13 Şubat 2023 Pazartesi

KARMATİ HAREKETİNİN ORTAYA ÇIKIŞI VE SEBEPLERİ-3

 


Karmati Hareketini Hazırlayan Sebepler 

“Siyasi Sebepler”



Karmati isyanlarının muhtelif sebepleri vardır. Bu isyanlara katılan grupların homojen bir yapıda olmaması, farklı bölgelerde ortaya çıkmış olması bu sebeplerin sayısını artırmaktadır. Bu sebepler arasında sayılabilecek hususlar arasında İslam tarihinin ilk dönemindeki fetihler ve idarecilerin bazı uygulamaları bu isyanların çıkmasında etkili olmuştur. Yalnız siyasi olayların toplum üzerindeki etkisini İslam fetihlerinin ilk yıllarından belki de öncesinden başlatmak daha doğru olacaktır. İslam öncesinde ve daha sonra Hz. Peygamber'in vefatıyla ortaya çıkmış olan bazı ihtilaflar, değişik etkilerle olgunlaşarak farklı boyutlara ulaşmıştır.


İslam öncesinde Arap toplumları miladi VI. yüzyılda son derece müşkül bir vaziyetle karşı karşıya geldi. Bu dönemde iki büyük devlet, batıda Bizanslılar, doğuda Sasaniler Arap toplumlarına saldırmaya başladı. Bizanslılar'ın müttefiki olan Habeşliler, Yemen'i istila ettiler. Buna Kinde'nin çöküşü eşlik etti. Bizanslılar, Gassaniler'in Şam'daki varlığına darbe vurdular. Yine Sasaniler, Münziroğulları'nın Irak'taki varlığına son vererek, onun ve Basra Körfezi'nin diğer bazı kısımları üzerindeki dolaysız hakimiyetlerini genişlettiler. Sasaniler'in nüfuzu altına girinceye kadar Yemen, iki devlet arasında bir mücadele alanı olarak kaldı. Bu suretle Araplara ait yönetimler ortadan kalkarak, Arap toplumu yabancıların direkt tehdidiyle yüz yüze geldi. Bu durum bölge sakinlerini uzun bir dönemde tedirgin etmiş olmakla birlikte işgal, istilalar ve sürgünler toplumların kültürel açıdan etkileşimi sonucunu vermiştir. Ayrıca olaylar Ortadoğu'nun çok kimlikli ve kültürlü yapısını hazırlamıştır. Zamanla bu yapıyla örtüşen hareketlere uygun zemin hazırlanılmıştır. Özellikle Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi tek tanrılı dinlerin Arap Yarımadası'na nüfuz etmeye başlamasıyla var olan yerel kültürlerin farklı boyutlara çekilmesine neden olmuştur. Her birinin saldırgan iki devletten biriyle müttefik olarak ortaya çıkmasından anlaşılabileceği gibi, ikisi de siyasi mücadeleyle ilişkiliydi. Yemen'in önce bir çeşit tevhide yönelmesi, sonra Zu Nuvas'ın Hıristiyanlığa baskı uygulamaya başlaması bu siyaset ilişkisinin bir göstergesiydi. Bölgede güçlü bir devletin olmayışı halkın iki süper güç arasında zaman zaman ezilmesine sebep olmuştu. İslam'ın ortaya çıkışı ile Arap yarımadasında bir üçüncü güç oluşmuştur. Hz Peygamber döneminde bölgeye seferlerin başlamasıyla bu yeni gücün de ortaçağ dünyasında önemli bir unsur olacağını göstermiştir. Hz. Peygamber'in 632 'de vefatıyla birlikte Müslüman toplumda çatlak oluşturan ilk ciddi sorun hilafet görevinin meşru ardılının kim olacağı idi. Bu mesele, üçüncü Halife Osman İbn Atvan'a 656 yılında düzenlenen suikast neticesinde, olgunlaşıp büyüyerek farklı boyutlara ulaştı. Bu olay, Hz. Peygamberin amcasının oglu Ali İbn Ebu Talip ile Şam valisi ve aynı zamanda öldürülen Halife'nin akrabası olan Muaviye arasındaki Halifelik iddiası, İslam toplumunu kutuplaştırarak, tarafların birbirleriyle mücadele etmelerine neden olmuştur. Hz. Ali'nin ordusu, 657 yılında Sıffin savaşında Muaviye'ye karşı elde ettiği zaferin tam da meyvelerini toplayacakken, Muaviye, yanıltıcı bir taktiğe başvurarak hakemlik önerisinde bulunmuştur. Hakem olayı sadece Muaviye'nin başarısını teyit etmekle kalmamış aynı zamanda Ali'nin ordusu, Ali taraftarı ve isyancılar olarak ikiye ayrılmıştı. Hariciler diye bilinen isyancılar, Halifelik iddiasındaki haklılığına gölge düşürdüğü için, Ali'nin hakem olayına Kaddahlar hakkında bilgi veren ve özellikle Abdullah b. Kaddah'ın İsma'iliyyenin kurucusu olduğunu ilan eden ilk kişi IV/IX. yüzyılın başında yaşayan Ebu Abdullah b. Rizam (Razzam)'dır. İbn Rizam, Abdullah kanalıyla İsma'ilizm'in uzak ve geniş bir coğrafyaya yayıldığını ifade eder. İbn Rizam'ın bu çalışması kaybolmuştur. Fakat İbn Nedim, Fihrist'inde bu çalışmayı aktarmıştır. İbn Rizam'ın eserinden Muiz ile aynı asırda yaşayan Ebu Muhsin, fazlasıyla istifade etmiştir. Ebu Muhsin'in metni Makrizi, itikad bölümünü Hıtat'ında, tarih bölümü de Mukaffa'sında vermiştir. Nuveyri (öl. 732/1331)'nin Nihaye'l el-Ereb fi Funüni'l Edeb adlı edebiyat ve tarih ansiklopedisi mahiyetinde olan eserinde, Ebu'l Muhsin'in çalışmasına yer vermektedir. Temelde İbn Rizam'a dayanan bu rivayete göre Meymun el-Kaddah Ebu'l Hattab'ın aşırı bir takipçisidir. Daha sonra Meymuniyye diye bir mezhep kurdu. Oğlu Abdullah ise babası Meymun'dan daha ileri bir noktaya mezhebi taşıdı ise de kendisinin peygamber olduğunu iddia etti. Abdullah'ın III/IX. yüzyılın ortalarında yaşadığı ifade edilir. İbn Rizam'a göre Meymun Ahvat yakınlarındaki Kuraj'dan gelmişti. Daha sonra oğlu Abdullah Huzistan'da küçük bir kasaba olan Askar Makram'a taşındı. Sonra Sabat Ebu Nuh'a yerleşti. Orada Şia ve Mutezile tarafından Abdullah'ın düşünceleri deşifre olunca Basra'ya kaçtı. Basra'da Akil b. Ebu Talib'in soyundan olduğunu ileri sürerek onun evlatlarına sığındı ve halkı Muhammed b. İsmail b. Cafer es-Sadık'ın imametini kabule devarn ettiği için askerler tarafından takibe uğradı. Sadık ve hararetli dostu Muhammed b. Hüseyin ile birlikte Şam civarındaki Selemiye'ye kaçtı. Ölümüne kadar (261/874) burada yaşadı ve Muhammed b. İsmail lehine çalıştı. Daha sonra davası oğlu Ahmed başka bir rivayete göre Muhammed'in geçtiği bildirilir. Diğer kaynaklar ise babasının yerine Ahmed'in geçtiğini ve Ebu'ş-Şelale lakabıyla anıldığını zikrederler. Bu süreçte çalışmalarını gizli bir şekilde sürdürdü. Daha sonra davası oğlu ve kendisine inananlar tarafından devam ettirildi. İsma'ili tarihinde bu devrenin önemli bir yeri vardır. Çünkü İsma'ili imamları, Cafer es-Sadık'ın ölümünden itibaren Ubeydullah'ın Mehdi'lik ortaya çıkışı (881-899) ve Kuzey Afrika'da devletleşme sürecini başlattığı döneme kadar (296/908) dönem gizlenme döneminin (Setr Dönemi) sonu; Zuhur/Keşf döneminin başlangıcı olmuştur. Setr döneminde dailer tarafından kurulup yönetilen gizli ihtilal teşkilatı mezhebin yayılmasında önemli rol oynamıştır. İbn Rizam'a göre, Abdullah davasına başından beri Hüseyin el-Ahvaz sayesinde inanmış olan Hamdan b. el Aş'as'ın Karmat'ın bulunduğu yer olan Kufe Sevad'a dailerini gönderdi ve daha sonra 261/874 yılında Kufe Sevadında Hamdan ile haberleşmek için Alamut'un batısında yer alan Talikan'a oğullarından birini hami olarak atadı. 264/877-78 yılında İsma'ili davet Kufe'de Hamdan Karmat tarafından geliştirilmiş, kayınbiraderi Abdan ise kendisine yardım etmişti.

Karargah olarak Selemiye İsma'il'i propagandasının merkezi olarak seçilmiştir. Suriye'de Harna şehrine bağlı Selemiye kasabası da İslam dünyasının her tarafına propagandacılar gönderiyordu. Selemiye Suriye'de Asi nehrinin doğusunda, Hama'nın yaklaşık olarak 40 km kuzey doğusunda Hıms'ın 55 km kuzey doğusunda Hama'ya bağlı küçük bir kasabadır. Abdullah davetini yaymak için Selemiye'yi ona merkez edinmiş, buradaki propaganda organizasyonunun başına oğlu Hüseyin'i getirmişti. Diğer oğlu Ahmed Ebu Şela'la ise bazı Irak şehirlerinde özellikle Kufe ve Bagdat'taki propaganda faaliyetlerinin başkanlığına, oğullarından birini de İran'daki faaliyetlerin başına tayin etmiştir. 260/873-82 yıllarında oğlu Hüseyin ölünce, Abdullah diğer oğlu Ahmed Ebu'ş-Şela'le'yı önceli idare ettiği yerlere ilave olarak Selemiye ve Irak bölgesi başkanlığına getirmiştir. Dolayısıyla 270/883 yılı civarında davetin liderliğine Ahmet geçti. Ahmet kardeşi Hüseyin'in oğlu Said'in vesayetini de üzerine almıştı. Bazı yazarlar, bu Said'in Fatımilerin kurucusu ve ilk halifesi Ubeydullah el-Mehdi olduğunu iddia etmektedirler. Ahmet İslam dünyasının farklı bölgelerine dailerini gönderdi. 286/899 yılında Selemiye'de İmametin kendisine ve dedelerine ait bir hak olduğu ileri süren Ubeydullah ei-Mehdi'nin bu iddiasından dolayı mezhep bünyesinde önemli bir bölünme ortaya çıktı. Hamdan ve Abdan Ubeydullah tarafından vazedilen, propaganda edilen yeni isma'ili doktrininden desteklerini kestiler. Bu süreçten itibaren Hamdan başkanlığındaki gruplar temelde muvafakat göstermesini büyük bir günah kabul etmişlerdir. Bu noktadan hareketle Hariciler, bir yığın ahlak, kelami ve sosyal sonuçlar doğuracak olan ince işlenmiş bir meşruiyet teorisi geliştirdiler. Onlara göre Müslüman toplum, siyasi ya da başka türlü olsun, büyük bir günah, suçlusu sayılan bir halifeyi azletme ya da öldürme hakkına sahiptir. Böyle bir günah işleyenler gerçek bir Müslüman olarak günahkar bir kimsenin durumunu tartışmalı hale getirmiştir. Bu kişinin, mevcut şartlar muvacehesinde ölümü hak eden gerçek bir kafir sayılması gerekir. İşte bu tezin bir gereği olarak, Hz Ali 661 yılında bir Harici suikastçı tarafından öldürülmüştür. İslam dünyası Hariciler ile birlikte ihtilal hareketleri ile tanışmış oldular.


Hariciler, Müslümanların büyük günah işleyen kimseyi bir mürted olarak cezalandırma hakkının, siyasi ve teolojik bir düstur olarak tespit edilmesi fikrine rıza göstermiyorlardı. Onlar bir adım daha ileri giderek, hilafet hakkının Kureyş kabilesi, yani Hz. Peygamber'in kendi kabilesine özgü olması gerektiği şeklindeki resmi görüşe de meydan okudular. Tersine, onlar, Müslüman toplumunun fertlerini bu makama uygun gördükleri herhangi birini demokratik usullerle seçme özgürlüğüne sahip olduklarını öne sürdüler. Toplumun uygun gördüğü bir kişinin veya otoritenin halifeyi seçebilme hürriyetine sahip olduğu fikrindeydiler. Bu kişi, imamete layık, topluma adalet kuralları ile muamele eden kimse olmalıdır. "Eğer yol ve muamelesini değiştirir ve doğru yoldan ayrılırsa, azledilmeli ya da öldürülmelidir." Toplumun hilafet görevinden tümüyle vazgeçebileceğini dahi salık vermişler, "eğer ona gerek duyulursa, ister bir köle, isterse hür, ister Habeşli, isterse Kureyşli" olsun onun hilafetinin, yasal olabileceğini söylemişlerdir.

Siyasi çekişmelerin sonunda ortaya çıkan bir başka grup da Ali taraftarları ya da Şiiler adı verilen topluluktur. Ali taraftarları halifelik ile ilgili bu iddiaları reddedip, İmamın Kureyş'ten gelen Ali koluna şartsız sadakati şart koştular. Haricilere geniş kapsamlı bir muhalefet için de, temel siyasi maksimlerin, yeryüzü asla bir imamsız kalmasın diye, hilafet makamının ya da Şii literatüründe imamet görevinin İlahi ve zorunlu bir mesele olduğunu öne sürmüşlerdir. Şiilere göre bu İmam, toplumun yalnızca siyasi bir lideri değil, aynı zamanda yanılmaz bir öğreticisidir. Aksi takdirde, dini gerçekliğin saflığı tehlikeye atılmış olacak ve dünya, anarşi ve karmaşanın içine itilecektir. Görünür bir imam'ın yokluğunda, Şii doktrin ilk zamanlardan beri onun geçici olarak gizlendiğini (gaib olduğunu) ve ahir zamanda haksızlık ve zulümle dolan yeryüzünü adaletle doldurmak için ortaya çıkacağını ileri sürmektedir. Dört Halife ve özellikle de Hz. Osman ve Hz. Ali döneminde ortaya çıkan ihtilaflar ve savaşlar üzerindeki değerlendirmeler, İslam toplumunda her zaman yer almıştır. Siyasi olayların bitmiş olması her şeyin bitmesi anlamına gelmemiş, hatta sonraki dönemlerde yeni anlamlar kazanarak sürmüştü. Emevi döneminde bu ihtilaflarla ilgili izlenilen politika; Muaviye ve halifeleri sessiz ve karışıklık çıkarmamaları şartıyla rakipleri Kureyş'in mensuplarını halife olarak destekleyen Şiileri hoş görmeye hazırlandılar. Bu yüzden Haricilerin Suriye'de ilerleme elde etmelerine asla müsaade edilmezken Şiiler, bazı kabilelere ait bölgelerde kök tutmuş görünmekte idiler. Emevi yönetimi, Şam ve Filistin gibi bölgeleri ve kendilerini destekleyen kentler olarak gözükmesine ragmen, sonraki Emevi halifeleri, Arap kabilelerini kötü yönetmeleri, Suriye'de Şiiliğin artmasına yardımcı olmuştur.



Emeviler hakimiyeti altındaki eski kültür merkezlerindeki eğitim ve öğretimden yararlanmak istemişlerdi. Bu amaçla bazı ilim adamlarının ve okulların yerlerini değiştirmişlerdi. Ayrıca, Emevi halifeleri, tercüme faaliyetlerine de başlayarak, Abbasilere bu manada zemin hazırlamışlardı. Emevilerin kültürel bazda yapmış olduklarının dışında Emevi idarecilerin uygulamalarından yalnız Ehl-i Beyt mensupları değil, bütün bir haşimi soyu ve büyük bir halk çoğunluğu da Emevilerin zulmünden nasibini almıştır. Emevilerin siyaset ve yönetim anlayışları, toplum içinde birtakım rahatsızlıklara neden olmuştur. Abbasi döneminin başlamasıyla, İslam dünyasındaki karışıklıkların durulması beklenirken ortaya çıkan olaylar durumun bunun tersi olduğunu göstermiştir. Bu dönemde yapılan bazı uygulamalar da buna zemin hazırlamıştır. Tercüme faaliyetlerinin yoğunlaşması İslam felsefe ve kelam düşüncesinin gelişmesinde temel bir faktör olmuştur. Bununla birlikte, çevirilerin etkileri hemen hissedilmemiş ve teolojik zıtlaşmalarda kesin bir rol oynamaya başlaması, ancak VIII. ve IX. yüzyıllarda olmuştur. Diğer taraftan, siyasi çekişmeler, VIII. yüzyıl gibi erken bir dönemde, rakip grupların teolojik yapılarını biçimlendirmede önemli bir rol oynamaya başlamıştır. Hanedan çekişmeleri sonucunda idari mekanizmada yeni birtakım unsurların gelmesiyle birlikte yeni yerel hanedanlıklar ortaya çıktı ve yeni unsurlar toplumu etkiledi. Me'mun galip gelmesiyle İranlılar'ın aristokratik ve bölgesel arzuları mahalli hanedanlar yoluyla gerçekleşme imkanını buldu. Me'mun kumandanlarından İran kökenli Tahir 820 yılında bağımsızlığını ilan ederek Doğu İran'da bir hanedan kurdu. Diğer İranlı hanedanlardan Safeviler 867 yılında ve Samaniler 892 yılına doğru bağımsızlıklarını kazandılar ve İran'ın diğer bölgelerine de yerleştiler. İdare tarzları farklı karakterlere sahipti. Tahiriler hanedanı, Arap-İslam medeniyeti tesirinden çıkmaksızın bir hükümet kurmuş olan ihtiraslı bir kumandanın idaresi altında idi. Safeviler, İran kökenli bir halk hareketinin iktidarını temsil ediyorlardı. Samaniler ile İran aristokrasisi, eski imtiyazlarını kullanma hakkını elde etmişti.



İslam dünyasındaki erken başlayan siyasi çözülme, Hilafet merkezinin doğuya nakledilmesi bab eyaletlerinde merkezden kopmaya ve neticede otoritenin gevşemesine sebep oldu. 756'da İspanya, yerel bir hanedanın idaresinde tam anlamıyla bağımsızlık kazandı. Aynı hareket 788'de Fas'ta, 800'de Tunus'ta tekrarladı. Mısır yılında Bağdat tarafından gönderilen Ahmed b. Tolun döneminde, merkezi hükümetten bağımsız hareket etmeye başladı. Tolunoğlu Ahmed'in bağımsızlığını kazanmasıyla ve Suriye'yi hakimiyeti altına almayı başardı. Tolunoğullarının Mısır'a hakim olması ile başka bir Türk hanedanının bölgede ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Mısır'da bağımsız bir merkezin ortaya çıkışı ve çok defa Suriye'ye hakim oluşu Irak ile Suriye arasında, her ikisine de bağlı olmayan yeni bir bölge meydana getirdi ve Suriye çölünün Arap kabilelerine, Emeviler'in hilafetten düşmesinden sonra kaybettikleri iktidarlarını tekrar elde etmenin yolunu bulma imkan hazırladı. Bu kabileler zaman zaman Suriye ve Mezopotamya'da iktidarlarını genişletmek fırsatını bulabildiler; askeri zaaf yahut karışıklık dönemlerinde şehirleri ele geçirdiler ve X. yüzyılda Musul ve Halep'te kurulmuş olan Hamdaniler gibi parlak, fakat geçici bedevi hanedanlar kuruldu. Bir dönemde Abbasi halifeliği ancak Irak'ı doğrudan doğruya kontrolü altında tutabiliyordu. Diğer bölgelere gelince halifelik, arada sırada vergilerin ödenmesi, mahalli hanedanların Cuma hutbelerinde adının zikredilmesi ve paralarda adının bulunması şeklinde görülen bağlılıklara razı olmak zorunda kaldı. Halifeler, devletin arazilerini, merkezi hükümete belirli bir para ödeyen ve kendi birlikleriyle memurlarının maaşlarını veren bölge valilerine kiraya vererek bu duruma bir çare buldular. Bu "kiracı valiler" kısa zaman sonra imparatorluğun gerçek hakimleri haline geldiler ve askeri şefler olarak ortaya çıktılar. Mu'tasım (833-842) ve Vasık (842-847)'tan itibaren halifeler, kendi arzularına göre hassa birliklerinin ve muhafız alaylarının kumandanları üzerindeki bütün otoritelerini kaybettiler. 935 yılında merkezde bulunan kumandanın üstünlüğünü göstermek için Emirü-l Ümera'lık makamı ihdas edildi. 945 yılında, Batı İran'da bağımsızlığını kazanmış olan İranlı Büveyhiler Bağdad'ı işgal ettiler ve halifenin otoritesinin son izlerini de silip süpürdüler. Abbasi halifelerinin iktidarlarının zirvede olduğu dönemlerde bile, fiili yönetimleri sınırlıydı. İktidar esas olarak kentlerde ve kentlerin çevresindeki üretim bölgelerinde oluştu. Ancak hiç itaat etmeyen dağ ve step bölgeleri vardı. Halifenin otoritesi zaman geçtikçe, merkezi, bürokratik hükümet sistemlerinin çelişkilerine kapıldı; uzak eyaletleri yönetmek için valilerine vergi toplama ve hasılatın bir kısmını yerel güçlerin muhafazası için kullanma yetkisi verdi. Bir istihbarat sistemi aracılığıyla valileri denetim altında tutmaya çalıştı, ancak bazı valilerin, düzenlerinin önemli çıkarlarına -en azından ilkede- sadık kalırken iktidarı kendi ailelerine devredebilme noktasına kadar güçlenmelerini önleyemedi. Böylece, Doğu İran'da Safeviler (867-1495), Horasan'da Samaniler (819-1005), Mısır'da Toluniler (868-905) ve Tunus'ta Aglebiler (800-909) gibi yerel hanedanlar gelişti. Tunuslu Aglebiler Sicilya'yı fethettiler ve Xl. yüzyılın ikinci yarısında Normanlar tarafından alınana kadar adayı elde tuttular. Bu gelişme Bağdat'a akışı azattı. Tam bu dönemde Aşağı Irak'ın da sulama ve tarımsal üretim sisteminde belirli bir zayıflama oldu. Halife orta vilayetlerde durumunu güçlendirmek için, daha çok, kendisine bağlı profesyonel orduya dayanmak zorunda kaldı. Ordunun önderleri zamanla halife üzerinde daha büyük güç kazandılar. Hazar denizi kıyılarından gelen bir askeri önderler ailesi, Buveyhiler, bazı eyaletleri denetim altına alarak, 945'de Bağdat'ı ele geçirdiler. Buveyhiler, kadim İran unvanı Şehinşahlık (Kralların Kralı) dahil çeşitli unvanlar aldılar, ancak halifelik unvanını almadılar. Abbasilerin halifeliğini kabul etmeye devam ettiler. Ne var ki otorite öncekinden daha sınırlı bir alanda otoritelerini kullanılıyordu. Siyasi birliğin bozulması, Abbasilerin resmi otoritesini de kabul etmeyen yerel hükümdarların ortaya çıkması sonucunu verdi. Doğuda ve batıda üniter bir hükümetin yokluğu toplumsal ya da kültürel bir zayıflığın belirtisi değildi. O sırada pek çok bağın bir arada tuttuğu, pek çok iktidar ve yüksek kültür merkezi olan bir Müslüman dünyasının oluşmasına sebep oldu. Bu durum homojen yapının kaybolmasına yardımcı olmuştur.


Mutlak yönetim, idareyi; gelir ve orduya ihtiyacı olan bir bürokrasi aracılığıyla yürütüyordu. Müslüman Yakındoğu Abbasi idaresinin ilk yüzyılında önemli ekonomik transformasyonu tecrübe etti. Özellikle orada endüstri, el sanatları; ticaret sahalarında önemli ilerlemeler oldu. Kent merkezleri çok hızlı bir şekilde büyüyordu. Kentlerde aynı zamanda ürünlerin simsarlığının organizasyonunda ve Müslüman toplumundaki genel ekonomik ilişkilerde de değişiklik oldu. Bütün bu gelişmeler Abbasi İmparatorluğunda yeni gerginlikler ve şikayetlere konu olan önemli sosyal değişiklikleri beraberinde getirdi veya buna neden oldu. Emevi dönemindeki aristokrat Arap kabileleri şimdi eğitimli insanlar, dini liderler, idareciler, profesyonel askerler, toprak sahipleri, ticaret birliklerinin yönetim sınıfları yer değiştirdi. Garnizon kasabaları, fethedilen kasabalardaki askeri ordugahlardan kent merkezlerine ve bütün değişikliklerin yer aldığı canlı alışveriş yerlerine transfer olmuştu. İlk zamanlardaki ayırım, Şii gruplar için hazır bir fırsatı sağlayan gayr-ı memnun bir sosyal sınıf sesini yükseltmiş olduğu ayırım, Arap olanlarla Arap olmayanlar arasındaki ayırım, Mevalinin özgürlüğe kavuşmasıyla sonuçta ortadan kaldırılmıştı.


Bu yeni ve çok karmaşık sosyo-ekonomik durumda yeni ilginç karışıklıklar ortaya çıktı. Kısa bir dönemde şehir keskin bir şekilde açık bölge tasvir edilmiş oldu. Topraksız köylüler ve bedevi kabileler, onların çalışma alanlarından ve mal­ mülklerinden cezbedici gelirler çıkaran bu zengin kent sınıflarından ayırt edilmiş oldular. Genel toplumun yanı sıra farklı stresli gruplar kurulmuş düzene muhalif herhangi bir hareket onlar için doğal bir şekilde cezp edici oldu. Gerçekten çeşitli yerel hanedanların görüntüsü halifenin baştaki ayrıştırma sinyalleri vermiş olduğunda Irak ve İran'da antirejim hareketleri ve bazı önemsiz köylü isyanlarının çıkmasına neden oldu. İlk ciddi huzursuzluk, tuz bataklıkların kurutulması için Basra yakınlarındaki büyük mülklerde çalıştırılan zenci kölelerin Zenci isyanıyla geldi. Zenci isyanı ortaçağ İslam dünyasındaki toplumların hoşnutsuzluklarının tümünü ifade eden bir isyan değildir. Ortaçağ İslam dünyasında toplumları peşinden sürükleyen en etkili dinamik ehl-i beyt ve Hz. Ali sevgisi olmuştur. Hem Araplar; hem de Arap olmayanların arasındaki hoşnutsuzluklar için en büyük cazibeyi Şiilik yakalamıştır. Özellikle İsma'ili-Karmati hareketi İslam dünyasındaki iktisadi ve sosyal farklılaşmayı öğretisinin ana unsurları olarak görmüştür. Bu hareket temel olarak dünyada adaletli bir yönetim kuracak olan Kaim'in yakında ortaya çıkacağı beklentisi üzerine odaklandı. IX. yüzyıl İsma'ili hareketin mesajı, farklı alt yapılardan gelen insanlar, temel sosyal haklardan mahrum oldukları için çok umut verici oldu. İslam dünyasının yukarıda özetlemeye çalıştığımız bölünmüşlüğü merkezi otoritenin zayıflamasına neden olmuştur. Bu durum merkezden uzak bölgelerde, aykırı hareketlerin rahatça taraftar bulmaları için uygun bir ortam hazırlamıştır. Yalnızca yerel hanedanların uygulamaları bu ortamı hazırlamış değildir. Aynı şekilde Karmatilerin IX. yüzyıldaki tarihlerinde bu dönem Abbasi hükümetinin sefahati ve geniş araziler üzerindeki kontrolü sert sonuçlara tanıklık yaptı. Bağdat' ın bölgeden geçen ticaret yollarının kontrolünü elinde tuttuğu müddetçe siyasi parçalanma, ekonomik ve kültürel hayatın gelişmesine engel olamadı, hatta bu gelişmeye yardım bile etti denilebilir. Bir müddet sonra çok tehlikeli gelişmeler oldu ve halifenin otoritesi merkezde bile zayıfladı. Sarayın aşırı lüks düşkünlüğü ve bürokrasinin lüzumundan fazla ağır basması maliyenin bozulması ve hazinelerinin düşmesi şeklinde sonuçlandı. Daha sonra bazı maden yataklarının tükenmesi yahut istilacılar tarafından işgal edilmesi durumu daha da ağırlaştırdı. Bu yüzden lsma'ili hareket, iktisadi istikrarsızlığın bulunduğu Ortadoğu'da kısa sürede organize oldu. İsma'ili propagandacılarının çabaları vasıtasıyla çok sayıda taraftar kazandı. Kısacası daha sonra en başında lsma'ili hareket Abbasi düzeni için ciddi bir tehdit oldu. Bu oluşum, sosyal bir protesto karakteri elde ettiği gibi ve özeklikle sosyal şikayetlerle ve haksızlıklarla meşgul olmakta yarar buldu. Kaydedildiği gibi İsma'ili dailer bir çok bölgelere gönderildi. Onlar, farklı sosyal tabakaları cezp ettiler. Başlangıçtaki başarısı, Halifenin yönetim merkezinden uzaklaştırılan kentleşmemiş çevrelerde büyük ilgi gördü. Buna rağmen başlangıç döneminde sosyal içerikli propaganda yapan İsma'ili hareket Abbasilerin kötü yönetimine, ayrıcalıklı şehir tabakalarına ve merkezi yönetimine karşı protesto şeklinde idi. Siyasi yapılanmanın bu denli bölünmüşlüğü idarecilerin zaman zaman keyfi uygulamaları muhalif grupların propagandalarına ivme kazandırdı. İdarecilerin keyfi uygulamaları Karmati vb.grupların öğretilerini anlatmada da kolaylık sağladı. Bu durumun en güzel örneği Mehdilik düşüncesidir. Bu kavramla Karmatiler, yeryüzünü adaletiyle dolduracak ve eşitlik ilkesiyle de toplumdaki tabakalaşmayı önleyecek birinin geleceğinin propagandasını yaptı ve bu düşünce birçok gayrı memnun kitleyi arkalarına almalarına sebep olmuştur. Görüldüğü gibi, İsma'ili-Karmati dailer, siyasi ve idari alanla ilgili meseleleri propagandalarında kullanarak taraftar toplamaya çalışmışlardır.



.


ORTADOĞU'DA MARJİNAL BİR HAREKET: KARMATİLER

(Ortadoğu'da İlk Sosyalist Yapılanma)

Yrd. Doç. Dr. Abdullah EKİNCİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak