Karmati Hareketini Hazırlayan Sebepler “İktisadi Sebepler”
Ortadoğu tarihi süreç içinde sürekli önemini kaybetmemiş olan bir coğrafyadır. Bu özelliğiyle sürekli cazibe merkezi olmuştur. İlk çağlardan beri sakinlerinin çok değişmesine rağmen, bölge doğu ile batı arasında, ticaret ve kültürün yayılmasına daima aracılık yapmıştır. Tarih boyunca bölgenin bu konumuyla bağlantılı olarak saldırılar, işgaller ve savaşlar olmuştur. Ebrehe'nin (Fil yılında) Hicaz'a yaptığı sefer, yarımadanın batısından geçen ticaret yolu üzerinde hakimiyet kurma teşebbüslerinin sonuncusu idi. Sasaniler ve Bizanslıların; ticaret yolları, özellikle bir taraftan Basra Körfezi yoluyla Irak üzerinden Şam'a diğer taraftan da Yemen, oradan Kızıl Deniz ya da yarımadanın batısı üzerinden geçerek Akdeniz'e varan Hint yolu üzerinde hakimiyet kurmaya çalıştılar.
Bizanslılar ve Sasaniler'in Yarımadanın kuzeydoğu, batı ve güney kıyılarındaki ticaret yollarını ele geçirme, siyasi hakimiyet ve nüfuzlarını genişletme teşebbüsleri sürekli bir huzursuzluk ve karmaşa kaynağı olmuştu. Bazen buna siyasi bilinçlenme de eşlik ediyordu. Mesela, İmru 'l-Kays, dördüncü asrın başlarında yarımadanın ortası ve batısı üzerinde otoritesini kuruyor ve kendine "Arapların Meliki" unvanını veriyordu. Aynı şekilde, Kindeliler, yarımadanın orta kısımlarında kabile topluluklarından bir siyasi birlik oluşturdu. Bunlar, gelecekteki muhtemel gelişmelere işaret eden örneklerdir. Altıncı yüzyılda Mekke ön plana çıktığında ise çatışma halindeki iki güç arasında bir tarafsızlık politikası izleyerek kendine özgü bağımsız bir rota izledi. Diğer taraftan bazı yerleşik toplumlarda sosyal çalkantılar baş gösterdi. Bu çalkantılar, iktisadi farklılaşma temeline dayanmakta idi. Mekke'de göçebelik ekonomisinden ticari ekonomiye geçiş sonucunda ve Medine'de yine bir göçebelik ekonomisinden zirai bir ekonomiye geçiş sonucunda da sosyal çalkantılar ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde Irak, Suriye ve Yemen gibi bazı tarımsal alanlarda ikta rejiminin genişlemesine çiftçilerin sömürülmesinin ve çok kere kölelik statüsüne düşmelerinin eşlik etmesi hoşnutsuzlukları körüklemiştir. Öyle görünüyor ki İslam devleti başlangıç ve öncesinde Arap yarımadasında yaygın olan sosyo-politik anlayışlar, sanıldığından daha uzun bir dönemde etkisini göstermiştir. Tarım alanındaki zayıf kökleriyle ve ticarette olan kısmi bağlarıyla savaşçı bir aristokrat sınıf olan Arap Müslümanlar, daha zayıf toplulukları himaye eden hakim kabile rolünü oynamaya devam ettiler. Himaye görmeyen veya yeni inanışı kabul etmeyen diğer yerli halk başlıca mali sorunlarla karşılaşıyordu. Kamu düzenini bozmamak kaydıyla ibadet özgürlükleri olan bu kitleler vergi ödemekte idiler. Verginin ne şeklinde ödeneceği bölgeden bölgeye bazı farklılıklar göstermekte idi. Suriye'de vergi, ödeme şeklinde bir ayırım yapılmaksızın götürü usulde topluluklardan kendi nezaretlerinde alınıp katiblere veriliyordu. Fakat en çok uygulanan usul, özellikle İran ve Irak'ta ve biraz daha farklı olmakla birlikte Mısır'da olduğu gibi, halkın bir yandan toprakları üzerinden haraç; öte yandan kişi başına cizye adı altında vergi alınması idi. Böylesine geniş bir bölgenin tek bir imparatorluk içinde özümlenmesi, sadece büyüklüğü bakımından değil, zamanla uygar dünyanın iki büyük deniz havzasını, Akdeniz ve Hint Okyanusunu, birbirine bağladığı için de önemli olan bir ekonomik birim yaratmıştı. Orduların, tüccarların, zanaatkarların, bilginlerin ve hacıların bu iki bölge arasında gidip gelmeleri, aynı zamanda fikirlerin, hayat tarzlarının ve tekniklerin alış verişini kolaylaştırdı. Bu geniş etkileşim alanında, güçlü hükümetlerin, büyük kentlerin, uluslararası ticaretin, gelişen kırsal bölgelerin, birbirinin varlık koşullarını muhafaza ederek gelişmeleri mümkün oldu. Hilafetin merkezi olan Bağdat, Dicle ile Fırat'ın birbirine yaklaştığı bir noktada kurulmuş olup burada oluşturulan kanallar sistemi, büyük bir kent için yiyecek ve hükümet için gelir sağlayabilen zengin bir bölge yarattı. Bağdat, İran'a ve ötesine, tahıl üretimi yapılan Cezire'ye, Emevilerin hala güçlü oldukları Suriye ve Mısır'a giden stratejik yolların üzerine kuruldu. Bağdat yeni bir kent olduğu için hükümdarlar Kufe ve Basra'nın Arap Müslüman sakinlerinden gelen baskıdan özgür olabildiler. Yakındoğu hükümdarlarının uzun süredir benimsedikleri, kendilerini yönettiklerinden ayrı tutma geleneğine uygun olarak kent, hükümdarın ihtişamını ve uzaklığını belirtecek şekilde planlandı. Merkezde, Dicle'nin batı kıyısında, saray, kışlalar ve bürolardan oluşan "yuvarlak kent" yer alır; pazarlar ve meskun semtler bu bölgenin dışındadır. Bağdat'ın inşası hükümdarların kendilerini yönettiklerinden ayrı tutma isteğinden kaynaklanmaktadır.
Yukarıda belirtmeye çalıştığımız unsurların kaynaşmasıyla yeni bir toplum meydana geldi. Ayrıca Arap Yarımadasındaki zengin kervan ticareti, Kureyşliler'in eline geçmiş olmasıyla Hindistan ve Habeşistan kaynaklı lüks malların, Yemen ve Hadramut'un miktarca az, fakat değerce pahalı olup önceleri tapınaklarda, sonraları kiliselerde kullanılan parfumeri (Bahur)nin, lavanta imalinde kullanılan mür'in (bir çeşit sarı sakız), belsem'in ve sümbül yağlarının, Şam ve Akdeniz ülkelerinin ürünleriyle mübadelesini sağlamanın yanı sıra, ticari bağlarının Basra Körfezi ve lrak'a kadar uzanan bölgede iktisadi farklılaşmayı körükleyen başka bir unsur oldu. Kureyşliler hem mal hem de para ticareti yapıyorlardı. Bunların sonucu olarak Kureyşliler arasında tekelcilik yoluyla servetlerini artırmaya çalışan ve malları kudret ve nüfuzlarını pekiştirme aracı olarak kullanan bir aristokrasi oluştu. Bu gidiş güçsüzlerin ve fakirlerin şiddetli bir şekilde sömürülmesine, sıkıntılı bir sosyal çelişkiye yol açtı. Bireyci ve sömürücü bakış açısını pekiştirdi. Bu gidiş diğer bir yandan da kabilevi kavramları sarstı, kabilenin kolektif ruhunu zayıflattı ve Kureyş'in alt ve üst tabakaları arasındaki mesafeyi açtı. Zenginlerin, servetlerini bir güç ve güvenlik kaynağı olarak gördüğü bir dönemde, diğer insanlar, cemaat bağlarının çözülmesi ve sömürünün acımasızlığı sonucu, bir çeşit endişe ve burukluk hissi içinde yaşıyorlardı. Böylece Arap yarımadasında yeni bir sosyal tabakalaşma ortaya çıktı.
Abbasi dönemi iktisadi hayatın, isyanlar üzerine etkisi ve isyanların ortaya çıkmasına kaynaklık ettiği, dönemin ekonomik yapısında gizlidir. İhtilalin getirdiği değişiklikleri açık bir şekilde Abbasi İmparatorluğu'nun ekonomik hayatında görebiliriz. Sulanabilen büyük nehir vadilerinde yetiştirilen buğday, arpa ve pirinç, imparatorluğun önemli mahsulleri arasında yer alıyordu; hurma ve zeytin ise ikinci derecede önemli besin kaynakları idi. imparatorluk zengin maden kaynaklarına da sahipti. Gümüş doğu eyaletlerinde, bilhassa Hindukuş bölgesinde çıkarılıyordu. Burada kapitalist sistem çerçevesinde 10.000 maden işçisi çalıştırılıyordu. Altın batıdan, özellikle Nubya ve Sudan'dan geliyordu; bakır İsfahan çerçevesinden elde ediliyordu. IX. yüzyılda burada bulunan maden ocakları Orta Asya ve Sicilya'dan geliyordu. İmparatorluğun çeşitli bölgelerinde kıymetli taşlar da bulunuyordu. Basra Körfezi 'nde bol miktarda inci elde ediliyordu. İnşaat kerestesi batı eyaletlerinde az bulunuyor, oranın ihtiyacının bir kısmı doğu eyaletlerinde, sağlanıyor, diğer kısmı da Hindistan ve çevresinden ithal ediliyordu. Ortaçağ İslam dünyasının bir başka sorunlu bölgesi de Mezopotamya bölgesidir. Mezopotamya'nın ihraç malları arasında nakışlı kumaşlar, zift, hurma yer almakta idi. Irak'ın coğrafi bir merkez olması, kara ve deniz ulaşım yollarının üzerinde bulunması, Abbasilerin ticareti teşvik etmesi ve sosyal gelişmeler, ticarete olan ilginin artmasına ve ticari faaliyetlerin genişlemesine yol açtı. Ticari faaliyet, bir yandan Uzak Batıya Endülüs'e ve Doğu Afrika'ya, bir yandan Rusya ve Baltık havzasına, bir yandan da Hindistan'a Çin'e ve Kore'ye kadar uzandı. Tüccarlar, deniz yollarındaki aktivitelerinin yanı sıra kara yollarını da kullandılar. Böylece Hindistan'a ve Uzak Doğuya giden yollar üzerinde hakimiyet kurdular. İslam dünyasında hicri III. ve IV. yüzyıllardaki ticaret mallarıyla ilgili olarak elimizde kıymetli bilgiler var. Örnek olarak bu dönemin bazı ithal mallarını zikredelim. Altın ve köle Doğu Afrika'dan; misk Tibet'ten; kaliteli kurşun Malaga'dan; ipek elbiseler, toprak mamulleri ve kağıt Çin'den; kilim ve yaygılar Ermenistan'dan; baharat, değerli taşlar, ilaçlar, mızraklar ve kafur Hindistan'dan; pamuk, ipek dokumalar, kağıt, kürk ve köle Maveraünnehir'den; kilimler, başlıklar, meyveler ve içecekler İran'dan; Bizans ipekleri, keten elbiseler, eteklikler ve yaygılar Bizans'tan getirilirdi. Hirelilerle Basralıların gelişmesi darb-ı mesel olmuştu. Muazzam servetlere sahip bir tüccar tabakası oluşmuştu. Bir kısmının serveti milyonlara ulaşıyordu. Dinamik bir sermayedar grup ortaya çıkmış ve "Şirket ed-Damarı", "Şirket el Mufavada" ve "Şirket el-Vucuh" gibi çeşitli şirket şekilleri ortaya çıktı.
Ticaret ve sanayinin ilerlemesi ve sanayi dallarının çoğalması da iktisadi canlanmanın başka bir faktörü idi. Fakat sanayinin, tek kişilik işler ile az sayıda kişinin bir dükkan veya küçük bir imalathanede bir arada çalıştığı sanayiler arasında değişen sınırlı imkanları vardı. Sanayi, sınıfsal bir farklılaşma doğuran bir zenginliğe yol açacak ölçüde gelişmemişti. Fakat tarım alanındaki gelişmeler için bunu söylemek mümkün değildir. Bu alandaki olumsuzluklar, sınıfsal bir farklılaşmaya neden olmuştur. Devlet, sanayi alanı içinde değerlendirebileceğimiz alanlarda özellikle bayrak, sancak ve resmi elbiselerin imal edildiği terzihaneler ve darphaneler gibi nispeten daha geniş atölyeleri olduğu bilinmektedir. Keza, cam imalathaneleri ve dokuma atölyeleri gibi büyük sivil imalathaneler de vardı. Böylece genel halktan insanların artmasının yanı sıra, toplumun, tüccar ve ikta edilmiş zirai mülk sahibi gibi zengin grupların yükselişine ve bu gruplar arasında büyük iktisadi farkların ortaya çıkışmasına da tanık olunmakta idi. Ayrıca bölgelere arası farklılık ve bu bölgelerden alınan vergilerin halkta uyandırdığı tepkiler huzursuzlukların çıkmasında etkili olmuştur. Özellikle başkente yakınlığından dolayı idare merkeziyle özel ilişkileri olan Irak Sevad'ı diye bilinen bu verimli bölge, alelade idareciler tarafından değil, Abbasi üst yöneticileri olarak kabul edilen yöneticiler tarafından yönetilmiştir. Dolayısıyla bu yakınlık devletin ihtiyaçların kısa sürede bu yakın olan bölgelerden tedarik edilmesine neden olmuştur. Bu durum toplumda rahatsızlıkları tetikleyen bir unsur olmuştur.
Bu dönemdeki sanayi, ticaret ve tarım'ın gelişmesinin sonucunda İhvan-ı Safa, insanları üç tebaaya ayırmıştır: Zenginler, orta halliler ve fakirler. İktisadi hayatın gelişmesi ve Arapların başlıca üretim faaliyeti olan fetih harplerinin sona ermesi neticesinde, fütuhatın yarattığı Arap askeri aristokrasisini bertaraf eden, ırk ve din bakımından homojen olmayan idareci ve tacirlerden mürekkep yeni bir hakim sınıf meydana geldi. Bu değişiklik hükümet teşkilatı ve idareci zümresine aynen aksetti. Ayrıca zirai hayatın gelişmesiyle bir başka sosyal sınıf; köleler ortaya çıktı. Bundan sonraki süreçte adından çokça söz ettirecek olan kölelerin isyanları oldu. Zenci kölelerin çıkarmış olduğu ayaklanma bu duruma verilecek en güzel örneklerden biridir. Bu dönemde zirai hayat da gelişmiş buna paralel olarak zirai mülkiyetler genişlemiş ve tarımsal bir ikta rejimi açık ve yaygın bir şekilde ortaya çıktı. Bazı tüccarların da bunda rolü olmuştu. Toprak sahipleri gübre kullanarak, arazi ıslahı için tuz bataklıklarının kurutarak tarımı geliştirmeye yöneldiler ve böylece entansif tarım ortaya çıktı. Büyük toprak sahipleri geleneksel çiftçilikle yetinmeyerek, toprağın ıslahı ve işlenmesinde çalıştırmak üzere büyük sayılarda köle satın almaya çalıştılar. Afrika'dan getirilen binlerce zencinin çalıştırıldığı Basra bölgesi bunun iyi bir örneğini oluşturuyordu. Kufe'nin kırsal kesimi de topraklarının büyük ölçekli birimler halinde ikta edildi. Bu da köylülerin sömürülmesine yol açtı. Bu durum bölge halkının Karmati faaliyetlerine destek vermelerine yol açtı.
Aynı şekilde Sevad'da uygulanan gelir sistemi Karmatilerin ortaya çıktığı coğrafya olması açısından önem arz etmektedir. Bu bölge, ikiye ayrılmakta idi. Her bölge de, çeşitli alt bölümlerden meydana geliyordu. Bediriyye, bunların en zenginiydi; on iki kırsal alandan oluşmakta idi. Bu kırsal alanların en iyi durumda olanı ise Kerkh idi ve on iki köyü içine alıyordu. Bir başka bölge Horasan' dır. Bu bölgenin de merkezi de Bakuba idi. Bu bölge de bir takım alt bölümlere ayrılmıştı. Vasıt çevresinde toplanan öteki bölge, çeşitli kasabaların gelir birliğini sağlıyordu. Amilin kontrolü altındaki daha geniş idare birimleri gibi, köylerin sınırları da sabit değildi. Merkezi hükümetin iradesiyle genişletilebilir veya öteki bölgelerin bir parçası haline dönüştürülebilirdi,
Abbasi idaresi, yukarıda adını verdiğimiz bölgelerde en küçük birim olan köylerin gelirlerini dahi bu denli kontrol etmeye çalışması ve bu gelirlerin idaresi için amiller atamış olması, bölge sakinlerini rahatsız eden unsurlardan olmuştu. Ayrıca atanan idarecilerin, bölgenin gelirinden aşırı rant elde etmek istemesi sonucu, iktisadi farklılaşma belirgin hale gelmiştir. İktisadi farklılaşma, mevcut durumun niteliğini açığa vuran bir sosyal huzursuzluğa, sosyal harekete ve ayaklanmalara yol açtı. Abbasiler sulama faaliyetine girişerek, tarım yapılan araziyi genişlettiler ve bataklıkları kurutarak verimin yüksek bir seviyeye çıkmasını sağladılar. ihtilalle birlikte, köylülere yeni mülkiyet hakları ve adil bir vergi sistemi geliştirilmeye çalışıldı. Bu sisteme göre, vergi tespit edilmiş sabit bir miktar yerine ürünün yüzdesi üzerinden alınıyordu. Fakat köylülerin hayat seviyesi hala düşüktü ve onların durumları zengin tüccar ve arazi sahiplerinin spekülasyonları ve büyük çiftliklerde köle işçilerin çalışmaya başlaması neticesinde daha da kötüleşti. Çiftçilerin, bölgelerdeki karışıklıklar içinde yer alması, Ortadoğu'nun coğrafi yapısı ve iklim şartlarıyla bağlantılıdır. Özellikle Ortadoğu'da tarım ancak sulamayla yapılabilmekteydi. Toprağı sulayan kanallar devamlı bakım istemekte idi. Çiftçiler bu bakımı yapamıyorlardı. Devletinde sulama kanallarının bakımını yapmaması bölgede fakirliğin gittikçe artmasına neden oldu. Toplumun karşılamış olduğu bu sosyoekonomik problemler bireyler arası farklılaşmayı beraberinde getirdi. İktisadi farklılaşma, toplumu merkezi otoriteye karşı muhalif olan grupların yanında yer almaya itmekte idi. Nitekim toplum; hicri üçüncü yüzyılda ve sonrasında, her biri ayrı bir öneme ve anlama sahip olan Ayyarun ve Şuttar (serseriler ve dolandırıcılar) hareketine, zenci ayaklanmasına, Karmatilik ve İsma'ililik hareketlerine şahit oldu.
Konumuz açısından, zencilerin çıkarmış oldukları isyan ayrı bir öneme haizdir. Zenci ayaklanması, Basra'da ikta'nın genişlemesinin ve Afrika'dan getirilen binlerce kölenin istihdam edilmesinin bir sonucuydu. Zenci adıyla bilinen siyahi kölelerin 868-883 yılları arasındaki isyan, çok farklı bir karakter taşıyordu. Çünkü bölgeye getirilen Zenciler, sabırlı oldukları, iş yapmaya dayanıklı olarak kabul edildiği için tüccarlar onları avlayarak veya Doğu ve Orta Afrika'da onları satın alarak, çeşitli iş dallarında çalıştırıldılar. Doğu Basra tuz bataklıklarında çalıştırılan çok sayıda köle bu kategoriye dahildi. Burada köleler, tarım yapılabilmesi için toprağı hazırlamak, tuz sahalarında tuz elde etmek için zenginler tarafından çalıştırılıyorlardı. Ayrıca bununla beraber bazı istisnai haller de vardı; köleler bataklık ve tuz sahaları dışında şeker plantasyonlarında, maden ocaklarında, denizcilikte, bataklıkların kurutulmasında ve diğer önemli teşebbüslerde kullanılıyorlardı. Büyük müteşebbislerden meydana gelen bir sınıfın yayılması, tarım işlerinde çok miktarda kölelerin satın alınması ve kullanılması neticesini doğurdu. Köleler barakalarda barınıyorlardı. Yalnız arazi sahipleri, binlerce köleye sahipti. Köleler gruplar halinde çalışıyorlardı. Bu grupların sayıları 500 ile 5000 arasında değişmekte idi. Hatta 15.000 kişilik bir gruptan da bahsedilmektedir. Kölelerin yaşam şartları son derece elverişsiz idi. Onların gıdaları ekmek, irmik ve hurmadan ibaretti. Zenci ayaklanması, bölgedeki siyah kölelerin hürleştirilmesinden başka bir hedefi olmayan, ama taraftarlarının fırsat bulunca beyaz efendileri köleleştirmekte de tereddüt göstermediği, dar ufuklu, sınıfsal bir ayaklanmaydı. Sayı olarak üç yüz bini aşan zenci topluluklarının, ekseriya, içinde çalıştıkları topluma yabancı oldukları ve öyle kaldıkları görülmektedir. Hatta birçokları Arapça'yı bile bilmiyorlardı. Ayaklanmaları, kötü hayat şartlarını ve maruz kaldıkları sömürünün korkunçluğunu dile getirmekte idi. Onları kinle dolduran ve tüyler ürpertici gaddarlıklar yapmaya iten sebepler bölgedeki iktisadi ve sosyokültürel yapılanmadır. Bu yapılanma kölelerin huzursuzluğunu "siyah öfkeye" dönüştürmüştür. Fakat bu öfkede taban bulabilmek amacıyla, İslami ilkeler adına ve İslam'ın gerçekleşmesini talep ettiği adalet adına ortaya çıktıklarını ileri sürmüşlerdir. Bu yarı barbar hareket bile, dini ifade aramak bakımından İslam cemiyetinin hakim temayülünün etkisi altında kalmıştır. Zenciler'in lideri her ne kadar Hz. Ali soyundan geldiğini iddia ediyor ise de Şia'ya bağlı değildi, fakat insanların en mükemmelinin, Habeşli bir köle dahi olsa, halife olacağını kabul eden eşitlikçi anarşist Hariciler'in mezhebini benimsemişti. Bu hususta Haricilerin fikirleriyle uyuşan Zenci hareketi bütün diğer Müslümanları imansız gözüyle görüyor ve onları ele geçirdiklerinde köle haline getirilmesini yahut kılıçtan geçirilmesini kabul ediyordu Karmatilerin ortaya çıkış dönemi olan, Zenci ayaklanmasını oluşturan sosyo-ekonomik çevre, Karmati isyanlarının da alt yapısını oluşturmuştur. Hatta idarecilerin uygulamaları çiftçinin iktisadi durumunu zora sokmuştu. Zenci isyanın geride bırakmış olduğu tahribatlar durumu daha da ileri noktalara taşıdı. Yalnız Karmati isyanları, Zenci isyanından farklı olarak görünüşü, dini; hedefi, siyasi, sosyal ve iktisadi olan bir isyan idi. Bu durumu daha net anlayabilmek için Zenci isyanın oluşum safhasını değerlendirmekte fayda vardır. Zenci isyanı ortaya çıktıktan sonra, birbiri arkasından yeni grupların katılmasıyla süratle gelişmiş daha sonra muhtemelen şehir ve köylerden kaçıp gelenlerle kölelerin sayısı oldukça arttı. Halife ordularının siyahi birlikleri de isyancılara katıldılar ve böylece asilerin talimli asker ihtiyacını karşıladılar. Diğer taraftan yağma imkanından dolayı, komşu bedevi kabilelerin onlara destek olmasını sağladı. Bölgenin hür köyleri Zenciler'in liderlerinin tarafını tutup onu zahire bakımında desteklediler. Her ne kadar kaynaklar Ali 'nin iki kumandanından birinin değirmenci, diğerinin de şerbetçi olduğu bildirmekte iseler de şehirlerdeki gayr-ı memnunlar arasından bu hareketi destekleyenlerin bulunduğuna dair pek az işaret vardır. Zenciler'in askeri harekatı çok parlak oldu; halifenin birlikleri birbiri arkasından mağlup edildi ve böylece Zenciler yeni köleler, ganimet ve bilhassa silah ele geçirdiler. Ekim 868'da Basra'ya karşı hücuma geçtiler, fakat şehri zaptedemediler. Bu sırada Basra halkının karşı taarruzu püskürtüldü ve kısa zaman sonra Zenciler tuzlaların ortasında kuru bir bölgede el Muhtara adı verilen yeni bir merkez kurdular. Kaynaklarımızda onların idari yapılanmalarıyla ilgili olarak herhangi bilgi yer almamaktadır. Zenciler, 19 Haziran 870 tarihinde zengin ticari liman olan Ubulla'yı ele geçirdiler ve şehri yağma ederek halkını kılıçtan geçirdiler. Serbest bırakılan kölelerle birlikte bölgede yer alan Ahvaz şehrini zapt ettiler. Bu hareket, Abbasi devleti için ciddi bir tehlike halini aldı. Zenciler Güney Irak'ın Güneybatı İran'ın önemli bölgelerini hakimiyetleri altına aldılar, bir çok şehri zapt ettiler, merkezi eyaletin önemli şehri Basra'yı baskı altında tuttular ve Bağdat'ın güneydoğusundaki ulaşım yollarını işgal ettiler. 7 Ekim 871 tarihinde Basra'ya girdiler ve yerinde bir hareketle şehri yağmaladıktan sonra geri çekildiler. Bu arada halife ordusunu mağlup ederek 878 yılında eski ordugah şehri Vasıt'ı zapt ettiler. Ertesi yıl Basra'nın 17 mil yakınına kadar akınlarını devam ettirdiler; bu hareket onların başarılarının zirvesini teşkil eder. Halifenin kardeşi ve naibi el-Muvaffak, büyük masraflar yaparak sefer hazırlığına girişti. 881 Şubat'ına kadar Zenciler'i zapt etmiş oldukları bütün yerlerden kovdular. Onları, merkezleri el-Muhtara'ya sığınmaya mecbur etti. Zenciler'in lideri, el-Muvaffak'ın aman ve ölümüne kadar belirli para verileceği teklifini reddetti. Uzun bir muhasaradan sonra 11 Ağustos 883 tarihinde el-Muhtara teslim oldu. Aynı yılın Kasım ayında Zenciler'in lideri Ali b. Muhammed'in başı kesilerek mızrağa takılı olduğu halde Bağdat'a getirildi. Siyasi mücadelenin bitmesi, sosyal etkilerin de bitmesi anlamına gelmediği için, bu etkileri daha sonraki hareketlerde de görmekteyiz. Bunun en belirgin örneği Karmati hareketidir. Sosyal tabakalaşmanın bir sonucu olarak ortaya çıkan zenci ayaklanması ve sonrasındaki Karmati isyanını hazırlayan sebeplerden biri de, İslam dünyasındaki şehirlerde birbirine bağlı olarak ticaret ve ticaret burjuvazisinin yükselişinin sosyo-ekonomik yapıya tesiridir. III/IX. yüzyılda burjuva sınıfına ilaveten idareci ve memurların da aynı derecede önemli bir mevkie sahip oldular. X. yüzyıldan itibaren ulema sınıfıyla birleşen askerlerin tüccar burjuvazisinden daha yüksek bir mevkii işgal etti. Karmati hareketinin İslam dünyasının diğer bölgelerinde de yankı uyandırması, Arap kitlelerin Irak, Horasan, Mısır ve Şam gibi bölgelerde arazi edinmeye başlamaları da etkili olmuştur.
Ekonomik değişiklikler halkın sosyal ve etnik grupları arasında yeni ilişkilerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Savaşçı sınıf devlet hazinesinden artık pay alamıyordu; eski imtiyazlarını kaybetti. İslam ile birlikte kabileler arasındaki çatışmalar tam anlamıyla bitmemiştir. Bunun en güzel örneği Suriye'de Kays ve Kelb kabilelerinin yapmış oldukları mücadeledir. Bu aristokrasi artık büyük bir önem taşımayan mücadele ve düşmanlıklarda, kabile fertlerine tesir edemiyordu. Böylece İslam şehri, fethedilmiş bölgelerde bir ordunun bulunduğu askeri garnizondan, içinde tüccarların ve zanaatların karşılıklı yardım ve dayanışmaya dayanan bir teşkilat kurduktan ticaret merkezi haline geldi. Toplum da oluşan iktisadi farklılaşma sosyal huzursuzluklara, muhalif hareket ve ayaklanmalara yol açmıştır. İktisadi farklılaşmanın etkileri yanında, yoksulluk ve ihtiyaç içinde olup Karmati hareketine girmekle bolluğa ve zenginliğe kavuşacaklarını düşünen grupların da isyanın yaygınlaşmasına katkıları olmuştur.
ORTADOĞU'DA MARJİNAL BİR HAREKET: KARMATİLER
(Ortadoğu'da İlk Sosyalist Yapılanma)
Yrd. Doç. Dr. Abdullah EKİNCİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder