TUĞ
Hükümranlık sembolü. Her birinin ucunda hayvan kılından birer püskül bulunan dokuz kollu değnek biçimli sembol. Ayrıca kıldan yapılan flama. Kut simgesidir ve uğurlu bir nesne olarak kabul edilir. Bazen savaşçılığı ifade etmek için, bazen de başkaldırı ve isyan sembolü olarak kullanılmıştır. Moğollarda, Selçuklularda ve Anadolu beyliklerinde bağımsızlık alameti sayılmıştır. İlk başlarda "kutas" denen yaban öküzünün veya atların kuyruğundaki kıllardan yapılan püsküller mızraklara bağlanmıştır. Tuğun ilk biçimi sayılabilecek örneklerse sancağın tepesine takılan at kuyruğundan ibaretken, daha sonraları bayraktan ayrılarak tekli, ikili ve üçlü püsküler olarak da sıklıkla kullanılmıştır. Bunlar dokuzar tane olmak üzere askeri birliklerde yer almıştır. Ancak en özgün biçimiyle dokuz kollu bir değnek şeklinde özel olarak tasarlanmış ve uçlarına dokuz kutlu hayvanın kuyruğu asılmıştır. İlerleyen zaman içindeyse bu kuyrukların yerine renkli püsküller geçmiştir. Ayrıca değneğin üzerine bakırdan büyük bir top ve bazen de onun üzerine bir hilal yerleştirilmiştir. Türklerdeki "dokuz tuğ" geleneği dokuz sayısının kutluluğu nedeniyle ortaya çıkmıştır. Bir iddiaya göre tuğun kollarından her biri gökteki dokuz gezegeni temsil etmektedir. Türklerin İslam öncesi evren anlayışında gök dokuz kattan oluşur ve yeryüzü de dokuz bölgeye bölünmüştür. Ayrıca dokuz kollu Yaşam Ağacı'yla da doğrudan bağlantılı olup onun temsili bir simgesidir. Şamanların törenlerde Ak-Tuğ, Gök-Tuğ ve Al-Tuğ kullandıkları da bilinmektedir. Uygur hakanlarından biri adına dikilen Şine Usu Yazıtı'nda "Üç tuğluk Türk budunu" ifadesine rastlanır. Cengiz Han'ın kağanlığını ilan ettiğinde dokuz kollu beyaz bir tuğ diktirdiği bilinmektedir. Anadolu Selçuklu Devleti'nin sultanı tarafından kendilerine beylik verdiğini belirtmek üzere Osman Gazi'ye davul, tuğ ve sancak gönderilmiştir. Osmanlı padişahlarının da Oğuz geleneğine uygun olarak dokuz tuğu bulunurdu. Bu uygulama bir cihan imparatorluğu sembolüdür.
TULPAR
Kanatlı at. Kanatları olan genelde beyaz veya kara (tek renk) bir at olarak betimlenir. Kuday (Tanrı) tarafından yiğitlere yardımcı olması için yaratılmıştır. Bunlar Manas Destanı'nda ünlü savaşçıların bindiği, rüzgarı bile geçen efsanevi atlardır. Başkurt inançlarına göre onların kanatlarını hiç kimse göremez çünkü Tulpar kanatlarını yalnızca karanlıkta ve çok uzun mesafeleri aşarken açar. Eğer birisi Tulpar'ın kanatlarını görürse onun kaybolacağına inanılır. Moğolistan devlet armasında Tulpar motifi yer alır. Ayrıca Kazakistan'da bir havayolu şirketinin adı olarak kullanılmaktadır. "Tulpar" adı yalnızca Türk lehçelerinde değil komşu Avar, Lak, Andı, Dargı ve Tabasaran kavimlerinin dillerinde de yer alır. Osetlerde "Tolpar': Çeçenlerde ise "Turpal" olarak bilinir. Bir Kumuk atasözünde şöyle der: "Tulpar yerün birevü buççağunda bulsa da, öz yılkısın tabar." (Tulpar dünyanın bir başka köşesinde olsa da kendi sürüsünü bulur.)
TUR
Türklerin atası olan efsanevi hakan. İran söylencelerinde Farsların baş düşmanı olarak anılır. Kardeşlerine saldıran ejderhayla vuruşmuştur. Babası ülkeyi oğulları arasında bölüştürürken ona Türkistan ve Çin'i vermiştir. Pers soylu devletlerin döneminde "Tur" adı "Türk" sözcüğüyle ilişkilendirilmiştir ve daha sonraki çağlarda Göktürklerle bağlantılı olarak değerlendirilmiştir. Onun adına istinaden ülkesine de "Turan" adı verilmiştir. Türk kavimleriyse Fars efsaneleriyle tanıştıklarında, bizzat kendilerini Tur'un kavmi olarak görmeye başlamışlar ve gururla Turan ülkesinin uyruğu olduklarını kabul etmişlerdir. Onun soyundan yine Fars efsanelerinde adı geçen ve Türklerin hakanı olarak görülen Afrasyab'ın geldiği söylenir. Eski Farsça metinlerde Turya/Tuirya/Turiya/Turyan (Turi) adıyla anılan bir halktan bahsedilir. Bu kelimeler kimi zaman Farsların kendilerini ve geldikleri soyu tanımlamakta sıkça tercih ettikleri Arya/Airyal Ariya/Aryan (Ari) kavramıyla karşıtlık oluşturacak biçimde kullanılır.
TURUG
Tanrı ilk şamanı yarattığında onun evinin önüne sekiz dallı bir ağaç dikmiştir. Bu nedenle her şaman kendisini temsil eden bir ağaç diker. İşte bu ağaca "Turuğ" adı verilir.
TÜRK/TÜRÜK HAN
"Uluğ Türk" olarak anılır. Adını ona Tanrı vermiştir. Türklerin atası olarak kabul edilir. Aynı zamanda kutlu ve ak saçlı bir baksıdır. Bilge ve rüya yorumcusudur. Ateşi Tanrı'dan alarak insanları donmaktan kurtarmıştır. Otağı o bulmuştur ve aşa ilk kez tuzu o (veya oğlu) katmıştır. Bu bağlamda insanın gereksinimleri karşılamaya dayanan buluşlar yapan bir kişiliği temsil eder. Tanrı'nın ona verdiği ve boynunda taşıdığı Yada Taşı ile doğaya etki edebilir. Bozkurt zor anlarında ona yardım eder. Koruyucu ruhunu çağırırken "Uzganmas Uluğ Türk!" (Ulu Türk Uyumaz) diye seslenir. Türkan adlı bir eşi (bazı kaynaklarda kız kardeşi) olduğu ileri sürülür. Dört oğlunun adı Tütek!Tüzek, EmiekiAmlak, Barsçak!Barsacak ve Çegel/Çekel şeklinde anılır. 1126 yılında yazılmış olan ve yazarının kim olduğu bilinmeyen "Mücmel et-Tevarih" (Mucmal at-Tavarih) adlı eserde "Türk doğuya doğru gitti. . ." şeklinde başlayan ve dağların, göllerin, akarsuların ve ormanların yanı başında uygun bir yer bulup otağını kurarak oraya yerleşmesini anlatan ifadeler yer alır. Türk'ün oğlu Tütek'in avladığı geyiği pişirip yerken elinden bir parça eti tuzlaya (tuz taşına, tuz kayasına) düşürmesi ve böylece tuzun keşfi Şecere-i Türkide anlatılmaktadır. Türk kavimlerinin ve devletlerinin tamamının Türk Han'ın soyundan geldiği kabul edilir. "Türkti Ata'' adlı bir erenle de bağlantılıdır.
Türk adının kökeni ve ilk olarak ne zaman kullanıldığı konusunda çeşitli görüşler öne sürülmekte ve farklı kaynaklara ait verilerden yararlanılmaktadır. Ayrıca bazı benzer sözcüklerin doğrudan ilişkilendirilmesi ile kapsamı çok genişlemektedir. Özellikle Çin kaynakları bazı kavim adlarının değerlendirilebilmesine olanak tanımaktadır. Bu kaynaklar üzerinden milattan önce üçüncü yüzyıla kadar uzanan "Tik/Tük'' (Çince Tieh) sözcüğü ile bağlantısı ileri sürülmektedir. Milattan sonra 1. yüzyılda Romalı tarihçilerce tarafından Karadeniz'in doğusunda yaşayan İskit kavimleri için Turcae/Tyrcae/ Tyrkae adı kullanılmıştır. Ayrıca Yunan kaynaklarında bahsi geçen Targıta, Hint kaynaklarındaki Turukha, Mezopotamya çivi yazılarında rastlanan Turukku, Etrüskleri ifade eden Tyrrheni, Trakya'ya adını veren Thraik gibi tarihin değişik dönemlerinde yer alan bazı topluluk adlarının Türklerle bağlantılı olabileceği ileri sürülmüştür. Ayrıca yine tarihi kayıtlar içerisinde Torkıl adlı bir kavimden bahsedilir. Günümüzde Türk soylu halkları tanımlamak için Arapça bir ekle Türki kavramı kullanılır.
TÜRK VE TÜRKAN
Yaratılan ilk Türk erkek ve kadındır. Ömer Seyfeddin "Altun Destan'' adlı şiirinde (belki de bazı Türk destanlarında yaratılan ilk insan olarak bahsedilen "Törüngey" adının Türk sözcüğüyle olan bağlantısından etkilenerek) '1.dem ile Havva'' çiftini "Türk ile Türkan'' olarak simgeleştirmiştir. Ziya Gökalp de benzer bir biçimde "Türk'üm, adım Türkan'dır" diyerek bu anlayışı şiirlerinde kullanmıştır. Türkan adının soyla (yani türeyişle) olan ilgisini ortaya koymak için bu adı taşıyan bir boy örnek gösterilir. Türkmenler ile Kürtlerin bütünleşip bir arada yaşadığı "Türkan Aşireti" günümüzde de Güneydoğu Anadolu'da varlığını sürdürmektedir. Türkan sözcüğü Farsça çoğul ekiyle Türkler demektir. Daha özeldeyse kağana saltanatta yardımcı olan ve ortaklık eden eşi yani kraliçe anlamına gelir.
ALTUN DESTAN
Tanrı önce mavi göğü, kara yeri yarattı,
Sonra gökte günü, ayı, yıldızları parlattı.
Yeryüzünü denizlerle, dağ ve belle bezedi,
"İşte sana su, od, ağaç, demir, toprak, al!" dedi.
''Al, bunlarla bir şen yurt yap, bir yeşil bağ hazırla;·
"Sana bir çift gelecektir, onu iyi ağırla!"
Ey biricik olan Tanrı, ey ikiler: Gök ve Yer!
Ey altılar: Gün, Ay, Yıldız, Dağlar, Beller, Denizleri
Ey dokuzlar ve ey beşler, siz sevinçten coştunuz;
Türk ve Türkan geliyordu, hep görmeye koştunuz!
TÜŞİMEL
Rüyaları yorumlayan kişi. Rüyalardaki bazı işaretlere dayanarak geleceğe dair çıkarımlarda ve öngörülerde bulunur. Oğuz Kağan Destanı'nda "Tuşı Koca" adlı bir kişinin adı geçer.
TÜZEK
Efsanevi kişi. Uluğ Türk Han'ın oğludur. Bu isim töre oluşturmayı, yasa koyuculuğu ve düzeni temsil eder. Şecere-i Türki'de avladığı geyiği pişirip yerken elinden bir parça eti tuzlaya (tuz taşına, tuz kayasına) düşürmesi ve böylece tuzun keşfi anlatılmaktadır.
Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder