2 Şubat 2023 Perşembe

KARMATİ HAREKETİNİN ORTAYA ÇIKIŞI VE SEBEPLERİ-1

 Kavramsal-Tarihsel Analiz


Karmati veya çoğul olarak Karamita, İsma'iliyye'nin dallarından birine verilen isimdir. Bu kavram Kufe'nin Sevad'ında bir İsma'ili lider olan Hamdan Karmat'ın taraftarlarına verildi. Karmat, Hamdan'ın lakabı idi. Karmat kelimesinin kökeniyle ilgili bilgiler kaynaklarda değişik manalar içermektedir. Onun kaynağı hakkında tarihçiler, mezhep tarihçileri, herezioğafiler (milel ve nihaller) ve coğafyacılar arasında bitmez tükenmez tartışmalar yapılmıştır. Kaynaklarımızda kısa bacaklı, kırmızı gözlü veya kırmızı derili adam, hatta Hamdan'a ait bir buffalo'nun adı olarak değişik şekillerde açıklanır.


Karmat'ın asıl adı Aş'as oğlu Hamdan'dır. Kendisi ve ayakları kısa olması dolayısıyla adımlarını sık attığından ona Karmat lakabı verilmiştir. Karmati kelimesi Arami dilinde "Gizli Öğretmen" manasma gelmektedir. İbn Esir, Kufe'li köylü Hamdan'ın kan kırmızı gözlere sahip olduğundan kendisine Kermite lakabı verilmiş olduğunu belirtir. Kermite, Nebati dilinde kırmızı göz anlamına gelir. Bağdadi,  Hamdan Karmat yazısını yengeç gibi karmakarışık yazdığı için bu lakabın verildiğini belirtir.


Arap ve Avrupalı modem tarihçiler de Karmat kelimesinin kaynağı için değişik anlamlar vermişlerdir. Massignon, bu kelimenin Vasıt'ın yerel Arami diyalektinden almış olduğunu iddia eder. İvanow ise, bu kelimenin kökenini Aşağı Mezopotamya'da aramaktadır. Bu bölgede Karmitha veya Kannutha olarak kullanıldığını belirtirler. Kelime tarım işçisi veya basit bir köylüyü ifade eder. De Goeje, kelimenin başlangıçta Kennitha olarak kullanıldığını daha sonra yumuşatılarak Kannath olarak telaffuz edildiğini belirtir. Güvenilir dilbilimci İbn Ma'zur, çoğul olan Karamita ile tekil Karmati kelimelerinin aynı olduğunu ve farklı bir ırk olduğunu vurgulayacak kadar genişletir. 255 yılında Nubialar ve Faratiyyeler ile birlikte bir zenci isyanını destekleyen bir grup olarak Karmatiyyun ismini kaynaklarda görmekteyiz. Bu düşünceyi hem Kannatiyyun hem de Nubialar Sudan'dan gruplar olarak düşünen Makdisi, bu düşünceyi daha ileri bir noktaya götürür. Bu manalar üzerine odaklanan Shaban, Karmata'nın bir ırk olduğunu ifade eder. Shaban, Karmatileri, Çad ve Trablusşam arasında en kısa kuzey-güney kervan yolundaki orta yol, eski Libya limanı Garama ile ilişkilendirir. Shaban, Batı ile Doğu Afrika'yı birbirine bağlayan değişik ticaret yollarını tanımlar. Daha sonra da Kızıldeniz'den Arabistan'a ve Körfez Garama'yı Karmati ile ilişkilendirmeye devam eder. Shaban, Arap ticaretinin gelişmiş olduğu yerlerdeki sakinleriyle ilişki kurar. Ona göre, Afrika'nın doğu kıyısında Kızıl denizin doğusunda çok önemli bir liman olan ve Cidde 'ye paralel olarak Ayd Hab gibi inşaat merkezleri inşa edilerek birçok tüccarlar oraya yerleştiler ve nüfusun önemli bölümünü oluşturdular. İlk açıklama olarak Shaban, Afrika hakkındaki bilgisi ve körfeze yerleşenler rivayeti açık değildir. İkinci açıklama olarak zenci isyanıyla bağlantılı bahsedilen Nubialar ve Zaghavalar ile ilişkilidir. Afrika kökenli bu insanlar ticaret için bu sahadan gelmiş olabilirler. Daha sonra Afrika ticaretinden daha fazla faydalanmak için Körfeze gelmişlerdir. Shaban, Nuhianlar ve Zaghavalara benzeyen Afrika'dan insanların Karmati olduğunu düşünür ve onları Garama ile ilişkilendirir. Özellikle bu bölgedeki ve Bahreyn'deki Karmatiler'in, zenci isyanının kalıntıları olduğu kesindir, Ayrıca Karmatiler veya Karamita kelimesinin Arapça kaynaklı bir kelime olduğunu da belirtmiştir. Görüldüğü gibi Karmati kelimesinin kökeni ile ilgili değerlendirmeler farklıdır. Bu değerlendirmelerin birçoğunun doğruluk payı vardır. Çünkü Karmati hareketine katılan gruplar homojen bir yapı içermemektedir. Karmati daileri merkezi idareden memnun olmayan bütün grupları saflarına çekmek istemiş olmaları hareketin tabanın farklı unsurlara dayanmasına neden olmuştur. Karmati kavramını ve Karmatilere katılan grupları bire indirmek ve yalnızca bir bölgeye veya bir gruba odaklamak Karmatilerin yayılma politikalarıyla da örtüşmemektedir. Karmati kelimesinin dar manada, bir isim olarak zenci kölelerin isyanından sonra 264/877'den itibaren Aşağı Mezopotamya'da esrara müptela olan bir nevi iştirakiyye esasına göre teşekkül eden asi Arap ve Nabati topluluklarına verilmekteydi.


Son dönem İsma'ili araştırmacılarından Farhad Daftary ise, Karmati kavramının Abdullah el-Mehdi'nin imamlık iddiası ile ortaya çıkmasından sonra ortaya çıktığını ifade etmektedir. Ona göre, İsma'ili hareketi 286/899'da büyük bir ayrılıkla bölünmüştür. Hareketin merkezi lideri ve Fatımi devletinin kurucusu olarak kabul edilen Abdullah el-Mehdi'nin kendisinin Muhammed b. İsmail'den sonra İsma'ili hareketinin gerçek lideri olduğu iddiasıyla bölünmüştür. İmamlık öğretisindeki bu reform girişimini kabul eden lsma'illler, Fatımi İsma'ilileri; kabul etmeyen Irak'taki İsma'ili dai olan Hamdan Karmat'ın taraftarları ise Karmanler olarak adlandırılmıştır. Karmatiler Abdullah el-Mehdi'nin açıklamalarını reddettiler ve Muhammed b. İsmail'in mehdiliği inancını sürdürdüler. Bundan böyle, Karmati terimi Abdullah el-Mehdi'nin ve atalarının ve Fatımi hanedanlığındaki taraftarların imamlığını kabul etmeyen muhalif İsma'ililer için kullandı. Başlangıçta Bahreyn, Irak, Suriye, Horasan ve Semerkant bölgesinde oturan İsma'ililer Karmati grubu içinde değerlendirilmektedir. Geniş manada ise, Karmat tabiri IX-XII. asırlar arasında İslam alemini sarsan eşitlik esasına dayanan geniş bir içtimai ıslahat ve adalet hareketini ifade eder. Karmatilerin Zenci isyanıyla bağlantılarının olduğu kesindir. Zenci isyanının bastırılmasından sonra ve Mu'tedid'in halifeliği döneminde Kufe Sevad'ında idareciler, Karmati hareketi hakkında bilgi edinmek istemiş olmasına rağmen hareketin bu dönemden önce başlamış olduğu muhakkaktır. Kaynaklarımızda, 269/882 yılında Ahmed el-Tai tarafından bozguna uğratılan, bütün malları ve toprakları alınan el-Heysem el-İcli'yi Karmati faaliyetlerinin tehlikesinin farkına varan ilk kişi olarak görmekteyiz. Karmatilerin tehlikesinin farkına varan el­ Heysem, Karmati liderini tutuklar. Fakat Karmati lideri gizemli bir şekilde kaçmayı başarır. Bu rivayet 270/883 'te Zencilerin liderinin ölümünden önce Kufe Sevadındaki ordularda birçok taraftarı olan Karmati hareketi ve liderinin olduğunu çıkarabiliriz. Bu rivayete göre Karmat, merkezi hükümete karşı Zenci isyanına katılmak istemişti. Fakat zenci lideri ile bir anlaşmaya varamadıkları için isyana katılmadılar.



Buna göre, Karmati hareketi ya Zenci isyanıyla çağdaştır, ya da zenci isyanı öncesi köklerinin olduğu da ihtimal dahilindedir. Ama şu da bir gerçektir ki, Karmatiler, zenci isyanına hareket olarak ittifak kurmak istemişlerdir. İki grup arasında antlaşma olmayınca muhtemelen bireysel olarak bazı Karmati mensupları zenci isyanını desteklemiştir. Kaynaklarda belirtilen iki hareketin ittifak yapma teşebbüslerinin olduğu, her iki hareketin de temel hedefi merkezi hükümeti yıkmak olmasına karşın, çok farklı yollarla bunu gerçekleştirmeye çalıştırmışlardır. Bu farklılıkları destekleyicilerin mahiyetinde, organizasyonunda ve ideolojisinde görmek mümkündür. Zenci isyanlarının sebebi ticaret idi. Onlar, Basra'nın ticaret zenginliğine dayanmıştı. Bu destek iyi organize olmuş bir ordu ve donanmaya müsaade etti. Bu da merkezi hükümetin askeri güçlerine karşı yaklaşık 15 yıl koyabilecek gücü sağlamış oldu. Halbuki ilk dönem Karmati hareketinin ise, ticaret ile ilgisi olmamıştır. Zaten hareketin başlamış olduğu muhit olan Kufe Sevad'ı kırsal bir bölge idi. Bu nedenle Karmatiler'e katılanlar daha çok ziraat ile uğraşan köylüler idi. Zaten Karmati hareketini yaygınlaştıran dailer bu bölge köylülerinin torunları idiler. Karmati hareketini destekleyicileri arasında Sudan veya zencilerin olduğu görüşü tam olarak benimsenmeyeceği ortaya çıkmış olmaktadır. Bu gruplardan da bir kısım insanlar Karmati hareketini desteklememiş olabilirler. Ancak Karmati hareketi bölgedeki bazı Arap kabileleri arasında da destek bulmuştur. Amir b. Sa'sa federasyonundan Benu Ukayl'ın Benu Kannat ismini gösteren önemli bir rivayet vardır. Aslında Benu Ukayl aşiretinin Karmati hareketinin ilk görüldüğü Kufe Sevadında rolü açık değildir. Fakat Bahreyn'deki Karmati hareketini oluşturan güçte çabası vardır. Hatta Karmati hareketinin ordusunu kumanda eden Beni Ukayliler olmuştur. Makrizi'ye göre, Hamdan Karmat'ın ana desteği Kufe Sevadında oturan farklı Arap kabilelerinden gelmiştir. Makrizi bir adım daha ileri giderek Hamdan b. el-Aş'as'ın da bu Arap kabilesinde olduğunu belirtir.




Karmati Hareketinin Önceki Akımlarla Bağlantısı


İslam toplumunda, Hz. Peygamber'in vefatından sonra Ali'nin meşru halife olarak kabul edilmesini hareket noktası addeden, birbirinden çok farklı İslami mezheplerin büyük bir zümresi için kullanılan müşterek bir isim olarak Şia kavramı kullanılmaya başlanmıştır. Şii müellifleri, Şia'yı Hz. Peygamber döneminde vucud bulmuş bir fırka olduğu intibaını uyandırmak istemelerine rağmen, Şiilik; Hz. Peygamber dönemi şöyle dursun Hz. Ali'nin ve hatta oğulları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin zamanında bir fırka haline gelmiş değildir. Hz. Hüseyin'in Kerbela'da şehit edilmesi toplum üzerinde sadece maddi sonuçlar vermemiş, aynı zamanda hatıralar yoluyla insanlar üzerinde psikolojik tesirler bırakmıştır. Şiiliğin üzerine oturduğu zemin de zamanla değişmiştir. Başlangıçta Arap zemine oturmuş sosyal taban olarak eşraf; daha sonra Mevali harekete sokulmuştur. Halk tabakaları ile bağlantı kurulduktan sonra Şia yavaş yavaş Arap zemininden kaymıştır. Şia'nın yapı itibariyle şekil değiştirmesi farklı cografyalar ve toplumlarda değişik şekillerde tezahür etmesine neden olmuştur. Bu farklı tezahürlerin içeriğine baktığımızda temel inanışlardaki ihtilaf Şia'nın zamanla fırkalara ve şubelere ayrılmasına neden olmuştur. Konumuz olan Karmatiliğin Şia ile ilişkisinin olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Karmatiliğin bağlantılı olduğu Batıniyye veya İsma'iliyye fırkasının da Şianın çizgisinde olduğu unutulmamalıdır. Karmatilerin ortaya çıkışından önce Ortadoğu'da Şii mezhepler farklı ve çok sayıda idi. Bu gruplar merkezi hükümete muhalefetten ve imamın Peygamber ailesinden seçilmesinin zorunluluğunu ifade ettiler. Özellikle nassların zahiri manalarını kabul etmeyen gerçek anlamlarını ancak Tanrı ile ilişki kurabilen "masum imamın bilebileceği'' temel görüşünü savunan fırkalara ad olarak Batıniyye denilmiştir. Bu adla anılan hareketler İslam dünyasını yalnızca fikirleri ile meşgul etmediler aynı zamanda terörist faaliyetleriyle halkı bezdirdiler.


Hattabiyye


Hamdan'ın hareketinden önce ve sırasında birçok değişik Şii mezhebi vardı. Bu gruplar merkezi hükümete muhalefetten ve imamın Peygamber ailesinden seçilmesinin zorunluluğuna inanmışlardı. Bu gruplardan birisi de Hattabiyye'dir. Sünni ve on iki imamcı Şii kaynakları ilk Batıni (esoterik) hareketini başlatan ve İsma'ili inancın kurucularından biri olarak Ebu'l Hattab'ın ismini vermektedirler. Bu açıdan isma'ili öğreti ile Ebu'l Hattab'ın öğretmiş olduğu doktrin arasında benzerlikler vardır. Fakat sadece aşamalarında bir sınırlama vardır. Kurucusu olan Ebu'l Hattab, Muhammed b. Ebu Zeyneb Miktas el-Esedi el Kufı el-Ecda olarak bilinir ve Ebu İsmail olarak da anılmaktadır. Beni Esed kabilesinin azatlı bir mevlası olup Kufe'de yetişmiş ve faaliyetlerini de burada sürdürrnüştür. Ebu'l Hattab'ın Muhammed el-Bakır ve Cafer es-Saddık'la iyi münasebetler kurduğu, Cafer es-Sıddık'ın vasisi sıfatıyla ondan İsm-i Azam'ı ögrendiğini iddia eden, daha sonra Horasan'da Ebu Müslimi Horasani tarafından öldürülen Abdullah b. Muaviye'nin Kufe'ye dönen taraftarlarını (Cenahiyye) kendi başkanlığında toplatarak, diğer taraftarlarıyla birlikte yeni bir gali fırka örgütledi. Hattabiye fırkasının tarihi ilgili bilgiler, Vali İsa b. Musa'nın, Abbasi halifesi Mansur'a durumu bildirmesi üzerine başlar. Bu aşamadan sonra Kufe valisi İsa b. Musa tarafından, izlenilmiş ve yenilgiye uğratılmışlardı.


Abbasi yönetimi, Ebu'l Hattab'ın mensupları üzerine bir kuvvet gönderdi. Buna karşı kendi taraftarlarını muharebe düzenine koyan Ebu'l Hattab taş ve sopalarla ok yerine kullandıkları kamışlada mağlup edeceklerini, muhaliflerinin silahlarının kendilerine zarar vermeyeceğini iddia ederek mensuplarına cesaret vermeye çalıştı. Fakat taraftarları mağlup olmaya başlayınca daha önce Allah'ın kendisine öyle bildirdiğini, bu durumun ona yeni malum olduğunu söyleyip Muhtar es -Sakafi'den sonra "beda" görüşünü ileri süren ikinci kişi oldu. Ebu'l Hattab önde gelen mensuplanyla birlikte 138/755 veya 143/ 760 yılında Fırat nehri üzerindeki Daru'r rızk denilen yerde öldürüldü ve başları kesilerek Bağdat'a gönderildi; cesetleri bir süre asılıp teşhir edildikten sonra topluca yakıldı. Hattabiyye taraftarlarının çoğu Kufe 'de eğitilmiştir. Kufe'de taraftarlarından yetmiş kadarı Kufe çevresinde Vali İsa b. Musa'nın emriyle öldürülmüştür. Hattabiyye görüşleri itibariyle Ebu Hattab 'tan sonra gelen siyasi ve fikri akımları etkilemiştir. Özellikle Karmatiler bu akımdan etkilenmiştir. Hattabiyye'nin akidelerine dair pek az bilgi vardır ve bunları da ihtiyatla kabul etmek gerekir. En çarpıcı fikirleri, Hz. Peygamber'in Gadır Hum gününde uhdesindeki risalet vazifesini Ali'ye devrettiğini iddia etmeleridir. Bu düşünce tarzı daha sonraki İsma'ili inancın temelini oluşturmuştur. Ebu'l Hattab Cafer es-Sadık'ın koruyucu temsilcisi ve kendisinden imameti devralacak vasisi olarak görülmüştür. Cafer es-Sadık diğerlerinden farklı olmak üzere ona Allah'ın en büyük ismini (İsm-i Azam) öğretmiştir. Bütün imamların peygamber olduğunu iddia etmişlerdir. Ona göre her devirde iki nebi bulunmaktadır. Bunlardan biri konuşan (natik) imam, diğeri ise onun susan (samit) vasisidir. Bu görüş kısmen değiştirilerek Batıni gruplar ve İsma'ili (Karmati) gibi akımların da temel prensipleri arasında yer almıştır. Bu nedenle Hattabiyye ile İsma'ili arasında bir ilişki olduğu kanaati yaygındır. Bu iki imam arasında bir kademe mevcut olup natık imam samit imamdan üstün olduğu kabul edilmekte idi. Buna göre Muhammed ve Ebu'l Hattab'ın ikisi de natik imamlar olarak sırasıyla samit imamlar olan Ali ve Cafer'den üstündürler. Bir tarafta İmam Hüseyin soyundan gelenlerin hepsi, öte yandan Ebu'l Hattab'ın bütün talebeleri Allah'ın sevdiği seçkin fırka olarak değerlendirilmişlerdir. Ebu'l Hattab imamlık görüşüyle de birtakım farklı düşünceleri ortaya koydular. O, imamlarda ve özellikle Cafer es-Sıddık'ta ilahlık vasfının bulunduğunu iddia etmiştir. Kufe'deki mensuplarını Cafer'e ibadete çağırmıştı. Onlara "lebbeyk ya Cafer lebbeyk" diye nida ettiği ifade edilir. Daha sonra Ebu'l Hattab kendisinin ilah olduğunu ilan etti. Bu düşünceden yola çıkarak bütün imamların da ilah olduğuna inandılar. Cafer es-Sadık babası ve dedesi de ilahtır. Onlar Allah'ın oğulları ve sevdikleridir. Allah önce Ali'ye daha sonra sırasıyla Hasan, Hüseyin, Zeyne'l Abidin Muhammed Bakır ve Cafer es-Sadık'a hulul etmiştir. Ebu'l Hattab bu iddiasıyla açık olarak fertlerin ilahlığını ortaya koyan ilk kişidir. Bu iddia Cafer es-Sadık tarafından facirlik ve yalancılıkla vasıflandırılmıştır. Ebu'l Hattab'ın ilahlığını ilan ederek dini emir ve yasakları kaldırdığını söyleyerek Hattabiyye mensuplarının tavırları Kufe'deki düzeni bozmuştur. Bu nedenle yukarıda bahsettiğimiz şekliyle vali İsa b. Musa tarafından bastırılmıştır.





Bu davranışları daha da ileri götüren Hattabiye mensupları bütün haramların helal sayılması ve ibahiliğin yayılması, Hattabiyye'nin nihai hedefi olmuştur. Rivayete göre Hattabiyye mensupları dini vecibelerin kendilerine ağır geldiğini iddia ederek Ebu'l Hattab'dan hafifletmesini istemişler. O da cemaatini bütün görevlerden muaf tuttu. Bu şekilde namaz, zekat, oruç, hac gibi farzlar terk edilip zina, hırsızlık içki, eşcinsellik ve fırka dışındakilerin aleyhine yalancı şahitlik yapmak gibi haram veya hoş görülmeyen davranışlar helal ve normal tavırlar olarak görülmüştür. Ebu'l Hattab'ın ölümünden sonra Hattabiyye çeşitli fırkalara ayrıldı. Ebu'l Hattab'ın yakın takipçisi Meymun el-Kaddah'ın kurmuş olduğu Meymuniyye fırkası Hattabiye sonrası ortaya çıkan en önemli hareketlerden birisidir. Meymun el Kaddah Bardaysan'ın fikirlerinden etkilendiği kabul edilmektedir. Meymun Kaddah' dan sonra oğlu Abdullah hareketin propagandasını sürdürmüştür. Meymuniyye dışında Hattabiyye'den zaman içinde ayrılarak bağımsız hareket etmeye başlayan başlıca gruplar şunlardır.


Beziğiyye Fırkası


Beziğiyye, Cafer Sadık hayatta iken öldürülen ve dokumacılıkla uğraşan Bezig b. Musa'nın taraftarlarına verilen addır. Bezig'in taraftarları Ebu'l Hattab gibi Bezig'in de Cafer es-Sadık tarafindan nebi ve resul olarak gönderilmiş olduğuna inanıyorlardı. Bezig ve taraftarları Ebu'l Hattab'ın peygamberliğini benimsemiş olmalarına karşın Ebu'l Hattab Bezig'in iddialarını çürüttü. Bezime veya Mübeyyize olarak adlandırılan grup uzun bir dönem İran'ın farklı bölgelerinde faaliyetIerini sürdürdü.


Beziğiyye taraftarları Beziğ'i natık imam olarak görüyorlardı. Onlara göre her mümin te'vil yapma hakkına ve kendisini vahiy getiren meleklerden üstün kılabilecek ilahi feyizler ilhamlar alma imkanına sahiptir. Allah'a tam bir teslimiyetle iman ettikten sonra ölen bir müminin, seçkin bir topluluğun mensuplarına katıldığı ve meleküt alemine yükselmiş olacağını iddia ettiler. Beziğiyye veya Mubeyyize'nin fikirleri uzun bir dönemde İran'da etkili oldu.


Ümeyriyye


Ümeyr b. Beyan el-İcli taraftarlarına verilen addır. Ümeyriyye ve Ümeyr b. Beyan el-İcli tarafından Beziğiyye'nin ölümsüzlük iddiaları reddedildi. Bununla birlikte Ümeyriyye Beziğiyye gibi Cafer'in ilah olduğunu ve bütün imamların peygamber olduğunu iddia etmişlerdir. Ümeyriyye taraftarları Kufe'de Cafer'e ibadet etmek amacıyla toplandıklarında vali Yezid b. Ömer b. Hubeyre tarafından yakalanıldı ve öldürüldü. 



Muammeriyye


Mısır satıcısı olan Muammer b. el-Ahmer'in taraftarlarına verilen addır. Kufeliler, Muammer'i kendilerine natık imam yaptılar. Bunlara göre Allah'ın vasilerinin kendilerine hulul eden bir nur olduğunu, iddia ettiler. Nur, Abdülmütalib'ten, Ebu Talib'e, Muhammed'e, Ali'ye, imamlardan Cafer'e, Ebu'l Hattab'a ve sonuçta Muammer'e geçmiş olduğunu iddia ettiler. Nurun, Cafer es-Sadık ve Ebu'l Hattab'a hulul etmesinden dolayı onların ilahlığa yükseldiklerini, daha sonra bunun Muammer b. Ahmer'e geçmesiyle Cafer ve Ebu'l Hattab'ın melekler arasına katıldığını iddia etmişlerdir. Muammer yeryüzündeki ilah idi. Çünkü O, cennette en büyük İlah'a itaat etti. Muammeriyye dünyanın bir sonunun olduğu yani kıyametin olacağını yalanlamışlardır. Buna paralel olarak yeryüzünde cennet saadetine sahip olunduğunu ve cehennem azabının yer aldığını savundular. Vücutları ile göğe yükseleceklerini iddia ettiler. Aynı zamanda sefahet (libertinizm) eğitimi öngördüler. Bu düşünceden yola çıkarak Allah katındaki her şeyi kulları için yaratmış olduğundan haram-helal diye bir sınırlama getirilmez. Bundan dolayı zina ve hırsızlık gibi haramları içki içmek ve domuz eti, kan, ölmüş hayvanların etini yemek; anne, kız,: evlat ve kız kardeşle evlenmek hatta erkeklerin birbiriyle evlenmesi meşru kabul edilmiştir. Bu fırka, kıyametle ilgili görüşlerindeki Batıni anlayış ile ve ta'til'e inanmalarından dolayı Mansuriyye fırkasına yakındır.



Mufaddaliyye, Muhammise ve Meymuniyye


Mufaddal b. Ömer es-Seyrafi'ye tabi olan bu grup, Cafer es-Sadık'ın peygamber olmadığını, tanrı olduğunu iddia etmişlerdir. Kendisinin ise Peygamber olduğunu iddia etti. Ebu'l Hattab'ı tanımayarak onlardan aynlmışlardır. el-Mufaddal, Ebu'l Hattab'ın kınanmasından sonra Ebu'l Hattab'ın taraftarlarına rehberlik etmesi için Cafer Sadık tarafından tayin edildi. Mufaddal'a Cafer b. Sadık'ın bazı olumsuz ifadelerinin rapor edilmesine rağmen hiçbir zaman diğer Hattabi liderlerin aksine cemaatten çıkarılmadı. Mufaddal yaşamı boyunca İmam Musa b. Cafer'in en Sadık daisi olarak kaldı. Cafer Sadık'ın ifadesiyle hareketin sosyal tabanı hakkında bilgi edinmekteyiz. Bu açıklamaya göre, sefil, ayak takımı, şuttar (serseri) olarak karakterize edilen Ebu'l Hattab ve el-Mufaddal'ın taraftarlarının düşük seviyedeki sosyal statüleri oldukları anlaşılmaktadır.



Bazı kaynaklar Hattabiyye ile Muhammise'yi aynı fırka olarak gösterseler de bu görüş ilk Hattabiyye fırkaları için geçerli görülmemektedir. Bununla birlikte daha sonraki dönemlerde Hattabiyye mensuplarının Muhammise ile irtibatı bulunduğu düşünülebilir. Hattabiyye'nin diğer bir kolu, Cafer es-Sadık'ın kuvvetli ve emin olarak vasıflandırdığı kendisinde Hz. Musa'nın ruhu bulunduğuna inanılan Seri el-Aksam'ın mensuplarıdır. Bu fırkaya göre Seri el-Aksam'da Ebu'l Hattab gibi Cafer tarafından gönderilmiş bir resuldür. Bu grup namaz, oruç, hac gibi ibadetleri, ilah olduğuna inandıkları Cafer es-Sadık için eda etmişlerdir. El-Kummi, Ebu'l Hattab'ın ölümü üzerine ilk dönem Hattabiyye'nin dallarından biri Muhammed b. İsmail'e bağlılıklarını bildirdiler. El-Kummi'nin bu ifadelerinden ilk dönem Hattabiyye'nin Muhammed b. İsmail lehinde propaganda yapmadıklarını ve bağımsız hareket ettiklerini anlayabiliriz. Zaten İsma'ili hareketin sonraki dönemine ait hemen hemen bütün İsma'ili kaynakları, İsma'il'i doktrini ile Hattabiyye arasındaki herhangi bir bağı yalanlamaktadır. Bu kaynakları dayanak alan İvanow, Ebu'l Hattab'ı İsma'ili inancı ile Ebu'l Hattab arasındaki ilişkiyi reddeder. Ebu'l Hattab'ın İsma'ili inancı için hiçbir şey yapmamış olduğu kanaatini taşır. Ebu'l Hattab'ın sadece bir heretik olduğunu düşünür. Ama Ebu'l Hattab (138/755) ile İsma'ililer arasında yakın bir dostluk söz konusudur. Daha sonra İsma'iliyye adı altında gelişme göstermek Batıni fırkasının akidesinin ve bu fırkanın ihtilalci teşkilatının temellerinin kurulmuş olması da Ebu'l Hattab'la ilişkili olduğu bir gerçektir. Meymun el Kaddah, Ebu'l Hattab'ın fanatik bir taraftarı olup daha sonra Meymuniyye diye isimlendirilen bir hareketi oluşturmuştur. Ardından oğlu Abdullah ise babası Meymun'un oluşturmuş olduğu hareketi, daha ileri bir noktaya taşıdı. Abdullah b. Meymun kendisinin peygamber olduğunu iddia etti. Meymun'un yaşadığı coğrafya ve dönemle ilgili olarak kaynaklarımızda onun, 3/9. yüzyılın ortalarında yaşadığı ifade edilir. İbn Rizam'a göre Meymun, Ahvaz yakınlarındaki Kuraj'dan gelmiştir. Daha sonra oğlu Abdullah Huzistan'da küçük bir kasaba olan Askar Makram'a taşındı, sonra da Sabat Ebu Nuh'a yerleşti. Orada Şia ve Mutezile tarafından Abdullah'ın düşünceleri deşifre olunca Basra'ya kaçtı. Basra'da Akil b. Ebu Talib'in soyundan olduğunu ileri sürerek onun evlatlarına sığındı. Burada halkı Muhammed b. İsmail b. Cafer es-Sadık'ın imametini kabule devam ettirdiği için askerler tarafından takibe uğradı. Son olarak da sadık ve hararetli dostu Muhammed b. Hüseyin ile birlikte Şam civarındaki Selemiye'ye kaçtı. Ölümüne kadar (261/874) burada yaşamış ve Muhammed b. İsmail'in sadık bir taraftarı olarak propaganda faaliyetlerini sürdürdü.



ORTADOĞU'DA MARJİNAL BİR HAREKET: KARMATİLER

(Ortadoğu'da İlk Sosyalist Yapılanma)

Yrd. Doç. Dr. Abdullah EKİNCİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak