22 Şubat 2023 Çarşamba

İSLAM BİZANS ARASINDA BİLİM VE SANAT ALANINDA İLİŞKİLER-3

  Musıki


Her toplumda olduğu gibi lslam'dan önce Arapların da, kendilerine mahsus musıki anlayışları bulunmaktaydı. lslam fetihleri sırasında Bizans ve Sasani İmparatorluklarından alınan topraklar, ele geçirilen ganimetler ile köle ve cariyelerden dolayı, devlet merkezine doğru büyük bir mal ve insan unsuru akışının gerçekleştiği bilinmektedir. Çok kısa sürede yaşanan bu akış, sosyal hayata da yansımış ve toplumun refah seviyesi yükseldiği gibi hayat tarzında da değişiklikler meydana gelmiştir. Geniş bir coğrafyadan lslam toplumu arasına katılan köle ve cariyeler, kendi kültürlerini de beraberinde getirmişlerdir. Bunların bir kısmı bilinen yollarla hürriyetlerine kavuştuktan sonra da aynı şekilde toplumun birer parçası olarak hayatlarını sürdürmekteydi. Aralarında Bizanslı olanların da yer aldığı bazı köle ve cariyeler zenginlerin, halife ve prenslerin yanlarında aynı zamanda birer şarkıcı olarak hizmet etmişlerdir. Kaynaklar, lslam toplumunda ileri gelen birçok kişinin şarkıcı cariyelere (kaynelkıyan, cariyetün müganniyetün) sahip olduğunu kaydetmektedir. Bundan başka çeşitli eğlence ve musıki toplantıları için özel yerlerin oluşmaya başladığı, bazı evlerde kalabalık konserlerin düzenlendiği anlaşılmaktadır. Bütün bu değişiklikler ve gelişmeler zamanla Hicaz bölgesini bir musıki merkezi haline getirmiştir. Kadın şarkıcıların (muganniye) Hicaz bölgesinde öteden beri var olduğu halde, Iran ve Bizans'ta varlığı bilinen erkek şarkıcıların (muganni) ilk defa Hz. Osman döneminde, "muhannes" (kadınsı erkek) şahıslarla birlikte İslam toplumu arasında görülmeye başlandığı belirtilmektedir.


Arapların Bizans'ın musıkideki önemini ve önceliğini bildikleri anlaşılmaktadır. Cahız, Bizanslıların musıki bilgilerine vurgu yaptığı gibi, lbn Hurdazbih'in de aynı kanaatı taşıdığı görülmektedir. Mes'udi'nin, lbn Hurdazbih'e atfen naklettiği, "Iran ve Bizanslılardan sonra musıkide Arapları geçen bir toplum yoktur" sözü bu konuda ışık tutucu mahiyettedir.


Araplar içerisinde özellikle Bizans'ın vassalı durumundaki Gassaniler, Bizans kültüründen etkilenmişlerdir. Bu etkinin Gassaniler aracılığıyla diğer Araplara doğru geçtiğini düşünmek mümkündür. Nabiga ez-Züb­ yani, Meymun b. Kays el-A'şa ve Hassan b. Sabit gibi Arap şairleri, Gassanilerin yanına gider ve emirlerin huzurundaki meclislere katılırlardı. Uzun ömürlü sahabilerden Peygamber şairi Hassan b. Sabit (m. 563-683), bir defasında katıldığı ziyafetin kendisine Gassani emiri Cebele b. Eyhem'in meclisini hatırlattığını belirterek, orada barbat (üd) eşliğinde kendi dilleriyle yöresel şarkılar söyleyen beş Bizanslı ve beş tane de Hireli kadın korosunu dinlediğini, Cebele'nin sarayına Mekke ve diğer yerlerden de şarkıcılar geldiğini anlatmıştır.


Islam'dan önce Arapların özellikle şiire önem verdiklerini belirten lbn Haldun, İslam fetihlerinden sonra Iran ve Bizans'tan Hicaz'a köle veya cariye olarak gelen şarkıcıların ud, tanbur, mi'zef ve mizmar çaldıklarını gören Arapların, Iran ve Bizans melodilerini kendi şiirlerine kattıklarını ifade etmektedir. lbn Haldun devamla, Abbasiler dahil olmak üzere İslam toplumunda yetişen meşhur sanatçılardan örnekler vermektedir. İbn Haldun'un bu rivayetine yer veren Farmer, rivayetin kısmen doğru olduğunu, Arapların Bizans ve İran müziğinden etkilendikleri hususunun kabul edilmekle birlikte, zikredilen musıki aletlerinin İslam öncesi Araplarında da görüldüğünü belirtmektedir.


Habeşistan'da doğmuş ilk sahabi olarak bilinen Abdullah b. Ca'fer'in (ö. 80/669-70) ud çalan cariyeleri bulunmaktaydı. Bir gün kendisini ziyarete gelen Abdullah b. Ömer' in dikkatini, cariyesinin kucağındaki musıki aleti (barbat üd) çekmiş ve ne olduğunu sormuştu. Abdullah b. Ca'fer de "ne olduğunu bilirsen cariye senindir" deyip tahmin etmesini isteyince İbn Ömer, "bu mizan-i Rumidir" (haza mizanün Rumiyyun) demiş ve arkadaşı "doğru söyledin. Bu alet, sözü tartar" diyerek cariyeyi hak ettiğini belirtmişti. Daha sonra istek üzerine cariye, "Ne kadar da özledim Emin Belde'yi / Zemzem'le Hacun arasındaki mahalleyi!' mısralarını okumuştu.

Arap-İslam musıkisinin İran ve Bizans'tan hangi yönleriyle ve ne derecede etkilendiğine dair fazla bilgi mevcut değildir. Ancak Farmer'in de belirttiği gibi dış tesirlerin abartılmaması ve yerli unsurların hemen her zaman hakimiyetini koruduğunun unutulmaması gerekir. Bununla birlikte köle ve cariyelerin yanısıra, çeşitli amaçlarla dönemin şartlarında gerçekleştirilen seyahatler, yabancı bazı musıki unsurlarının alınması neticesini doğurmuştur. Öte yandan bizzat musıki amaçlı yolculuk yapanların da bulunduğu görülmektedir. Bunlar arasında, Mekkeli İbn Misceh ve talebesi İbn Muhriz dikkat çekmektedir.


Emeviler devrinin en büyük musıki ustalarından Sa'td b. Misceh, Suriye'ye giderek Bizans melodilerini öğrendi ve ordaki sanatçılardan teorik bilgiler aldı (ve ehaze elhane'r-Rum ve'l-barbatıyye ve'l-ustuhüsiyye) . Daha sonra İran'a geçerek onların şarkılarını (gina) ve sanatçıya eşlik etmeyi (darb) öğrendi. Memleketi Hicaz'a döndüğünde Bizans ve İran musıki unsurlarından en güzel olanlarını (mehasine tilke'n-nağam) alarak Arap musıkisine uyum sağlamayan unsurları terketti. Böylece o, bu metodu uygulayan ilk kişi oldu. İbn Misceh'in farklı bölgelere gidip oralara ait şarkıları öğrendikten sonra kendi kültürüne seçmeci bir yaklaşımla katmış olması, daha sonra diğer insanlar üzerinde de etkili olmuştur. İbn Misceh'in talebesi İbn Muhriz de hocası gibi aynı yolu izlemiş, Suriye ve lran'a giderek yörenin melodi (elhdn) ve şarkılarını (gina) öğrenmek suretiyle musıki bilgilerini artırmış ve daha önce Araplar arasında bilinmeyen yeni bir uslup geliştirmiştir. lbn Muhriz dışında Gariz ve lbn Süreye gibi meşhur ustalar da yetiştiren lbn Misceh'in, Muaviye için yapılan sarayın inşasında ve Abdullah b. Zübeyr tarafından gerçekleştirilen Kabe tamirinde görev alan İranlılardan duyduğu şarkıları öğrenip Arap musıkisine adapte ettiği rivayet edilmektedir.



Musıki ile ilgili teorik bilgiler temelde Pythagoras (ö. m.ö. 504) başta olmak üzere eski Yunan filozoflarına dayanmaktadır. Genel olarak felsefe veya daha özelde matematiğin bir alt kolu olarak ele alınan müzik, Bizans'ta quadrivium denilen ders gurubu (aritmetik, geometri, müzik, astronomi) içerisinde yer almaktaydı. Tercüme faaliyetleri sırasında bazı Bizanslı filozof ve tabiat bilimcilerinin açıklamalarıyla müslümanlara intikal eden klasik eserlerle birlikte, aynı zamanda musıki ile ilgili teorik bilgiler de ulaşmış, bunun yanında sırf musıki üzerine yazılmış eserlerin de tercüme edildiği olmuştur. Beytü'l-Hikme örneğinde olduğu gibi, VIII-X. yüzyıllarda teorik musıki ve ses bilimiyle ilgili birçok Yunanca eser tercüme edilmiştir. Bunlar arasında Pythagoras'ın eseri Araplar tarafından bilindiği gibi, Platon'un Timaeus'u Yuhanna b. el-Bıtrik (ö.m. 815) ve Huneyn b. İshak tarafından tercüme edilmiştir. Aristoteles'in eserleri arasından Problemata ve De Anima yine Huneyn tarafından çevrilmiş bulunmaktaydı. Anima, Themistius (ö. 388?) ve Simplikios'un açıklamalarıyla bilinmekteydi. Galenos'un De Voce adlı eseri de yine Huneyn tarafından Arapça'ya kazandırılmıştı. Bunlardan başka Aristoksenos, Euclides, Ptolemeos, Nikomahos ve Pergeli Apollonios'un eserleri sayesinde Araplar ses teorileri hakkında bilgi sahibi olmuşlardı. Musıki ile ilgili yedi risale yazdığı bilinen ilk lslam filozofu Kindi'nin ve daha sonraki müelliflerin eserlerinde, Yunan yazarlarının etkisinin görüldüğünü belirten Farmer, Kindi'nin "günümüz insanlarının kaynak vermeden kullandıkları şey, aslında eskilerin (Yunanlılar) kullandıklarının aynısıdır" dediğini nakletmektedir. Abbasiler döneminde kendileri ilimle meşgul oldukları gibi tercümeler başta olmak üzere çeşitli ilmi faaliyetleri destekleyen Benü Musa b. Şakir'in, musıkiye de ilgi duydukları ve musıki ölçüleriyle ilgili bir eser yazdıkları (Kitabü'l-Karastun) nakledilmektedir.



Bizanslıların kullandıkları mısıki enstrümanları müslümanlar tarafından da bilinmekteydi. Mes'udi, lbn Hurdazbih'e dayanarak Bizanslıların (er-Rum) "bin sesli" anlamına gelen Yunan yapısı el-erğanlel-erğanun (org) ile, selbak, Cura (lir) yani rebab, kisare (kitara, gitar) ve salinc adlı musıki enstrümanlarına sahip olduklarını kaydetmektedir. Harizmi de bu enstrümanların hem Yunanlılar, hem de Bizanslılara ait olduğunu (li'l-Yünaniyyzn ve'r-Rüm) belirtmektedir.


Haussig'e göre Bizans'ın yükselişe geçtiği dönemde İran oyunlarının yanısıra Arap müziği de Bizans'ta etkisini hissettirmiştir. Bizanslılar özellikle danseden Arap kızlarına ilgi duymuşlar ve bu durum müziğe de kapı aralamıştır. Danseden Arap kızları sadece dindışı resimlerin değil, dini resimlerin de konusu olmuştur.



Casim Avcı’nın İslam Bizans İlişkileri Adlı Kitabından Alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak