10 Şubat 2023 Cuma

Endülüs'te Murabıtlar Dönemine Kadar Müslüman-Hıristiyan İlişkileri ve Hıristiyan İspanya Krallıklarının Oluşumu

 


(Reconquista'nın İlk Dönemi 711-1085)


Müslüman veya Müslim kelimesi, Arapça sulh yapmak, teslim, selamette olmak, itaat etmek anlamlarına gelen 'silm' kökünden gelir. Terim anlamı ise, "İslam dinini kabul eden kimse"dir. Müslüman veya Musulman kelimesinin kaynağı da kendisine Farsça 'an' sıfat eki ilave edilmiş olan 'Müslim'dir. Sözlükte İsevilik veya Hıristiyanlık akidesini kabul eden kimseye ad olan 'Hıristiyan' ise, Arapça karşılığı 'Nasri' (çoğulu 'Nasara'), Süryanice 'Nasraya'dan gelmekte ve Yunan-Garp Hıristiyanlarına delalet eden 'Rum' ve 'Efrenc' kelimelerinden farklı olarak, "Müslüman hakimiyeti altında bulunan Şark kiliselerinin mensupları Hıristiyanlar" anlamında kullanılır bir tabirdir.


Ortaçağ tarihi içerisinde, Müslüman veya Müslümanlar · denince, sadece bir İslam dini mensubu kimse anlaşılmamakta, terimin ayrıca bir uluslararası boyutu da bulunmaktaydı ki, o da hangi ırktan olursa olsun bir Müslüman vatandaş olarak Müslüman bir devlet çatısı altında yaşayan insanlar topluluğunu veya aynı dava etrafında birleşen Müslüman toplulukları ifade etmesidir. Özellikle Endülüs gibi pek çok toplumsal unsurdan müteşekkil bir devlette bu anlam daha da kuvvetlenmektedir. Aynı şekilde, Hıristiyan veya Hıristiyanlar denince de ırkı ne olursa olsun Hıristiyan bir devlet · çatısı altında veya aynı Hıristiyani amaçlar uğrunda birleşebilen toplumlar anlaşılmaktadır.


Bu çalışmada Müslümanlar kavramı, Endülüslüleri olduğu kadar Müslüman Endülüs Devletini ve Hıristiyanlara karşı onlara yardım için İberya Yarımadası'nda bulunan Murabıtlar ile Muvahhidler'i Hıristiyanlar kavramı ise, İspanyalılar ve Portekizlileri olduğu kadar, Hıristiyan İspanya Devleti ile Müslümanlara karşı onlara yardım için İberya Yarımadası'na gelen Fransızlar ve İtalyanlar'ı ifade etmektedir. Bunlar birbirleriyle karşılıklı siyasi ve dini bir mücadele içinde olan iki millet veya devlet olarak algılanmalıdır. Nitekim bu zihniyet hemen aynen Hıristiyan kaynaklarının müelliflerince de benimsenmiş görünmektedir. Hıristiyan İspanyol kaynaklarında Müslümanlar kastedildiğinde, genelde "Los Sarracenos", "Las Barbaras", Endülüs Müslümanları kastedildiğinde "Los Moros", "Los Mahometanos", "Los Andaluzes"; Hıristiyanlar için ise "Los Cristianos", seyrek olarak da İspanyalılar anlamında "Los Hispanos", Portekizliler anlamında "Los Portuguesos" terimleri kullanılmaktadır.


İspanya'nın fethinden sonra kendi dinlerinde kalan Yahudi ve Hıristiyanlara, bütün İslam dünyasında olduğu gibi "zimmet ehli", "zimmiler", "muahidun" veya "kitap ehli" denmiştir. Müslüman fatihlerin, İberya Yarımadası'nda Gayri Müslimlere karşı geçerli kıldıkları uygulamalar, daha evvel fethedilmiş ülkelerin yerli halklarına yapılandan farklı bir karaktere sahip değildi. Halkı İslam'a girmeye zorlamamışlar ve onları kendi dinlerinde serbest bırakmışlardır. Hatta din ve inanç özgürlüğü ile güvenliklerini sağlayarak dini hayatta güzel bir hoşgörü ortamının oluşmasını sağlamışlardır. Dini hayatları yanında Gayri Müslimler, örf ve adetlerini de muhafaza etme hakkına sahip olmuşlardır. Dini hayat açısından, sulhla fethedilen topraklarda yaşayan Gayri Müslimler ile savaşla fethedilen topraklarda yaşayanlar arasında ciddi bir farklılık tespit edilememiştir.


Hıristiyan ve Museviler'den cizye alınırdı ki, bunun nisbeti mükellefin ekonomik durumuna göre yılda 20 ile 48 dirhem arasında değişirdi. Kadın, çocuk, yaşlı, müzmin hastalıklı, din adamı, muhtaç ve fakirler cizyeden muaf tutulurdu. Ekilip biçilen topraklardan elde edilen mahsülün yılda ortalama %20'sinden ibaret olan Harac vergisi ise, aynı şekilde zimmilerden alınan bir arazi vergisiydi. Cizye, İslam'a giriş ile kalkar fakat harac kalkmazdı. Bununla birlikte, yerel halkın ekserisi Vizigotlar'ın kendilerine sağlayabildiği geçim seviyesinin çok üstünde bir hayat tarzına sahip olan Müslümanlardan doğal olarak etkilenmişler ve yeni gelen fatihlerin dilini konuşmaya ve onların yaşam tarzını benimsemeye başlamışlardır. Bu durumdaki zimmilere "müsta'ribler (mozarabes, mozaraplar) denmiştir.


Zimmiler, dini hayatlarında cemaat teşkilatıyla iç yönetimlerini sağlıyorlar ve "Kadi'n-Nasara", "Kadi'l-Yehud" veya "Kadl'l-Acem" adı verilen dini liderleri vasıtasıyla Müslüman hükumetle olan işlerini yürütüyorlar, hukuki anlaşmazlıkları çözebiliyorlardı. Ayrıca, onlar dini hayatlarında olduğu gibi, toplumsal, iktisadi ve kültürel alanlarda da tam bir özgür ortamda yaşıyorlardı. Ancak, bütün bunlara rağmen IV.IX. yüzyılın ortalarında Eulogius, Perfectus, Isaac ve Flora gibi Kurtubalı bazı müfrit ve mutaassıp Hıristiyanların başlattıkları İslami değerlere ve Müslümanlara karşı hakaret ederek sonuçta "Martir" (Hıristiyan şehidi) olma yarışı da görülmüştür. "İberya toplumu"nun Müslümanlar ile olan ilişkilerinde gördükleri her çeşit hürriyet ve güvencenin tarihi delilleri de mevcuttur. Bunları en başta Fransisco Simonet, Isidore de las Cagigas, A.Gonzalez Palencia, Amador de los Rios, Millas Vallicrosa ve Burns gibi tarihçiler vesikalarıyla ortaya çıkarmışlar, daha sonra Müslüman araştırmacılar da İslam kaynaklarını tahkik ve neşrederek bu konuya eğilmişlerdir. Bazı batılı araştırmacıların, Endülüs'te Müslümanların Gayri Müslimler ile yaptıkları antlaşmalara ve bu çerçevede onların dini haklarına saygılı davranmadıkları şeklindeki iddialarının, son senelerde konunun asli kaynaklarına dayanılarak yapılan ciddi tetkikler sonucu zayıf delillere müstenit ve önyargılı olduğu anlaşılmıştır. Nitekim bu saygı ve vefa sebebiyledir ki, sekiz yüzyıllık İslam hakimiyeti boyunca Endülüs'te Yahudi ve Hıristiyan varlığı hep devam etmiştir.


Endülüs tarihi boyunca Müslümanlar ile Hıristiyan İspanya arasındaki ilişkiler daha çok askeri boyutlarda gerçekleşirken, uzun süren barış dönemleri de elbette yaşandı. Taraflar arasında özellikle Maride, Tuleytula ve Sarakusta gibi sınır bölgelerinde savaşlar yaşanıyordu. Çatışmanın sebebi ve hedefi ise, her bir taraf için de İberya Yarımadası'na hakim olmaktı. Aslında, düzensizlik ve adaletsizliğin getirdiği karmaşa ve sefalet içinde kalmış bir İberya Yarımadası'na fetihle gelen Müslümanların fetihle güttükleri amaçları, girdikleri ülke halkına düzen, adalet ve medeniyet getirmekti. Hıristiyan İspanya tarafının amacı ise, ellerinden alınan İspanya hakimiyetini Hıristiyanlar olarak yeniden ele geçirmek ve Müslümanları oradan çıkarmak (Reconquista) olarak özetlenebilir.

Başlangıçta Fransa içlerine kadar ilerleme hamlelerinden de anlaşılacağı üzere, Müslümanların İspanyalılar ile ilişkilerindeki asıl amaç, Hıristiyanları kendi hakimiyetleri altında huzur içinde yaşatmaktı. Bunun için de kendilerinin İberya Yarımadası'ndaki hakimiyetleri kalıcı olmalıydı. Ancak, zamanla İspanyol direnişi güçlenip toprak kazandıktan ve coğrafi şartların yardımıyla belirlenen sınırlar içerisinde mücadele kızıştıktan sonra, Hıristiyanlara karşı Müslümanların mücadelesinde onların ülkelerini yok etmek veya kendilerine katmak amaç olmamış, sadece iki toplum barış ve huzur içinde yaşasın diye sınırlarda barış ve sükuneti sağlamak esas hedef olmuştur. Nitekim Emeviler dönemi başlarından itibaren bu politikanın zamanla yerleşmeye başladığını, cereyan eden ilişkilerin tarihi seyrinden anlamak mümkündür. Bu zamandan sonra ise, savaşların sebebi genellikle İspanyalıların Endülüs topraklarına karşı her fırsatı değerlendirerek saldırıya geçmeleri olmuştur.


Müslümanlar kendi içinde istikrarlı oldukları zamanlarda Hıristiyanlara karşı seferleri yoğunlaştırmışlar ve onlara adeta göz açtırmamışlardır. Hatta ilk yıllarda Emevi Emiri Muhammed (852-886), Hıristiyan oluşumunu kökünden kazımak üzere hareket ederken içerde kargaşa çıkması üzerine bundan vazgeçmek zorunda kalmıştı. Diğer taraftan, Hıristiyanlar da kendilerini güçlü hissettikleri ve Müslümanların da iç kargaşalar sebebiyle zayıf düştükleri zamanlarda derhal İslam topraklarına karşı saldırıya geçmişler ve bunu yüzyıllar boyunca sürdürerek İspanya'yı geriye almışlardır.

Reconquista, fethedilen yerleri geri alma, istirdat anlamında İspanyolca bir kelimedir. Kavram olarak, Müslümanların İspanya'yı 711 tarihinde fethetmelerinden sonra, mağlup Vizigot ordusundan artakalan bir grup asker tarafından, kuzey İspanya' daki Asturias (Aştüri'ş, Astures, Asturya) bölgesinde bulunan Kantabria (Cantabria) dağlarında, bu dağlardaki Covadonga (Kufadunka) ve Cangas (Çaga) mağarasında, 718 yılında başlatılan ve İspanya'yı Müslümanlardan geri almayı hedefleyen hareketin adıdır (Reconquista, The Reconquest of Spain, el-Hareketü'l-İstirdad el-İsbaniyye). Yaklaşık olarak sekiz yüzyılda neticelenmiş olan Reconquista'yı üç aşamada değerlendirmek mümkündür. Birinci aşama, 718 yılından Tuleytula'nın düşüşüne (1085) kadar olan süreyi kapsar ve Reconquista'nın temellerinin atıldığı bir oluşum devresidir. İkinci aşama, Tuleytula'nın düşüşünden (1085) Muvahhidler'in Endülüs'teki hakimiyetlerinin bilfiil sona erişine (1238) kadar olan süreyi kapsar ve Reconquista'nın hız kazanarak büyük başarılar elde ettiği asıl önemli büyüme devresidir. Üçüncü ve son aşama ise, Endülüs'te kalan topraklara Nasri'ler'in sahip olmalarından hakimiyetlerinin sona erişine (1238-1492) kadar geçen süreyi kapsar ve Reconquista hareketinin kolayca neticelendirildiği bir işi tamamlama devresidir.


İberya Yarımadası'nda Müslümanlara karşı Hıristiyanların başlattıkları bu hareketin geri planında, ezeli' Doğu-Batı, daha sonra İslam-Avrupa ya da hilal-haç çekişmesinin yer aldığını söylemek yanıltıcı olmayacaktır. İberya Yarımadası'nda Müslümanlara karşı gerçekleştirilen Reconquista hareketi de, gerçekte Batının Doğuya karşı yaptığı meşhur Haçlı Seferleri'nin düşünce kaynağı ve başlangıç devresini oluşturmaktadır. Yani, Hıristiyan din adamları ve özellikle Papalığın teşvik ve kışkırtmalarıyla bir Haçlı hareketine dönüşen Reconquista, Doğuya yapılan Haçlı seferlerinin bir çeşit ateşleyicisi fonksiyonuna sahip olmuştu.


Endülüs Müslümanlarına karşı Hıristiyan Reconquista hareketinin başlamasıyla Endülüs'te ilk kayıp meydana geldi: Aşturga'nın (Astorga) düşüşü (136/753). Ancak, 753 yılına kadar da bazı olaylar yaşandı. Bu yıllarda Müslümanlar Reconquista'nın doğuşunu ve gelişimini, ancak kendilerine karşı düzenli bir güç belirtisi göstermeye başladığında fark edebilmişlerdi. Vadi Lekkü savaşında yenilen ve komutanları kral Rodrigo'nun ölmesi üzerine dağılan Vizigot ordusundan kalan bir grup asker, ülkenin kuzeyindeki (önünde İslam yayılmasının durduğu) Kantabria dağlarının arkasına kaçmışlar ve oluşumu orada başlatmışlardır. Bunlar özellikle kuzey doğudaki Navar (Nabarre, Biladü'l-Beşkens, Beşkunye, Nebre, Navarre) bölgesinde bulunan Kantabria tepesi ile kuzey batıda yer alan Galicia bölgesinde bulunan Asturias'taki Covadonca dağının Cangas tepesini mekan tutmuşlardı. Bu Hıristiyan gruplar, ırk olarak Gotlar ve yerli İberyalılardan oluşmuştu ve kuzey doğuda Dük Petrus liderliğinde Kantabria Hıristiyan Düklüğü, kuzey batıda ise Palagios veya Vavila oğlu Pelayo (699-737) önderliğinde Asturias Düklüğü adıyla organize olmaya başlamışlardı.


Kantabria ve Asturias Düklüğü (Galicia krallığı 718-911) adını alan oluşum, Dük Petrus önderliğinde Navar bölgesinde 713 yılnıda oluşmaya ve 718 yılında belirgin hale gelmeye başladı. Mevkii itibarıyla Pirene dağlarının batı yanında ve Navar-Bask ovalarına düşmesi sebebiyle, Müslümanların ilk dönemlerde hemen her yıl düzenledikleri (60 küsür yıl süren) Fransa yönündeki seferleri sırasında saldırıya maruz kaldılar. Buna rağmen, oluşum engellenemedi. Asturias Düklüğü ise, Pelayo (718-737) tarafından Asturias dağlarındaki Covadonga sarp kayalığı altında kalan büyük mağarada, Müslüman fatihlerin uğramak istemeyecekleri bir yerde oluşumunu başlattı. Sonradan Müslümanlar bu tehlikeli oluşumu geç fark etmenin karşılığını, kuzey yerleşim yerlerinde meydana gelen ve Endülüs valilerini çok uğraştıran Hıristiyan isyanları olarak görmüşlerdir. (718) tarihinde Endülüs valisi el-Hür b. Abdurrahman es-Sakafi, bölgeye bir sefer düzenleyerek Bask ve Asturias Hıristiyanlarını kuşattı. İşleri bitti düşüncesiyle geri çekildi. Yanında bulunan eski Vizigot kralı Vitiza'nın kardeşi Opas'ı, Pelayo'yu teslim olmaya ikna etmesi için gönderdi. Fakat, Pelayo teslim olmayı kabul etmeyerek büyük Covadonga dağı altındaki mağaraya sığındı. Bunun üzerine Müslümanlar bu dağı kuşatarak düşmanı uzun süre desteksiz bıraktılar. Bu esnada düşmanlar açlıktan ölmeye başladılar ve birkaç yüz kişiden sadece 30 erkek ve 10 kadın sağ kaldı. Kötü hava koşulları ve tepelerin sarp olması yüzünden Müslümanlar, artık bunların işi bitmiştir üçbeş kişiden bir şey çıkmaz diye düşünüp düşmanı küçümseyerek bölgeden geri çekildiler. Bundan sonra Pelayo grubu yeni katılımlarla kısa sürede büyüyerek güçlenmeye başladı ve Hıristiyan halk Pelayo'yu bir kahraman belleyerek onu kendilerine kral yaptılar. Bu fırsatı iyi değerlendiren Pelayo da hakimiyetini sağlamlaştırmak ve Müslümanlardan yeni toprak kazanmak için Endülüs topraklarına her fırsatta akınlar tertip etmeye başladı ve bilhassa iç karışıklıkların nüksettiği zamanlarda Müslümanlar için önemli bir tehlike haline gelmeye başladı. (734) tarihinde göreve gelen vali Ukbe b. Haccac, Hıristiyan saldırılarına son vermek amacıyla Galicia bölgesine bir sefer düzenledi (118/735 veya 736), bazı yerleri istila etti. Ancak, Hıristiyanlar her zamanki gibi dağlara çekilince vali geri çekildi. Bundan sonra yine Müslümanlar arasında toplumsal yapıdan kaynaklanan iç çatışmaların ortaya çıktığı zamanlarda Hıristiyan grupların İslam topraklarına doğru saldırıları artarak devam etti. Buna karşın Kurtuba İslam hükumeti içişleriyle meşguliyetinden bölgeye yardım gönderemedi. Haddizatında, merkezi hükumetin bölgedeki hakimiyeti oldukça zayıftı. Bunun sebepleri arasında bölgenin merkezden uzak olması ve sarp dağlardan oluşması yanında, bölgede iskan edilmiş olan Müslüman halkın çoğunluğunun, kendilerinin Araplar tarafından ikinci sınıf vatandaş muamelesine layık görüldüklerine inanan ve bu sebeple Araplar'a karşı kızgın olarak sık sık isyan edip ayaklanan Berberiler' den meydana gelmesi, ayrıca İslam arazisinde oturan Hıristiyan halkın da saldırgan gruplara destek vermesi gibi etkenler vardır.


Sonuçta, elverişli ortamda oluşumunu sürdüren Hıristiyan devleti, gittikçe güçlenerek büyümeye başladı. Dokuz küsür yıl Galicia'da liderlik yapan Pelayo, 737 tarihinde ölünce yerine oğlu Favila geçti, fakat Favila'nın ömrü 739 yılına kadar sürdü. Aynı yıl Kantabria dükü Petrus da öldü ve yerine oğlu Alfonso yönetime geçti. Oluşumlarından bu yana geçen zaman içinde iki düklük arasındaki işbirliği arttı ve Alfonso'nun, Pelayo'nun kızı Ermesinda (Ermuzende, Hürmüzende) ile evlenmesi aradaki bağları kuvvetlendirdi.


Favila öldüğünde Galicialılar kendilerine yeni dük olarak Alfonso'yu seçtiler, böylece Asturias ve Galicia düklükleri I.Alfonso idaresinde birleşti. Yeni oluşumun adı ise, "Galicia Krallığı" oldu. Krallığın sınırları, artık doğuda Bask bölgesinden batıda Atlas Okyanusuna, kuzeyde Bask Körfezinden güneyde Duero Nehrine kadar uzanan ve Müslüman hakimiyetinden uzak dağlık bölgeleri içine almıştı. Alfonso'nun son zamanlarında ise İberya Yarımadası'nın dörtte birini kapsar duruma geldi.


Hıristiyan İspanya'nın gerçek kurucusu ve Endülüs'e karşı Reconquista hareketinin gerçek başlatıcısı sayılan I.Alfonso'nun krallık dönemi (739-757), kendi açısından parlak bir devre oldu. Çünkü, onun zamanında Endülüs'ün kuzeybatı sınır bölgesindeki eyaletler Berberiler'in ayaklanması (741-742) sebebiyle karmaşaya sürüklendi ve Alfonso bunu iyi değerlendirerek İslam topraklarına karşı 740 yıllarında saldırılar yaptı, Müslüman halka katliam uyguladı. Yöredeki Hıristiyanları ise daha kuzeye kendi bölgesine sevk etti. 750 tarihinde Endülüs'te ortaya çıkan kıtlık zamanında kuzey batı İslam eyaletlerinde bunun etkisi daha fazla hissedildi. Fırsattan istifadeyle Franklar da Arbilne'yi işgal ettiler. Sonuçta, oradaki Müslüman halkın çoğu güneye göç etmek zorunda kaldı ve bu da Hıristiyanların bölgedeki durumlarının sağlamlaşması, hatta bölgenin Alfonso'ya bağlanması sonucunu doğurdu. Alfonso bölgeye girerek Aşturga ve çevresini işgal etti (136/753). Öte yandan I.Alfonso, krallığın doğu yani Kantabriya kısmının idaresini kardeşi Froila'ya devretti. Kendisi gibi Froila da İslam topraklarına karşı saldırılarını sürdürdü. Vali Abdurrahman el-Fihri'nin kuzey eyaletlerindeki bir Hıristiyan ayaklanmasını bastırmakla uğraşmasını fırsat bilen Alfonso, kuzeydeki Müslüman kalesi Lük'ü (Lugo) işgal etti. 765 tarihinde I.Alfonso ölünce yerine oğlu I.Froila geçti.


Endülüs Emevileri Döneminde (756-1031), karşılıklı savaşlar olmakla birlikte Müslümanlar toprak kaybına izin vermedikleri gibi, eskiden kaybedilen bazı yerleri de geri aldılar. İlk Emevi Emiri l.Abdurrahman'ın, İbn Muğis ayaklanmasıyla meşgul olduğu sırada Froila harekete geçerek Lük, Burtugal (Portekiz), Şelemenka, Şekubiye, Abile (Avila), Semmlire ve Kaştale bölgelerini işgal etti. Bu şehirler iki yüzyıl kadar sonra ünlü Hacib el-Mansur İbn Ebu Amir tarafından geri alınıncaya kadar Hıristiyanların elinde kaldı. Ancak, tehlikenin büyüdüğünü fark eden I.Abdurrahman, krallığa karşı 148 tarihinde birlikler gönderdi, yapılan çarpışmalarda Hıristiyanlar sadece mal-insan kaybettiler. 150 (767) tarihinde Müslüman ordusu, Hıristiyanların elindeki Elbe ve'l-Kıla' (Castellay Alava) beldesini fethedip cizyeye bağladılar.


1.Aurelio, krallığın ancak doğusuna yani daha evvel babasının yeri olan Navar-Bask bölgesine hükmedebildi, batısına ise 1.Alfonso'nun kızı Adosinda'nın kocası Silo hakim oldu. Böylece krallık ikiye bölündü, ancak bunlar kendi aralarında çatışmadılar. Aurelio ölünce yerine geçen Silo, iki düklüğü yeniden birleştirdi ve Müslümanlar ile sulh yaptı. Silo 784 tarihinde öldüğünde, çıkan taht kavgası sonucunda yerine l.Alfonso'nun bir Arap cariyeden olan gayrı meşru çocuğu Mauregato geçti. Batı Galicia'ya hakim olan Mauregato, krallığın doğusuna hükmeden Alfonso yanlılarına karşı Müslümanlar ile antlaşma yaptı. 788 tarihinde ölen Mauregato'nun yerine el Diacono lakaplı l.Bermudo tahta geçti. I.Hişam'ın kendisine karşı sefer hazırlığını öğrendiğinde Bermudo, doğu hakimi Alfonso'yu ordu komutanlığına atadı, daha sonra da krallıktan feragat etti. Böylece Hıristiyan krallığı, II. Alfonso liderliğinde yeniden birleştirmiş oldu (175/791).

Asturias kralı el Casto (Afif, Namuslu) lakaplı II. Alfonso’nun son zamanlarında, Hıristiyan İspanya'nın kaderinde etkili olacak bir dini olay meydana geldi. Efsaneye göre, Kudüs'te kral tarafından öldürüldükten sonra cesedi deniz yoluyla Galicia bölgesine gelen Aziz Yakub'un (St. Jakop) zamanla kaybolmuş olan mezarı, 835 tarihinde Keşiş Theodemir tarafından bulundu. Kral tarafından mezar bir kubbe ilavesiyle türbe haline getirildi. Olay İspanyalılar ve Avrupa Hıristiyanları arasında yayılınca, türbe Hıristiyanların hac için yoğun olarak gelmeye başladıkları bir yer haline geldi ve türbe çevresinde süratle yerleşim meydana geldi. Şehrin adı ise Medinetü Şente Yakub Mukaddese (Santiago de Compostela, Mukaddes Aziz Yakub'un Şehri) oldu. Daha sonra türbenin yanına bir de büyük bir kilise veya katedral inşa edildi.


Bu gelişmenin İspanyol ve Avrupa milliyetçiliği ve dindarlaşması yolundaki etkileri büyük olmuştur. Nitekim Aziz Yakub, artık İspanya'nın kutsal hamisi oldu, türbesi de zamanla tüm Avrupa Hıristiyanlarının ziyaretgahı haline geldi. Bu münasebetle Avrupa ve İspanya Hıristiyanları arasında görüşme başladı. Bu görüşmeler karşılıklı etkileşimlere, çeşitli adetlerin gelişmesine ve Müslümanlara karşı bir şuur birliği oluşumuna zemin teşkil etti. Bugün dahi Santiago, Hıristiyan İspanya'nın hatta Avrupa'nın en meşhur hac mahalli olarak bilinmektedir. İslami dönemde şehir, Hacib el-Mansur tarafından 387 (997) tarihinde fethedilerek tahrip edildi. Sadece Aziz Yakub'un mezarına dokunulmadı. Galiçya kralı II. Bermudo, XI. yüzyıl başında şehri Müslümanlardan geri aldı.


Bu oluşumu güçlendiren diğer bir faktör de, Hıristiyan İspanya devletlerinde yaşayanların kendilerini Gotlar'a mensup saymalarıdır. Kendilerini Got olarak adlandırarak ve hükumet işlerini de Got geleneklerine göre düzenleyerek eski devletlerini ihya etme fikrini geliştirmeye başladılar. II.Alfonso ile Endülüs Emevi emirleri I.Hişam, I.Hakem ve II.Abdurrahman arasında şiddetli savaşlar oldu ve karşılıklı istilalar yaşandı. Ancak, bunda etkili olan taraf Müslümanlar oldu. Bu durum, Endülüs Emevileri'nin yıkılışına kadar sürdü.


Oviedo (Ubit) şehrini kendisine başkent yapan Alfonso, yarım yüzyıl kadar süren hakimiyeti döneminde krallığı her yönden olgunlaştırmaya çalıştı. Ancak, Müslümanlara karşı genelde başarısız oldu. Mesela, 179 (795) Sahra Savaşı ve 193 Vadi'l-Hicare Savaşı'nda Alfonso yenildi. 208 (823) tarihinde de Liyün şehri Müslümanlar tarafından tahrip edildi. Alfonso öldüğünde yerine oğlu l.Ramiro (Rezmir) geçti. l.Ramiro (842-850) da zamanını Müslümanlar ile mücadele ederek geçirdi. İçte önemli düzenlemeler yaptı ve kiliseler inşa ettirdi. 850 tarihinde öldüğünde yerine Ordono kral oldu. l.Ordono (850-866), Müslümanların iç karışıklıklarla uğraşmalarından yararlanarak Duero nehrini geçti, bazı şehirleri işgal etti ancak, karşı ataklar sonucu geri çekilmek zorunda kaldı ve döneminde Hıristiyanların sürekli hezimete uğramasına engel olamadı. 766 tarihinde öldüğünde yerine 14 yaşındaki oğlu el Magno (Büyük) lakaplı III. Alfonso (866-911) geçti.


III. Alfonso, krallığı güçlendirmek için çok çalıştı ve bunda da başarılı oldu. Sınırlarını doğuda Pireneler'den güneyde Duero ile Tacu (Taco) nehrini geçerek aşağılara doğru genişletti. Bunu yaparken defalarca İslam topraklarına saldırılar düzenledi. Maride (Merida), Kulumriye (Kulunbire, Kulumbriye, Coimbra), Bazu, Kılriye ve Şelemenka şehirlerini tahrip etti. Kendi sınır şehirlerini Müslümanlara karşı tahkim ederek, içeride idari ve toplumsal düzenlemeler gerçekleştirdi. 911 tarihinde iktidarı bırakmak zorunda bırakıldıktan sonra yerine geçen oğlu Garda ile birlikte artık krallığın adı Leon krallığı olarak anılmaya başlandı. Krallığın başşehrini Oviedo'dan Liyün'a nakletti. Böylece, Asturias ve Kantabria Düklükleri bir krallık çatısı altında birleşti ve Leon (Liyun) krallığı (911-1230) ortaya çıktı. Ancak, VII. Alfonso' dan sonra birbirinden ayrıldılar. IX. Alfonso'dan (1188-1230) sonra ise iki krallık tekrar birleşti. Galicia krallığının önemli merkezlerinden birisi de Semmfire (Zamora) idi. 938 tarihinde bu şehir Müslümanlar tarafından fethedildi.


Pirene dağlarının güney batısında kalan Navar bölgesi, İspanya'nın fethinden itibaren Franklar ile Müslümanlar arasında yapılan savaşlara bir meydan teşkil etti. Bölgenin sakinleri, II.VIII. asrın sonlarına kadar Frank Krallığına tabi ikta sahiplerinin emrinde çalışan Basklılar idi. Önemli kenti olan Benbelilne (Pamplona), sekizinci yüzyıl sonlarında Müslümanlardan geri alınmıştı. Asturias- Galicia kralları, bölgeyi kendi topraklarına katmak için çok uğraşmışlar ancak, Basklılar'ın istiklale düşkün olmaları yüzünden bunu başaramamışlardı. 799 tarihinde çıkan Osvar adındaki dük, kendisini bağımsız Navar dükü ilan etti ve böylece bir krallık daha doğdu: Navar krallığı (810 veya 820-1512). 810 veya 820 yılından 851 yılına kadar Dük Inigo Arista tarafından idare edilen devlet, 870 yılına kadar da I.Garcia Iniquez tarafından yönetildi. Onun yerine Fortun Garces (el Tuerto) geçti ve 905 yılına kadar idarede kaldı. Sonra gelen l.Sancho Garces (el Grande), kral adıyla anılan ilk yönetici olduğu için Navar krallığının gerçek kurucusu sayılmaktadır (905-925).


Kuzey İspanya' da, batıda Leon krallığı ile doğuda Navar krallığı arasındaki arazide bir diğer Hıristiyan İspanya krallığı oluştu: Kastilya krallığı (930-1217). Önceleri Berdolia adıyla anılan bölgenin adı, içinde çok kale bulunduğu için sonradan Kastilya oldu. Arap kaynaklarında bu kaleler Kıla adıyla geçer. Elbe (Alava) şehrine nisbetle Elbe ve'l-Kıla' adıyla anılması daha yaygındır. Bölge sakinleri, Elbeliler ve Basklılar' dan oluşur. Bölge önce Leon krallığına bağlıydı ve başkenti Burgos idi. Kastilya kontları, Leon krallarına karşı uzun yıllar bağımsızlık mücadelesi verdiler. Sonunda Fernan Gonzalez, Leon kralı II. Ramiro'ya karşı sürdürdüğü savaşı kazandı ve X. yüzyıl sonlarında bağımsız krallığını kurdu. Bundan sonra krallık, Müslümanlar ve çevre Hıristiyan devletler aleyhine olarak sürekli genişledi. İlk kez Kastilya kralı olarak anılan I.Fernando zamanında Leon krallığı ile birleşildi ve Birleşik Leon-Kastilya krallığı (1037-1157 ve 1217-1504) ortaya çıktı. Ancak, VII. Alfonso'dan sonra iki krallık ayrıldılar. I.Enrique zamanında ise Leon ile tekrar birleşme oldu.



Berşelune bölgesine gelince, burası Endülüs'te Müslümanların kaybettikleri ilk yerdi. Hakem b. Hişam zamanında Franklar'ın kralı Şarlman (Büyük Karl 768-814) tarafından işgal edilmişti (190/801). Şarlman burayı güney sınırlarını güvenceye almak için sınır eyaleti olarak tahkim etmişti. Frank Devletine bağlı Got veya Frank asıllı kontlar tarafından idare edilirdi. Daha sonra Frank Devleti iç kargaşaya düştüğünde kendilerini güçlü addeden kontlar bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bölgede oluşan küçük kontluklar içerisinde en güçlüsü Barselona Kontluğu ( ... ?-1137) idi. X. yüzyıl sonlarında kontluğa Borrel hanedanı hükmediyordu. O zaman kontluğun toprakları, el-Manstir İbn Ebu Amir tarafından tahrip edildi (375/985). Amiriler'in hakimiyeti kaybetmesiyle Endülüs içinde meydana gelen çatışma ortamında Endülüslü Sakalibe (Slav asıllı köle sınıfı), Kont Ramon Borrel'den yardım istedi ve kontluk güçleri pek çok çatışmaya katıldı (400/1010). Daha sonraki zamanlarda Aragon krallığı ile birleşerek Müslümanlara karşı daha da etkili oldu. Aragon Prensi IV. Ramon Berenguer zamanında Aragon Kontluğu ile birleşildi ve Birleşik Barselona-Aragon krallığı oldu. Aragon Kontluğu (809-1137), I.Azanar Galindo ile bir kontluk olarak doğdu ve gelişmeye başladı. II. Ramiro zamanında Barselona ile birleşti ve Birleşik Aragon-Barselona krallığı (1137-1516) ortaya çıktı.


Bu Hıristiyan devletler, Müslümanlara karşı ortak menfaatleri söz konusu olduğunda birleşebiliyorlar, ancak bunun dışında bazen kendi aralarında toprak savaşlarına da girişiyorlardı. Bu uğurda, bazen Kurtuba İslam hükümetinden birbirlerine karşı yardım istedikleri de olurdu. Ancak, içeride asayişi sağladıkları ve Hıristiyan komşularına karşı endişelerinin kalmadığı zamanlarda, derhal Müslümanlar ile olan antlaşmalarını bozarak saldırıya geçerlerdi.

Mülukü't-Tavaif Döneminde (1031-1090), tarafların birbirlerine karşı güç dengeleri Müslümanlar aleyhine olarak değişmeye başladı. Endülüs'e karşı bütün Hıristiyan İspanya devletleri Frank kontluklarıyla birlikte ortak hareket ettiler ve içlerinde oluşan Haçlı ruhu ile Haçlı saldırıları gerçekleştirdiler. Bölünmüş Endülüs Müslümanlarına karşı burada başarı sağlanınca, bunun vermiş olduğu cesaretle Avrupa ülkeleri Orta Doğu Türk İslam dünyasına karşı sistematik şekilde Haçlı Seferleri başlattılar (488/1095). Papalık, İspanya Hıristiyanlarına doğuya yapılan seferlere katılmayı yasak etti. Çünkü onlar Endülüs'ü Müslümanlardan arındırmalıydılar. Mülukü't-Tavaif döneminde yani, Murabıtlar'ın Endülüs'e gelişlerine kadar özellikle Kastilya krallığı ile Reconquista hareketi ivme kazandı ve pek çok Endülüs toprağı kaybedildi. Bunların önemlileri Mecrit (Madrid 1083) ve Tuleytula'dır (Toledo 1085).


Karşılıklı savaşlarla birlikte, taraflar arasında cereyan eden diplomatik ilişkiler de oldu. I. Abdurrahman devrinde Kastilya krallığı ile olduğu gibi, Hıristiyan İspanya devletleriyle sağlam temelli olmasa da, sulh antlaşmaları yapıldı. Emevi Emirliği döneminde pek belirgin olmayan ilişkiler, hilafet zamanında gelişti. III. Abdurrahman ile devletin siyasi durumu çok parlak bir konuma geldi. Bizans Devleti dahil, diğer Avrupa ve Afrika devletleriyle diplomatik ilişkiler kuruldu. Bazen de ittifak antlaşmaları yapıldı. Mesela, II. Abdurrahman devrinde Navar krallığı ile yapılan ittifak antlaşmasına göre, Müslümanlar Navar'ı her çeşit dış tehdide karşı koruyacaklar, buna karşın onlar da Müslümanların Pirene dağları ötelerine Fransa içlerine doğru yaptıkları seferlere katkıda bulunacaklardı. Ancak, bu türden diplomatik antlaşmalara Hıristiyan devletleri, bilhassa kendilerini güçlü ve Müslümanları da zayıf gördükleri zamanlarda sadık kalmamışlardır.

Siyasi ilişkiler yanında, taraflar arasında evlilik ilişkileri de görüldü. Mesela, ilk Endülüs valisi Abdülaziz b. Musa, son Vizigot kralı Rodrigo'nun kızı Ermele ile evlenmişti. Diğer yandan, I.Alfonso'nun bir Arap cariyeden gayrı meşru çocuğu olduğu kabul edilen ve büyüdüğünde batı Galicia'ya hakim olan Mauregato (783-788), Müslümanları severdi ve Hıristiyan kızlarını Müslümanlar ile evlenmeye teşvik ederdi. Endülüs sınır bölgesinde yaşayan Müvelled Kasfoğulları ile Navar liderleri arasında evlilikler olmuş ve bu münasebetle aile, yeri geldiğinde Müslümanlara karşı Hıristiyanlar ile işbirliği yapabilmiştir. Emir Abdullah b. Muhammed, Navar kraliçesi Iniga ile evlenmiştir. Daha evvel Aznar Sanchez adlı Navar prensiyle evlenerek ondan 'Toda adında bir kızı olan Iniga'nın Abdullah ile evliliğinden ise, III. Abdurrahman'ın babası Emir Muhammed doğmuştur. Emir Muhammed'in kardeşi ve IIl. Abdurrahman'ın halası olan Prenses Toda, büyüdüğünde Navar kraliçesi olmuştur. Bu tür sihri münasebetler, taraflar arası ırki ve kültürel karışım-etkileşimlere zemin teşkil etmiştir.


Son olarak, Endülüs topraklarında ortak yaşam süren toplumlar (societies in symbiosis) arasında meydana gelen kültürel ilişkilere gelince, bu konuda karşılıklı etkileşimlerin toplumsal ve kültürel hayatın temelini oluşturduğu bilinmektedir. İster Endülüs toprakları içerisinde isterse Hıristiyan İspanya devletleri içerisinde olsun, bütün Hıristiyan halk ile Müslüman halk arasındaki karışma ve kaynaşma (Convivencia Endülüs'te Birarada Yaşama Sanatı), hem harp hem de sulh zamanlarında meydana gelen sürekli bir olguydu. Karşılaşan iki milletten, medeni bakımdan daha üstün durumda olanın aşağı durumdakine tesir ettiği gerçeğinden hareketle, Hıristiyanların Müslümanlardan her bakımdan etkilenmiş olduklarını gözlemlemek mümkündür.


Hıristiyanların eline geçen İslam topraklarında kalan Müslümanlara müdeccen (mudejar) denmiş ve bunlardan özellikle zanaatkarlar ve kültür erbabı muhafaza edilmiş, bizzat Hıristiyan krallar tarafından ülkenin iktisadi menfaati için kollanmışlardır. Bunlar sayesinde Müslümanların bilimsel birikimleri kuzeyde İspanya halklarına, oradan da Avrupa içlerine intikal etmiştir. Özellikle VII.-VIII/XIII. -XIV. yüzyıllarda müdeccenlerin iki toplum arası kültürel ve ekonomik alışverişte büyük rolleri olmuştur. Endülüslü yöneticilerin sahip olduğu hoşgörü sayesinde sağlanan barış ve huzur ortamında, dinler-milletler arası kültürel alışveriş sağlıklı işlemiş ve toplumsal gelişmeye sebep olmuştu. Bu bilindiği için, günümüzde Endülüs tecrübesinden yararlanarak kültürler­ dinler arası diyalog çalışmaları hızlanmıştır.


Endülüs topraklarında İslam hakimiyeti altında yaşayan Hıristiyanlar yani müsta'ribler (mozarabes) de, iki tarafın dilini bilerek ve serbestçe göç imkanına sahip olarak, İslam medeniyeti öğelerinin İspanyalılara ve Avrupa'ya naklinde etkili olmuşlardır. Bu yolla Endülüs'te kullanılan idari ve askeri teşkilat usul ve kanunları da İspanyalılara geçmiştir. Bu arada Arapça isimler ve kavramlar, eski İspanyol dili olan Romance dahil, İspanyalıların diline yerleşmiştir. Mimari alanda ise, kilise kubbesi, köprü yapımı, çömlekçilik, camcılık, altın tezyinah ve süslemede Müslümanların Hıristiyanlar üzerindeki etkilerinin bariz bir şekilde görüldüğü bilinmektedir. Haddizatında, İslam dünyasının Batı Avrupa'ya etkileri asıl olarak Endülüs kanalıyla olmuştur. Sicilya ve Haçlı seferleri vasıtasıyla gelen etkiler ise ikinci planda kalmıştır.



Reconquista 

Endülüs'te Müslüman-Hıristiyan İlişkileri

Dr. LÜTFİ ŞEYBAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak