24 Ağustos 2023 Perşembe

Gündelik Hayatımızda Çocukluk ve Çocuk Gereçleri-5

 



Anka


Arapça anka, Farsça simurg (otuz kuş) Türkçe zümrüdüanka (simurg u anka veya zümrüt anka, yeşil anka) adlarıyla bilinen, Kaf Dağı’nda yaşayan, uçtuğu zaman havanın kararacağı büyüklükte, göz kamaştıran parlaklıkta bir kuştur. Rüstem’in babası Zal’i büyütüp yetiştirdiği gibi, Keloğlan’ın da koruyucusudur. Zülkarneyn üstüne binip yıldızlara çıkmış, Bukrat (Hippokrates) Kaf Dağı’ndan şifalı otları onun sayesinde almıştır. Simurg ateşte yanıp küllerinden yeniden doğan semenderle (Batı dillerinde salamander) de özdeşleştirilir. Gılgamış Destanı’ndaki anza/imdugud kuşundan, Selçuk çift başlı kartalına, Batıkların phoeniks, Hintlilerin gamda'sına kadar birçok kuş ankayla ortak özellikler gösterir. Ferideddin Attar’ın (yakl. 1142-1220) Mantık ’ut'tayr adlı eserinden beri, otuz kuşun tek varlık oluşturması veya adı var kendi yok olması gibi nitelikleriyle tasavvufta birlik-çokluk simgesi olarak kullanılmıştır. Anka’nın Hz. Isa ile Hz. Muhammed arasında bir zamanda yaşadığı, peygamber Hanzale’nin bedduası ile yok olduğu söylenir. Demin (1341-1405) Mısır Fatımîlerinin hayvanat bahçesinde Anka bulunduğunu yazar.



Hüma


Hüma kuşu da Kaf Dağı’nda yaşar ve yalnız kemik yer. Hüma/hürmy Farsçadır, Arapçası Bulah’dır. Hüma kuşunun gölgesi kimin üstüne düşerse o hükümdar olur, bu nedenle devlet kuşu olarak bilinir. Osmanlıların ‘padişaha ait’ anlamında kullandıktan ‘hümayun’ sözcüğünün sözlük anlamı mübarek, kutludur ve hüma’dan gelir. Hüma kuşunun ayakları olmadığından yere konamazmış, bu nedenle avını havada kapar veya yanan kemiklerin dumanıyla beslenirmiş. Eskiden, güzel kokusu nedeniyle elma kabuklarını yakmak âdetken, hüma kuşunun da bu kabukların dumanı, kokusu ve buharlaşan suyundan beslendiğine inanılırmış. Burhana Katiya (1652, Mütercim Asım çevirisi 1797) göre “Çin cezayirine mahsustur”, Gülistan Şerhi’nin yazan Sûdi (öl. yakl. 1598), dirisinin ele geçmediğini, “sahra-yı Hıtâ, deşti-i Kıpçak ve Hindistan”da ölüsüne rastlandığını söyledikten sonra, tahsili sırasında Şam’da bir Acem bezirganda gördüğü hümayı anlatır: “Şeker-renk olup, meselâ saksağan şeker-renk olsa hümaya benzerdi.”



Hüdhüd


Kuşlar toplanıp kendilerine padişah seçmeye karar verdiklerinde onlara akıl veren ve yol gösteren hüdhüd kuşudur. Hüdhüd kuşu Hz. Süleyman’ın da ulak kuşudur, Belkıs’la haberleşmesini de o sağlamıştır. Süleyman eşlerinin çokluğu, kuşların dilini bilmesi, rüzgârların ve cinlerin bir bölüğünün emrine verilmesi ve ona kaleler, heykeller, havuzlar yapmaları, dalgıçların onun için deniz diplerinden inciler, değerli taşlar çıkarması gibi sayısız özelliği olan ve kıssaları bulunan bir peygamberdir. Hz. Musa dev Uc’la savaşırken başına geçirdiği kayayı delip delik açarak yardımcı olan kuş da hüdhüddür.


Hüdhüd başındaki sorguçtan dolayı çavuşkuşu veya ibibik diye bilinen kuşun da adıdır.



Kaf Dağı


Doğu masalları kadar kozmografyasında da yer alır Kaf Dağı. Karaların çevresini kuşatan Bahr-i muhiti çevreleyen böylece dünyanın da sınırlarını oluşturan Kaf Dağı Taberi’ye (839-923) göre ancak dört aylık yürüyüşle aşılabilir. Kaf Dağı yeşil zümrüttendir ve gök de rengini onun yansımasından alır. Kaf Dağı’nın ötesinde Yecüc Mecüc yaşar. Ayrıca cin ve perilerin, Simurg’un yurdu da burasıdır. Ab-ı hayat bu dağda bulunur ve Hızır bu sudan içen birkaç kişiden biridir. İskender’le Hızır ab-ı hayatı birlikte aramışlar ancak İskender yanlış yöne gitmiştir. İstanbul’daki Balıklı Ayazma adını, ölü balıklar içine atıldığında canlanmasından almıştır, çünkü bu ayazmanın suyu ab-ı hayattır. Kaf Dağı, Musa, Ali, Battal Gazi’den Keloğlan’a kadar efsane ve masalların değişmez öğesidir.



Yecüc Mecüc


Tevrat’ta Gog ve Magog, Kuran’da Yecüc Mecüc olarak geçer. Zülkarneyn veya İskender sed yapmasa Kaf Dağı’nı aşıp dünyayı istila edeceklerdi. Yecüc Mecüc’ün bu şeddi aşıp dünyayı istila ettikleri gün kıyamet kopacaktır. Çok kalabalık bir kavimdir, Fırat, Dicle veya Taberiya Gölü’nün sularını içip tüketeceklerdir. Üç türdürler: Sedir boylular, çok iriler ve kilim kulaklılar. Taberi (839-923) onların Ermenistan ve Azerbaycan dağlarının ardında yaşadıklarını yazar. Yecüc Mecüc’ün Ön Asya’yı istila eden Türklerle özdeşleştirilmesi o çağlardan beri halk arasında dile getirilmektedir. “Küçük gözlü, kırmızı yüzlü, basık burunlu, yüzleri yayvan ve kalın deriden yapılmış kalkana benzeyen” Yecüc Mecüc’ün Türkler olduğu 10. yüzyılda yazılmış Arapça hadis, tarih ve coğrafya kitaplarında bulunduğu gibi, 20. yüzyıl Arap milliyetçileri de bu benzetmeye göndermeler yapmışlardır. Yağlıkçızade Ahmed Rifat Efendi de (öl. 1894) Lügatti Tarihiyye ve Coğrafiyye adlı eserinde Yecüc un Yakutlar, Mecüc’ün Mançular olduğu yorumuyla, İskender’in seddini Çin Seddi olarak açıklar.



Zülkarneyn


Zülkarneyn iki boynuzlu demektir, Doğu ve Batı’nın hakimi olduğu için bu adı almıştır. Kuran'da Yecüc Mecüc’e karşı set yaptığı bildirildiği gibi, Osmanlı edebiyatında yazılan Iskendername’lerde İskender’le Hızır’ın ölümsüzlük suyunu ararken bir mağarada rastladıkları dört bin yıl yaşamış kraldır. Zülkarneyn ve İskender kişilikleri iç içe geçer.



Kudret Emiroğlu’nun

GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ

kitabından alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak