6 Şubat 2023 Pazartesi

İslam Devletlerinde Askeri Teşkilat-4

 


Donanmalar


Deniz seferleri: Tebabia melikleri zamanında, Himyer ve Sebe gemilerinden başka lslamiyet'ten önce Araplar deniz seferi yapmamışlardır. Daha önce belirttiğimiz gibi, Himyer ve Sebeliler ticaretle uğraştıklarından birçok gemileri vardı. Hicaz Arapları ise, bugünkü bedeviler gibi gemiye binmekten hoşlanmazlardı. Ancak İslamiyet doğuşundan kısa süre sonra Şam ve Mısır kıyıları Müslümanların eline geçince, Rumlardan etkilenerek deniz savaşlarına ve denizciliğe yöneldiler. Zamanla ilgileri daha da arttı. Müslümanlardan ilk deniz seferine çıkan sahabeden Alaaddin b. Abdullah el Hadrami idi. Bu kişi Hz. Ömer tarafından Bahreyn (Umman ile Ahsa arası) üzerine gönderilmişti. Basra Körfezin'i geçerek Iran kıyılarını fethetmek istediyse de başarılı olamadı. Alaaddin, Hz. Ömer'den bu sefer için izin istememişti. Bu yüzden Hz. Ömer kendisine kızmış ve ceza olarak valilikten alıp Küfe valisi bulunan Sa'd b. Ebi Vakkas'ın emrine vermiştir. Hz. Ömer Müslümanları deniz seferi yapmaktan men etmişti. O tarihte Muaviye b. Ebu Süfyan, Şam ve Ürdün ordugahları komutanlığında bulunuyordu. Muaviye büyük teşebbüs ve planlar konusunda eğilimli ve yetenekli bir devlet adamıydı. Deniz seferleri yapmak istiyordu. Bu nedenle Hz. Ömer'den izin istemiş ancak o bu isteği uygun görmemişti. Muaviye düşüncesinde ısrarlı olup bu yolla pek çok ganimet ele geçeceğini garanti etti. Bunun üzerine Hz. Ömer Mısır valisi Amr b. el­ As'dan deniz seferleri hakkında bilgi istedi. Amr Hz. Ömer'e yazdığı cevap mektubunda: "Ey müminlerin emiri! Denizi gayet büyük, ona binenleri de ona göre gayet küçük birer mahluk gördüm. Denizde bulunanın çevresinde su ve gökyüzünden başka bir şey bulunmaz. Deniz sakin olursa üzüntü verir. Azarsa aklı ve anlayışı giderir. Denizde kurtulma ümidine kurtulamama endişesi baskın çıkar. Denize çıkanların durumu bir dal üzerinde bulunan kurtların haline benzer. Dal eğilirse boğulma kesindir. Kurtulabilirse büyük bir nimet sayılır." Hz. Ömer bu cevabı "Hiçbir Müslümanın böyle bir tehlikeye atılmasına izin vermem!" görüşüyle birlikte olduğu gibi Muaviye'ye gönderdi.


Hz. Osman hilafet makamına geçince, Muaviye'nin ısrarlarına dayanamayarak deniz savaşlarına izin vermiştir. Ancak hiç kimsenin isteği dışında, zorla deniz savaşına götürülmemesini şart koşmuştur. Bunun üzerine Muaviye gönüllülerden oluşan bir askeri kuvvetle H. 28 yılında gemilere binerek Kıbrıs seferine çıkmıştır. Kıbrıs halkı her yıl 7.200 dinar ödemek şartıyla Muaviye ile barış yaptı. Kıbrıs'a yapılan bu sefer, Müslüman denizciler tarafından Akdeniz'de yapılan ilk deniz seferiydi. Bu tarihten itibaren Müslümanlar denizde elde ettikleri zaferlerden memnun olduklarından her yıl belli vakitlerde deniz seferlerine çıkıp savaşmayı alışkanlık edindiler.


Müslümanlarda Donanma


Araplar gemicilik işinde bilgi ve tecrübe sahibi olmadıkları için, lslam seferlerinin ilk yıllarında inşa etmeye girişdikleri donanmaların yapımında Rumları görevlendirmişlerdir. Rumlar içinde gemi inşa ve idaresinde, gemicilik sanatında uzman kişiler vardı. Bunlar tarafından inşa olunan savaş gemileri Araplar tarafından asker ve savaş aletleriyle donatılarak deniz savaşlarına gönderiliyordu. Savaş gemilerinin hepsi için kullanılan üstül (donanma) kelimesi Yunanca asıllı kelimenin Arapçalaştırılmış şeklidir. Özellikle Akdeniz havzası lslam donanmalarının cevelan ettiği bir bölgeydi. Şam, Afrika ve Endülüs kıyılarında bulunan lslam kentlerinde, genellikle gemiciliğe önem verilmiş gemi inşa ve donatımı için her tarafta tersaneler kurulmuştur. lslam dünyasında ilk tersane Emevi halifelerinden Abdülmelik b. Mervan zamanında (H. 65-86) Tunus'ta kuruldu. Bu halife Afrika valisi olan Hasan b. Numan'a tersane kurulmasının gerekliliğini bildirdi. Hasan aldığı emir uyarınca bir tersane kurarak savaş gemileri inşa ve bu gemileri asker ve savaş mühimmatıyla donattı. Bu şekilde oluşturulan donanma Sicilya'nın fethine gönderilmişse de başarılı olamadan geri dönmüştür. Sicilya, ancak Aglebilerden Ziyadetullah b. lbrahim zamanında ünlü fakihlerden Esed b. el Fırat tarafından fetholunmuştur. Esed, Kusra'yı da (Akdeniz'de Tunus'un Mehdiye iskelesi ile Sicilya Adası arasında bir ada) fethetmişti. Bu fetihler Müslümanlar üzerinde olumlu etkiler bırakmış ve onların deniz savaşları konusundaki istek ve çabalarını artırmıştır. Böylece, gerek Afrika kıyılarında gerek Endülüs limanlarında donanma inşasına önem verildi. H. 4. yüzyıl ortalarında halife 3. Abdurrahman zamanında yalnız Endülüs donanmasında bulunan savaş gemilerinin sayısı 200'e ulaşıyordu. Afrika kıyıları donanması da bu sayıda gemiden oluşuyordu. Endülüs'ün en ünlü limanları Becaye (Cezayir'de bulunan Bougie) ve lspanya'nın güneydoğu kıyısındaki Almaria idi. O tarihte her tarafta tersaneler çoğalmıştı ve her tersane bir donanma inşa etmekle yükümlüydü. Her donanmada bir komutan ve bir reis bulunurdu. Komutan, asker, silahlar ve savaş işleriyle, reis ise gemileri idare ve sevk ile uğraşırdı. Bütün donanma bir düşmana hücum etmek veya başka bir iş için beraberce gitmeleri gerektiğinde hareket merkezi kabul edilen yerde birleşerek, hepsine komuta etmek üzere başkomutanlığına ülkede en fazla güç ve itibar sahibi olan bir kişi tayin olunurdu.


Mısır'da tersaneler aşağıda gösterileceği üzere Hicret'in 1. yüzyıl sonlarında kurulmuştur. Mısır'da ilk donanmayı inşa eden Abbasilerden halife Mütevekkilin valisi Anbese b. lshak idi. Buna şu neden olmuştur: Rumlar H. 238 yılında Dimyat'a asker çıkararak kenti işgal etmişler, katliam yapıp birçok esir almışlardı. Mısır valisine bu tecavüz olayı ağır geldi. Savaş gemileri inşasıyla donanma oluşturulmasını ve kara askeri gibi deniz içinde asker düzenlenmesini emretti. Deniz askerlerine de kara askerleri gibi maaş bağladı. Bunun üzerine halk çocuklarını gemiciliğe ve denizciliğe yönlendirdi. Ambese bu şekilde inşa ettirdiği tam donanımlı donanmaları, güçlü komutanların eline teslim ederek Afrika, Endülüs ve Şam donanmalarıyla beraber Rumlarla savaşmaya gönderdi. Müslümanlar ile Rumlar arasında bu savaşlar aralıksız devam ediyordu. Savaşlarda iki taraf birbirini esir etmeye çalışırdı. lslam halifeleri esirlerini parayla kurtarıyor ve buna da fidye adını veriyorlardı.


Müslüman esirler için ilk fidye ödeyen H. 189 yılında Abbasi halifesi Harünürreşid idi. Daha önce savaş esirleri teke tek değiştirmek suretiyle kurtarılırdı. lslam tarihinde en ünlü esir kurtarılışı 13 kez olmuştur. Bunların hepsi de Abbasiler zamanındadır. En sonuncusu Abbasi halifelerinden Mutiullah zamanında H. 335 yılında gerçekleşmiştir. Söz konusu süre içinde halifelerce fidye karşılığı kurtarılan savaş esirlerinin sayısı 10000 kadardı. Fidye görüşmeleri ve işleri çoğunlukla Adana kıyılarında Tarsus yakınında Lameş'te gerçekleştirilirdi. Esir teslim alınıp kurtarılırken Müslümanlardan büyük bir cemaat de hazır bulunurdu. Fidye işlemleri 15 gün veya daha fazla sürerdi. llk fidye olayında (Harünürreşid zamanı) Müslümanlardan 500.000 kişi hazır bulunmuştu. Hepsi en mükemmel silah ve savaş gereçleriyle donanmış en güzel atlara sahiptiler. lslam askerlerinin çokluğundan dağlar, ovalar dolmuştu. Aynı anda Rum gemileri de en mükemmel savaş silahlarıyla donanmış halde Müslüman savaş esirlerini taşıyarak geldi. Bu gemilerde Müslüman savaş esiri vardı. Tamamı fidyeyle kurtarıldı. Esirlerin o şekilde kurtarılışı lslam alemince büyük yankı uyandırdığından, bu tarihlerde halkın genel duygu ve düşüncesine tercüman olan ünlü Arap şairlerinden Mervan b. Ebi Hafsa, Harünürreşid'e hitaben şu şekilde övgülerde bulunmuştu: "Vatandan, dost ve sevdiklerinden uzak olarak hapislerde inleyen lslam esirlerini, tüm Müslümanlar bunları kurtarmaktan aciz kalmış ve Hristiyan hapishanelerinin onlara mezar olacağına inanmışken sen kurtardın. Bu büyüklük bütün lslam dünyasını minnettar eyledi".


Mısır bölgesi Afrika hükümdarları olan Fatımilerin yönetimine geçince, lskenderiye, Dimyat ve Kahire'de donanma yapımına büyük özen gösterilmiştir. Bunların döneminde donanma maaşlı beş bin askerden oluşuyordu. Söz konusu askerlerin on komutanı vardı. Her biri on dinardan yirmi dinara kadar aylık alırdı. Bahriye erlerine verilen en küçük maaş iki dinardan az olamazdı. Maaş dışında bunlara bir miktar toprak da verilirdi ki bu topraklara "ebvabu'l-guzat" denirdi. Savaşa gidildiğinde sözü edilen on komutandan biri donanma reisi seçilir ve tüm komuta kendisine verilirdi. Devletin ileri gelenlerinden birisi de bu reise refakat ederdi. Deniz emirleri, subayları ve askerlerine aylık dağıtılması bir tören şeklinde, bu meslekte bulunanların önem ve değerlerini halka göstermek ve kıymetlerini yüceltmek üzere bizzat halife tarafından vezir de hazır olduğu halde yerine getirilirdi. Fatımi halifelerinin birincisi olan Muiz zamanında Mısır donanmasını oluşturan savaş gemilerinin sayısı 600'e ulaşmıştı. Daha sonra bu sayı azalmış ve yüze kadar inmiştir.


Donanmalar savaşa giderken uğurlama törenleri oldukça parlak ve gösterişli olurdu. Halifeler Kahire dışında Mukas adındaki yerde kurulan özel yerde oturarak bizzat törende hazır bulunurlardı. Savaş gemileri halife önünden birer birer geçerdi. Bu geçiş sırasında savaş zamanında yapılan manevraların bir benzeri yapılırdı. Komutanlar, emirler, subaylar, donanma görevlileri savaş vaziyeti alırdı. Mancınıklardan mermiler atılırdı. Hücum, firar vs. savaş tatbikatı yapılırdı. Bu manevralar bittikten sonra, donanma reis ve komutanı halifenin huzuruna çıkarlardı. Halife bunlarla vedalaşır, başarıları için dua eder, donanma komutanına yüz ve reislere yirmişer dinar atiyye verirdi. Donanmanın savaşlardan dönüşünde de benzeri kutlamalar ve törenler yapılırdı. Selahattin Eyyübi zamanında Mısır'da donanmaların işlerini yürütmesi için özel bir divan kuruldu. Buna "divanü'l üstü!" adı verilmiş ve donanma için bir bütçe ayrılmıştır.


lslam devleti topraklarının genişlemesinde donanmaların büyük yardımı olmuştur. Müslümanlar bu deniz kuvvetleriyle Akdeniz'de bulunan adaların en ünlülerini Sardunya, Sicilya, Malta, Girit, Kıbrıs vs. adaları fethettikleri gibi bu denizin Avrupa'ya yakın bulunan birçok kıyısını da donama sayesinde ele geçirmişlerdir. lslam donanmaları asker ve mükemmel harp donanımıyla Sicilya'dan ltalya'nın kuzey kıyılarına saldırılar düzenleyerek Avrupa krallarını tehdit eder, korkutur ve onları sıkıntıya sokarak ülkelerinde karışıklıklar çıkmasına neden olurlardı. Özellikle Fatımiler zamanında Sicilya'da Fatımiler adına hüküm süren Hasanoğulları devrinde bu tehdit ve karışıklık oldukça yoğunlaşmıştı. Frenkler o dönemde donanmalarını Akdenizin kuzeydoğu yönüne çekmeye ve denizin diğer bütün bölümlerini Müslümanların egemenliğine bırakmak zorunda kaldılar. Böylece Müslümanlar karada hakimiyetlerini gösterdikleri gibi deniz hakimleri olarak da kendilerini ispat etmişlerdir. Avrupalılar Mısır'daki Fatımi devletiyle, Endülüs'teki Emeviler zayıflayıp karışıklığa düşünceye kadar oldukça geri ve zayıf bir durumdaydı. Sözü edilen lslam devletlerinde siyasi otoritenin zayıflamasıyla birlikte çözülme ve gerileme devri başlayınca, Avrupalılar bu uygun fırsatı kaçırmamışlar lslam egemenliğine geçen eski topraklarını geri almaya başlamışlardır. Bununla yetinmemişler asıl lslam topraklarına da saldırmaya başlamışlardır. Bu saldırılar lslam tarihlerinde "haçlı savaşları" (ehl-i salib muharebatı) adıyla bilinen ünlü savaşlardır.


Artık bu devirden sonra Müslümanlar tembellik, uyuşukluk ve gaflet uykusuna kapılarak donanmayı ihmal etmişler, denizci yetiştirme ve deniz kuvvetleri oluşturma siyasetine eski önemi vermemişlerdir. Öyle ki donanmanın işlerini yürütmek için daha önce kurulmuş olan "donanma divanı" bile kaldırılmış, adı ve izi bile kalmamıştı. Önceki yıllarda, denizciler "Allah uğrunda mücahitler" ve "Allah düşmanlarına karşı gaziler" gibi şerefli ve övücü lakaplar taşır ve herkes onların duasını uğurlu sayarken, daha sonra Mısır'da "bahriyeli" kelimesi bir aşağılama ve ihanet terimi gibi kullanılmış, denizcilik hizmetleride ayıp sayılmaya başlanmıştı. Bu durum Kölemenler (Memluklular) sultanı Tahir Baybars'ın (H. 658-676/M. 1259-1277) devrine kadar böyle devam etmiştir. Bu sultan tahta çıkınca, donanma konusuna büyük önem vermiş, eski görkemli günlerine döndürmek istemiş, ancak donanma lslamiyet'in o parlak ve görkemli dönemlerindeki durumuna tekrar ulaşamamıştır.


Mısır ve Şam donanmalarında bahsettiğimiz bu gerileme ve zayıflama yaşanırken, Endülüs ve Afrika donanmaları o parlak devirlerini sürdürmeye devam etmişlerdir. Bunlardan özellikle Mağrib devleti çok kuvetli bir donanma meydana getirmiştir. Bu iki devlet yıkılıncaya kadar donanmaya gerekli önemi göstermişlerdir. lbn Haldun'a göre; söz konusu iki devletin, Avrupa ve Afrika kıyılarında bulunan deniz kuvetleri, yüz donanma oluşturuyordu. İşte bu dönemlerde, yani H. 6. yüzyılda Mağrib donanmalarının ünlü komutanı "Ahmed es-Sıkili" (Sicilyalı Ahmed) deniz savaşlarındaki büyük başarılarıyla ünlenmişti. Onun zamanında İslam donanmalarının ulaştığı yüksek konuma ve güce hiçbir devirde ulaşılamamıştır.

Ancak bu görkemli durum, fazla devam etmemiş, devletin gerileme ve yıkılmasına paralel olarak donanma da zayıflamış, Endülüs İslam devletinin yıkılışıyla birlikte donaması da dağılmış ve yok olmuştur.


Tersane (Dirü's-Sınaa')


 "Darü's-sınaa" kelimesiyle kastedilen şey, günümüzde bizim "tersane" ve Arapların da "tershane" adını verdikleri deniz tezgahlarıdır. Her iki kelime de "darü's-sınaa"nın bozulmuş teleffuzudur. Frenkler, Arap ülkelerini ele geçirdiklerinde, Araplardan ele geçirdikleri sanayiler arasında, gemicilik sanatını da almışlardır. İspanyollar, kendi ülkelerinde kurdukları tersanelere "darü's-sınaa"' "Darcinah" adını verirlerdi. Avrupa'nın diğer bölümleri de aynı kelimeyi İspanyollardan alarak kullandılar. Bu kelime zamanla değişerek "arsenal" şeklini almıştır. Daha sonra Araplar, Türkler aracılığıyla İspanyollardan "darü's-sınaa"yı "tersane" (Tarsanah) şeklinde görerek "darbhane" ve "tophane"ye kıyas ederek "tersane" biçiminde alıp kullanmışlardır. Oysa "darü's-sınaa" şeklinde kullanılması daha doğruydu. Aynı biçimde "Amiral" terimi Arapça "Emirü'l-Bahr" tamlamasından bozmadır.


Yukarda görüldüğü üzere, Endülüs, Afrika, Şam ve Mısır'da birçok tersane kurulmuştu. İslam devrinde Mısır'da ilk tersane hicri birinci yüzyıl sonlarında "Ravza" adasında Füstat'ın karşısında kurulmuştur. Daha sonra Ahmed b. Tolun (H. 257) bu tersaneyi genişletmeye ve geliştirmeye çalıştı. Hicret'in dördüncü yüzyılı başlarında, İhşidliler zamanında Füstat ile tersane arasında deniz bulundurmamak amacıyla, söz konusu tersane Füstat'a taşınmıştır. Daha sonra Fatımiler kurdukları Kahire şehri yakınında "Mukas"ta bir tersane kurdular. Bu tersanalerde her tür gemi inşa edilebiliyordu. Nil için yapılan gemiler Said'in yukarılarında Nil Nehri'nin doğduğu yere kadar yiyecek, içecek vs. taşıyarak seferler yapardı. Savaş gemileri ise, cihad için asker ve silah nakletme işini yapardı ki, bunların hepsine birden "üstül" (donanma) denilirdi.


Savaş Gemilerinin Çeşitleri ve Donanımı


Savaş gemilerinin şekli, hacim ve kuvvet açısından birbirinden farklıydı. Bunlar arasında "şune" (kalyon) çeşidi ki bunlar büyük savaş gemilerindendi. Üzerlerine savunma amacıyla kule ve kaleler yapılırdı. Diğeri "harraka" (yakıcı) adı verilen bir çeşit savaş gemisiydi. Bunlar küçük mancınıklarla donatılırdı. "Arrade" adı verilen ve mancınıklardan daha küçük olan bu savaş aletinden, düşman üzerine "ateşli neft" atılırdı. Bir üçüncü çeşit gemi "tarrade" (takib edici) adıyla bilinen, küçük ancak hareket kabiliyeti yüksek gemilerdi. Bunların dışında diğer görevlerde kullanılmaya mahsus bazı gemiler de vardı. Müslümanlar, gemilerini Yunan ve Romalıların gemilerine benzer biçimde yapıyorlardı. Esas olarak bu sanatı onlardan almışlardı. Bununla birlikte Müslümanlar, gemicilik sanatını geliştirmişler ve değişiklikler yapmışlardı.


Savaş gemilerinin savaş araç ve gereçleri arasında zırhlar, miğferler, deriden ve demirden yapılmış kalkanlar, kargılar, yaylar, çengeller, kancalar ve (başlarında yuvarlak demir bulunan zincirlerden oluşan) başlıklar ve mancınıklar kullanılırdı. Direklerin yukarılarında üstü açık birtakım sandıklar bulundurulurdu ki, bunlara "tabut" adı verilirdi. Harp gemileri düşmanla çarpışmadan önce askerden bir kısmı bu sandıklara çıkarak içinde otururlardı. lçi çakıl taşlarıyla dolu olarak yanlarında çıkardıkları torbaları sandıkların yanlarına asarlardı. Sandıkların içinde kendileri örtülü ve siperli oldukları halde, torbalarda bulunan taşlarla düşmanı taşa tutarlardı. Kimi kez de yakıp atmak için neft çömlekleriyle kireç ve zırnık tozundan oluşan özel bir maddeyi testilere doldurur ve düşman gemilerine atarlardı. Bunların saçtığı toz düşmanın gözlerini kör ederdi. Veya bu testiler patlayınca ateş alıp düşmana zarar verilmiş olurdu. Sandık içinde bulunanlar kimi zaman düşman üzerine yılan, akrep veya yumuşak sabun dolu testiler atarak düşmanı perişan etmeye çalışırlardı. Yumuşak sabun düşman gemilerini kayganlaştırır, içindekiler ayakta duramaz olurdu. Gemilerin çevresini ve güvertesini neft ateşinin etkisinden korumak için sirke, su, şap ve netrona batırılmış deri veya keçeyle kaplarlardı. Kimi kez tedbir olarak bork (bure-i farsi) ve natrona veya sirkeyle yoğrulmuş hatmiye karıştırılmış bir çamur da sürerlerdi. Çünkü bu maddeler neftin etkilerine karşı dayanıklıydı. Tedbir olarak yapılan şeylerden birisi de gece olunca gemilerde ateş yakmadıkları gibi horoz da bulundurmazlardı. lyice gizlenmek istediklerinde uzaktan görülmemek için gemileri mavi yelkenlerle örterlerdi.


Gemilerin başına balta şeklinde bir alet koyarlardı ki, buna "kem" derlerdi. Bu alet başı son derecede keskin, kıç tarafı boş olarak, kargı harbesi şeklinde uzun bir demirden oluşuyordu. Geminin başında öne çıkmış bir direğe geçirilirdi. O suretteki geminin başında ön tarafa uzanmış bir mızrak ucunu andırırdı. Savaş sırasında bir gemi diğer gemiye hücum edince bu keskin başla öteki gemiyi vurmaya çalışırdı. Eğer bu vuruş şiddetli olursa çarpılan gemi delinir su almaya başlardı. lçinde bulunanlar da teslim olmak zorunda kalırdı.


Çengeller ve kancalara gelince; bunları düşman gemilerine atarak onların hareketlerini önlerlerdi. Düşman gemilerini bu şekilde yakaladıktan sonra kendilerine çekerler ve yaklaşınca üzerine attıkları iskelelerden düşman gemisine geçerlerdi. Düşman güçlü olursa, atılan çengelleri ağır çelik baltalarla kırarak etkisiz bırakırdı.



Corci Zeydan’ın İslam Uygarlıkları Tarihi Kitabından Alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak