanâat sâhibi olmak.
Bütün müslümanlara hüsn-i zan etmek, iyi nazarla
bakmak, iyi karşılamak lâzımdır. Sözleri, mümkün olduğu kadar iyiye yormalıdır.
Müslümanın hayırlı ve sâlih olduğuna inanmak, ibâdet olur. (Muhammed Hâdimî)
Üzüntü, keder. Sevincin zıddı.
Bu, halk arasında kastedilen dünyevî hüzünden başkadır.
Tasavvuf yolunda bulunanlara âit
bir hâl.
Hüzn, insanın kalbini gafletten (Allahü teâlâyı
unutmaktan) korur. Hüznü olmayan sâlikin (tasavvuf yoluna girmiş olanın)
senelerce kavuşamadığı mânevî derecelere, hüzün sâhibi olan, kısa zamanda
kavuşur. Allahü teâlâ kalbi hüzünlü, kırık olanları sever. Peygamber efendimiz
sallallahü aleyhi ve sellem, dâimâ hüzünlü ve Allahü teâlânın büyüklüğünü
düşünme hâli üzere idiler. Râbia-i Adviyye, vâ hüznâ (Vah hüzün) demekle bu
mertebeye kavuşmayı arzû etmiştir. (Abdülhakîm
Arvâsî)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder