Evrenin Yaratılışı: Sunuş
Araştırmacılara göre bize ulaşan Çin söylenceleri, diğer eski kültürlere ait söylenceler kadar eski ve Özgün değildir. Bunun en önemli nedeni, MÖ 213'te Çin'in ilk imparatorunun tıp, kâhinlik, tarım, ağaç ve bitki yetiştirilmesi hakkında olmayan bütün kitapları yakmasıdır.
Büyük Han Hanedanı döneminde (MÖ 206-MS 220), imparatorlar Konfiçyus'un öğretilerini devlet dini olarak kabul etmişler ve doğaya tapınmayı içeren dinleri yasaklamışlardır. Ağızdan ağıza aktarılan eski söylencelerin çoğu bu dönemde kaleme alınmış, ancak Han bilginleri, bu söylenceleri kendi tutumlarını ve o dönemin siyasal ve dinsel iklimini yansıtacak şekilde yeniden biçimlendirmişlerdir.
Pangu'nun yaratılış söylencesi, var olan en ayrıntılı Çin yaratılış söylencesidir. Bu söylence MS 200 ve 500 yılları arasında yazılmış metinlerde bulunmaktadır ve kaostan düzenin ortaya çıkışı ve bu düzenin korunması üzerinde yoğunlaşmaktadır. Pangu ilk olarak gökleri yerden ayırarak evrene düzen getirir. Onun gövdesi dünya yüzeyindeki dağ, okyanus ve orman gibi doğal biçimleri birbirinden ayırarak, ayrıca gökleri ayrıştırarak yeni bir biçim alır. Daha sonra, canavar Gong-gong, doğal çevreyi hissettirmeden tahrip edince, Ana Tanrıça Nugua dünyanın düzenini yeniden kurar.
Diğer eski kültürlerden farklı olarak, Çinliler evreni birbirini tamamlayan iki öze ayırırlar: Yin (Gölgeli) ve Yang (Güneşli) birlikte bütünü oluştururlar. Yin doğadaki dişi ilkedir; karanlık, toprak, edilgen, boyun eğen ve sakin özellikler taşır. Yang ise erkek ilkedir; canlı, aydınlık, etkin, saldırgan ve sıcak özellikleri temsil eder. İnsanlar dünyasına dişi ve erkeğin birleşmesi gibi, güneş, yani Yang’ın özelliklerini temsil eden tanrı ile ay, yani Yin'in özelliklerini temsil eden tanrıça evlenirler. Nitekim gök ve dünyada bütünün birbirini tamamlayan parçalarını temsil eder.
Evrenin Yaratılışı
Başlangıçta bir yumurta tüm evreni içinde barındırıyordu. Yumurtanın içinde kaotik bir kitle bulunmaktaydı. Gök ve yer birbirinin eşiydi ve her yer tümüyle karanlıktı. Çünkü ne güneş ne de ay vardı. Bu karanlık kütleden ilk varlık Pangu oluştu. Pangu kendini karanlıkta bir yumurtanın içinde kapalı ve kaosla çevrelenmiş bulunca, evrene bir düzen getirmeye karar verdi.
Önce dünya yumurtasını kırarak açtı. Daha hafif olan kısım (Yang) yükselip gök haline gelirken, daha ağır olan kısım (Yin) çökerek yer oldu. Pangu, dünyanın üzerinde ayakta durmaya çalıştı, ancak gökler başının üzerinde büyük bir baskı yapıyordu. Fark etti ki gökler gökyüzünün çok yükseklerinde yer almazlarsa yaşamın ortaya çıkması mümkün olamayacak. Bu sorunu nasıl çözeceğini düşündü. Sonunda bu dünyada canlı yaratıkların oluşabilmesi ve varlıklarını sürdürebilmelerinin tek yolunun, gökyüzünü yukarı doğru itmek olduğuna karar verdi.
Sonraki 18.000 yılda Pangu, sürekli göklerin yeryüzünü ezmesini engellemeye çalıştı. Yalnızca ağzına esen rüzgârları yedi. Hiç uyumamıştı. önce dizlerinin üstünde, dirsekleri kıvrık olarak durabiliyordu ve bütün gücünü toplayıp elleriyle gökyüzünü yukarı itti. Daha sonra Pangu'nun ayakları üstünde, dirsekleri kıvrık durabildiği zaman geldi ve elleriyle gökyüzünü itti. En sonunda Pangu tümüyle ayağa kalkabildi ve gökyüzünü yukarı iterken kollarını sonuna kadar açmayı başardı.
Pangu günlerce, gecelerce, aylarca, yıllarca, taş bir sütun gibi ayakta durdu ve gökleri durmaksızın elleriyle yukarı itti. Yavaş yavaş gökyüzü giderek daha yukarı yükseldi, her gün on metre daha yükseğe çıkıyordu. Gökler daha yükseğe çıktıkça, Pangu da gittikçe uzuyordu.
En sonunda gökler dünyanın çok üzerinde yerlerini alınca, Pangu çok yorulduğunu fark etti. Gökyüzüne, bir de çok aşağılarda ayaklarının altındaki toprağa baktı. Dünya ile göklerin arasındaki mesafenin iyice açıldığından emin oldu; artık gökyüzünün çöküp yeryüzüne çarpmasından korkmadan uzanabilir ve dinlenebilirdi.
Böylece Pangu uzandı ve uyudu. Uykusunda öldü ve onun gövdesi evrene biçim ve töz verdi.
Pangu'nun başı Doğu'daki dağı oluştururken, ayakları Batı'daki dağı oluşturdu. Bedeni Orta'daki dağı, sol kolu Güney'deki sağ kolu ise Kuzey'deki dağı oluşturdu. Bu beş kutsal dağ kare şeklindeki dünyanın dört köşesini ve merkezini belirledi. Her biri dünyanın üzerinde dev bir taş sütun gibi durarak gökleri yukarıda tutmayı başardılar.
Pangu'nun başındaki saçları ve kaşları, gezegenler ve yıldızları oluşturdular. Sol gözü güneşi, sağ gözü ayı oluşturdu. Eti yeryüzündeki toprak ve kanı okyanus ve ırmaklar oldu. Dişleri ve kemikleri kayaları, mineralleri ve değerli taşları oluşturdular. Soluğu bulutları ve rüzgârı, sesi ise yıldırımı ve fırtınayı oluşturdu. Teri yağmur ve çiğe dönüştü. Bedenindeki tüyler ağaçları, bitkileri ve çiçekleri oluştururken derisinde yaşayan asalaklar, hayvanlar ve balıklara dönüştüler.
Âna Tanrıça Nugua ilk insanları yarattı. Kendisi de bir insana benziyordu, ancak bacaklarının yerinde bir ejderha kuyruğu vardı. Nugua dünyanın üzerinde kayarak dolaşırken, Pangu'nun bedeninden oluşan güzel şekilleri hayranlıkla seyretti. Ağaçları, bitkileri ve çiçekleri çok sevdi, ama en çok daha hareketli ve canlı olan hayvanlardan ve balıklardan hoşlandı. Ancak bütün bunları bir süre inceledikten sonra yaratılışın henüz tamamlanmadığına karar verdi. Hayvanlar ve balıklar onu tatmin etmek için yeterince akıllı değildiler. O bütün canlılardan daha üstün olacak bir yaratığa hayat verecekti.
Nugua, Sarı Nehir boyunca süzülürken bu nehir yatağındaki maddeyi kullanarak insanı oluşturmaya karar verdi. Nehrin kıyısına oturarak nehir yatağından avuç avuç ıslak çamur aldı ve onlardan küçük insanlar oluşturdu. Onları kendine benzetti, ama onlara ejderha kuyruğu yerine iki kollarıyla uyumlu iki ayak verdi. Yürümeye hazır olduklarında, onlara yaşam soluğunu üfledi. Bazılarını Yang ile, yani doğadaki erkek, saldırgan öğeyle doldurdu ve bunlar erkek oldular. Diğerlerini ise Yin ile, yani doğadaki dişi ve uysal öğeyle doldurdu ve bunlar da kadın oldular.
Bir süre sonra, Nugua insanlara tek tek biçim vermekten usandı ve daha hızlı bir yol düşündü. Nehir yatağındaki ıslak çamura bir ip yerleştirdi ve ipi üst ucu tamamen kaplanana kadar suda dolandırdı. Daha sonra ipi aldı ve sahile doğru salladı. Her damla çamur bir insan haline geldi. Ancak bu iki yöntem aynı türde insanlar yaratmıyordu. Nugua'nın eliye biçimlendirdikleri, ipten düşerek oluşanlardan daha zengin ve daha akıllıydılar.
Bir süre sonra Nugua'nın çocukları evlerini yapıp köylere ve çiftliklere yerleşerek günlük gereksinimlerini karşılamaya başlayınca, canavar Gong-gong çok kızdı. Başını gökyüzünü tutan dağlardan birine şiddetle vurdu. Dağ yere yıkıldı, gökyüzünde tuttuğu bir bölümde büyük bir delik açıldı ve yeryüzünün pek çok yerinin çatlamasına neden oldu. Bazı büyük yarıklardan alevler fışkırarak evleri ve ekinleri yaktı. Nehirler yataklarından taştılar ve yeraltı sularının oluşturduğu seller yarıklardan fışkırarak eskiden köy ve çiftlik olan yerlerde büyük bir okyanus oluşturdular.
Büyük Tanrıça dehşet içinde yüzlerce insanın açlıktan ölmesini veya boğulmasını izledi. Yarattığı çocukları kurtarmak için acele hareket etmesi gerektiğini biliyordu. İlk önce nehir kıyısındaki sazları ateşe verdi ve küllerini, ateşi söndürmek için yanan yarıklara doldurdu. Sonra sellerin toprağa sızmasını ve sazların küllerini set gibi yığarak suların eski nehir yataklarından akmasını sağladı.
İnsanlar çiftliklerine ve köylerine dönüp günlük işlerini yapmaya başlayınca, Nugua, Sarı Nehir'e doğru süzüldü ve beş değişik renkte taş topladı. Bu taşları ocakta eriterek göklerdeki deliği bununla kapadı. Daha sonra dev bir kaplumbağanın dört ayağını aldı ve bunları gökyüzüne destek olsun diye dünyanın dört köşesine ek sütunlar olarak yerleştirdi. Böylece Ana Tanrıça Gong-gong'un düşüncesizce yol açtığı yıkımı onardı.
Ancak Nugua beşinci sütunun devrildiği, dünyanın kuzeydoğu köşesini bir türlü yükseltemedi. Bu alan hâlâ Çin'in diğer yerlerinden daha alçaktır ve nehirler doğuya doğru bu alçak toprağın üzerinden denize dökülürler.
Donna Rosenberg'in Dünya Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder