19 Şubat 2023 Pazar

Genel Olarak Endülüs Medeniyeti, Tesirleri ve Tarihi Önemi

 


Medeniyet, biriken ve miras bırakılan irfandır. Hem sürekli hem değişmekte olanı bünyesinde barındırır. Kültürel malları hem ithal eder hem ihraç eder. İster doğu ve isterse batı medeniyetlerinde olsun, bu prensibin işleyişine şahit olmaktayız.


Endülüs, Müslüman ve Gayri Müslim vatandaşlarının ortak çalışmaları sayesinde büyük bir medeniyetin gelişimine beşiklik ettiği bilinmektedir. İslam'ın ilk yüzyılı fetih ve egemenlik, ikincisi bu gerçeği hükmü altında bıraktığı insanların özlemlerine olduğu kadar, ideolojik-dinsel gerçeklere uyarlama yüzyılıydı. Bu ilk iki yüzyıl boyunca Doğu İslam dünyasında doğup yükselen İslam medeniyetinin, özgün bir toplumsal ortamda son ve en büyük hamlesini gerçekleştirdiğini söyleyebiliriz. Hz. Muhammed'in vefatını izleyen iki yüzyıl boyunca Müslümanlar, Batı'da Pireneler'den Doğu' da Filipinler' e dek yayılan yeni ve özgün bir kültür alanı üretmişlerdir. Genel olarak İslam'ın altın çağı şeklinde adlandırılan VIII-X. yüzyıllarda medeni dünyanın çoğu bölgelerinde bir pax islamica (dünya islam barışı) kurulmuştu. Bilimsel, felsefi, edebi ve sanatla ilgili çalışmalar insanlık tarihinde benzeri pek az görülebilen doruklara yükseldi.


VIII./X. Asırdan sonra gelen duraklama çağlarının ardından ise, bu sefer İslamiyet sancağını omuzlayan Türk milleti olmuştur. Murabıtlar'ın Endülüs'ü Hıristiyanlara karşı korumak için gittikleri yıllarda Türkler de Anadolu'yu fethetmişler ve Üzerlerine gelen aynı Hıristiyan Haçlı tehlikesini bertaraf etmekle meşgullerdi. Batıda Endülüs'ün Müslüman-Hıristiyan ilişkileri açısından yaşadığı durumun biraz benzerini doğuda Türkler de yaşıyordu. Dolayısıyla, Endülüs ile aynı çağlarda Avrupalılar ile ilişkiler vasıtasıyla Müslüman Türk bilim kültürünün Batı'ya etki ve katkıları söz konusudur.

İslam medeniyeti unsurlarından bazılarının Avrupa'ya aktarıldığını tespit ederken, bu medeniyetin asıl kaynağı olan Doğu-İslam dünyasının (el-Meşrık), kendi Batı'sı yani Kuzey Afrika ve Endülüs (el-Mağrib ve'l-Endelüs) ile sürekli doğrudan ilişki içerisinde olduğu gerçeğini hiçbir zaman unutamayız. Asr-ı Saadet'ten beri kazanılan toplumsal ve kültürel birikim, daha çok talebe ve alim kişilerin Doğu'dan Endülüs'e gelerek yerleşmeleri veya seyahatleri yoluyla Batı'ya taşınmıştır. Özellikle ilk dönemlerde Endülüslülerin kendi medeniyetlerinin kaynağı olan Doğu'ya ilim tahsili ve seyahat maksadıyla yoğun şekilde gidip gelmeleri ise, Doğu-İslam kültürü birikimlerinin Endülüs'e taşınmasında en önemli kanallardan birisi olmuştur. Ayrıca, karşılıklı siyasi-askeri ilişkilerin yoğunluğunu da göz önüne almalıyız.


Endülüs ve Doğu-İslam medeniyetinin gelişmişliğine karşın, aynı çağlarda Avrupa dünyası dine aykırı kabul edildiği için bilim ve sanat faaliyetlerinin yasaklandığı karanlık çağını yaşamaktaydı. Burada "Hıristiyan dünyası" demek yerine sadece "Avrupa dünyası" dememizin nedeni ise, o çağlarda Doğu Hıristiyanlığının Batı'ya nispetle daha farklı bir medeni düzeye sahip olmasıdır. "Hıristiyan Doğu, Batı' dan çok daha gelişmiş bulunmakla beraber, kendisine karşı belirgin bir şekilde hoşgörülü, ama kayıtsız da olmayan bir devletin parçası olarak yaşıyordu. V./XI. yüzyılda Endülüs'e ve Doğu İslam dünyasına karşı Hıristiyanların yaptıkları haçlı seferleri, kendilerinin İslam medeniyetini tanımalarına fırsat vermişti. Bundan sonradır ki, Batılılar İslam medeniyetini anlama çalışmalarına başlamışlardı. Bu meyanda Arapça yazılmış bilimsel-felsefi eserlerin Latince'ye tercümesi başlamış ve bu faaliyetin merkezleri Sicilya ve daha çok Endülüs olmuştu.


Haddizatında, "Batı kapitalizminde ithal kökenli ne varsa, mahreci Müslümanlardır: Kambiyo senedi (süftece), commenda adıyla bilinen sermaye ortaklığı (mudarebe), önden satış (muhatre), pirinç, ipek, şeker kamışı, kağıt, pamuk, Arap rakamları, abaküs, Müslümanlar vasıtasıyla keşfedilen Yunan bilimi, barut, pusula .. Bu ödünçlerin varlığını kabul etmek Batı tarihinin, Batı'nın rasyonaliteye doğru giden yolda tek başına öncü dahl ve hocasız mucit olduğu tarzındaki geleneksel izahlarına sırtımızı çevirmek demektir. İtalyan şehir devletlerinin modern ticaret hayatının araçlarını icat etmiş oldukları iddiasını reddetmek demektir. Ve bu, mantıken Roma İmparatorluğunun ilerlemenin beşiği olma rolünü reddetme noktasına kadar gider. İslam bir ticaret medeniyetiydi. Ama İslam da tıpkı Hıristiyanlık gibi riba duvarına çarpıyordu: Madeni' paranın dolanımıyla bulaşan ve her tarafa yayılan bir hastalık olan riba. İslam dünyası dinar (altın para) ve dirhemleriyle (gümüş para) üstün bir iktisadi konumdaydı ve adeta sonraki asırların Avrupa ekonomisini haber veriyordu. Erken dönem Avrupa kapitalizminin uzun mesafeli ticareti Roma'nın mirası değildi. Onbir ve onikinci yüzyıllardaki büyük İslam çağından devralındı. İktisat alanında Avrupa, 1252 yılında altın paranın yeniden basmaya başlamasıyla çıraklıktan kurtulmuştur.


V./XI. yüzyıldan itibaren Endülüs'ü ele geçirmeye başlayan İspanyollar, Endülüs medeniyetine hayranlıkları sebebiyle Arapça öğrenimini ve Arapça eserlerin Latince'ye tercümesini teşvik etmeye başlamışlardı. Nitekim, Müslümanların elindeyken olduğu gibi işgalden sonra da Endülüs'ün özellikle Kurtuba, İşbiliye ve Sarakusta gibi şehirleri Avrupalı öğrenciler için bir cazibe merkezleri olmaya devam etmişti. ·İslam medeniyeti birikimlerinin batıya aktarılması yönünde yapılan faaliyetlerden birisi, Tuleytula Başpiskoposu Raimund'un şehirde kurduğu akademiydi. Bağdad'taki Beytül­hikme benzeri olan bu müessesede Arap dili ve edebiyatını öğrenen Müslüman ve Hıristiyan uzmanlar tarafından felsefe, astronomi, matematik, tıp, kimya, tarih, coğrafya ve edebiyat gibi dallardaki çok sayıda Arapça eser Latince'ye çevrilmişti. Bundan başka, VIl./XIII. yüzyılda İşbiliyye ve Mürsiye'de de tercüme akademileri açılmıştı.



Müslüman filozofların din ile aklı uzlaştırma yönündeki fikirleri, Ortaçağ Avrupa'sında büyük yankı uyandırmış ve bir düşünce inkılabına neden olmuştu. Bu meyanda İbn Rüşd, Aristo üzerine yazdığı şerhleri ve Tehafüt adlı eseriyle Avrupa' da kendisine en çok itibar edilen filozof haline gelmiş, eserleri Paris ve diğer akademilerde XVI. yüzyıl sonuna kadar temel kitap olarak okutulmuştu. Adını İbn Rüşd'ten alan Averroism, hakim bir düşünce ekolü haline gelmişti. İbn Rüşd'ü takip eden Endülüslü filozof Yahudi Musa b. Meymun, Yahudi ve Hıristiyan teoloji çevrelerine tesir etmişti. İbn Meymun ve İbn Bace'den etkilenenler arasında Albert Magnus, Duns Scottus, Spinoza ve Immanual Kant, Kastilya-Leon Kralı X.Alfonso (el Sabio, 1252-1284), Dante ve Bacon gibi düşünürler vardır.


Tıp sahasında yapılan tercümeler sayesinde VI./XII. yüzyıla kadar Avrupa'ya hakim olan 'hastalıkların insanın içine giren Şeytan' dan kaynaklandığı, bundan kurtulmak için de bir rahibin dua ederek onu kovması gerektiği şeklindeki anlayış, yerini modern temelli tedavi usullerine bırakmıştı. Bugün Avrupa'da kullanılan Arap rakamları, Romen rakamlarının yerini almış, matematik ve astronomi alanındaki 'algebra' (el­ cebr), 'betelgeuse' (beytü'l-cevze) ve 'cenit' (es-semt) terimleri, Müslümanlardan alınmıştı. XI. yüzyılda Zerkali'nin Tuleytula'da kurmuş olduğu rasathanenin çalışmaları da Avrupa'ya tesir etmiştir. Avrupa'da halkın doğu dünyası hakkındaki bilgilerinin kaynağı ise, Müslüman coğrafyacı ve seyyahların eserlerine dayanmaktadır. Edebiyat alanında Avrupa'da 'fabl' türünün ortaya çıkışı, Endülüs'e has 'zecel' ve 'müveşşah' türündeki şiirlerin etkisiyle Kastilya halk şiirinde yılbaşı ilahilerinde kullanılan 'villancico' türünün doğması ve Vl./XII. yüzyıl Fransa halk şairlerinin 'troubadour baladları'nda zecel türünü örnek almaları gibi misaller Müslümanların etkilerini ispatlar niteliktedir. Ortaçağlarda Aragon ve Kastilya saraylarında Müslüman müzisyenler tarafından icra edilen musikinin etkilerini, bugünkü İspanyol müziğinde de bulmak mümkündür. Ayrıca, müzikte nota usulü kullanımının Endülüslü müzisyenlerin V./XI. yüzyıldan öncelerine dayanan bir buluşları olduğu ve batıya onlardan aktarıldığı da bilinmektedir.


Avrupa'ya tarım ve mimari alanlarındaki Endülüs etkilerine gelince, pirinç, şeker kamışı ve pamuğu Avrupa'ya sokanlar; suyun buharlaşarak azalmasını önlemek için yer altından kanallarla naklini gerçekleştirenler; kağıdın Avrupa'ya intikalini sağlayanlar; palamut ve hurma ağaçlarından katran elde etmeyi öğretenler ve mimaride VI./XII. yüzyıldan itibaren İspanya ve Portekiz saray yapımına, hatta Kuzey Afrika, doğu ve Amerika kıtası mimarisine tesir edenler Endülüslü Müslümanlardır. Bu konuda sayısız araştırma yapılmıştır.


Endülüs toplumunun en bariz vasıflarından birisi, şüphesiz Araplar, Berberiler, Mevali, Müvelledler, Mozaraplar (Hıristiyan ve Yahudiler) gibi çok farklı toplumsal ve dini unsurları bünyesinde barındırıyor olmasıydı. Bu özelliği sebebiyle, toplumda ilk dönemlerde toplumsal ve siyasi' karışıklıklar meydana gelmişse de, onuncu yüzyıl ile birlikte sağlanan uzun süreli siyasi istikrar, ekonomik gelişme ve hepsinden önemlisi iç kargaşanın asıl müsebbibi sayılan asabiye yani, bir nevi ırkçılık ile yapılan başarılı mücadele sayesinde, bir Endülüslülük ruhu ve Endülüslüler toplumu bilinci teşekkül etmeye başladı. Özellikle Murabıtlar ve Muvahhidler dönemlerinde bu bilinç daha da pekişti. Sebebi ise, kendileri gibi Müslüman da olsa, Mağribliler'in yabancı ve biraz da medeni ortam görmemiş idareciler olarak görülmeleriydi. Ancak, her şeye rağmen olayın müsbet yanı daha dikkate şayandır. Dışarıdan gelen yeni adetler, mevcutlarıyla kaynaşarak Endülüs toplumunu Doğu İslam toplumlarından farklı kılan "Endülüs hayat kültürü/tarzı"nı meydana getirmişti. Yani, Endülüs'ü Doğu'dan ayıran kültür farkının kaynağı, çok kültürlü ortamda ortaklaşa hayat düzeni olmalıdır. Doğu İslam kültürünü İberya Yarımadası'na taşıyan Müslümanlar ile orada mevcut Hıristiyanların evlilik ve savaş gibi ana etkenlere bağlı yukarıda açıklanan kanallarla ilişki kurup kaynaşmaları sonucu, Endülüs toplumunun toplumsal karakteristikleri oluşmuştur. Arapça ağırlıklı Endülüs Acemiyesi, Endülüs kültürüne en güzel örnek olsa gerektir.


Endülüs kültürü, Avrupa coğrafyası üzerinde bir Müslüman kimliğiyle, buraya kadar sayılan etkileşim vasıtalarıyla başta Hıristiyan kültürü olmak üzere çok çeşitli milletlerin kültürleriyle karşılaşmış, kaynaşmış ve sonuçları itibarıyla kendine özgü tarzını oluşturmuştu. Sade ve sert bir karaktere sahip Mağrib kültürüyle Endülüs' e çıkan Murabıtlar ile Muvahhidler ise, ilk zamanlar bu ortama karşı katı bir tavır takındılarsa da, zamanla Endülüs kültürünü benimsemişlerdi.


Yarımadaya daha fetih yıllarında gelmiş olan Berberi kültürü, Murabıtlar ve Muvahhidler vasıtasıyla da işlenmiş, böylece kültürel karışım daha da perçinlenmişti. Dolayısıyla dini hoşgörü, bilim, kültür ve medeniyet üzerine kurulmuş sekiz yüzyıllık bir tarih olan Endülüs, kendine has coğrafi, siyasi, askeri, toplumsal, kültürel ve medeni özellikleriyle, birbirine karşı saygı ve hoşgörü çerçevesinde birarada yaşama sanatının en güzel modelini sunmuştur.



Reconquista

Endülüs'te Müslüman-Hıristiyan İlişkileri

Dr. LÜTFİ ŞEYBAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak